Aygıt Kuramı, sinemanın yalnızca bir eğlence ve sanat biçimi olmanın ötesinde, aynı zamanda ideolojik ve psikanalitik unsurlar içeren bir sistem olarak işlediğini savunan bir film teorisidir. Sinema, yalnızca hikâyeler anlatan bir araç değil, aynı zamanda izleyicinin dünyayı algılama biçimini etkileyen güçlü bir ideolojik yapı olarak görülür. 1970’lerde Fransız film teorisyenleri Jean-Louis Baudry ve Christian Metz tarafından geliştirilen bu kuram, sinema teknolojisinin ve anlatı yapısının izleyiciyi belirli bir ideolojik çerçevede nasıl şekillendirdiğini analiz eder.
Bu kuramın temel argümanı, sinemanın teknik aygıtlarının (kamera, projeksiyon, kurgu, çerçeveleme, bakış açısı vb.) izleyici üzerinde fark edilmeden işleyen bir kontrol mekanizması yarattığıdır. Baudry, sinemanın bir "aygıt" (apparatus) olarak işlediğini ve bu aygıtın oluşturduğu anlatım biçiminin izleyiciyi edilgen, pasif bir konuma yerleştirdiğini ileri sürer. Ona göre, sinema, gerçekliği doğrudan sunan bir ortam değil, aksine, belirli bir ideolojik bakış açısını doğal ve sorgulanamaz bir gerçeklik gibi sunan bir mekanizmadır.
Baudry'nin bu görüşlerini geliştiren Christian Metz, psikanalitik film kuramı bağlamında sinema deneyimini Lacan’ın ayna evresi teorisiyle ilişkilendirir. Metz’e göre izleyici, ekrandaki görüntülerle bilinçdışı bir özdeşleşme sürecine girer ve sinemanın sunduğu gerçekliği içselleştirir. Bu bağlamda, sinema, izleyicinin kimlik ve özne oluşumuna müdahale eden bir yapı olarak değerlendirilir.
Özellikle klasik anlatı sinemasının temel yapılarının izleyiciye sunduğu yansıtma (mimesis), özdeşleşme (identification), bakış (gaze) ve kurgu teknikleri, izleyicinin farkında olmadan belirli bir ideolojiye maruz kalmasına neden olur. Bu nedenle Aygıt Kuramı, yalnızca sinemanın teknik yönlerini değil, aynı zamanda ideolojik ve psikanalitik bileşenlerini de içeren çok yönlü bir analiz sunar.
Aygıt Kuramı, sinema çalışmalarında bir dönüm noktası olmuş ve özellikle Marksist film teorisi, yapısalcılık, psikanaliz ve feminist film kuramı gibi farklı akademik yaklaşımların gelişimine zemin hazırlamıştır. Teori, günümüzde medya analizleri, dijital sinema ve yapay zeka destekli görsel medya bağlamında da yeniden ele alınmakta ve genişletilmektedir.
Tarihsel Arka Plan
Aygıt Kuramı, sinemanın yalnızca bir anlatı aracı değil, aynı zamanda izleyiciyi ideolojik bir çerçevede şekillendiren bir yapı olduğunu savunan bir teoridir. Bu kuramın kökenleri, 20. yüzyılın başındaki film kuramlarına dayanmakla birlikte, özellikle 1960’lar ve 1970’lerde gelişen Marksist film teorisi, yapısalcılık ve psikanaliz ile yakından ilişkilidir. Baudry ve Metz’in geliştirdiği bu kuram, sinemanın teknik ve ideolojik işleyişini analiz etmek için önceki teorilerden yararlanmıştır.
Önceki Kuramlar ve Etkileri
Sovyet Montaj Kuramı ve Sinemanın İdeolojik Gücü (1920’ler)
Aygıt Kuramı’nın sinema ve ideoloji ilişkisini ele alışı, 1920’lerde Sovyet sinema kuramcıları tarafından ortaya atılan Montaj Kuramı ile benzer bir ideolojik çerçevede değerlendirilir. Sergei Eisenstein, sinemanın salt bir anlatı aracı olmadığını, kurgu teknikleriyle izleyicinin algısını yönlendirebileceğini savunmuştur.
