Alazlama, Türkçede vücutta kızıllık veya kızıl lekeler belirmesi durumu şeklinde geçer. Ayrıca bir şeyi aleve tutmak, yakmak işine de verilen addır.
Örnek: “İspirto tatlı bir hararetle midesini alazladı.” -Refik Halit Karay
Kelime, alev anlamına gelen “alaz”dan gelmektedir. Alazlama, Anadolu’da sözlü kültür ve inanç ekseninde karşımıza çıkan bir terim olmuştur. Türk geleneğinde, ateş, su, ağaçlar ve dağlar gibi doğal varlıklar, Şamanist gelenek nedeniyle kült haline gelmiştir. Bu doğal varlıklar etrafında çeşitli ritüeller ve uygulamalar hala yaşatılmaktadır.
Türkler arasında ateşle ilgili belirli yorum ve inançların MÖ 3000'e kadar uzandığı düşünülmektedir. Küçük Asya'ya göç eden Türk kökenli kişiler bu inançları yeni coğrafyalarına aktarmışlardır. Alazlama, Anadolu'daki halk hekimliği uygulamalarında hala fiziksel ve ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çerçevede “bakır basması” hastalığının tedavisinde alazlama geleneğini sürdüren Çankırı, önemli bir örnek teşkil etmektedir. Söz konusu hastalık, deride alerjik nitelikteki kızarıklık ve kabarcıklık şeklindedir. Bu da kızarıklığın olduğu bölge üzerinde ısıtılmış bakır kabın kırmızı bir tül üzerinde gezdirilerek tedavi ediliş yöntemini içermektedir. Anadolu’da bu tedavi yöntemlerini gerçekleştirmek için “el verme” usulüyle güvenilir, kimine göre zahit bir halef seçilirdi.
Kurşun dökme de ateş yahut duman ile şifalanma geleneğinin bir parçası olarak karşımıza çıkar. Nitekim kötü güçlerden arındırılmanın bir başka formu olarak icra edilmekte olan ve Türk kültüründe parpı, tütsüleme ve buhurlama/pohorlama adlarıyla bilinen uygulamaların temelinde de ateş kültü ile ilgili inanışlar yer almaktadır. Bu çerçevede alazlamayı sözlü kültür ve inanç ekseninde bir tedavi yöntemi olarak anlamlandırmak daha doğru görünmektedir.
Ateşe verilen temizleyici, arındırıcı niteliklerin onun kutsiyetinden kaynaklandığının bir örneği de Altay Türklerinde görülür. Altay Türkleri arasındaki inanışlarda ocağın üzerinden geçmek, ateşi kirletmek, içine çöp atmak, sivri metaller koymak, külleri çiğnemek veya karıştırmak yasaktır. Kurşun döküldükten sonra bazı yörelerde suyun insanlardan uzak bir yere dökülmesi gibi Altaylılar da ocak küllerini insan ve hayvanların üzerine basamayacakları bir yere bırakırlar. Ayrıca Altay ve Yakutlar arasında "alas" olarak aktarılan ayin, ateşle arınmak maksadıyla Şamanlar tarafından gerçekleştirilir. Ayrıca alas uygulamasının başta Kazak ve Kırgızlar olmak üzere Türk dünyasında da uygulandığı görülür. Bizans elçilerinin başları üzerinde ateş gezdiren Altaylar, bu törene de alas adı verirken, bu ifadeyi hastadan, kurban olarak adanmış attan, kötü ruhları kovmak için evi tütsüleme esnasında da nida olarak kullanırlar. Yine Hıdırellez ve Nevruz bayramlarında insanlar, hastalıklardan ve kötü ruhlardan kurtulmak için yaktıkları ateşlerin üzerinden atlarlar. Ateşin şifacı özelliği Türk gelenek ve destanlarında Orta Asya ve Anadolu’da yaşamaya devam etmektedir.
Afet İnan, al kelimesi ile ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Al kelimesinin ateş kültü ile bağlı olduğunu gösteren bir emare de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan ‘’Alazlama’’ merasimidir. Alazlama, Orta ve Doğu Asya Türklerinde ateşle temizleme ve takdis merasimidir. Anadolu’da da Alazlama bir tedavi usulüdür. Bunun için kırk bir tane al renkli keten bezinden, okuyarak parmağa bir ip yumağı yapılır. Sonra bu yumak ateşte yakılarak külü tekrar bir al bez üzerine konur ve bununla alazlanır. Al ruhu, eski Türk panteonunda kuvvetli, belki hami tanrılardan biri olmuştur. Al kelimesinin ateş kültü ile alakalı olması bilhassa bu ruhun en eski devirlerde hami ruh, ateş ve ocak ilahesi olduğunu göstermektedir." (Özkul, 2015;182)
Ateşin ve onun etrafında gelişen dünyanın Türk kültüründe bu kadar önemli olması ve bazı unsurların kutsiyet arz etmesi demiri işleyebilen ve büyük başarılar kazanan Türk milletinin nezdindeki yerini göstermektedir. Bu manada mitolojik ve kültürel anlatıların merkezinde olması tesadüf değildir.

