KÜRE LogoKÜRE Logo
Ai badge logo

Bu madde yapay zeka desteği ile üretilmiştir.

Çıktım Erik Dalına (Şiir)

Genel Kültür+1 Daha
fav gif
Kaydet
kure star outline

“Çıktım erik dalına” diye başlayan şathiye, Yûnus Emre’ye nispet edilen ve tasavvufî sembollerle kurulmuş yapısı nedeniyle klasik şerh geleneğinde en fazla açıklanan metinlerden biridir. XIII. yüzyılda İslami anlayışla şekillenen dünya görüşünü, aşk ve insan telakkisini Türkçe şiirle dile getiren Yûnus’un bu şiiri, şerh geleneğinde ayrı bir yer işgal etmiştir.


Şathiye türündeki bu manzume, görünüşte mantık dışı, gündelik tecrübeyle uyuşmayan imgelerle kurulmuş, ancak tasavvufî literatürde remiz ve sembollerle yüklü bir metin olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple şiir, yüzyıllar boyunca tekrar tekrar açıklanmış, farklı tasavvuf çevrelerinde yeniden okunmuştur.

Şiirin Şerh Geleneği

Metnin şerh tarihine bakıldığında, erken dönemden itibaren şârihlerin büyük kısmının mutasavvıf kimlikli olduğu görülmüştür. XX. yüzyıla kadar Türkçe manzumelere yazılan şerhlerin neredeyse tamamının tasavvufî metinler üzerine kaleme alındığı, bunların da birer eğitim aracı olarak tasavvuf terbiyesini yaymak amacıyla yazıldığı tespit edilmiştir. Bu çerçevede Yûnus’un söz konusu şiirine şerh yazanlar arasında Şeyhzâde Muslihüddîn Mehmed Efendi, Niyâzî-i Mısrî, İsmail Hakkı Bursevî, İbrahim Has, Ali Nakşbendî el-Nevrekânî, Bekir Sıdkî Visâlî, Şevket Turgut Çulpan, Ahmet Kabaklı ve İsmail Yakıt gibi isimler zikredilmiştir.


Bu bilinen şerhlere, yakın dönemde iki önemli metin daha eklenmiştir:


  • Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar 3568/2 numarada kayıtlı, Bektaşî gelenek içinde kaleme alınmış, müellifi ismi eksik kaldığı için “Şâh-ı Haydar ve Abdâl Mûsâ sultan efendilerinin eski bendesi” şeklinde kendini tanıtan bir mutasavvıfa ait şerh tespit edilmiştir. Bu risalede Yûnus’un dokuz beyti şerh edilmiş, metne ilm-i nücûm ve ilm-i cifr unsurları da dâhil edilmiştir.


Yazma Bağışlar / 03568-002 (YEK)

  • Berlin Devlet Kütüphanesi’nde Menâkıb-ı Şeyh Safî başlığıyla yer alan Ms. or. quart. 2134-1 numaralı Buyruk nüshasının sonunda, Niyâzî-i Mısrî’ye ait “çıkdım erik dalına anda yedim üzümi” mısraıyla başlayan şathiyenin şerhi, Seyyid Hasan Tahsîn tarafından istinsah edilmiştir.


Berlin Kütüphanesi Ms. or. quart. 2134-1 (Staatsbibliothek)

Niyâzî-i Mısrî’nin bu şerhi, özellikle Alevî–Bektaşî yazılı kültürü içinde yer alan Buyruk metinleriyle birlikte düşünüldüğünde dikkat çekici bulunmuştur; çünkü Berlin nüshası, Buyruk geleneğiyle ortak bir muhteva taşımış, buna ek olarak Yûnus’a ait bir gazel şerhini de ihtiva etmiştir.


İsmail Yakıt ise, klasik dört şerhi (Şeyhzâde, Niyâzî-i Mısrî, İsmail Hakkı Bursevî, Ali Nevrekânî) bir araya getirip beyit beyit mukayeseli biçimde değerlendirmiş, ardından kendi felsefî yorumunu eklemiş ve bu şekilde şiirdeki sembolleri sistemli biçimde ele almıştır.


Ayrıca Peyami Safa Gülay, Yûnus’un şiirini, Derrida sonrası metin teorileri bakımından da değerlendirmiş, Niyâzî-i Mısrî, Bursevî ve Şeyhzâde şerhlerinin aynı metni nasıl farklı anlam alanlarına açtığını göstermeye çalışmıştır. Böylece “Çıktım erik dalına…” şathiyesi, klasik tasavvufî şerh literatürünün yanı sıra çağdaş anlam–metin tartışmalarına da dâhil edilmiştir.


