Barbaros Hayreddin Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaptan-ı deryası olup, 16. yüzyılda Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyetinin tesis edilmesinde önemli görevler üstlenmiş Türk denizcisi ve devlet adamıdır.
Barbaros Hayreddin Paşa Temsili Görseli (Yapay Zekâ ile Oluşturulmuştur)
Erken Yaşamı ve İlk Denizcilik Yılları
Asıl adı Hızır Reis olan Barbaros Hayreddin Paşa, 1478 yılında Midilli adasında, Osmanlı sipahilerinden Yakup Ağa'nın oğlu olarak dünyaya geldi. Dört kardeşin en küçüğüydü; ağabeyleri İshak, Oruç ve İlyas idi. Gençliğinde bir gemi yaptırarak Midilli, Selanik ve Eğriboz arasında ticaretle uğraşmaya başladı. Ağabeyi Oruç Reis'in Rodos Şövalyeleri'ne esir düşmesi ve sonrasında kurtarılmasıyla birlikte, iki kardeş kendilerine yardım eden Şehzade Korkut'un himayesine girdi. 1504'ten itibaren "deniz gazisi" olarak Akdeniz'de faaliyet göstermeye başladılar.
Barbaros kardeşler, Tunus'un Halkülvâdî (La Goletta) kalesini üs edinerek İspanya, Ceneviz ve Fransa'ya karşı akınlar düzenlediler ve Kuzey Afrika'da Şerşel, Cezayir, Tenes ve Tlemsen gibi önemli şehirleri ele geçirerek "Garb Ocakları"nın temellerini attılar. Avrupalılar, kızıla çalan sakalı nedeniyle ağabey Oruç Reis'e "Barbarossa" (Kızıl Sakal) adını verdiler. Oruç Reis'in 1518'de Tlemsen'de İspanyollarla yapılan çatışmada şehit düşmesinin ardından bu isim, Hızır Reis için de kullanıldı ve Türkçeye "Barbaros" olarak geçti.
Barbaros kardeşler yalnızca Osmanlı desteğiyle değil, aynı zamanda Endülüs’ten sürgün edilen Müslümanları (Moriskoları) Kuzey Afrika’ya taşıyarak da şöhret kazandılar. Cezayir’deki nüfusun önemli bir kısmı bu göçmenlerden oluştu. Hızır Reis, 1520–1529 arasında Cezayir ve çevresine tamamen hâkim oldu; Cezayir, “Türklerin Hindistanı” diye anılacak derecede zenginleşti.
Osmanlı Hizmetine Girişi ve Cezayir'in Bağlanması
Oruç Reis'in ölümünden sonra Cezayir'i tek başına yönetmeye başlayan Hızır Reis, İspanyollara ve yerel muhaliflere karşı tek başına mücadele edemeyeceğini anlayınca 1519'da Yavuz Sultan Selim'e bir heyet göndererek bağlılığını bildirdi ve topraklarının Osmanlı hakimiyetine alınmasını talep etti. Bu talebi kabul eden Yavuz Sultan Selim, kendisine bir sancak beyliği beratı, sancak, hil'at ve mücevherli bir kılıç gönderdi. Ayrıca 2.000 yeniçeri, top ve gemi desteği sağladı. Böylece Cezayir, resmen Osmanlı topraklarına katıldı ve Hızır Reis, "Hayreddin" (Dinin Hayırlısı) unvanını alarak Cezayir Beyi oldu.
Kaptan-ı Deryalığa Yükselişi ve İstanbul'a Gelişi
Kanuni Sultan Süleyman'ın daveti üzerine 1533'te İstanbul'a gelen Barbaros Hayreddin Paşa, büyük bir törenle karşılandı. Padişahla yaptığı görüşmede Akdeniz politikası hakkındaki görüşleriyle Kanuni'nin takdirini kazandı. Sadrazam İbrahim Paşa'nın da etkisiyle önce Cezayir Beylerbeyliği'ne, ardından 1534'te Kaptan-ı Deryalığa (Osmanlı Donanması Başkomutanlığı) atandı. Aynı zamanda "Cezayir-i Bahri Sefid" (Akdeniz Adaları) Eyaleti'nin de ilk beylerbeyi oldu. Böylece Osmanlı tarihinde ilk defa kaptan-ı deryalık beylerbeyilik rütbesiyle birleştirildi.
