Microsoft, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, yapay zekanın iş dünyasında bireylere daha fazla özerklik kazandıracağını, herkesin kendi projelerini yöneten bir “mini-patron” olacağını savundu. Şirket, yapay zeka araçlarının kişisel verimliliği ve karar alma gücünü artırarak, geleneksel ast-üst hiyerarşilerini yıkabileceğini öne sürüyor. Ancak bu vizyon ardında birtakım soruları da beraberinde getiriyor. Niçin geleceği, herkesin bağımsız ve yaratıcı olduğu bir senaryo üzerinden anlatıyoruz? Microsoft’u, “pek çok kişinin işsiz kaldığı” veya “daha güvencesiz koşullarda çalıştığı” bir senaryodansa bu iyimser geleceğe inandıran nedir?
İyimser gelecek senaryoları üreten bu varsayıma göre yapay zeka araçları, sıradan çalışanlara yaratıcı kararlar alma, iş süreçlerini kişiselleştirme ve kendi gelir modellerini tasarlama şansı verecek. Böylece herkes patron olacak. Fakat bu varsayımın göz ardı ettiği nokta mevcut ekonomik ve teknolojik eşitsizliklerin derinliği. Yapay zeka araçlarının etkin kullanımı; teknik bilgi, sermaye, bağlantılar ve eğitim gibi unsurlara erişimi gerektiriyor. Bu kaynaklara zaten sahip olanlar için “patronluk” fırsatları gerçekten artabilir. Ancak kaynaklardan yoksun geniş kitleler için yapay zeka, tam tersine, iş piyasasından dışlanmanın veya düşük ücretli mikro işler arasında sürüklenmenin yeni bir aracı haline gelebilir.
Yani yapay zeka çağında herkes patron olmayabilir de. Bunun yerine halihazırdaki eşitsizlik üzere kurulu ekonomik düzenin kendini yeni teknolojiler vasıtasıyla perçinleştirmesi daha olası bir ihtimal gibi görünüyor. Ve bu düzenin yeni versiyonunda, bazıları patronluk oynarken diğerleri algoritmaların belirlediği iş parçacıklarıyla yetinmek zorunda kalabilir.
Aslında bu dönüşümün ilk örneklerini şimdiden görmeye başladık diyebiliriz.
Uber sürücüleri, Amazon mağaza satıcıları veya Etsy satıcıları gibi pek çok kişi “kendi işinin patronu” olduğu iddiasıyla çalışıyor. Fakat gerçekte bu bireylerin iş süreçleri büyük ölçüde platformların algoritmaları tarafından belirleniyor. Gelirleri düzensiz, iş güvenceleri ise yok denecek kadar az. Burada “patronluk” kavramı ciddi bir dönüşüme uğruyor. Patron olmak, artık kaynakları yönetmede ve karar alma mekanizmalarında etkin bir rol oynamaktan ziyade daha çok sistemin sunduğu sınırlı opsiyonlar içinde bağımsızmış gibi davranmak anlamına geliyor. Özgürlük vaatleriyle pazarlanan bu yeni iş modelleri aslında daha düşük maliyetli ve daha az sorumluluk taşıyan bir emek düzeni yaratıyor.
Microsoft’un çizdiği vizyonda da benzer bir risk mevcut: yapay zeka destekli araçlar bireyleri güçlendirmekten çok, onları daha esnek, parçalı ve ölçülebilir emek formlarına itebilir. Tam burada kritik bir soru doğuyor: Neden teknoloji devleri, geleceği daima iyimser senaryolarla anlatıyor? Neden yapay zekanın yaratabileceği işsizlik, gelir eşitsizliği ve sosyal adaletsizlik gibi karanlık senaryoları yeterince tartışmıyoruz?
Bu durumun pazarlama ihtiyacı yahut sahte statü tüketimleriyle yakından ilişkisi olabilir. Yapay zeka yatırımlarını meşrulaştırmak ve toplumsal kabullenmeyi artırmak için umut vadeden anlatılar tercih ediliyor. Bu tarz söylemler, geleceği ipotek altına alma üzerine inşa edilmiş neoliberal ekonomik düzenin varlığını sürdürmesinde hayati rol oynamakta. Teknoloji şirketlerinin çoğu, bireysel özgürlüğü yücelten neoliberal söylemlere yaslanıyor. Bireylerin patron olması, girişimci olması gibi kavramlar, bu ideolojik zeminde büyük çekicilik taşıyor. Öte yandan kullanıcıların statü durumları da beslendiği için çift taraflı bir menfaat söz konusu.
