Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Türkiye’nin uluslararası sistemdeki konumu ve dış politika yönelimi köklü bir dönüşüme uğramaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzyıllar boyunca izlediği genişlemeci ve imparatorluk eksenli diplomasi anlayışı yerini, sınırları belirlenmiş, egemenliği esas alan yeni bir ulusal dış politikaya bırakmaktadır. Bu dönüşümün mimarı olan Mustafa Kemal Atatürk, sadece bir asker ve lider olarak değil; aynı zamanda Türkiye’nin dış ilişkilerini yönlendiren temel ilkelerin kurucusu olarak da dikkat çekmektedir. Bir yandan savaş sonrası yorgun düşmüş bir toplumun gerçeklerine uygun bir politika tasarlanırken, diğer yandan modern uluslararası düzenin gereklerine uyum sağlama hedeflenmektedir. Bu bağlamda, Atatürk dönemi dış politikası, milliyetçilik, bağımsızlık, barışçılık, gerçekçilik, aktif diplomasi ve çağdaşlaşma gibi çok boyutlu ilkeler çerçevesinde şekillenmektedir.
Atatürk dönemi dış politikasının temelinde milliyetçilik ilkesi yer almaktadır. Bu ilke, hem Kurtuluş Savaşı sırasında hem de Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra farklı şekillerde uygulanmıştır. Milli Mücadele döneminde milliyetçilik, “Milli Devlet” anlayışı çerçevesinde şekillenirken; Cumhuriyet’in ilanı sonrasında, dış politikada Türkiye’nin çıkarlarını önceleyen bir yaklaşım benimsenmiştir.
Atatürk’e göre dış politika, milletin çıkarlarını öncelemelidir. Bu bağlamda, Misak-ı Milli esas alınarak sınırlar belirlenmiş ve Türk milletinin kendi egemenliği altında yaşaması hedeflenmiştir. Atatürk, “Milletlerin siyasetinde ancak menfaatler vardır” görüşünü dile getirerek dış ilişkilerin dostluk temelli değil, çıkar temelli yürütülmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ancak bu milliyetçilik anlayışında herhangi bir yayılmacı ya da ırkçı eğilim bulunmamaktadır. Atatürk, farklı milletlerle barış içinde yaşanabileceğini, milliyetçiliğin insani değerlerle çatışmaması gerektiğini belirtmiştir.
Millî siyaset kavramı, gerçekçi ve uygulamaya dönük bir dış politika stratejisini ifade etmektedir. Bu politika, millî sınırlar içinde kalmayı, dış müdahalelerden uzak durmayı ve aşırı taleplerden kaçınmayı öngörmektedir. Atatürk'ün ifadesiyle: “Aşırı emellerin peşinde milleti zarara sokmamak gerekir.” Bu yaklaşım, dış politikanın sınırlarını çizerken aynı zamanda kendi gücüne güvenen bir devlet anlayışını da beraberinde getirmiştir.
Yurtta Sulh Cihanda Sulh (T.C. Dışişleri Bakanlığı)
Bağımsızlık Anlayışı ve Ulusal Egemenlik
Atatürk dönemi dış politikasının ikinci temel ilkesini tam bağımsızlık oluşturmaktadır. Bağımsızlık, sadece siyasi değil; ekonomik, askerî, kültürel ve hukukî boyutlarıyla bir bütün olarak ele alınmıştır. Atatürk, bağımsızlığı “milletin şeref ve haysiyeti” ile ilişkilendirmiş; bu ilkeyi hem Millî Mücadele sırasında hem de Cumhuriyetin kurucu yıllarında sürekli vurgulamıştır.
Bu dönemde dış müdahalelere karşı net bir duruş sergilenmiş; Türkiye, uluslararası meselelerde kendi kararlarını alabilen, eşit statüde bir devlet olarak varlık göstermeye çalışmıştır. Lozan Antlaşması bu çerçevede önemli bir dönüm noktası olmuş, Osmanlı döneminden kalan kapitülasyonlar kaldırılarak Türkiye’nin egemenlik hakları güçlendirilmiştir.
Atatürk’e göre bağımsızlık olmadan bir milletin kültürel ve siyasal varlığı sürdürülememktedir. “Bağımsızlıktan mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmaktan öteye gidemez.” sözleriyle bu durumun önemini vurgulamıştır. Bu çerçevede bağımsızlık ilkesi, dış politikanın yalnızca bir yönünü değil, devletin tüm işleyişine etki eden bir paradigmayı temsil etmektedir.