Bu çerçeve, şiirin hem Sünnî tarikat çevrelerinde, hem Bektaşî gelenek içinde, hem de modern akademik tartışmalarda sürekli yeniden yorumlandığını göstermiştir.

Şiir Metni

Mustafa Tatçı’nın tenkitli metni esas alan şekliyle şiir, aşağıdaki beyitlerden oluşmuştur:


Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi

Bostân ıssı kakıyup dir ne yirsün kozumı


Kerpîç koydum kazgana poyrazıla kaynatdum

Nedür diyü sorana bandum virdüm özini


İplik virdüm çulhaya sarup yumak etmemiş

Becid becid ısmarlar gelsün alsun bezini


Bir serçenün kanadın kırk kanluya yükletdüm

Çifti dahı çekmedi kaldı şöyle yazılı


Bir sinek bir kartalı kaldurup urdı yire

Yalan değül gerçekdür ben de gördüm tozını


Balık kavağa çıkmış zift turşısın yimege

Leylek koduk toğurmış bak a şunun sözini


Bir küt ile güreşdüm elsüz ayağum aldı

Güreşüp basamadum göyündürdi özümi


Kâf Tagı’ndan bir taşı şöyle atdılar bana

Öylelik yire düşdi bozayazdı yüzümi


Gözsüze fısıldadum sağır sözüm işitmiş

Dilsüz çağırup söyler dilümdeki sözümi


Bir öküz bogazladum kakıldum sere kodum

Öküz ıssı geldi eydür boğazladun kazumı


Uğrulık yapdum ana bühtân eyledi bana

Bir çerçi geldi eydür kanı aldun gözgümi


Tosbagaya uğradum gözsüzsepek yoldaşı

Sordum sefer kancaru Kayserî’ye ‘azîmi


Yûnus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez

Münâfıklar elinden örter mana yüzini

Şiirin Şerhleri

1. Beyit

“Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi

Bostân ıssı kakıyup dir ne yirsün kozumı”


1.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beytin Şiirde Kurduğu Mantık ve İlk Sembol Dizisi

Şiirin ilk beyti, metnin tüm sembolik yapısını kuran temel tabloyu oluşturmuştur. İlk anda mantık dışı bir fiil örgüsü kurulmuştur: “Erik dalına çıkmak”, “orada üzüm yemek” ve “bostan sahibinin buna tepki göstermesi”. Bu imkânsız durum, şathiye türünün uygunsuz görünen söylem yapısının başlangıcı niteliğinde olmuştur. Tatçı’nın neşrinde bu beyit, nüshalardaki farklılıklar karşılaştırılarak standartlaştırılmıştır. Beyitteki kelimeler özellikle “erik”, “üzüm” ve “koz” kavramları bakımından şiirin anahtar terimleri hâline gelmiştir.

Tatçı’nın Tenkitli Metindeki Konumu

Tatçı, şiirin birkaç nüshasında beyitte geçen meyve adlarının ve fiillerin imlasında fark olduğunu belirtmiştir. Tatçı’nın esas aldığı metinde kelime biçimleri “erik”, “üzüm”, “koz” olarak sabitlenmiş, böylece tasavvufî şerh literatüründe önemli yer tutan bu kelimelerin yorumlanabilir hâli korunmuştur. Tatçı’nın edisyonunda ilk beyitin bütün şiirin semboller dizisini açtığı özellikle vurgulanmış, ilerleyen beyitlerdeki imgelerin bu ilk beyitle ilişkisi işlenmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî-i Mısrî şerhinde beyitteki üç temel meyve –erik, üzüm, koz– tasavvufî üç mertebeye karşılık olarak ele alınmıştır.


  • Erik, dış kabuğu yenilen ama çekirdeği bırakılan bir meyve olarak şerîatın zahirini temsil etmiştir.
  • Üzüm, hem kabuğu hem eti yenilen fakat çekirdeği bulunan bir meyve olarak tarîkat yolundaki hâlleri ve bâtınî tatları sembolize etmiştir.
  • Koz (ceviz) ise kabuk, zar ve öz gibi birkaç katmandan oluştuğu için marifet ve hakikat mertebelerini karşılayan daha ileri bir seviyeyi göstermiştir.


Niyâzî’ye göre erik dalında üzüm yemek, hakikati yanlış yerden talep etmektir. Bu yanlış talep, bostan sahibinin müdahalesiyle sembolik olarak uyarılmıştır. “Ne yirsün kozumı” hitabı, hakikatin özüne yanlış yoldan ulaşılamayacağını belirten bir ikaz niteliğindedir.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî, beyitteki meyveleri doğrudan tasavvufun dört mertebesi ile ilişkilendirmiştir:


  • Erik = Şerîat,
  • Üzüm = Tarîkat,
  • Koz = Marifet ve Hakikat.


