KÜRE LogoKÜRE Logo
BlogGeçmiş
Blog
Avatar
Ana YazarKÜME Vakfı26 Ağustos 2025 09:00

#19 Toplum ve Teknoloji Bülteni

fav gif
Kaydet
kure star outline

Yapay zeka yalnızca bir teknoloji meselesi değil; düşünceyi, ahlakı ve toplumu da derinden etkileyen bir dönüşümün müsebbibi. KÜME’nin “Toplum ve Teknoloji” podcastinin sekizinci bölümünde Doç. Dr. Enis Doko ile teknoloji ile felsefe arasındaki ilişkiyi masaya yatırıyor; yapay zekanın felsefedeki geçmişine ve bugünkü tartışma alanlarına odaklanıyoruz. Bu bölümde yapay zekayı felsefe ile düşünmenin sunduğu imkanlarını konuşuyoruz.


🔗 Bölümü dinlemek için tıklayınız.

Netflix’in İlk Yapay Zeka Destekli Dizisi: El Eternauta ile Görsel Efektlerde Yeni Dönem

Netflix, Arjantin yapımı bilim kurgu dizisi El Eternauta’da ilk kez üretken yapay zeka (generative AI) teknolojisini kullandığını duyurdu. Şirketin eş CEO’su Ted Sarandos’un aktardığına göre, bu kullanım hem maliyeti düşürdü hem de süreci önemli ölçüde hızlandırdı.


Dizi, Buenos Aires’te geçen ve zehirli bir kar yağışından kurtulmaya çalışan karakterleri konu alıyor. Sarandos’un açıklamasına göre, özellikle şehirdeki bir binanın çöküşünü konu alan sahnede geleneksel görsel efekt araçları yerine yapay zeka destekli araçlar kullanıldı. Bu sayede sahne, klasik VFX (Görsel Efekt) tekniklerine göre yaklaşık on kat daha hızlı tamamlandı.


Sarandos, bu teknolojinin kullanılmasının, büyük bütçeli bir prodüksiyon standardında iş çıkartılmasını sağlarken, toplam maliyeti önemli ölçüde düşürdüğünü belirtti.


“Eğer bu sahneleri yapay zeka olmadan gerçekleştirmeye kalksaydık, dizinin bütçesi bunu kaldırmazdı,” dedi.


Peki bütçe bu işin ne kadarı?

Endüstriyel Verimlilik Karşısında Estetik Tutarlılık

Sarandos, yapay zekayla hazırlanan VFX sahnesinin 10 kat daha hızlı tamamlandığını belirtirken, bunun anlatı dili, sahne ritmi ve izleyici algısı üzerindeki etkisini tartışmıyor. Oysa konvansiyonel medya paradigmalarına göre anlatı üretimi yalnızca "görüntü üretmek" değil, ritmik ve dramaturjik bütünlüğü olan bir estetik inşadır. Yapay zeka bu bütünlüğü “taklit edebilir” ama “yaratamaz”. 


Netflix’in yapay zekayı “yaratıcıları destekleyen bir araç” olarak tanıtması, gerçek anlamda yaratıcı emeği görünmez kılma riskini taşıyor. Oysa sinema tarihinin temel ilkelerinden biri görsel fikrin fiziksel üretimle bağ kurmasıdır. Kameranın, setin, mekanın ve zamanın maddi direnci, yaratıcı kararlara yön verir. Yapay zekanın üretim süreçlerini simüle etmesi, bu fiziksel yaratımın soyut bir modele indirgenmesi anlamına geliyor. Bu durum hız kazandırsa da yaratıcı sürecin deneyimsel boyutunun kaybı anlamına da geliyor.


Böylesi bi durumda geleneksel üretim modellerinin hepsi sorgulanmak durumunda kalıyor. Elbette izleyici için bir şeyler değişmiyor gibi görünebilir. Yani sanat eserinin muhatabı için gördüğü eserin arkasında bir fail olup olmadığı bir fark oluşturmayabilir. Ancak aslında süreç her iki yöntemde birbirinden oldukça farklı. Bu durum ortaya sanat eserini buraya kim getirdi sorusunu ortaya çıkarıyor. 