- Montajın Düşünce Üretimi: Eisenstein, farklı sahnelerin belirli bir düzenle bir araya getirilerek yeni anlamlar üretilebileceğini savunmuştur.
- İzleyici Manipülasyonu: Kurgu yoluyla izleyicinin belirli bir ideolojik mesajı benimsemesi sağlanabilir.
Aygıt Kuramı, Eisenstein’ın sinemanın bilinçli bir şekilde izleyiciyi yönlendirdiği fikrini alarak, bu yönlendirme sürecinin bilinçdışı süreçlerle de nasıl desteklendiğini psikanalitik ve yapısalcı bir çerçevede incelemiştir.
Gerçekçi Sinema Yaklaşımı ve Karşıt Görüşler (1940’lar - 1950’ler)
André Bazin, sinemanın doğrudan gerçekliği yansıttığını savunan bir yaklaşım ortaya koymuştur.
- Bazin, sinema tekniklerinin izleyiciye gerçek dünyaya en yakın deneyimi sunduğunu öne sürmüştür.
- Ona göre derin odak (deep focus) ve uzun plan (long take) gibi teknikler, seyircinin özgürce sahneyi yorumlamasını sağlar ve böylece sinema bir manipülasyon aracı olmaktan uzaklaşır.
Ancak, Aygıt Kuramı, sinema teknolojisinin ve anlatısal yapısının doğrudan bir gerçeklik sunmadığını, aksine ideolojik olarak şekillendirilmiş bir gerçeklik algısı oluşturduğunu savunarak Bazin’in görüşlerine karşı çıkar.
Louis Althusser’in İdeoloji Kuramı (1960’lar) ve Sinema
Aygıt Kuramı, Marksist filozof Louis Althusser’in ideoloji kuramından büyük ölçüde etkilenmiştir. Althusser, ideolojinin bireyleri “öznelere” dönüştüren bir sistem olduğunu savunmuş ve bu süreçte medya, eğitim, din ve kültürel kurumların önemli rol oynadığını belirtmiştir.
Baudry ve Metz, Althusser’in bu fikrini sinemaya uyarlayarak, sinemanın da bir "İdeolojik Devlet Aygıtı" (IDA) gibi işlediğini öne sürmüşlerdir.
- İzleyicinin Konumlandırılması: Sinema, izleyiciyi belirli bir dünya görüşüne maruz bırakırken, aynı zamanda onun bu görüşü doğal ve sorgulanamaz olarak kabul etmesini sağlar.
- İdeolojik Özdeşleşme: İzleyici, filmin anlatısı içinde kendini bir özne olarak konumlandırır ve bu süreçte ideolojik yönlendirme fark edilmez hale gelir.
Bu bağlamda Aygıt Kuramı, sinema teknolojisinin masum bir araç olmadığı, aksine belirli ideolojik işlevler taşıdığı fikrini ileri sürer.
Baudry ve Metz’in Kuramı Nasıl Şekillendi?
1960’larda Fransız film kuramcıları, psikanaliz, yapısalcılık ve Marksizm’in etkisiyle sinemanın yalnızca anlatısal değil, teknik altyapısının da ideolojik bir işlevi olduğunu savunmaya başladılar.
- Jean-Louis Baudry, sinemanın teknik yapısının nasıl bir bilinç oluşturduğunu analiz etmeye yöneldi.
- Christian Metz, bu süreci psikanalitik film kuramı çerçevesinde ele alarak izleyicinin sinematik anlatıya nasıl bilinçdışı olarak dahil olduğunu açıkladı.
Bu yaklaşımlar, sinemanın yalnızca anlatı düzeyinde değil, kamera açılarından projeksiyon tekniğine, kurgudan izleyici deneyimine kadar tüm unsurlarıyla bir ideolojik aygıt olarak işlediğini vurgulamıştır.
Temel Kavramlar
Aygıt Kuramı, sinema deneyiminin yalnızca bir görsel anlatı süreci olmadığını, aynı zamanda izleyiciyi farkında olmadan belirli bir ideolojik çerçeveye yönlendiren teknik ve psikanalitik unsurlar içerdiğini savunur. Bu bağlamda, kuram bazı temel kavramlar üzerine inşa edilmiştir.
