“Kör adamın bastonu artık onun için bir nesne olmaktan çıkmıştır; artık kendi başına algılanmaz. Aksine, bastonun en uç noktası duyusal bir bölgeye dönüşmüştür; dokunma eyleminin kapsamını ve erişim alanını genişletmiş ve bir bakışa (göze) benzer bir işlev kazanmıştır.”1
Merleau Ponty’nin ifadesi dünyayı deneyimleyişimiz üzerine oldukça merkezi bir noktaya odaklanır. Ponty burada bastonun “kör adam” için artık bir nesne değil, adeta varlığının bir parçası olduğunu dile getirir. Zira dünyayı deneyimleyişimiz, dünyada bir yere konumlanışımız ve dünyada bir şeyler yapmaklığımız hep aletlerledir. Bundandır ki virtüözlerin ve ileri düzey zanaat sahiplerinin uzuvları genişler, enstrümanları ve aletleri bedenlerinin birer parçası haline gelir. Ressam için elindeki fırça on birinci parmağı oluverir. Artık dünyada genişleyen bedeniyle bulunur. Beden dünyaya aletlerle uzanır. Marangozun testeresi onun yalnız tahtayı kesmeye yarayan fonskiyonel bir parçası değil, aynı zamanda dünyayı anlayışını da etkileyen uzvu olmuştur. Üstelik bu durum yalnız bir şeyler işleyen zanaatkarlar için geçerli değildir. Artık her birimiz akıllı saatlerimizle, telefon kameralarımızla, navigasyon uygulamalarıyla ve daha pek çok araçla dünyaya genişliyoruz.
Ürettikleri faydaya binaen hayatımıza giren bu teknolojiler üzerine pek düşünülmeyen detaylı bir dönüşümün habercisi niteliğinde. Maraton koşucusu Crouse birkaç sene evvel New York Times’a yazdığı makalede2 tam da bu bedeninin dışsallaşması fenomenine değiniyor. Crouse antrenmanlarında yıllarca kalp ritmi gibi fiziksel göstergelerini ölçmek için akıllı saatine güvendiğinden söz ediyor. Ancak saatin mahareti bunlardan ibaret değildir. Uyku düzeni, vücut ısısı, metabolizma hızı ve daha pek çok değişkeni ölçen saat, Crouse’un spor yolculuğunun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Crouse’un artık bedensel farkındalığı için ekstra efor sarfetmesine gerek yoktur. Bu küçük cihaz, bedenine dair içsel farkındalığını, başka bir deyişle, içsel algısını ve sezgisel beden bilgisini ikame etmiştir.
Yapay zeka araçlarının yaygın kullanımı ve hız kesmeden devam eden gelişimi de bu genişlemenin farklı biçimlerini akla getirir. Bu gelişim yalnızca zihin ya da bedenin sınırlarını genişletmekle kalmaz; aynı zamanda bireyin kendilik deneyimini, zamanla ilişkisini, karar alma süreçlerini ve hatta değer üretme kapasitesini de dönüştürür.
Zihnim Dünyaya Uzanır mı?
İki farklı insanı düşünelim. Bunlardan bir tanesinin ismi Ahmet, diğerinin ismi ise Mehmet olsun. Her ikisi de ay sonu yapılacak bir Türk Müziği konserine gitmeyi planlıyor. Mehmet Alzheimer hastalığından muzdarip. Bu sebeple gündelik hayatta yapıp etmelerinin hepsini cebinde taşıdığı blok deftere yazıyor. Dolayısıyla gideceği konserin tarihi ve konser salonunun ismi de defterinin ortasında yazılı durumda.
Ahmet’in hafızası ise oldukça kuvvetli. Konser haberini ilk duyduğunda konser salonunun adını zihnine kaydetmiş, tarihini hatırlıyor ve bu bilgiye ihtiyaç duyduğunda belleğinden çağırabiliyor. Her ikisi de aynı konser salonuna gitmek üzere evlerinden çıkıyor. Ahmet, hafızasına başvuruyor. Mehmet ise defterini açıyor. İkisi de aynı yöne yürüyorlar. Bu durumda, dışarıdan anlaşılabilecek düzeyde bir farkları yok.
Görünüşe göre Mehmet’in defteri onun zihinsel bir uzantısı haline gelmiştir. Çünkü bu defter:
Süreklidir: Mehmet, her zaman bu tür bilgileri buraya yazar ve onsuz hareket etmez.
Erişilebilirdir: Cebinde taşıdığı için ona her an ulaşılabilir.
Otomatik olarak onaylanmıştır: İçinde yazan bilgileri sorgulamadan kabul eder.
Bu çerçevede Ahmet’in zihni ile Mehmet’in defteri aynı işleve hizmet ediyor gibi görünmektedir. Öyleyse zihin yalnızca kafatasının içindekine indirgenemez denebilir mi? Mehmet örneğinde olduğu gibi dışsal nesneler de zihnin parçası olabilir gibi görünmektedir. Ahmet’in zihni içeride çalışırken, Mehmet’inki dışarıdadır.