Microsoft’un açıklaması da bu umut tüccarlığı stratejisinin tipik bir örneği olarak okunabilir. Muğlak bir özgürlük vaadi üzerinden, yapay zeka teknolojisin gebe olduğu radikal sosyal değişime ve bu değişimin kaçınılmaz olarak yaratacağı hoşnutsuzluk ortamına karşı şimdiden toplumsal rıza üretilmeye çalışılıyor olabilir. Böylesi kitlesel dönüşümlerin arefesinde gelecek hakkında çizilen iyimser tabloların çoğunlukla temel stratejisi de bu yönde olur.
Sahte Statü Tüketimi
Thorstein Veblen, modern kapitalist toplumların doğasını anlamak için geliştirdiği "gösterişçi tüketim" kavramı ile günümüzde sıkça rastladığımız statü enflasyonunun altında yatan dinamikleri gün yüzüne çıkarıyor. Aylak Sınıfın Teorisi (1899) adlı eserinde Veblen, mal ve hizmetlerin sadece asli ihtiyaçları karşılamak için değil, aynı zamanda toplumsal statüyü görünür kılmak amacıyla tüketildiğini savunur. Tüketim aynı zamanda bireyin toplumdaki konumunu işaretlemek için bir performans biçimidir.
Modern toplumsal düzenin bir diğer önde gelen eleştirmeni Guy Debord’un Gösteri Toplumu (1967) adlı eseri, modern kapitalizmde gerçek hayatın imgelerle yer değiştirdiğini ve insanların edilgen tüketicilere dönüştüğünü savunur. Gösteri bireyleri yabancılaştırır, insan deneyimini metalaştırır ve sahte statüler yaratır. Debord’a göre bu ‘gösteri’ kültürü, günümüz geç dönem kapitalizminde toplumsal kontrolün nihai aracıdır; iktidarı sürdürmek için arzuları ve algıları şekillendirir, bu doğrultuda bol keseden herkese payeler dağıtarak güçlü bir toplumsal kontrol mekanizması işlevi görür.
Bu bakış açıları, bugün bize yapay zeka destekli iş hayatı vizyonlarının eleştirisinde güçlü bir araç sunabilir. Örneğin, Microsoft’un ‘‘herkes patron olacak’’ vaadi, üretim araçlarının gerçek sahipliğiyle ilgili olmaktan ziyade, bireylere teknoloji aracılığıyla statü göstergeleri sunmaktadır. Buradaki patronluk, üretim süreçlerini kontrol etmek anlamına gelmemekte; sistemin sunduğu sınırlı özgürlük alanları içerisinde ‘‘başarılı’’ ve “bağımsız” görünme imkanı sağlamaktadır. Başka bir ifadeyle, patronluk vaatleri üretimin gerçek koşullarında köklü bir değişimi temsil etmemektedir. Aksine, bireysel performansın ve görünür üretkenliğin teşvik edildiği yeni bir gösteriş biçimini işaret etmektedir.
Veblen'in analiz ettiği “gösterişçi tüketim” ve Debord’un “gösteri toplumu” kavramları, bu yeni dijital çağda “gösterişçi üretkenlik” biçiminde yeniden ortaya çıkıyor. Sosyal medya profillerinde sergilenen başarı hikayeleri, freelance platformlarında yaratılan kişisel markalar veya bireysel girişimcilik anlatıları, modern çağın yeni statü ritüelleri haline gelmiş durumda. Burada, üretimden çok üretkenlik görünürlüğü değerli hale geliyor. Dolayısıyla üretim fikri de bir tür tüketime dönüşerek kitleselleşiyor. Böylece düşlenen patronluk hayalleri yerini herkesin kendisinin patronu olduğu modernliğin ilk yıllarına geri götürüyor.
Elbette tüm bunlar teknolojinin doğası gereği kötü olduğu anlamına gelmiyor. Ancak teknolojik gelişmelerin sonuçları, onları nasıl yönettiğimize bağlı. Eğer yapay zeka araçları yalnızca verimlilik artışı ve maliyet azaltma amacıyla kullanılırsa, yeni bir emek krizinin kapıları aralanabilir. Öte yandan, kolektif müzakere süreçleri, adil düzenlemeler ve yeni nesil emek haklarıyla desteklenirse, yapay zeka gerçekten bireysel ve toplumsal özgürlükleri güçlendiren bir araç haline gelebilir. Bu yüzden asıl mesele, “yapay zeka insanları patron yapacak mı?” sorusundan çok, “biz nasıl bir iş dünyası istiyoruz?” sorusuna dönüyor.
Zira gelecek teknolojinin sunduğu imkanlarla değil, bizim bu imkanları nasıl örgütleyeceğimizle belirlenecek.

