Yapay Zeka ve Sansür
Gelişen yapay zeka atmosferinde teknik problemler kadar yapay zekanın sebep olduğu sosyal meseleleri teşhis etmek de oldukça hayati. Meselenin teknik yoğunluklu olması pek çok insanı gelişmelerin nötr bir çizgide ilerlediği fikrine ikna etse de karşılaştığımız manzara farkında olmadığımız pek çok tehditi bünyesinde barındırıyor. Bunların en öne çıkanlarından biri bilgiye ulaştığımız sürecin yıkımı.
Bilgiyle kurduğumuz ilişkinin dönüştürücülüğüne değinmeden önce bilginin hangi bilgi olduğu ve nasıl karşımıza geldiğini düşünmemiz gerekir. Nitekim teknolojik bilgilenme çağında karşılaştığımız bilgi sağlayıcıları ve bilgiye ulaştığımız zeminler bilginin içeriğine doğrudan katkıda bulunuyor. Bu sebeple bilginin dönüştürücülüğünü tartışmadan evvel bilginin hakikatini ve nasıl bir serüvenden geçtiğini konuşmamız gerekiyor.
Önce sosyal medyanın bilgilenme ortamı olarak temel bir unsur haline gelişi, şimdi de yapay zeka tabanlı sohbet robotlarının imkanları bilgiye ulaştığımız süreci ve zemini kökten değiştirmiş durumda. Artık bilgi üretildiği yerde tüketilmiyor, pek çok aşama katettikten sonra evrimleşmiş halde başka bir zeminde tüketilebilir hale geliyor. Bu bağlamda sürdürülen tartışmalarda bilgiyi sunan düzlemler belirleyici unsur haline geliyor; bilginin yayılmasına imkan tanıyan zemin yoluyla bilginin kapsamı belirleniyor.
Bilginin iktidar olduğu bir düzlemde sansür pek çok güç unsuru tarafından enstrüman olarak kullanılarak belirli amaçların desteğine koşuluyor. Burada sansür yalnızca kasten bir bilgiyi engellemek değil onu belirli bir gaye uğruna eğip bükmeyi de içeriyor. Dezenformasyonun sınırlarının muğlaklaştığı bir ufka yakınlaştığımızı çok derinden hissediyoruz.
Böyle bir zeminde hayat bulması gereken gerekliliklerden biri kayıtsız kabul kategorisinde alımlanan bilgilerin özünde belirli bir ajanda içerdiğinin fark edilmesi olmakta. Son dönemde yapılan çalışmalar da zımnen bu duruma dikkat çekseler de aslında sorunu teşhis ederken başka bir soruna sebebiyet veriyor. Amerika-Çin arasında yükselen gerilim atmosferinde Amerikan Güvenlik Projesi’nin (ASP) yayınladığı rapor tam da böyle bir soruna işaret etmekte.
Rapora göre pek çok dil modeli eğitildikleri verilerin niteliğinden ötürü taraflı cevaplar vermeye yelteniyor. Elbette bu araştırma modellerin Çin’in Amerika’da kendi lehine yaptığı iddia edilen propagandaları konu edinmekte. Ancak bu konuda Silikon Vadisi’nden kaynaklanan sansür krizlerini görmezden gelmek de mümkün değil. Bilhassa pandemi döneminde ABD’li büyük teknoloji platformlarının da sansür konusunda parlak bir şeceresi yok.
Dolayısıyla ASP’nin raporu her ne kadar teknoloji dünyası için merkezi bir probleme işaret etse de aslında zımnen ABD-Çin gerilimine denk düşen bir enformasyon krizini de ifade etmekte.
ASP raporuna göre önde gelen yapay zeka sohbet botları Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) sansür ve propaganda çizgisini yer yer vurgulayarak sansürü önceliklendiriyor. Üstelik bu durum yalnızca Çinli modellerle sınırlı değil; OpenAI, Google, Microsoft ve Elon Musk’ın xAI’ı gibi Batılı teknoloji devlerinin modelleri de bu etkiden payını alıyor.
