Nekbe (Arapça: النكبة, “Felaket”), 20. yüzyılın ikinci yarısında Filistin toplumunun tarihî, toplumsal ve coğrafi varlığını derinden sarsan ve kalıcı etkiler doğuran bir yıkımı ifade eder. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kuruluş süreciyle birlikte, yaklaşık 750.000 Filistinlinin zorla yerinden edilmesi, yüzlerce köyün haritadan silinmesi ve Arap toplumlarının kolektif hafızasında derin bir travma bırakması, bu kavramı modern Ortadoğu tarihinin merkezine yerleştirmiştir. Nekbe Filistinliler için bilgi, kimlik ve hafıza krizi olarak da değerlendirilmektedir.
Nekbe'yi Anlatan Belgesel (AA)
Zihinlerin İşgali ve Nekbe'nin Entelektüel Boyutu
Khalid el-Awaisi'nin ifadesiyle Nekbe’yi sadece 1948'deki toprak işgaliyle sınırlamak eksik bir okuma olur. Ona göre Filistin’in işgali, aslen 1917 yılında İngilizlerin Kudüs’e girişiyle başlamış ve bu süreç “entelektüel Nekbe” olarak adlandırılması gereken bir bilinç deformasyonu ile ilerlemiştir. Batılı güçlerin Arap toplumları içinde kavmiyetçilik ve Batı yanlısı modernlik söylemleriyle yürüttüğü zihinsel işgal, yerel halkın kimlik algılarını manipüle etmiş; düşman-dost ayrımlarını bulanıklaştırmış ve İngiliz işgalini "kurtuluş" olarak algılatacak kadar derin bir yönlendirme yapmıştır.
El-Awaisi’ye göre bu "zihin işgali", Filistin topraklarının gasp edilmesini kolaylaştırmış ve sömürgeci hedefleri meşrulaştırmak için bir zemin hazırlamıştır. Bilgi üretiminin ve anlatı hâkimiyetinin Siyonist güçlerin eline geçmesiyle yalnızca topraklar değil, anlamlar da işgal edilmiştir.
Nekbe'yi Anlatan Belgesel (Al Jazeera Türk)
Kavramın Kökeni ve Kavramsallaşma Süreci
"Nekbe" terimi, ilk kez 1940'lı yıllarda Mısırlı şair Ahmed Muharrem tarafından Filistin topraklarının kaybını tanımlamak için kullanılmıştır. Ancak bu kavramı tarihsel ve kuramsal bir çerçeveye oturtan kişi, Suriyeli entelektüel Konstantin Zerik’tir. Zerik, 1948 sonrasında kaleme aldığı Ma‘na’n-Nekbe (Nekbe’nin Anlamı) başlıklı eserinde Nekbe’yi sadece bir siyasi ya da askerî yenilgi değil, aynı zamanda bir kültürel ve zihinsel çöküş olarak tarif etmiştir.
Zerik’in değerlendirmesiyle bu kriz, Arap dünyasının bilimsel, entelektüel ve toplumsal zafiyetlerinin bir tezahürüdür. Nitekim Zerik, 1967’de yaşanan İkinci Arap-İsrail Savaşı’nın ardından “Yeniden Nekbe’nin Anlamı” (Ma‘na’n-Nekbe Müceddiden) başlıklı bir eser daha yazarak 1948’deki krizin henüz aşılmadığını ve hatta daha da derinleştiğini ileri sürmüştür.
Filistinliler Nekbe ile başlayan mülksüzleştirilme ve yurtsuzlaştırılma süreçlerini, anahtar sembolüyle ifade etmişlerdir. Bu sembol, Filistinlilerin sahip oldukları vatanlarına yeniden dönme umudunu temsil etmektedir.