Osmanlı Donanmasını Yeniden Yapılandırması
Barbaros Hayreddin Paşa, Kaptan-ı Derya olduktan sonra ilk iş olarak İstanbul Tersanesi'ni (Tersane-i Amire) yeniden düzenletti ve donanmanın modernizasyonuna girişti. Gemi tasarımı, personel eğitimi ve yönetim konularında köklü değişiklikler yaptı. Kadırga tipi gemileri, sürat ve manevra kabiliyetleri nedeniyle Osmanlı donanmasının bel kemiği haline getirdi. Onun gözetiminde kış boyunca 84 parçalık yeni bir donanma inşa edildi. Barbaros’un girişimleriyle tersane, dönemin ileri gemi yapım ve teknoloji merkezlerinden biri haline gelmiş ve Osmanlı donanmasının uzun vadeli kurumsal yapısı bu dönemde oluşmuştur.
Preveze Deniz Savaşı (1538)
Barbaros Hayreddin Paşa'nın en büyük zaferi, 28 Eylül 1538'de Osmanlı Donanması ile Papalık, Venedik, Ceneviz, İspanya, Portekiz ve Malta şövalyelerinden oluşan Haçlı Donanması arasında gerçekleşen Preveze Deniz Savaşı'dır. Andrea Doria komutasındaki 300'den fazla gemilik Haçlı Donanmasına karşı, 122 gemilik Osmanlı Donanması kesin bir zafer kazandı. Haçlılar 128 gemisini kaybederken, Osmanlılar bir gemi dahi kaybetmedi. Buna karşılık Osmanlı yaklaşık 400 levent şehit verdi. Bu zafer, Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'deki mutlak hakimiyetini pekiştirdi ve Akdeniz bir "Osmanlı gölü" haline geldi.
Fransa Seferi ve Toulon'da Kışlama (1543-1544)
Fransa Kralı I. François'in, Kutsal Roma Germen İmparatoru Şarlken'e karşı Osmanlılardan yardım istemesi üzerine, Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayreddin Paşa'yı 1543'te Fransa'ya gönderdi. 154 parça gemiden oluşan Osmanlı Donanması, Toulon Limanı'na demir attı ve Fransız donanmasıyla birleşerek Nice şehrini ele geçirdi. Osmanlı Donanması, kışı Toulon'da geçirdi ve bu süre zarfında şehrin yönetimi fiilen Osmanlı kontrolüne geçti. Bu durum, bir Osmanlı donanmasının Hıristiyan bir ülkenin limanında bu denli uzun süre kalmasının ilk örneği oldu.
Ölümü ve Mirası
Barbaros Hayreddin Paşa, 4 Temmuz 1546'da İstanbul'da vefat etti. Vasiyeti üzerine, Beşiktaş'ta Mimar Sinan tarafından yaptırılan türbeye defnedildi. Türbesi, Osmanlı Donanması her sefere çıkışında toplar atılarak ziyaret edilen bir mekân haline geldi.
Barbaros, servetini eğitim ve hayır işlerine vakfetti. İstanbul ve Cezayir'de camiler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler yaptırdı. Vasiyetnamesinde, mallarının gelirlerinin eğitim ve öğrencilerin ihtiyaçları için kullanılmasını emretti.
Barbaros Hayreddin Paşa’nın oluşturduğu teşkilat ve yetiştirdiği Turgut Reis, Kılıç Ali Paşa ve Piyale Paşa gibi denizciler, Osmanlı deniz gücünün uzun süre etkinliğini sürdürmesinde önemli rol oynamıştır. Kaynaklarda Barbaros’un iri yapılı, kumral tenli olduğu; saç, sakal, kaş ve kirpiklerinin gür olduğu aktarılmaktadır. Ayrıca Rumca, Arapça, İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca dillerini bildiği kaydedilmektedir.
Barbaros’un hayatı ve seferleri, Seyyid Murâd tarafından kaleme alınan Gazavât-ı Hayreddin Paşa adlı mensur ve manzum eserlerde ayrıntılı biçimde yer almaktadır. Bu eserler Osmanlı gazavâtnâme geleneğinin örnekleri arasında bulunmakta olup tarihî kaynak niteliği taşımaktadır. Gazavât-ı Hayreddin Paşa 1578’de İspanyolcaya tercüme edilmiş, daha sonra İtalyancaya çevrilerek 1887’de Palermo’da yayımlanmıştır. Eserin 1837’de Paris’te yayımlanan Fransızca tercümesi ise XVII. yüzyıla ait Arapça muhtasar bir metne dayanmakta olup aslına uygun değildir.