Kitaplar her zaman insana iyi şeyler anlatmazlar, anlatmamalıdırlar da. Çünkü yaşadığımız bu dünya, iyilikten çok kötülüğe tanıklık etmiş bir yer. Suçu dünyaya atmak kolay olurdu ama bu kötülüğü yaratan biziz: insanoğlu. Bitmek bilmeyen hırslarımız, doymak bilmeyen nefsimiz ile dünyayı kirlettik. Oysa dünya şarkı söylerken ona eşlik etmekti asıl görevimiz, kulaklarımızı kapatmak değil.
Cengiz Aytmatov’un Kassandra Damgası adlı eserinde geçen şu satırlar, insanlığın bu durumunu çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer:
“Gerçek şu ki yeryüzünde biz insanlar dışında bir kötülük kaynağı yok. Ama her bir insan kötülüğün kaynağını kendisi, kendi ailesi, nesli, milleti, devleti ve biraz daha ileri gidersek ırkı, dini, ideolojisi dışında, yani bir başkasında arıyor. Ve hayat kötülüklerle sürüp gidiyor. Nihayet embriyoların hayatı protesto etmesine kadar geldik. Dur! İleride yol yok!”
Bu cümleler, Aytmatov’un insanlığa yönelttiği derin bir sorgulamanın yansıması. Kötülük engellenebilir mi? İnsanlığın sürüklendiği bu yok oluş durdurulabilir mi?
Kassandra Damgası, kötülüğün genetik kodlarını çözmeye çalışan bir bilim insanı ile bir fütüroloğun yollarının kesişmesini anlatırken, insanlık tarihinin en büyük tehdidinin yine insanın kendisi olduğunu gözler önüne serer. Roman, bilimkurgu ögeleriyle bezenmiş olsa da taşıdığı ahlaki ve felsefi sorular, oldukça gerçek ve günceldir.
Fütüroloğun balinaların toplu intiharını insanlığa verilmiş bir ceza olarak yorumlaması çarpıcıdır. İnsanların doğaya karşı körleştiği, başkalarının acısına kayıtsızlaştığı bir dünyada, Aytmatov insanın vicdanına seslenir. Yıldırım Sesli Manasçı adlı eserinde sorduğu şu soru, bu vicdani çağrının bir başka yansımasıdır:
“Bunca iyi var mıdır bu dünyada, bunca iyi’? Bunca kötüyü bağışlar mı bu dünya, bunca ‘kötüyü? Hayır, bağışlamaması gerek.”
Savaş: En Büyük Kötülük
İnsana ve doğaya yapılan en büyük kötülüklerden biri de hiç şüphesiz savaştır. Aytmatov’un Toprak Ana adlı romanı bu trajediyi en derin hâliyle işler. Savaşın ortasında yaşamaya çalışan Tolgonay’ın, Toprak Ana’ya seslenişi, aslında bütün insanlığa yöneltilmiş bir çığlıktır:
“Söyle bana Toprak Ana, gerçeği söyle: İnsanlar savaşmadan yaşayamazlar mı?”
Tolgonay eşini, üç oğlunu ve gelinini kaybetmiştir. Savaş sadece cephede verilmez; cephe gerisinde kalan kadınlar, yaşlılar ve çocuklar da en az askerler kadar mücadele verir. Aytmatov, savaşın bireyde açtığı derin yaraları Tolgonay karakteri üzerinden güçlü bir şekilde aktarır.
Toprak Anada, savaş nedeniyle ekilip biçilmeyen topraklar bereketini kaybetmiştir. Doğa da insanlar gibi savaştan zarar görür. Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel, Dişi Kurdun Rüyaları ve Kassandra Damgası gibi romanlarında da bu yıkım alanlarına sık sık işaret edilir. Tükenen doğa, kirlenen çevre, umutsuz insanlar… Hepsi insanın sorumsuzluğunun sonucudur.
Aytmatov’un Çocukları ve Kayıp Masumiyet
Aytmatov’un eserlerinde çocuk karakterlere sıkça rastlanır. Cemile’de Seyit, Beyaz Gemi’de isimsiz çocuk, Toprak Anada Canbolat… Hepsi de bir kavuşma ümidiyle yaşayan, babalarını bekleyen çocuklardır. Bu çocuklar, Aytmatov’un çocukluğunun sembolüdür. Savaş döneminde geçen çocukluğu, yazarın ruhunda derin izler bırakmıştır.
Yazar Sağındık Ömürbayev’in şu sözleri, Aytmatov’un kuşağının yaşadığı travmayı anlatır:
“Ey savaş, bizi ayazında dondurdun. Bizim çocukluğumuzun geçtiği küçük köyler, ıssız dağlar şimdi bize ana baba gibi görünüyor. Savaşa giden babalarımıza olan özlem şimdi de kalbimizi sızlatıyor.”
Aytmatov’un çocukluğu da işte bu soğukta, yoklukta ve özlemde geçmiştir. Belki de bu yüzden, eserlerinde çocukların sesi hiç kesilmez.
Bir Vicdan Çağrısı Olarak Aytmatov
Cengiz Aytmatov, yaşadığı dönemin tanığı ve insanlık vicdanının güçlü bir sesi olmuştur. Onun eserleri, sadece kurgusal değil; felsefi, ahlaki ve evrensel uyarılarla doludur. Özellikle kötülük, savaş, doğanın tahribatı ve çocukların kaybolan masumiyetine dair söyledikleri bugün de taptaze bir şekilde geçerliliğini korur.
Yine Yıldırım Sesli Manasçı'da geçen şu satır, Aytmatov’un hayata ve ölüme dair varoluşsal sorgulamasını özetler:
“Ne büyük bir felaketti gönlün hiç yaşlanmaması! Çünkü gönül yaşlanmayınca düşleri, düşünceleri de değişmiyordu... Ölüm bütün bunlarla alay eder ve insanı bırakmaz. Dünya niçin böyle kurulmuş? Denizkızı bir rüya imiş, hayalmiş… Varsın olsun ama devam etsin, bu dünyada olduğu gibi öbür dünyada da devam etsin…”

