“Müzik ruhun gıdasıdır” demişler. Hangi müzik? Ya da soruyu şöyle soralım: Hani müzik? Bugün etrafımıza kulak verdiğimizde, gerçekten müzikten mi bahsediyoruz yoksa toplumu çürüterek etrafa yayılan bir ses kirliliğinden mi? Ruhumuzu beslemesi gereken şey, artık çoğu zaman kirletiyor. Sözde şarkılar sanattan uzak, ticari kaygılarla üretilmiş, kültürden kopuk, hatta çoğu zaman edep ve ahlak sınırlarını hiçe sayan metinlerden ibaret. Böyle bir ortamda “müzik ruhun gıdasıdır” sözü, ironik bir hal alıyor: Zira ruhumuzu beslemek bir yana, adeta zehirliyor.
Müziğin Çöküşü (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur)
Eskiden müzik toplumumuzun aynasıydı. Türkülerimiz sevinçlerimizi, acılarımızı, umutlarımızı, coşkumuzu yansıtırdı. Sanat müziği, zarafet ve incelik öğretirdi. Klasik eserler, sabrın, emeğin ve disiplinin ne demek olduğunu gösterirdi. İlahiler kalbimize dokunur, yaşamın amacını hatırlatırdı. Bir ezgi duyduğumuzda sadece kulağımız değil gönlümüz de titreşirdi.
Bugün ise durum çok farklı. Popüler kültürün dayattığı şarkılar çoğu zaman yaşantımızla bağdaşmıyor. Sözleriyle ahlaksızlık normalleştiriliyor, gençleri olumsuz davranışlara yönlendiren mesajlar eğlence adı altında sunuluyor. Değerlerimiz hiçe sayılıyor, sanat ticari bir malzeme haline getiriliyor. Kısacası, müzik adı altında karşımıza çıkan birçok şey ruhu kirleten bir gürültüye dönüşmüş durumda.
Bu yalnızca bireysel bir sorun değil kültürel yozlaşmanın da açık bir göstergesi. Çünkü müzik, bir toplumun hafızasıdır. Geçmişi, değerleri, gelenekleri ve yaşam biçimini taşıyan bir araçtır. Eğer bu hafıza zarar görürse, toplumun kimliği de zarar görür. Bugün gençler kendi kültürel miraslarını tanımadan büyüyor, türküleri, sanat musikisini, klasik eserleri dinlemek yerine, birkaç haftada tüketilen yapay şarkılarla yetiniyorlar.
Dahası bu şarkılar sadece estetik açıdan sorunlu değil mesajlarıyla da problemli. Gençlere sorumsuzluk, bencillik, kolay yoldan haz peşinde koşma, tüketim çılgınlığı gibi davranışları özendiriyor. Böylece yalnızca müzik yozlaşmıyor, toplumun değerleri de yavaş yavaş aşınıyor.
Oysa müzik, doğru kullanıldığında insanı olgunlaştırır, toplumu bir araya getirir, bireye yol gösterir. Müzik ruhun gıdası olacaksa, o gıdanın temiz, besleyici, insana faydalı olması gerekir. Nasıl ki bozuk bir yiyecek bedene zarar verirse, yozlaşmış bir müzik de ruha zarar verir. Bu noktada asıl görev hem bireylere hem de topluma düşüyor.
Bizler, karşımıza neyin konulduğunu sorgulamak zorundayız. Ruhumuzu sahte melodilerle değil, köklerimizden gelen, bize kimliğimizi hatırlatan gerçek müzikle beslemeliyiz. Eğitim kurumları, medya ve sanatçılar, bu bilinçlenmeye katkı sunmalı. Gerçek müziğimiz korunmalı, tanıtılmalı, sevdirecek ortamlar oluşturulmalı.
Sonuç olarak, “müzik ruhun gıdasıdır” sözünü bugün tekrar düşünmek durumundayız. Ruhumuzu besleyen, yücelten melodiler mi seçiyoruz, yoksa değerlerimizin sesini bastırmaya çalışan bir gürültüye mi kapılıyoruz? Karar, tamamen bizim elimizde...