Sinema Bir İdeolojik Aygıt Olarak İşler
Jean-Louis Baudry’ye göre sinema, Louis Althusser’in tanımladığı "Devletin İdeolojik Aygıtları" (İDA) gibi çalışır. Althusser, devletin ideolojiyi topluma benimsetmek için medya, eğitim, sanat ve dini kurumları kullandığını ileri sürmüştür. Baudry, sinemanın da benzer bir işleve sahip olduğunu ve izleyiciyi belirli bir ideolojiye yönlendirdiğini savunur.
- Sinema, doğrudan bir gerçeklik sunmaz, aksine gerçekliği yeniden üreterek ideolojik bir çerçeve içinde sunar.
- İzleyicinin gördüğü sahneler, sinema aygıtının yönlendirdiği belirli bir dünya görüşünü içerir ve bu görüş doğal, sorgulanamaz ve kendiliğinden oluşmuş gibi algılanır.
Örneğin, Hollywood sinemasında bireyci ve kapitalist değerlerin öne çıkması, sinemanın bir ideolojik araç olarak nasıl çalıştığını gösterir. Bu sistem, izleyicinin farkında olmadan belirli bir ideolojik çerçeveyi içselleştirmesine neden olur.
Kameranın ve Projeksiyonun Yansıttığı Gerçeklik İllüzyonu
Baudry, sinemanın sunduğu gerçeklik algısının aslında bir illüzyon olduğunu ileri sürer.
- Kamera, belirli bir bakış açısını dayatır ve izleyicinin bu bakış açısını doğal ve objektif bir gerçeklikmiş gibi kabul etmesini sağlar.
- Projeksiyon sistemi, izleyicinin sinema salonundaki deneyimini daha da yoğunlaştırarak onu filmdeki olayların içine çeker.
Baudry’ye göre sinema, Platon’un Mağara Alegorisi’ndeki zincirlenmiş insanların gördüğü gölgeler gibi, gerçekliği çarpıtarak sunar. Gerçek dünya, sinemanın sunduğu yansıtılmış imajlar aracılığıyla deneyimlenir ve bu imajlar belirli ideolojik anlamlar taşır.
Özellikle süreklilik kurgusu (continuity editing) ve perspektif kuralları, izleyicinin kendini hikâyenin içinde hissetmesini sağlar. Hollywood’un klasik anlatı yapısı, bu teknikleri en yoğun kullanan sinema biçimi olarak gösterilir.
İzleyicinin Kamerayla Özdeşleşmesi
Christian Metz, sinema deneyimini psikanalitik bir çerçevede ele alarak Jacques Lacan’ın “ayna evresi” teorisini sinema izleme sürecine uygular.
- Lacan’a göre bebek, aynada kendini gördüğünde ilk kez bir bütünlük duygusu kazanır ve bir kimlik oluşturmaya başlar.
- Metz, sinema izleyicisinin de benzer bir süreçten geçtiğini savunur: İzleyici, ekranda gördüğü karakterlerle özdeşleşerek kendini film dünyasının bir parçası gibi hisseder.
Bu süreç, izleyicinin kameranın bakış açısını içselleştirmesine ve böylece filmin sunduğu ideolojik mesajları sorgulamadan kabul etmesine neden olur.
Örneğin, Hollywood filmlerinde erkek karakterin bakışıyla özdeşleşen izleyici, kadın karakterleri "nesne" olarak görmeye yönlendirilir. Laura Mulvey, bu noktada Metz’in teorisini geliştirerek "Erkek Bakışı" (Male Gaze) kavramını ortaya atmıştır.
- Sinemada bakışın yönü genellikle erkek karakterlerin perspektifine göre şekillenir.
- Kadın karakterler, genellikle izleyiciye bir nesne olarak sunulur ve erkeğin bakışına hizmet eder.
Bu süreç, izleyicinin bilinçdışı olarak sinemanın sunduğu cinsiyet rollerini ve ideolojik çerçeveleri içselleştirmesine neden olur.
Kurgu ve Film Dili Aracılığıyla İdeolojik Mesajların Sunulması
Sinemanın anlatım teknikleri, izleyicinin filmde sunulan ideolojik çerçeveyi sorgulamadan kabul etmesini sağlayan önemli bir unsurdur.
