Bizans mimarisi, Doğu Roma İmparatorluğu’nun kültürel, siyasal ve dini kimliğini yansıtan, teknik beceri ve sembolik anlamlarla yüklü yapılar aracılığıyla hem kamusal hem de kutsal alanları dönüştüren bir mimari gelenektir. Bu mimari üslup, 330 yılında Roma İmparatoru Konstantin tarafından kurulan Konstantinopolis’in (İstanbul) imparatorluk başkenti ilan edilmesiyle birlikte belirginleşmeye başlamıştır.
Roma mimarlığının mekânsal organizasyonu ve yapı tekniklerini miras alan Bizans mimarları, zamanla bu formları Hıristiyanlık inancı ve ritüellerine göre yeniden düzenlemiş, özellikle bazilikal kilise planları, kubbeli yapılar, merkezi plan şemaları ve mozaiklerle bezenmiş iç mekânlarla tanınan özgün bir üslup geliştirmişlerdir. Dönemler ilerledikçe, mimaride hem simgesel boyutlar hem de savunmaya dayalı kent organizasyonları öne çıkmıştır.
Bizans mimarlığı, İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun farklı bölgelerinde (Kapadokya, Likya, Galatia gibi) hem taş mimaride hem de kaya oyma yapılarda etkili olmuştur. Sarnıçlar, su kemerleri, kent surları ve dini yapılar bu dönemin tekniğini ve estetik yaklaşımını bir arada sunar. Ayrıca Bizans’ın Ortaçağ’daki yerleşim anlayışı, önceki Roma kent yapılarından farklı olarak daha korunaklı, içe dönük ve kilise merkezli yerleşimler üretmiştir. İmparatorluk sınırlarının genişliği, farklı bölgelerde biçimsel çeşitliliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Tarihsel Gelişim ve Coğrafi Yayılım
Bizans mimarlığı, Roma mimarisinin yapısal ve teknik mirasını devralarak 4. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık doğrultusunda biçimlenmiştir. Erken dönem kentleri hâlâ klasik Roma unsurlarını barındırmakta; caddeler, hamamlar, tapınaklar ve kamu binaları kullanılmaya devam etmekteydi. Ancak zamanla, özellikle 4. yüzyıldan itibaren kiliselerin kentlerde ağırlık kazanmasıyla fiziksel dönüşüm hız kazanmıştır. Pagan yapılar terk edilmiş, malzemeleri yeni kiliselerin inşasında kullanılmıştır. Bizans mimarisi, sadece anıtsal kiliseler değil, aynı zamanda saray yapıları, sarnıçlar, surlar, manastırlar, konutlar ve kentsel altyapı sistemleriyle de gelişmiştir.
Anadolu, Bizans mimarlığının yoğun biçimde görüldüğü bölge olmuştur. İç Anadolu’da Kapadokya, Kayseri, Konya gibi merkezlerde görülen kaya oyma manastır kompleksleri ve kiliseler bu mimarinin hem dini hem de coğrafi açıdan nasıl şekillendiğini yansıtır. Likya Bölgesi’nde ise, kentlerin Ortaçağ'a geçiş sürecinde yeniden biçimlenerek, surlarla çevrili daha küçük ve savunmacı yerleşimlere dönüştüğü görülür. Bu süreçteki yapılarda bazilikal planlı kiliseler ile trikonkhos planlı (üç apsisli) yapılar ön plana çıkmıştır.
Kilise Mimarisi ve Plan Tipolojileri
Bizans mimarisinin en ayırt edici özelliği dini yapılarda ortaya çıkmaktadır. 313 yılında Hristiyanlığın serbest bırakılmasından sonra, özellikle kent merkezlerinde anıtsal bazilikalar inşa edilmiştir. Bu yapılar Roma bazilikalarından uyarlanmış, uzunlamasına planlı, üç nefli ve doğu ucunda apsisli düzenlemelerdir. 5. ve 6. yüzyıllarda bu planlar çeşitlenmiş; bazilika planlı kiliselere transept (yan kol) eklenmiş, merkezi planlı ve kubbeli kilise tipleri ortaya çıkmıştır. Likya’da bu çeşitlilik açıkça izlenebilir: Bazı kiliselerde apsis dışa taşkın ve yarım daire biçimli iken, bazıları düz duvarla kapatılmıştır. Trikonkhos planlı (yonca yaprağı formunda üç apsisli) kiliseler ise bölgeye özgü gelişen bir tipolojidir.
Kapadokya’da ise bölgenin jeolojik yapısından ötürü dini yapılar kaya kütleleri içerisine oyularak inşa edilmiştir. Bu yapılar, yalnızca mimari açıdan değil, aynı zamanda ikonografik programlarıyla da dikkat çeker. 10. ila 12. yüzyıllar arasında fresklerle süslenmiş kiliseler, Bizans sanatının görsel anlatımını destekleyen örneklerdir.