Yapay zeka ile oluşturulan bir görselin arkasında “kim” vardır? Geleneksel sinema üretiminde anlatı, kolektif bir emeğin sonucu olarak ortaya çıkar. Yazar yazarken, yönetmen yönlendirir, oyuncu rolünü yapar, ışıkçı ışığı kurgular. Tüm bu işlemler sonucunda ortaya müstakil bir sanat eseri ortaya çıkar. Işığın düştüğü köşeden, oyuncunun ifade ettiği jeste, görüntü yönetmeninin kamera hareketlerinden kurgucunun karar verdiği sahnelere kadar süreç baştan sona kararlar içerir. Sanat karar süreçlerinin toplamı olarak belirir. 


Yapay zeka ise bu birlikte üretim süreci yerini algoritmik montaja bırakıyor. Bu durumda “anlatının sahibi kimdir?” sorusu ortaya çıkıyor. El Eternauta gibi ideolojik ve tarihi altyapısı güçlü bir eserin, üretim mantığında makine öğrenmesinin belirleyici hale gelmesi, içeriğin anlamını dönüştürme riskini taşır. Öte yandan anlatının biçiminin değişmesi gündelik hayatta tekinsizlik meydana gelir. Anlatının temel niteliği arkasında bir anlatan olmasıdır. Anlatan birinin olması anlatının sorumluluğunun olduğu, asgari bir özenin neticesinde belirdiği ve her şeyden öte kendiliğe sahip bir benlik tarafından üretildiğini gösterir. Yapay zeka üretimi görüntüler ise suretlere sahip olsa da otantiklikten, ardışıklığa sahip olsa da bütünlüklü bir anlatıdan yoksun. 

Daha Hızlı, Daha Ucuz, Daha Az İnsan

Yapay zeka destekli yapımların yaygınlaşmasından sektördeki istihdam yapısı da doğrudan etkileniyor. Görsel efekt uzmanları, storyboard sanatçıları, mekan planlamacıları gibi pek çok yaratıcı ara kademe, yerini yapay zeka modellemelerine bırakabilir. 


Netflix’in bu örnekte “Yapay zeka olmasa bu sahne bütçeye sığmazdı” ifadesi, aslında yeni medya ekonomisinin temel prensibini açığa vuruyor: "Yaratıcı emeği optimize ederek tasarruf et!" Bu strateji, yalnızca iş gücünü azaltmakla kalmayıp mesleki beceri birikiminin ve sektörel hafızanın erozyonuna yol açma riski taşıyor. Olası geleceklerde üretici yetilerimizi kaybetmek kulağa pek hoş gelmeyen bir manzara.

El Eternauta’nın Anlattığını Kim Anlatıyor? 

El Eternauta, Arjantin’in politik tarihine derinden bağlı, kolektif direnişin ve faşizm karşıtı bilincin bir metaforu olarak okunabilecek kült bir eser. Bu anlatının bir kısmının yapay zeka tarafından oluşturulması anlatısal yükümlülük açısından da problemli. Direnişi anlatan bir hikayeyi insan olmayan bir sistemin simüle etmesi, anlatının politik yükünü etkisizleştirme potansiyeli taşır. 


Bu durum özellikle sanatsal üretimin ikamesi senaryolarının pek çoğu için geçerlidir. Bir hat tablosunun yalnızca harflerin belirli bir sırayla istifine indirgenmesi ve algoritmaya devredilmesi, bir şarkının frekansların düzenlenmesi olarak okunması ve daha nicesi… Direnişin, normatif anlamların, anlatısal düzeydeki özün istatistiksel bir araya gelişlerle anlatılması farkında olmaksızın bütün anlamların yeniden değersizleşmesine ve mutlak nihilizme kapı aralar. 


Normatif olan anlamlar, yani biyolojik varlığımızın ötesinde insan olmaklığımızdan ve bir benliğe sahip olmamızdan neşet eden imkanlar aslında fiziksel dünyanın görünen anlamlarına yaslı değildir. Bütün bu anlamları inşa eden zemin metafiziğin zeminidir. Öyleyse iyi olmak, ahlaklı olmak, güzel olanın güzelliğindenn bahsetmek, değer sahibi gibi deney ve gözleme indirgenemeyecek nitelikler zeminini kaybettiğinde herhangi bir değerin imkanı için bir zemin kalmaz. 


Normatif olanın fiziksel nedenselliğe indirgenmesi de böylesi bir risk taşır. Direnişin, politik taleplerin, fiziksel dünyada mikroskopun gerçekliğinde görünmeyen şeylerin büyüsünün bozulması ve aslında tüm bu anlatıların bir takım algoritmik istatistiklerden meydana geldiği iddiası anlamlı olanı inşa ettiğimiz zemini yıkar. Bu durumda her şey algoritmanın sayısal istatistiği ise “neden iyi olayım?” sorusu belirir. İşte bütün anlamların anlamsızlaştığı nihilist an buradadır. 