Barışçılık ve Gerçekçiliğe Dayalı Yaklaşım
Atatürk’ün dış politikasındaki üçüncü temel eksen, barışçılık ve gerçekçilik ilkeleridir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti dış politikada saldırgan veya maceracı bir tutum izlememiştir. Savaş yalnızca zorunlu durumlarda tercih edilmiş; barışın tesisi için diplomatik yollar öncelenmiştir.
Bu çerçevede Lozan sonrası karşılaşılan dış meselelerde de barışçıl çözümler aranmıştır. Örneğin Musul sorunu ya da Hatay meselesi gibi sınır sorunları, askeri yöntemlerden ziyade uluslararası hukuk ve diplomasi aracılığıyla çözülmeye çalışılmıştır. Barışçılık ilkesi sadece Türkiye'nin güvenliği için değil, bölgesel ve küresel istikrarın tesisi açısından da bir politika tercihi olmuştur.
Gerçekçilik ise dış politikanın uygulanabilirliğiyle doğrudan ilişkilidir. Atatürk, gücün sınırlarını bilen bir lider olarak, abartılı ve gerçekleşmesi zor hedeflerden uzak durulması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda Pan-Türkizm veya Pan-İslamizm gibi genişleme hedefli yaklaşımlar dışlanmış; Misak-ı Milli sınırları esas alınmıştır.
Aktif Diplomasi ve Batılılaşma Hedefi
Atatürk dönemi dış politikasının bir diğer temel başlığı, aktif diplomasi ve çağdaşlaşma hedefidir. Türkiye Cumhuriyeti, uluslararası ilişkilerde yalnızca pasif bir tutumla yetinmemiş, bölgesel işbirliklerine ve ittifaklara katılarak aktif bir rol oynamıştır. Bu çerçevede 1934 Balkan Antantı ve 1937 Sadabat Paktı gibi ittifaklar, Türkiye’nin bölgesel güvenlik stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi öncesinde izlenen aktif diplomatik çaba da bu yaklaşımın bir sonucudur.
Bunun yanı sıra, Türkiye’nin dış politikadaki yönelimi Batılılaşma ekseninde gelişmiştir. Atatürk, çağdaşlaşmayı Batılılaşma ile özdeşleştirmiş ve bu sürecin yalnızca iç politikada değil, dış ilişkilerde de izlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu çerçevede Türkiye, batılı ülkelerle uyumlu ilişkiler kurmaya çalışmış, emperyalist eğilimlere karşı mesafeli dururken modernleşme ilkelerine bağlı kalmıştır. Atatürk’e göre uygarlık birdir ve çağdaş devletlerin bu çizgide hareket etmesi gerekmektedir.
Batılılaşma anlayışı, Avrupa’ya coğrafi yakınlık kadar kültürel ve kurumsal yakınlıkla da ilişkilendirilmiştir. Atatürk’ün modernleşme perspektifi, yalnızca teknik gelişmeleri değil; hukuki ve toplumsal dönüşümleri de kapsamaktadır. Dış politikada da bu anlayış doğrultusunda hareket edilmiş; Türkiye, modern uluslararası sistemin eşit ve bağımsız bir aktörü olmaya çalışmıştır.
Atatürk dönemi Türk dış politikası, Cumhuriyet’in kuruluş sürecindeki iç dinamiklerle yakından ilişkili bir gelişim göstermektedir. Bu politika, temel olarak millî egemenliğe, tam bağımsızlığa, barışçılığa ve gerçekçiliğe dayanmaktadır. Dönemin koşulları gözetilerek şekillendirilen bu yaklaşım, Türkiye’nin uluslararası sistemde saygın ve dengeli bir aktör olarak yer almasını hedeflemektedir. Serüvencilikten uzak, ancak gerektiğinde aktif girişimlerde bulunan bir diplomasi anlayışı benimsenmiştir. Atatürk'ün dış politika ilkeleri, dönemin bölgesel ve küresel konjonktürüne uygun bir şekilde belirlenmiş; ittifak politikaları, denge arayışları ve barışçıl çözümler üzerinden şekillenen bu yapı, Türkiye Cumhuriyeti'nin dış ilişkilerde kurumsallaşmasının temelini oluşturmaktadır.