Ürgüp, Göreme Kilise Tavan Freski (Pexels, Osman Başkurt)
Altyapı Sistemleri
Bizans mimarisinde su yapıları ayrı bir öneme sahiptir. İstanbul’da su ihtiyacının karşılanması amacıyla çok sayıda sarnıç yapılmıştır. Erken dönemde Roma usulü açık sarnıçlar kullanılırken, Bizans döneminde bu yapılar yeraltına alınmış, tonoz ve sütunlarla desteklenen kapalı mekânlara dönüştürülmüştür. İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nda yapılan araştırmalarda 183 sarnıç tespit edilmiş; bunların 179’u kapalı, 4’ü ise açık tiptedir. Yerebatan Sarnıcı, Binbirdirek Sarnıcı ve Myrelaion Sarnıcı gibi örnekler, taşıyıcı sistemlerin çeşitliliğini ve teknik gelişmişliği gösterir. Bu yapılar hem mühendislik özellikleri hem de mimari estetik yönleriyle dikkat çeker. Özellikle V. yüzyıldan itibaren sarnıçlar kent şebekesine bağlanmış, bağımsız su tesisleri ile suyun dağıtımı sağlanmıştır.

Yerebatan Sarnıcı (Pexels, Bigparadox)
Yerleşim Dokusu ve Sivil Mimari
Geç Antik Çağ’dan Ortaçağ’a geçerken kent dokularında da değişimler yaşanmıştır. Roma’nın geniş kamusal alanlara dayanan kentsel yapısı, Bizans döneminde savunmaya yönelik, içe dönük ve daha dağınık bir yerleşim modeline dönüşmüştür. Likya’daki örneklerde kent merkezlerinin küçüldüğü, bazı yerleşimlerin akropolislere çekildiği ve surlarla çevrildiği görülür. Geometrik plana sahip Roma kentlerinin yerini, organik biçimde gelişen ve merkezi konumu kilise olan kent parçaları almıştır. İç Anadolu’daki yerleşimlerde de bu dönüşüm izlenebilir. Özellikle kaya oyma evler, sarnıçlar, işlikler ve ahırlarla birlikte oluşturulan kompleksler, bölge halkının gündelik yaşamına dair bilgi verir.

Myra Antik Kent, Demre - Antalya (Pexels, Tuğba Kobal Yılmaz)
Bizans Mimarisinin Anıtsal Mirası
Bizans mimarisi yaklaşık bin yıl boyunca Doğu Roma İmparatorluğu’nun siyasal gücünü, dini inancını ve kültürel kimliğini yansıtan mimari üretimin taşıyıcısı olmuştur. Başlangıçta Roma mimarî geleneklerini sürdüren bu üslup, zamanla Hıristiyanlık merkezli sembolik anlamları ön plana çıkaran özgün bir yapı diline dönüşmüştür. Bazilikal kiliselerden merkezi planlı kubbeli yapılara, sarnıçlardan kaya oyma manastırlara kadar çeşitlenen bu mimarî miras, sadece anıtsal yapılarla değil; kentsel altyapı, yerleşim dokusu ve gündelik hayatın örgütleniş biçimiyle de döneminin tüm mekânsal sistemini şekillendirmiştir.
Anadolu’nun farklı bölgelerine yayılan bu mimarî üretim, coğrafi koşullara, yerel malzeme kullanımına ve savunma ihtiyaçlarına göre biçimsel çeşitlilik kazanmış; Kapadokya’daki kaya oyma ibadet yapılarından İstanbul’daki anıtsal sarnıçlara kadar kendini göstermiştir.
Kilise mimarisi, plan düzeni, iç mekân süslemesi ve mekânsal hiyerarşi açısından Bizans estetik anlayışının çekirdeğini oluştururken; sivil mimari ve altyapı sistemleri bu estetiği gündelik yaşamın içine taşımıştır. Bizans mimarisi, böylelikle bir inanç sisteminin ve yaşam biçiminin mekânla kurduğu çok yönlü ilişkinin ifadesi olarak okunabilir hâle gelmiştir.