Sonuç 

Netflix’in bu hamlesi, yapay zekanın sektörel sanat üretiminde merkezi bir araç haline gelmeye başladığının işareti. Ancak bu yeni üretim mantığı, medyanın yalnızca ne anlattığını değil, nasıl anlattığını ve kimin anlatmaya yetkili olduğunu da kökten değiştiriyor. Konvansiyonel medya paradigmasında anlatı, insan deneyiminin, zamanın ve emeğin yoğunlaşmış biçimi iken yapay zeka bu yoğunluğu çözüp hızlandırıyor. Aynı zamanda içerik de metalaşıp soyutlaşıyor.


Bu dönüşüm karşısında yaratıcı sektörün, izleyicilerin ve medya araştırmacılarının temel sorusu “teknoloji ilerliyor olabilir, peki anlatı hala bizim mi?” sorusudur. Elbette tüm bu yorumlamalar yapay zekanın üretebileceği sinemanın karşısında konumlanmamızı zorunlu kılmıyor. Hatta başka bir köşeden bu imkanın fırsat eşitliği doğuracağını ve başka türlü sinema için kapı aralayacağını söylemek de mümkün. Ancak burada asıl mesele hızla akan hayatımızda karşılaştığımız yeni fenomenlere dair idrakimizin derinleşmesi olmalıdır. 


Organik olanın silikona sıkıştığı bir anda temkini elden bırakmamak dünyada bulunmanın ve bu bulunmaklığın hakkını vermek için elzem. Zira bütün bunlar bir şekilde alıştığımız yeni gerçekliğin parçaları. Bu gerçekliği bize şair Turgut Uyar çok önceden şu dizelerle haber vermişti: 


Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta.
Her şey naylondandı o kadar.”

Pentagon’dan 800 Milyon Dolarlık Yapay Zeka Kontratı

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), yapay zekanın kurumsal ve askeri altyapıya entegrasyonunu hızlandırmak amacıyla Google, OpenAI, Anthropic ve xAI ile toplamda 800 milyon dolarlık çerçeve anlaşmaları yaptı. Bu kapsamda her şirkete 200 milyon dolara kadar iş potansiyeli sunuluyor. Anlaşmalar, belirli bir teknolojinin kullanılmasından ziyade çeşitli çözümlerin denenmesi ve ilerleyen dönemde kamu kurumlarında kullanılabilir hale getirilmesini hedefliyor.


Pentagon’un Dijital ve Yapay Zeka Direktörü Dr. Doug Matty, süreci şöyle değerlendirdi:


“Yapay zekanın benimsenmesi, Bakanlığın savaşçılarımızı destekleme ve rakiplerimize karşı stratejik üstünlüğünü koruma kabiliyetini dönüştürüyor. Ticari çözümlerin entegre yetenekler halinde kullanılmasına yönelik yaklaşımımız, hem savunma hem de kurumsal bilgi sistemlerinde ileri yapay zeka uygulamalarını hızlandıracaktır.”


Pentagon, çoklu işbirliği modeliyle hem teknoloji sağlayıcıları arasında bir rekabet yaratmayı hem de farklı sistemlerin güçlü yönlerinden faydalanmayı hedefliyor. Ancak bu modelin, karmaşık bir teknik uyum süreci, güvenlik açıkları ve uzun vadeli kurumsal bağımlılıklar gibi riskler barındırma ihtimali de var.


Özellikle xAI’ın kısa süre önce duyurduğu “Grok for Government” adlı kamuya özel yapay zeka paketi bu dönüşümün bir parçası. Grok 4 modeli, derin arama yetenekleri ve görev destek araçlarıyla kamu kurumlarına yönelik kullanılabilirlik vadediyor. Bu gelişme, daha önce benzer kamuya özel yapay zeka çözümleri açıklayan OpenAI ve Anthropic’in çizdiği yönle de örtüşüyor. Yeni strateji, Amerikan kamu kurumlarının ticari yapay zeka ürünlerine daha hızlı ve doğrudan erişimini sağlarken; bazı temel soruları da akla getiriyor. 


Bunlardan biri etik belirsizlikler. Bu sistemlerin savaş alanında veya istihbarat süreçlerinde kullanımı; hedefleme, gözetim ve karar verme gibi konularda insan sorumluluğunun yerini algoritmik işleyişe bırakma riskini doğuruyor. Bu bağlamda ilk akla gelen daha önceki bültenlerde de ele aldığımız ve Filistin meselesinden aşina olduğumuz gibi yapay zekanın fişleme, hedef gösterme ve suçlama konularında minimal veya zayıf kontrollerle yetkilendirilmesi. 


