Çeçen Savaşları, Rusya Federasyonu ile Rusya'dan ayrılmak isteyen Çeçenler arasında 1994–1996 ve 1999–2009 yılları arasında iki ana evrede gerçekleşen silahlı çatışmalar bütünüdür. Bu savaşlar, Çeçenistan'ın Rusya’dan bağımsızlık talebine karşılık Rusya'nın siyasi, askerî ve ekonomik bütünlüğünü koruma çabası çerçevesinde gelişmiştir.
I. ve II. Çeçen Savaşları olarak da adlandırılan bu çatışmalar askerî, etnik, dinî, jeopolitik ve terörle mücadele eksenli boyutlarıyla da önem taşır.
Tarihsel Arka Plan
Çeçen-Rus ilişkilerinin tarihsel arka planı yaklaşık iki buçuk yüzyıllık bir mücadele tarihine dayanır. Bu süreç, Çarlık Rusyası’nın 18. yüzyıldan itibaren Kuzey Kafkasya’yı kontrol altına alma çabalarıyla başlamış, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Çeçenlerin bağımsızlık talepleriyle daha da yoğunlaşmıştır. Bu bağlamdaki tarihsel gelişmeler üç temel dönem içinde ele alınabilir:
1- Çarlık Rusyası Dönemi
2- Sovyetler Birliği Dönemi
3- Sovyetler Sonrası Dönem ve Çeçen Bağımsızlık Girişimi (1991–1994)
Çarlık Rusyası Dönemi (18. yy – 1917)
Kuzey Kafkasya’daki Çeçen toprakları, Çarlık Rusyası tarafından jeopolitik olarak stratejik bir bölge olarak görülmüş ve 18. yüzyıldan itibaren askerî seferlerle bölgeye hâkim olma çabaları hız kazanmıştır. Özellikle Şeyh Mansur (1785-1794) ve ardından Şeyh Şamil (1834-1859) liderliğindeki direnişler bu dönemin simge isimleri olmuştur. Bu direniş hareketleri, Çeçen kimliğinde önemli bir yere sahip olan Müridizm ideolojisi etrafında şekillenmiş; dinî ve siyasi yönleriyle Çarlık otoritesine karşı kolektif bir mücadele örneği oluşturmuştur.
Ruslar, bölgedeki bu direnişi bastırmak amacıyla zorunlu göç, yerel halkı birbirine düşürme ve din temelli bölme politikaları uygulamıştır. Bu dönemde yaşananlar, ilerleyen yıllarda Çeçen halkının kolektif hafızasında derin bir yer edinmiştir.
Sovyetler Birliği Dönemi (1917–1991)
1917 Ekim Devrimi sonrası kurulan Sovyet rejimi, ilk başlarda Çeçenlere özerklik vaat etmiş olsa da zamanla merkeziyetçi politikalarla baskıcı bir yönelim izlemiştir. 1930’lu yıllarda Stalin'in liderliğinde artan baskı politikaları, özellikle 1944’teki Likvidatsiya olarak anılan büyük sürgünle zirveye ulaşmıştır. Bu olayda yaklaşık 400.000 Çeçen Orta Asya’ya sürülmüş; yolda ve sonrasında on binlercesi hayatını kaybetmiştir.
Sürgün, Sovyetler açısından etnik temizliğe yönelik bir önlem olarak sunulmuş; Çeçenler ise bunu var oluşlarına yönelik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. 1957'de Nikita Kruşçev’in destalinizasyon politikaları çerçevesinde Çeçenlere geri dönüş hakkı tanınsa da bu süreçte uğradıkları kayıplar ve travmalar kimliksel bir direniş bilinci oluşturmuştur.
Sovyet Sonrası Dönem ve Çeçen Bağımsızlık Girişimi (1991–1994)
Sovyetler Birliği'nin 1991'de dağılmasıyla birlikte birçok eski Sovyet cumhuriyeti bağımsızlık ilan ederken Çeçenler de General Cahar Dudayev liderliğinde benzer bir adım attı ve Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etti. Ancak Rusya bu bağımsızlığı tanımadı. Zira Çeçenistan’ın stratejik konumu, sahip olduğu enerji kaynakları ve Bakü-Novorossiysk petrol hattının geçiş güzergâhında olması, Rusya açısından bu bölgeyi vazgeçilmez kılıyordu.
