"12 Gün Savaşı ve Türkiye İçin Dersler", Millî İstihbarat Akademisi (MİA) tarafından Haziran 2025'te yaşanan İsrail-İran çatışmasının çok boyutlu analizini içeren ve çağdaş güvenlik mimarisine yönelik stratejik bir perspektif sunan kurumsal bir rapordur. Rapor, Türkiye'nin yakın çevresindeki çatışmalardan ne tür dersler çıkarabileceğini teknik, taktik ve stratejik düzeylerde ele almaktadır.
Raporun Amacı
Millî İstihbarat Akademisi (MİA) tarafından hazırlanan "12 Gün Savaşı ve Türkiye İçin Dersler" başlık raporun temel amacı, 13-24 Haziran 2025 tarihleri arasında İsrail ve İran arasında yaşanan ve kamuoyunda "12 Gün Savaşı" olarak anılan çatışmayı askerî kapasite, istihbarat yapısı, diplomatik ilişki ve teknolojik uygulamalar açısından analiz etmek ve Türkiye için bu çatışmadan çıkarılabilecek stratejik dersleri somut örneklerle açıklamaktır. Bu doğrultuda rapor, özellikle yeni nesil savaş biçimlerini tanımlarken Türkiye'nin benzer tehdit senaryolarına karşı daha dirençli hâle gelmesini sağlayacak önerileri de içermektedir.
Raporun Yapısı
Dört ana bölümden oluşan bu çalışma, savaşın tüm boyutlarıyla incelenmesine ve Türkiye özelinde çıkarımların yapılmasına imkân tanımaktadır. İlk bölümde çatışmanın askerî-teknolojik yönleri, ikinci bölümde diplomatik ve stratejik çıkarımlar, üçüncü bölümde geleceğe yönelik senaryo analizleri ve dördüncü bölümde ise Türkiye'nin bu çatışmadan çıkartabileceği dersler ve atması gereken somut adımlar yer almaktadır.
Birinci Bölüm: Konvansiyonel ve Hibrit Savaş Teknolojileri
"Konvansiyonel ve Hibrit Savaş Teknolojileri" başlıklı ilk bölümde, savaşın klasik askerî araçlarla sınırlı kalmadığı, bunun yerine çoklu alanlarda yürütülen bir hibrit çatışma modelinin öne çıktığı ifade edilmektedir.
İsrail'in elektronik harp, siber saldırı, bilgi operasyonları ve hava gücü unsurlarını eş zamanlı ve koordineli şekilde kullanması, yeni nesil savaş doktrininde "çok katmanlı harekâtın" etkisini ortaya koymaktadır.
MİA tarafından hazırlanan raporda, çatışmanın yalnızca fiziksel alanla sınırlı kalmadığı; dijital, psikolojik ve algısal düzlemlerde de sürdürülen operasyonların savaşın seyrinde belirleyici olduğu vurgulanmıştır. İsrail'in radar ve komut-kontrol sistemlerini hedef alarak stratejik üstünlük kurması, bu çok boyutlu yaklaşımın ne denli sonuç alıcı olabileceğini göstermiştir. Bu yaklaşımın, insansız hava araçları ile insanlı platformların birlikte çalıştığı, farklı harekât ortamlarının entegre edildiği yeni bir savaş doktrinini temsil ettiği de raporda vurgulanan bir diğer husustur.
Ayrıca raporda, savunma sistemlerinin merkeziyetçi ve statik yapılarının, esnek ve entegre saldırılar karşısında ne derece kırılgan hâle gelebileceği de vurgulanmaktadır.
İkinci Bölüm: Değerlendirmeler ve Çıkarılacak Dersler
Raporun "Değerlendirmeler ve Çıkarılacak Dersler" başlıklı ikinci bölümünde, savaşın askerî boyutlarının ötesinde diplomatik, istihbari ve sosyopolitik etkileri analiz edilmiştir. Rapora göre İsrail'in İran içerisinde oluşturduğu derin istihbarat ağı, saha içi operasyonel başarıların arkasındaki en önemli unsurlardan biri olarak öne çıkmıştır.
Ayrıca ikinci bölümde İran'ın iç güvenlik zafiyetleri; halkın rejimle olan ilişkisi, ekonomik baskılar, etnik gerilimler ve dış müdahalelere açıklık gibi etmenlerle ilişkilendirilmiştir. İran içerisinde çeşitli grupların insansız hava araçları kullanarak suikast ve bilgi aktarımı gibi faaliyetler gerçekleştirebilmesi, hem ülke için güvenlik zaaflarını hem de istihbarat ortamının geçirgenliğini gözler önüne sermektedir. Raporda, bu durumun Türkiye açısından önemi, sivil toplumu da içine alan kapsamlı bir güvenlik bilinci geliştirilmediği sürece, istihbarat zaafları yalnızca devlet kurumlarının değil, toplumun geneline yansıyan bir güvenlik sorunu hâline gelebileceği şeklinde açıklanmıştır.