Bu durumun temelinde, modellerin eğitildiği devasa veri havuzları yatıyor. ÇKP’nin çevrimiçi içerik manipülasyonuna yönelik sistematik çabaları, özellikle sahte profillerle yabancı kamuoyu üretme (astroturfing), devlet destekli medya içeriklerinin yayılımı ve çok dilli dezenformasyon kampanyaları küresel yapay zeka ekosistemine doğrudan sızıyor. Bu içerikler, modellerin eğitildiği veri setlerinin içine gömülerek, sonuçta AI çıktılarında yansıyor.
Özellikle Microsoft’un Çin ana karasında beş veri merkezi bulundurması ve Çin’in katı yasa ve regülasyonlarına uyum sağlama zorunluluğu, bazı modellerin Çin içeriğine karşı daha hassas filtreler uygulamasına neden oluyor. Raporda, Copilot’un sansür düzeyinin, Çin merkezli modellere kıyasla daha yüksek olduğu belirtiliyor. Tiananmen Meydanı, Uygur meselesi ve demokrasi gibi başlıklar kimi zaman tamamen siliniyor ya da yeniden çerçeveleniyor.
Örneğin, COVID-19’un kökeni hakkında İngilizce verilen yanıtlarda Wuhan’daki hayvan pazarına dayalı zoonotik geçiş ihtimali ve laboratuvar sızıntısı teorisi birlikte sunulurken; Çince yanıtlar bunu "doğal bir olay" ya da “çözülememiş bir gizem” olarak niteliyor. Gemini, Çin’in resmi söylemine yakın şekilde, “Wuhan’dan önce ABD ve Fransa’da pozitif vakaların görüldüğünü” de ekliyor.
Ancak bu durum yanında yukarıda da bahsedildiği gibi Silikon Vadisi’nin masum bir aktör olduğunu söylemek güç. Kişisel veri güvenliğinden dezenformasyon pratiklerine pek çok etik alan kolayca ihlal edilebiliyor.
Bütün bu risklerden açığa çıkan düşünce ise yapay zeka kapsamlı teknolojik gelişmelerin yavaş yavaş alarm vermeye başladığı yönünde. Tekniğin bizatihi kendisinin araç olarak insanoğlunun faydasına ve sınırlı taleplerine hizmet etmesinin ötesinde başka amaçlar için yontulabilirliği kamusal riskleri içerisinde taşıyor. Yalnızca hayatta olduğumuz için sahip olmamız gereken hakların görünmez ihlalleri sahip olduğumuz güvenli zemini kökünden sarsıyor. Üstelik bu durum yalnızca yanlış bilgi setiyle geliştirilen sohbet robotları için geçerli değil.
Yapay zeka ve ileri teknolojiler alanında artan ABD–Çin gerilimi içinde, ABD’nin etik temelli eleştirileri dikkat çekici. Ancak bu eleştirilerle birlikte dile gelen tedirginliğin iki boyutu var. İlk olarak, söz konusu güvenlik risklerinin kaynağı çoğu zaman teknolojik açılımın bizatihi kendisi. Nitekim birçok teknik sistem, doğası gereği gözetim ve müdahale potansiyelini içinde barındırıyor. İkinci olarak ise, ABD’nin bu alanlardaki itirazları çoğu zaman dikkatleri doğrudan itiraz eden aktörün teknolojik pratiklerine çevirebiliyor. Bu durum, etik söylemin stratejik bir pozisyon alma aracı olarak kullanılıp kullanılmadığı sorusunu da beraberinde getiriyor.
Dolayısıyla içine girdiğimiz çağda sahih bilgiye erişmek gündelik hayatta karşılaştığımız en zor meselelerden olmaya aday. Böyle bir atmosferde alıştığımızdan daha temkinli olmak ve neredeyse karşılaştığımız her bilginin kaynağına erişmek sorumluluğuna sahibiz. Aksi halde doğru bilginin kendi doğruluğu değil güçlü olanın bilgisinin doğruluğu ile hayatımızı idame ettirmek zorunda kalacağız.