- Süreklilik Kurgusu (Continuity Editing): İzleyiciye kusursuz bir zaman ve mekân sürekliliği sunar. Kesintisiz anlatı yapısı, izleyicinin hikâyeye tamamen dalmasını sağlar ve izleyici, anlatının bir kurgu olduğunu unutur.
- Klasik Hollywood Kurgusu: 180 derece kuralı, karşıt açı kurgusu (shot/reverse shot), göz hizası çekimleri (eye-line match) gibi teknikler, sahneler arasındaki sürekliliği sağlayarak izleyicinin olayları "gerçek" gibi algılamasını sağlar.
Baudry ve Metz, sinemanın kullandığı bu tekniklerin, izleyicinin bilinçdışı düzeyde manipüle edilmesine ve belirli bir ideolojiye yönlendirilmesine neden olduğunu savunur.
Örneğin, ABD yapımı aksiyon filmleri genellikle Batı’yı ilerici, Doğu’yu ise tehdit olarak kodlar. Bu kodlar, izleyicinin kültürel ve politik algısını şekillendiren ideolojik yönlendirmeler içerir.
Günümüzdeki Uygulamalar
Aygıt Kuramı, sinemanın yalnızca bir sanat ve eğlence formu olmanın ötesinde, izleyiciyi ideolojik olarak biçimlendiren bir sistem olduğunu savunur. Günümüzde sinema ve medya teknolojilerinin dijitalleşmesi, geleneksel sinema deneyimini büyük ölçüde değiştirmiştir. Ancak, Baudry ve Metz’in öne sürdüğü temel kavramlar, dijital medya, sosyal medya, yapay zeka destekli içerikler ve sanal gerçeklik teknolojileri bağlamında yeniden yorumlanmaktadır.
Streaming Platformları: Dijital Çağın Yeni İdeolojik Aygıtı
Geleneksel sinema salonlarının yerini, Netflix, Amazon Prime, Disney+ ve HBO Max gibi dijital platformlar almıştır. Bu platformlar, izleyicinin içerikle olan etkileşimini dönüştürse de, Aygıt Kuramı’nın öne sürdüğü ideolojik yönlendirme sürecini daha incelikli bir şekilde sürdürmektedir.
Nasıl Çalışır?
- Kişiselleştirilmiş İçerik: Algoritmalar, kullanıcının izleme geçmişine dayanarak öneriler sunar ve izleyicinin belirli türlere, bakış açılarına ve ideolojilere maruz kalmasını artırır.
- Kapsayıcılık ve Çeşitlilik Söylemi: Çeşitli kültürleri ve kimlikleri temsil ettiği iddia edilen içeriklerin, aslında belirli ticari ve ideolojik çerçeveler içinde üretildiği görülmektedir.
- İçerik Üretiminin Küreselleşmesi: Hollywood merkezli anlatılar, yerel içeriklerin büyük ölçüde platformların algoritmalarına bağımlı hale gelmesine neden olur.
Örneğin, Netflix’in Türkiye’deki popüler yapımları, küresel pazara uyum sağlayacak şekilde sansürlenmiş veya belirli anlatı kalıplarına uygun hale getirilmiş içeriklerdir. Bu, izleyicinin neyin "normal" ve "kabul edilebilir" olduğunu belirleyen yeni bir ideolojik aygıt sisteminin oluşmasına neden olmaktadır.
VR (Sanal Gerçeklik) ve 360° Sinema: Pasif İzleyiciden Aktif Katılımcıya mı?
Baudry ve Metz’in Aygıt Kuramı, sinema deneyiminin izleyiciyi edilgen bir konuma yerleştirdiğini savunur. Ancak, sanal gerçeklik (VR) ve 360° sinema teknolojileri, izleyicinin doğrudan hikâyeye dahil olmasına imkân tanır.
VR Sinemanın Aygıt Kuramı Açısından Değerlendirilmesi
- İzleyicinin Özgürlüğü: VR, izleyiciye farklı açılardan sahneyi deneyimleme imkânı sunduğu için, klasik sinemanın sabit bakış açısını kırdığı iddia edilir.
- Yeni Bir Gerçeklik İllüzyonu: Ancak, bu deneyim aslında daha üst düzey bir gerçeklik yanılsaması yaratır ve izleyiciyi “kontrollü bir özgürlük” içinde tutar.