Üçüncü Bölüm: Muhtemel Senaryolar
"Muhtemel Senaryolar" başlıklı üçüncü bölümde, İsrail-İran savaşının ardından gelecekte yaşanabilecek muhtemel senaryolar değerlendirilmiştir.
İran-ABD Arasındaki Müzakerelerin Yeniden Başlaması
Bu senaryo, çatışmanın ardından ortaya çıkabilecek diplomatik müzakere ihtimaline dayanmaktadır. İran'ın askerî kayıplar ve güvenlik açıkları sonrası müzakereye açık hale gelmesiyle, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinde gönüllü sınırlamalara gitmesi, krizin yumuşaması ihtimalini doğurduğu belirtilmiştir. Bu senaryonun reform yanlısı İran siyasilerinin önünü açabileceği gibi ABD-İran ilişkilerinde de yeniden diyalog kanallarının kurulmasına fırsat tanıyabileceği de vurgulanan bir diğer senaryodur.
Diplomatik Müzakerelerin Sonuçsuz Kalması ve Gerginliğin Sürmesi
İkinci senaryo, tarafların müzakere masasına oturamaması durumunda, bölgesel tansiyonun orta yoğunlukta fakat süregelen biçimde devam eden bir tabloyu öngörmektedir. Bu durumda İsrail, İran'ın nükleer altyapısına yönelik nokta atışı operasyonlar gerçekleştirmeye devam edebilir; İran ise misilleme biçiminde İsrail'i hedef almasa da Lübnan, Irak, Yemen gibi vekil unsurlar üzerinden cevap verebilir.
Bu senaryoda, doğrudan savaş hâli yaşanmasa da enerji nakil hatları, ticaret rotaları, diplomatik misyonlar ve sivil altyapıların sürekli tehdit altında kalabileceği belirtilmiştir.
Savaşın Yeniden Başlaması
Üçüncü senaryoda, İsrail'in ya da ABD'nin İran'ın nükleer tesislerine yönelik geniş kapsamlı bir saldırı başlatmasıyla patlak verecek bir topyekûn çatışması öngörülmüştür. Bu durumda İran, klasik konvansiyonel askerî gücünün yanı sıra vekil aktörler üzerinden İsrail şehirlerine, Körfez ülkelerine ve hatta Avrupa’daki ABD üslerine yönelik saldırılar başlatabilir.
Ayrıca böyle bir gelişmenin, Hürmüz Boğazı'nın kapatılması riskini doğurabileceğinden, küresel enerji tedarik zincirlerinin doğrudan etkilenebileceği; petrol fiyatlarında ani sıçramalara, küresel tedarik krizlerine ve siyasi belirsizliklere yol açabileceği vurgulanmıştır.
Dördüncü Bölüm: Sonuç ve Türkiye'nin Atması Gereken Adımlar
Raporun "Sonuç ve Türkiye'nin Atması Gereken Adımlar" başlıklı bölümünde, doğrudan Türkiye'nin gelecekte karşılaşabileceği riskler ve fırsatlar açıklanmıştır. Özellikle İran merkezli bir istikrarsızlık sürecinde Türkiye'nin sınır güvenliğini yeniden yapılandırması, sığınmacı hareketlerine yönelik proaktif politikalar geliştirmesi, enerji güvenliğini çeşitlendirmesi, savunma sanayi kapasitesini hem teknolojik hem de stratejik düzeyde güncellemesi gerektiği vurgulanmıştır.
Türkiye'nin bölgede üstlenebileceği arabulucu rolün, yalnızca diplomatik prestij açısından değil; aynı zamanda ekonomik ve güvenlik çıkarları açısından da önem taşıdığı belirtilmiştir. İran ile yürütülen enerji ve ticaret projelerinin, istikrarlı bir diplomatik çerçevede stratejik derinlik kazanabileceği, bununla birlikte kötü senaryolar karşısından erken uyarı sistemlerinin güçlendirilmesi, savunma personelinin güvenliği ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi gibi konuların da Türkiye'nin ulusal güvenlik ajandasında öncelikli yer tutması gerektiği vurgulanmıştır.
Ayrıca İsrail'in baskın saldırılarıyla başlayan 12 günlük savaşın, savunma sanayisi açısından da önemli dersler içerdiği vurgulanmıştır. Muharebe alanında eskiden on yıllara dayanan kavramsal dönüşüm süreçlerinin artık çok daha kısa süre içerisinde değişebildiği, yeni çatışma ortamlarının ortaya çıkmasının yanı sıra ölçek bazlı değişimin de artık yıllar ve aylar içerisinde gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Bu durum ise karşı tedbirlerin sürekli güncellenmesini gerektirmektedir. Bu kapsamda savunma sanayi sektörünün, Türkiye'nin gelenekselleşen ihtiyaçlarını temin ederken geleceğin savaş ortamının günümüzün gerçekliğine dönüştüğüne de dikkat çekilmiştir.