Yapay Zeka için Manhattan Projesi mi?
Son yıllarda Yapay Genel Zeka (AGI) ve Süper Yapay Zeka kavramları, yalnızca akademik literatürde değil, aynı zamanda teknoloji şirketlerinin stratejik hedeflerinde ve devlet politikalarında giderek daha belirgin bir yer ediniyor. Geliştirilen yapay zeka sistemlerinin dar alan uygulamalarından öteye geçerek genel problem çözme kabiliyetlerine ulaşması, bu alanı klasik bir Ar-Ge faaliyetinin ötesine taşıyor.
AGI çalışmalarına yönelen yatırımlar, küresel güç dengelerini şekillendirebilecek jeopolitik bir faktör olarak değerlendiriliyor. Bu bağlamda, özellikle ABD ile Çin arasında süregiden stratejik rekabetin, yapay zeka alanında da belirleyici bir cepheye dönüşüyor denebilir. Bu belirleyicilik hem Çin hem de ABD nezdinde mevcut çabaların yeterliliği konusunda ciddi tartışmaları beraberinde getirmektedir.
Birçok düşünce kuruluşu ve teknoloji elitinin açıklamalarında sıklıkla vurgulanan ortak nokta, AGI hedefinin salt özel sektör dinamizmine bırakılmayacak kadar kritik olduğu yönünde. Bu nedenle, süreç zaman zaman II. Dünya Savaşı’nda yürütülen Manhattan Projesi ile kıyaslanmakta; benzer bir ciddiyet, koordinasyon ve kaynak seferberliği çağrısı yapılmaktadır.
Kasım 2024’te yayımlanan ABD-Çin Ekonomi ve Güvenlik İnceleme Komisyonu (USCC) raporu da bu dinamiğe işaret etmişti. Komisyon, Kongre’ye sunduğu son yıllık raporunda, ABD’nin AGI geliştirme yarışında öne geçebilmesi için Manhattan Projesi tarzı, devlet destekli bir girişim öneriyor.
Raporda önerilen AGI programı, insan bilişsel kapasitesini aşabilecek sistemlerin geliştirilmesini hedefliyor. ABD Savunma Bakanlığı’nın en yüksek öncelik seviyesi olan “DX Rating” ile desteklenmesi tavsiye edilen program, önde gelen yapay zeka şirketlerine, bulut sağlayıcılarına ve veri merkezi operatörlerine çok yıllı sözleşmeler verilmesini de içeriyor. Burada dikkat çekici taraf, bu tür bir kamu müdahalesinin, şimdiye dek özel sektör öncülüğünde gelişen bir alana yönelmesi.
Ancak önerilerin uygulanabilirliği belirsiz. AGI’nin bilimsel zorlukları ve belirsizlikler içermesi, yalnızca fonlamayla çözülemeyebilir. Ayrıca, teknoloji ihracat ve yatırım kısıtlamalarının küresel inovasyon ağlarını sekteye uğratma riski de bulunuyor. Rapor, bu nedenle ABD’nin müttefikleriyle çok taraflı işbirliği kurmasını öneriyor.
Bu gelişmeler, ABD-Çin teknoloji rekabetinde devletlerin artık sadece düzenleyici değil, yönlendirici bir aktör haline geldiğini gösteriyor. AGI gibi alanlarda kamu müdahalesi, inovasyonu hızlandırabilir de, yavaşlatabilir de. Neticede teknoloji şirketleri, bundan böyle çok daha karmaşık ve sıkı denetlenen bir küresel ortamda faaliyet göstermek zorunda kalacak.
Manhattan Projesi uzun süre gizliliğini sürdürmüştü. ABD’nin veya Çin’in yapay zekaya dair halihazırda böyle bir projesi varsa bundan da uzunca bir süre haberdar olmayabiliriz.