Filistinlilerin Anahtar Sembolizmini Anlatan Video (TRT Haber)
Nekbe'nin Sembolü Olan Anahtar (AA)
1948: Toplumsal Yıkım ve Mülteci Gerçeği
Filistinliler açısından Nekbe, yalnızca toprak kaybı değildir. Yerinden edilmenin, mülksüzleşmenin ve köksüzleşmenin de adıdır. Selim Öztürk’ün çalışmasına göre, 1948 Savaşı sonrasında yaklaşık 750.000 Filistinli evlerinden sürülmüş; bu halkın büyük bir kısmı Ürdün, Lübnan, Suriye ve diğer Arap ülkelerine göç etmek zorunda kalmıştır. Ancak bu zorunlu göç dalgası siyasal, sosyal ve psikolojik bir yıkımı da beraberinde getirmiştir.
Bu süreçte kurulan mülteci kampları (örneğin Sabra, Şatila, Burj el-Barajne) sadece geçici barınaklar değil, aynı zamanda diaspora kimliğinin ve kolektif hafızanın mekânlarına dönüşmüştür. Filistinli mülteciler, kendilerini sadece İsrail'in değil, zaman zaman ev sahibi Arap ülkelerinin baskıcı politikalarının da hedefinde bulmuş; “Kara Eylül” (1970) gibi olaylarla ikinci kez yerlerinden edilmişlerdir.
Hafıza, Mağduriyet ve Kimlik İnşası
İsa Abidoğlu, İsrail’in kolektif hafızasını “mağduriyet siyaseti” üzerinden inşa ettiğini belirtir. Yahudi tarihindeki Holokost travmasının, İsrail’in kendi ulusal kimliğini tahkim etmekte ve Filistinlilerin mağduriyetini görünmez kılmakta kullanıldığını savunur. Bu anlatının karşısında ise Filistinlilerin anlatısı, Batı medyasında marjinalleştirilmekte ve “terör” söylemiyle kriminalize edilmektedir.
İsrail’in bu mağduriyet merkezli ideolojik çerçevesi, Filistin kolektif hafızasını bastırmakta, mekânsal ve sembolik şiddet araçlarıyla ötekini görünmez kılmaktadır. Bu durum, Hegel’in efendi - köle diyalektiği üzerinden okunabilir: İsrail, “efendi” pozisyonunu muhafaza ederken, Filistinliler “öteki”nin konumunda hem görünmezleştirilmekte hem de kimlik mücadelesi vermektedir.
Devam Eden Nekbe
Ömer Kısaoğlu'nun ifadesiyle Nekbe, sinema gibi kültürel alanlarda da yankı bulan bir hafıza ve kimlik krizidir. Diasporadaki Filistinli sinemacılar, bu hafızayı hem direnişin hem de anlatının mecrası olarak kullanmakta; özellikle “aksanlı sinema” bağlamında, işgal altındaki topraklarda sesi, bastırılanların çığlığına dönüşmektedir.
Farha, Vaat Edilen Cennet gibi yapımlar, Nekbe’nin hâlâ bitmediğini ve Filistinlilerin varoluşsal mücadelesinin sürdüğünü göstermektedir. Dolayısıyla Nekbe, tarihî bir olay olmanın ötesinde, süregiden bir kriz, zihinlerde süren bir işgal ve kimliksel bir mücadele alanıdır. Bugün Filistin mülteci kamplarında doğan her çocuk, bu felâketin canlı tanığı ve taşıyıcısıdır.

Uluslararası Film Festivali'nde Nekbe'yi Anlatan Farha Filmi (AA)
Nekbe'yi Unutturmamak
Nekbe'yi unutturmamak için çeşitli ülkelerde farkındalık faaliyetleri gerçekleştirilmektedir. Uluslararası film festivallerinde Nekbe'yi anlatan filmler izlenmekte, Nekbe'nin yıl dönümüne özel yürüyüşler ve protestolar yapılmakta, akademik çalışmalar yayınlanmaktadır.
Yunanistan'da Yapılan Nekbe Yürüyüşü (AA)