Pentagon’un verdiği yüklü kontrat (kurumun 1000’in üzerindeki diğer yapay zeka projeleriyle de düşünüldüğünde), yapay zekanın teknik bir araç olmanın ötesinde kurumsal kapasitenin merkezine yerleştirilen bir güç çarpanı olarak gördüğünü de ortaya koyuyor. Bu anlaşmalarla birlikte FBI’dan Tarım Bakanlığı’na kadar federal kurumlar bu çözümlerden faydalanabilecek. 


Böylece teknoloji devlet ilişkisi tekrar gündeme geliyor. Zira teknolojinin yalnızca işlerimizi kolaylaştıran bir araç olmaktan ötesi olduğunu pek çok vesile ile dile getirmiştik. En temelde kullanıcı verileri üzerine kurulu bu ekosistemin istismara açıklığı yapay zekaya dair endişeleri harlamaya devam ediyor.

Sessiz Bir Dönüşümün Eşiğinde

Yapay zekanın yalnızca kelimeleri yanyana getirerek bize merak ettiğimiz konularda bilgiler üreten bir teknolojik gelişme olmadığı biliniyor. Her ne kadar kullanıcı odaklı uygulamalar yapay zekanın ne olduğuna dair kanaatlerimizi şekillendiriyor olsa da, dil modeli olmanın ötesinde de çalışan pek çok modelden söz etmek mümkün. Dolayısıyla yapay zeka aslında yalnızca sohbet robotlarında çalışan ve son bir kaç yılda hayatımızda giren bir olgu değil.


İlginç olan yapay zekanın ve belki de otonom karar alma sistemleri ve karar destek mekanizmalarının bürokraside kullanılmasından ziyade Silikon Vadisi'nin meşhur şirketlerinin Pentagon ile anlaşma yapmış olmaları. Alex Karp, The Technological Republic kitabında teknolojik gelişimin hikayesini 20.yy’ın başlarına tekabül eden askeri teknolojilerin gelişimiyle paralel okuyor. Ona göre 2. Dünya savaşından sonra bu gelişim biraz daha piyasa dinamiklerine ve ekonomizme evrilmiş ve nihayetinde Silikon Vadisi şirketleri Amerikan Devletinin ulusal şirketleri olma vasıflarını daha ziyade bağımsız uluslararası teknoloji şirketi olmaya evirmişlerdir. 


Bugün Pentagon’un stratejisinden gördüğümüz, gevşemiş devlet-teknoloji ilişkisinin tekrar güçlenmesi olarak okunabilir. Ancak bu ilişkinin hiçbir zaman kopuk olmadığını destekleyecek argümanlar da mevcuttur. Devletin teknoloji şirketlerine olan ihtiyacı kadar, bu şirketlerin de devletle kurduğu bağ sayesinde düzenlemelere karşı manevra alanı kazanması, bu ilişkinin karşılıklı bağımlılık temelinde kurulduğunu göstermektedir. 


Son yıllarda medyada daha çok yer bulmaya başlayan büyük savunma kontratları, bu ilişkinin yeniden kurulduğu izlenimini verse de, aslında bu sadece daha önce var olan bir bağın güncel bir yansımasıdır. IBM gibi eski nesil teknoloji şirketlerinden günümüzün Google, Amazon ve Microsoft’una kadar uzanan çizgide, bu firmaların kamu projelerine destek verdiği sıkça görülür. 


Devletin Ar-Ge finansmanı konusundaki rolü de bu ilişkinin sürekliliğini kanıtlar niteliktedir. DARPA, NSF, NIH gibi kurumlar aracılığıyla temel teknolojik ilerlemelerin birçoğu kamu fonlarıyla desteklenmiş; özel sektör bu altyapının üzerine ürün ve hizmetlerini inşa etmiştir. Bununla birlikte, yalnızca maddi destek değil, stratejik çıkarlar da bu ilişkiyi beslemiştir. Örneğin, Edward Snowden tarafından sızdırılan belgeler, NSA’in bazı büyük teknoloji firmalarıyla yürüttüğü veri paylaşımı programlarını ortaya koyarak, bu şirketlerin sadece ticari değil aynı zamanda güvenlik altyapısının da parçası olduğunu göstermiştir.

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Blog İşlemleri

KÜRE'ye Sor