- İdeolojik Yönlendirme Devam Ediyor mu?: İzleyici serbestçe sahneyi keşfediyor gibi görünse de, sahnenin tasarımı ve yönlendirmesi hâlâ yapımcıların kontrolündedir.
Örneğin, VR destekli propaganda videoları, özellikle askeri ve politik içeriklerde sıkça kullanılmaktadır. ABD ordusu, sanal gerçeklik teknolojisini askeri propagandada kullanırken, şirketler de VR reklamlarıyla tüketici davranışlarını yönlendirmektedir.
Sosyal Medya: Yeni Nesil Aygıtın Doğuşu
Baudry ve Metz’in Aygıt Kuramı, klasik sinemanın ideolojik aygıt olarak nasıl çalıştığını açıklıyordu. Ancak sosyal medya, geleneksel sinemadan farklı olarak kullanıcıları aynı zamanda içerik üreticisine dönüştürerek yeni bir ideolojik aygıt modeli yaratmıştır.
Sosyal Medyanın Sinema Aygıtına Benzer Yönleri
- Algoritmalar ve İçerik Manipülasyonu: Instagram, TikTok ve YouTube gibi platformlar, tıpkı sinema projeksiyon sisteminin yaptığı gibi, kullanıcıların neyi izleyeceğini belirler.
- İzleyicinin Pasif Tüketici Haline Gelmesi: Kullanıcıların içerik ürettiği düşünülse de, platformların dayattığı formatlar ve içerik önerileri, kullanıcıları belirli bir söyleme yönlendirir.
- Sosyal Medyada İdeolojik Anlatılar:
- YouTube’daki içerik öneri algoritması, belirli politik görüşlere sahip içerikleri daha fazla öne çıkarabilir.
- TikTok ve Instagram, tüketim kültürünü besleyen belirli beden algılarını ve yaşam tarzlarını ön plana çıkarabilir.
Örneğin, Facebook’un 2016 ABD seçimlerinde algoritmik manipülasyon aracılığıyla belirli grupları yönlendirdiği ortaya çıkmıştır. Bu, sosyal medyanın da sinema gibi güçlü bir ideolojik aygıt haline geldiğini göstermektedir.
Yapay Zeka Destekli Sinema ve Derin Sahtekarlık (Deepfake) Teknolojisi
Yapay zeka, film ve medya sektörünü radikal bir şekilde dönüştürmektedir. Deepfake teknolojisi, bir aktörün yüz ifadelerini başka bir kişinin yüzüne yerleştirerek izleyicinin sahte bir gerçekliği kabul etmesini sağlayan bir araçtır.
Deepfake ve Aygıt Kuramı
- Gerçeklik Algısının Daha Fazla Bozulması: Deepfake, izleyicinin gördüğü şeyin gerçek olup olmadığını ayırt etmesini zorlaştıran yeni bir ideolojik aygıt işlevi görebilir.
- Manipülatif Kullanımlar: Deepfake, siyasi propaganda, yanlış bilgi yayma ve bireylerin kimliklerini çarpıtma amacıyla kullanılabilir.
- Sinema ve Reklam Sektörüne Etkisi: Film endüstrisi, artık yapay zeka destekli dijital oyuncular yaratma sürecine girmiştir.
Örneğin, Star Wars serisinde ölen aktörlerin genç versiyonlarının CGI teknolojisiyle yeniden yaratılması, bu teknolojinin etik ve ideolojik sonuçlarını tartışmalı hale getirmiştir.
Tartışmalar ve Eleştiriler
Aygıt Kuramı, sinemanın teknik ve ideolojik işleyişini analiz eden önemli bir teori olsa da, birçok akademisyen ve araştırmacı tarafından eleştirilmiştir. Eleştirilerin büyük bir kısmı, kuramın izleyiciyi fazla pasif görmek, tarihsel ve kültürel bağlamları göz ardı etmek ve feminist film kuramlarını dikkate almamak gibi noktalarda eksiklikler barındırdığı yönündedir.