Bu deneysel örnek çağdaş felsefi tartışmalara aşina olanlara Genişletilmiş Zihin3 tezini hatırlatır. Teknoloji ve Zihin Felsefesi alanlarına ciddi etkileri ve katkıları olan Clark ve Chalmers’ın zihnimizle ilgili öne sürdüğü bu yaklaşım felsefi bir argüman olmanın ötesinde, teknolojik çağda zihin faaliyetinin nasıl yapılandığına dair radikal sorular ortaya koyar. Örneğin; hesap makinesi kullanan bir öğrencinin, akıl yürütme kapasitesi yalnızca beyinle mi sınırlıdır? Yoksa hesap makinesinin sunduğu işlemsel imkan, onun zihinsel uzantısının bir parçası olarak mı değerlendirilmelidir?
Genişletilmiş zihin yaklaşımını günümüze uyarladığımızda akıllı telefonların Mehmet’in not defterine benzer bir rol oynadığı görülebilir. Çoğu kullanıcı için akıllı telefon “ikinci bir beyin” gibidir. Bu cihazlar sürekli başvurulan (süreklilik) ve neredeyse her an elimizin altında olan (erişilebilirlik) bilişsel araçlardır. Birçoğumuz bir bilgiye ihtiyaç duyduğumuzda telefonumuza danışmadan harekete geçmeyiz. Bir adres tarifini hatırlamaktansa bir harita uygulamasına bakmak sıradan bir alışkanlık haline gelmiştir. Bu durumda söz konusu değişim yalnızca bilişsel yetilerin zayıflaması değil bir bütün olarak karar alma, harekete geçme ve düşünme süreçlerimizin şekil değiştirmesidir.
İçinde bulunduğumuz dijital çağda bilişsel teknolojilerin hayatımıza nüfuzu bazen farkedemediğimiz derinliklere ulaşır. Clark, yeni kullanıcı-dostu ve duyarlı teknolojilerin zihin ile dünya arasındaki çizgiyi iyice bulanıklaştırdığını belirtir. Çevremizi saran makineler, araçlar, kodlar ve yarı-zekaya sahip gündelik nesneler, “zihinlerimizin ve kimliklerimizin, biyolojik olmayan bir araçlar matrisiyle gitgide daha derin biçimde iç içe geçmesini” sağlamaktadır. Öyle ki artık “dünyanın nerede bitip kişinin nerede başladığını” söylemek gitgide zorlaşmaktadır. Bu tespit, yapay zeka ve gömülü sistemlerin gündelik yaşama entegrasyonuyla daha da anlam kazanmaktadır. Nesnelerin İnterneti (IoT) ile ev ve şehir ortamlarımız akıllanmakta, giyilebilir teknolojiler bedenlerimize gerçek zamanlı veri akışı sunmakta, yapay zekalar davranışlarımızı öğrenerek bize uyum sağlamaktadır. İnsan zihni ile çevresindeki dijital ağ arasındaki ilişki karşılıklı bir uyumlanma (dovetailing) ilişkisine evrilmektedir. Biz aletlere uyum sağlarken, aletler de bize uyum sağlamakta; böylece araçlar “kullanıcı”dan ayrılmayan bir zihinsel aparat haline gelmektedir.
Clark ve Chalmers’ın Genişletilmiş Zihin kuramı sayesinde, telefon rehberinin bir bakıma bizim hafızamızın uzantısı olabileceğini ya da yapay zeka destekli bir asistanın bilişsel süreçlerimizin bir parçası haline gelebileceğini görüyoruz. Bu dönüşümler teknolojik nesnelerin beden-zihin bütünlüğümüze katılabildiğini gösterir. Akıllı bir cihaz, tıpkı kör bir insanın bastonu misali, dünyaya açılan duyumsal ve bilişsel bir uzvumuza dönüşebilir.
İnsan zihni ile yapay zeka arasındaki ilişki insanın kadim araç kullanma serüveninin en güncel evresidir. Dil, yazı, basılı medya ve bilgisayarlar, geçmişte zihnimizi nasıl dönüştürdüyse, yapay zeka da günümüzde benzer bir dönüşümün habercisidir. Bu nedenle yapay zekayı bütünüyle bir tehdit veya tamamen nötr bir araç olarak görmek yerine, onunla birlikte oluşan “genişlemiş zihin” yapılarımızı anlamak büyük önem taşır.
Genişletilmiş zihin perspektifi, yapay zeka sistemlerini insan zihninin bütünleyici parçaları olarak değerlendirmemize imkan tanırken, bu durum sorumluluk, öznellik ve kimlik konularında yeni sorular ortaya çıkarmaktadır. Zira zihnimizin bir bölümünü dışımızdaki bir yapay sisteme emanet ettiğimizde, bilgiye erişim hızımız ve problem çözme kapasitemiz artsa da, geleneksel anlamda “benlik” kavrayışımızın sınırları bulanıklaşır.
Son tahlilde insan zihni ile teknoloji arasındaki etkileşimi ne özcü bir korkuyla bütünüyle reddetmeli, ne de düşünmeksizin yüceltmeliyiz. Bunun yerine fenomenolojinin ve zihin felsefesinin rehberliğinde nerede “insan zihninin bittiği” ve nerede “teknolojinin başladığını” yeniden tanımlamaya çalışmalıyız. İnsanın teknolojik evrimi, zihnimizi statik ve salt biyolojik bir gerçeklik olmaktan çıkıp çevresiyle birlikte büyüyen, değişen ve genişleyen bir süreç olarak görmemiz gerektiğini gösteriyor. Yapay zeka ile kurduğumuz bilişsel ortaklıkları anlamak ve yönlendirmek, hem felsefi kavrayışımız hem de insanlığın geleceği açısından belirleyici olacaktır.