Dudayev döneminde anayasal bir devlet yapılanması kurulmaya çalışılsa da iç yapıda ciddi sorunlar baş gösterdi. Devlet otoritesinin zayıflığı, ekonomik çöküş, silahlı grupların kontrolsüzlüğü ve dış destekli radikal İslamcı akımların yayılması, Rusya'nın Çeçenistan’a yönelik bir askerî müdahaleyi meşrulaştırmasına zemin hazırladı.
I. Çeçen Savaşı (1994–1996)
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 1991 yılında General Cahar Dudayev liderliğinde bağımsızlık ilan eden Çeçen İçkerya Cumhuriyeti, Rusya tarafından tanınmadı. Dudayev yönetimi altında Grozni merkezli yeni bir anayasa ilan edildi, bağımsız para ve dış politika girişimleriyle de bağımsız bir devlet kurulmaya çalışıldı. Ancak bu süreç, hem ülke içinde yönetimsel istikrarsızlık hem de dışarıdan artan Rus baskısı nedeniyle gerçekleşememiştir.
1994 yılında Boris Yeltsin yönetimindeki Rusya Federasyonu, Çeçenistan’a yönelik kapsamlı bir askerî operasyon başlatmıştır. Rusya'nın resmî gerekçesi, anayasal düzeni sağlamak ve ayrılıkçı isyanı bastırmaktır. Ancak operasyonun arka planında, Çeçenistan’ın jeopolitik önemi, enerji hatlarının güvenliği ve ayrılık hareketlerinin diğer cumhuriyetlere sıçrama riski bulunmaktaydı.
Savaşın ilk aşamasında Rus ordusu Grozni’ye kara ve hava operasyonlarıyla saldırdı ancak şehir savaşı konusunda deneyimli olmayan Rus birlikleri, ağır kayıplar verdi. Çeçen milisler, hem dağlık coğrafyayı hem de Grozni gibi kentleri savunmada etkili oldu. Savaş sürecinde her iki taraf da ağır insan hakları ihlalleriyle suçlandı. Uluslararası kamuoyunun özellikle Rus ordusunun sivillere yönelik bombardımanlarını eleştirmesiyle birlikte, iç kamuoyundaki destek azalmaya başladı. Bunların neticesinde 2. Çeçen Savaşı'ndan önce barışa giden süreçte Rusya ve Çeçenistan arasında 30 Temmuz 1995'te Grozni'de birtakım antlaşmalar imzalandı.
1996 yılında taraflar arasında imzalanan Hasavyurt Antlaşması ise 1. Çeçen Savaşı'na sona verdi. Antlaşma ile Çeçenistan'ın statüsü ileri bir tarihe ertelendi. Her ne kadar bu durum fiilen bağımsızlık anlamına gelse de Çeçenistan’ın devlet yapısı savaş sonrası dönemde ciddi zayıflıklar sergiledi. Yolsuzluk, iç savaş tehdidi, silahlı grupların artan gücü ve radikal akımların yükselişi, istikrarsız bir yarı devlet yapısını beraberinde getirdi.
II. Çeçen Savaşı (1999–2009)
1999 yılında Çeçen militanların Dağıstan’a saldırması ve ardından Moskova’da çok katlı apartmanlarda gerçekleşen bombalı saldırıların sorumluluğunun Çeçen gruplara yüklenmesi, Rusya’nın yeni bir askerî müdahale başlatması için zemin hazırladı. Bu gelişmeler, kısa süre önce başbakan olarak atanan Vladimir Putin’in yükselişinde etkili oldu; savaş, onun “güçlü devlet” söylemiyle paralel biçimde kamuoyunda destek buldu.
İkinci Çeçen Savaşı, ilkinden farklı olarak “ayrılıkçılıkla mücadele” değil, doğrudan “terörle mücadele” kapsamında yürütüldü. Bu değişim, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından küresel güvenlik ortamının dönüşmesiyle örtüşmüştür. Çeçenistan’da Vahhabist ve cihatçı akımların güç kazanması, Rusya’nın söylemini uluslararası alanda daha meşru kılmıştır. Bu savaş sırasında Rus ordusu, Grozni’yi tamamen yerle bir edecek düzeyde bombardımana tabi tutmuştur. Şehir, 2003 yılında “dünyanın en yıkılmış kenti” olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiştir.