İzleyiciyi Fazla Pasif Görmesi
Aygıt Kuramı, sinemanın izleyiciyi edilgen bir konuma yerleştirdiğini ve sinema aygıtının sunduğu ideolojik yapının izleyici tarafından sorgulanmadan içselleştirildiğini öne sürer. Ancak, Kültürel Çalışmalar ekolü ve aktif izleyici teorileri, bireylerin anlam üretim sürecinde daha etkin olduğunu savunarak bu yaklaşıma karşı çıkmıştır.
Özellikle Stuart Hall’ün “Alımlama (Encoding/Decoding) Modeli”, izleyicinin medya metinlerini yalnızca pasif bir şekilde tüketmediğini, aksine onları farklı yorumlayabileceğini ileri sürer. Hall, bir medya metninin üretici tarafından kodlandığını ancak izleyicinin bu mesajları “egemen okuma” (dominant reading), “müzakereci okuma” (negotiated reading) veya “karşıt okuma” (oppositional reading) yoluyla farklı biçimlerde alımlayabileceğini belirtir.
Örneğin, Hollywood’un bireyci kahraman anlatısını içeren bir film, bazı izleyiciler tarafından olumlu bir özgürlük anlatısı olarak görülürken, diğerleri tarafından kapitalist sistemin propagandası olarak eleştirilebilir. Bu durumda, Aygıt Kuramı’nın öne sürdüğü gibi izleyicinin tamamen edilgen olmadığı ve sinema aygıtının sunduğu ideolojik çerçeveyi sorgulayabileceği anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, Aygıt Kuramı, izleyiciyi tekdüze ve pasif bir alıcı olarak görmekle eleştirilmiş, günümüz medya araştırmaları ise izleyicinin daha dinamik ve aktif bir anlam üretici olduğunu savunmuştur.
Tarihsel ve Kültürel Faktörleri Göz Ardı Etmesi
Baudry ve Metz’in geliştirdiği Aygıt Kuramı, büyük ölçüde Batı merkezli bir perspektife sahiptir ve sinemanın farklı kültürel bağlamlardaki işleyişine dair sınırlı bir açıklama sunar. Kuram, özellikle Avrupa ve Amerikan sineması bağlamında geliştirilmiş ve farklı kültürel sinema geleneklerini yeterince dikkate almamıştır.
Örneğin, Japon sineması, geleneksel Hollywood anlatı yapısından oldukça farklı bir biçime sahiptir. Ozu’nun filmlerinde sıkça kullanılan sabit kamera açıları, keskin geçişler yerine uzun planlar ve doğrudan bakış açılarından kaçınan çekimler, klasik Batı sinema tekniklerinden ayrılır. Ancak, Aygıt Kuramı bu tür farklı sinematik dillerin izleyiciyi nasıl etkilediğine dair yeterli açıklama sunmaz.
Benzer şekilde, Sovyetler Birliği’nde geliştirilen sinema kuramları, özellikle montaj teknikleri yoluyla ideolojik mesajların iletilmesine odaklanmıştır. Eisenstein ve Kuleshov’un kurgu teknikleri, izleyicinin algısını yönlendirmeyi amaçlamış ancak aynı zamanda izleyiciyi aktif bir katılımcı olarak değerlendirmiştir. Aygıt Kuramı, bu tür alternatif sinema pratiklerini yeterince ele almamakla eleştirilir.
Ayrıca, üçüncü dünya sineması, postkolonyal sinema çalışmaları ve yerel sinema hareketleri, Aygıt Kuramı’nın sunduğu Batı merkezli çerçevenin ötesine geçerek, farklı coğrafyalarda sinemanın nasıl işlendiğini göstermektedir. Afrika sineması, Latin Amerika’daki Üçüncü Sinema hareketi ve Hindistan’daki Bollywood gibi örnekler, sinemanın yalnızca bir ideolojik aygıt olarak değil, aynı zamanda toplumsal direnişin bir aracı olarak da işlev görebileceğini göstermektedir.
Bu eleştiriler doğrultusunda, günümüzde Aygıt Kuramı'nın tarihsel ve kültürel bağlamları daha geniş bir perspektiften ele alan çalışmalara entegre edilmesi gerektiği savunulmaktadır.
Feminist Film Kuramlarının Eleştirisi
Aygıt Kuramı’nın en büyük eksikliklerinden biri, kadın izleyicinin deneyimini ve sinemanın toplumsal cinsiyet açısından nasıl işlediğini dikkate almamasıdır. Baudry ve Metz’in geliştirdiği model, izleyicinin sinematik anlatıyla nasıl özdeşleştiğine odaklanırken, bu sürecin toplumsal cinsiyet açısından farklı şekillerde nasıl işlediğini incelememiştir.