Savaş, yalnızca cephe hattında değil, sivil alanlarda da sürdürülmüştür. Çeçen grupların tünel, rehin alma ve intihar saldırısı gibi yöntemlere yönelmesi, sivilleri doğrudan hedef alan bir çatışma yapısını beraberinde getirmiştir. Özellikle 2002 Dubrovka Tiyatrosu Baskını ve 2004'te gerçekleşen Beslan okul katliamı, savaşın siviller üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne sermiştir.
Putin yönetimi, bu süreçte “Çeçenizasyon” adı verilen bir strateji izleyerek bölgeyi doğrudan askerî kontrol yerine, yerel liderler aracılığıyla yönetmeyi hedeflemiştir. Bu kapsamda eski bir müftü olan Ahmet Kadirov, Moskova tarafından desteklenerek iktidara getirilmiştir. Onun 2004’teki suikastının ardından yerine, oğlu Ramazan Kadirov geçmiş ve Kremlin’e sadakatiyle öne çıkan sert bir yönetim kurmuştur. Ramzan Kadirov dönemi, insan hakları ihlalleri, otoriterlik, siyasi cinayetler ve baskıcı güvenlik aygıtları ile anılmaktadır.
2009 yılında Rusya, Çeçenistan’da “terörle mücadele” operasyonlarının resmen sona erdiğini ilan etmiştir. Ancak bölgedeki istikrar, Ramzan Kadirov’un kişisel gücüne, Kremlin’e olan bağımlılığına ve otoriter yöntemlerine dayanmaktadır.
Ramazan Kadirov Hakkında Video (GZT)
Savaşın Sonuçları
Çeçen Savaşları, bölgesel ve küresel düzeyde önemli sonuçlar doğurmuştur. Savaşlar sonucunda Çeçenistan fiziki olarak büyük ölçüde tahrip edilmiş, on binlerce sivil yaşamını yitirmiş ve yüzbinlerce insan yerinden edilmiştir.
I. Çeçen Savaşı sonunda elde edilen fiilî bağımsızlık, II. Savaş sürecinde yerini Moskova’ya bağlı, ancak otoriter biçimde yönetilen bir “Çeçenizasyon Rejimi”ne bırakmıştır. Savaş, Rusya’nın federal bütünlüğünü koruma yönündeki kararlılığını uluslararası kamuoyuna güçlü biçimde göstermesine olanak tanımış, aynı zamanda Putin’in iktidarını pekiştiren bir “güç testi” işlevi görmüştür. Bununla birlikte, savaş süreci boyunca izlenen aşırı sertlik politikaları, insan hakları ihlalleri, keyfi gözaltılar, zorla kaybetmeler ve sivil hedeflere yönelik saldırılar nedeniyle hem Rusya’nın hem de Çeçen direniş hareketlerinin uluslararası meşruiyeti zedelenmiştir.
Türkiye’nin Yaklaşımı
Türkiye açısından bakıldığında, özellikle 1990’lı yıllarda Çeçen direnişine yönelik toplumsal sempati dikkat çekicidir. Türkiye kamuoyu, tarihsel ve kültürel bağlar nedeniyle Çeçenlerin mücadelesini yakından takip etmiş, özellikle ilk savaş sırasında Türk basını olayları geniş biçimde yansıtmıştır. Bu bağlamda milliyetçi, muhafazakâr ve İslamcı çizgideki gazeteler Çeçenlerin bağımsızlık taleplerine destek verirken; daha seküler ya da merkez medya ise savaşı insan hakları çerçevesinden ele almıştır. Yapılan içerik analizlerine göre, Türk basını I. Çeçen Savaşı’nı daha idealist bir çerçevede, II. Savaşı ise artan radikalizm ve terör olayları nedeniyle daha temkinli bir tonda haberleştirmiştir. Türk kamuoyundaki bu dönüşüm, Çeçen hareketinin milliyetçi temelden radikal İslamcı söylemlere evrilmesiyle de doğrudan ilişkilidir.