Bu eksiklik, Laura Mulvey’nin 1975 yılında yayınladığı “Visual Pleasure and Narrative Cinema” (Görsel Haz ve Anlatı Sineması) makalesiyle eleştirilmiştir. Mulvey, “erkek bakışı” (male gaze) kavramını ortaya atarak, klasik Hollywood sinemasının izleyiciyi heteroseksüel erkek perspektifinden bakmaya yönlendirdiğini savunmuştur.
- Kadın karakterler genellikle pasif nesneler olarak sunulur ve erkek karakterlerin bakışına hizmet eden varlıklar haline getirilir.
- Sinemadaki kamera açılarının çoğu, izleyicinin erkek karakterle özdeşleşmesini sağlar ve kadınları erotik bir nesne olarak çerçeveler.
- Aygıt Kuramı, özdeşleşme sürecini psikanalitik bağlamda incelerken, bu özdeşleşmenin cinsiyet temelli farklılıklarını göz ardı etmiştir.
Örneğin, klasik Hollywood filmlerinde kadın karakterlerin genellikle erkek karakterler tarafından kurtarılmayı bekleyen pasif figürler olduğu görülür. Hitchcock’un “Vertigo” (1958) ve “Rear Window” (1954) gibi filmleri, erkek karakterin bakış açısını merkeze alarak kadınları görsel bir nesne haline getiren yapımlara örnek olarak gösterilebilir.
Mulvey’nin eleştirisi, feminist film teorisi açısından bir dönüm noktası olmuş ve sinema çalışmalarında kadın izleyicinin deneyiminin nasıl ele alınması gerektiği konusunda yeni araştırmaların önünü açmıştır. Günümüzde feminist film çalışmaları, kadın yönetmenlerin bakış açısını, queer sinema anlatılarını ve toplumsal cinsiyetin sinematik anlatılardaki işleyişini analiz eden yeni teorik yaklaşımlar geliştirmiştir.
Aygıt Kuramı, sinemanın izleyici üzerindeki ideolojik etkisini anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Baudry ve Metz, sinema aygıtının teknik ve anlatısal yapıları aracılığıyla izleyiciyi edilgen bir özne haline getirdiğini ve belirli bir dünya görüşünü doğal ve sorgulanamaz bir gerçeklik olarak sunduğunu savunur. Özellikle klasik anlatı sineması, süreklilik kurgusu ve özdeşleşme süreçleriyle izleyicinin algısını yönlendirerek sinemanın bir ideolojik araç olarak işlediğini ortaya koymuştur. Ancak, Kültürel Çalışmalar ekolü ve aktif izleyici teorileri, izleyicinin medya metinlerini sadece pasif bir şekilde tüketmediğini, aksine onları farklı şekillerde yorumlayarak yeni anlamlar üretebildiğini savunarak Aygıt Kuramı’nın determinist bakış açısını eleştirmiştir. Ayrıca, feminist film teorisyenleri, sinemanın yalnızca ideolojik bir sistem olarak değil, toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üreten bir mekanizma olarak da analiz edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Günümüzde dijital medya ve yeni izleme biçimleri, Aygıt Kuramı’nın sunduğu analizleri daha geniş bir bağlamda değerlendirme gerekliliğini ortaya koymaktadır. Streaming platformları, sosyal medya ve yapay zeka destekli içerikler, sinemanın geleneksel yapısını değiştirse de, izleyicinin yönlendirilmesi açısından benzer mekanizmaları sürdürmektedir. Ancak modern medya çalışmaları, izleyicinin daha aktif bir yorumlayıcı olduğu görüşünü ön plana çıkarmakta ve medya metinlerinin çok katmanlı okunabileceğini savunmaktadır. Sonuç olarak, Aygıt Kuramı sinema ve medya analizlerinde önemli bir kuramsal çerçeve sunmaya devam etmekte, ancak izleyicinin rolünü daha geniş bir perspektiften ele alan yaklaşımlarla desteklenmesi gerektiği görülmektedir.