Bursevî’ye göre erik dalından üzüm yemek mümkün değildir; bu ifade, hakikat meyvesini ehli olmayanlardan talep etmeyi simgeleyen bir tablo olarak görülmüştür. Bostan sahibi, bursevî’de irşad makamını temsil eden mürşid-i kâmildir. Hakikatin özünü temsil eden “koz”un yanlış bir talebe nispet edilmesini doğru bulmaz.


Bu beyitte Bursevî’nin özellikle vurguladığı nokta, tasavvuf iddiası taşıyan fakat ehliyeti olmayan kişilerin eleştirisi olmuştur.

Şeyhzâde’nin Yorumu

Şeyhzâde’nin şerhinde erik dalı, farklı bir sembolik düzlemde açıklanmıştır:


  • Erik dalı, ruh ağacına benzetilmiştir.
  • Üzüm, vahdet neşesini veren bir içsel şarap olarak yorumlanmıştır.
  • Koz, insanın başı ve içindeki sırlarla ilişkilendirilmiştir.


Şeyhzâde, bostan sahibini hakikati koruyan bir varlık olarak tasvir etmiştir. Bu beyitte, yanlış yerde hakikat aramaya çalışanların uyarıldığı ifade edilmiştir.

Bektaşî Şârihin (Süleymaniye Yazması) Yorumu

Bektaşî şârih beyitteki meyveleri şu şekilde açıklamıştır:


  • Erik, şerîat;
  • Üzüm, tarîkat;
  • Koz, hakikat mertebesi olarak değerlendirilmiştir.


Şârih, eriğin kabuğundan çekirdeğine kadar tasvirini yapmış, çekirdeğin taşla kırılıp içindeki bademin çıkarılması benzetmesini kullanarak insanın içsel sürecini açıklamıştır. Koz (ceviz) meyvesinin zahir–bâtın dengesi, insanın manevi yapısı için model olarak sunulmuştur.


Bektaşî şerhinde bostan sahibi, tarîkatta rehbersiz ilerlemeye yönelik bir uyarı niteliğindedir. Hakikat meyvesinin yanlış bir dalda aranması, yolun edebine aykırı kabul edilmiştir.

2. Beyit

“Kerpîç koydum kazgana poyrazıla kaynatdum

Nedür diyü sorana bandum virdüm özini”


2.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitte Kurulan Mantıksızlık Tablosu

İkinci beyitte mantıksızlık düzeni yeni bir imgeyle devam etmiştir: “Kerpiç” (çamur karışımı) kazana konarak “poyrazla kaynatılmıştır.” Bu, fiziksel olarak mümkün olmayan bir fiildir ve şathiye türünün doğasına uygundur. Böylece şiirdeki absürd zincir sürdürülmüştür.

Tatçı’nın Metinde Beyitin Yeri

Tatçı, beyitteki “kerpîç”, “kazgan”, “poyraz” kelimelerinin nüshalarda farklı yazımlarını değerlendirmiş, kelimeleri standartlaştırmıştır. “Poyraz” özellikle rüzgâr sembolizmi bakımından önemlidir. Tatçı’nın yorumunda bu beyit, tasavvufî şerhin malzemesinin nereden başlayacağını gösteren bir eşik niteliğindedir.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî’ye göre:


  • Kerpiç, henüz olgunlaşmamış nefistir. Toprak–su karışımı olması sebebiyle ham bir varlığı temsil eder.
  • Kazgan, tarîkat meydanı ve toplu terbiyenin yapıldığı mekân olarak görülmüştür.
  • Poyraz, riyazet, sabır, çile, uykusuzluk gibi nefsi zorlayan rüzgârları sembolize eder.


Kerpicin poyrazla kaynatılması, nefsi ağır imtihanlarla olgunlaştırmayı anlatır. Niyâzî bu beyitte özellikle nefsin pişme süreci üzerinde durmuş, bunun zorluklarını “poyraz” benzetmesiyle açıklamıştır.


“Nedür diyü sorana bandum virdüm özini” mısraında ise elde edilen hakikat özünün ehline tattırılması anlatılmıştır.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî, beyitteki kerpici insanın ham tabiatı olarak yorumlamıştır. Kazgan ise, nefis pişirme alanıdır. Poyraz, şiddetli riyazetleri temsil eder.


Bursevî beyitte, nefsi tezkiye etmeden ilim ve hakikat iddiasına girilmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. Kerpiç kaynatmak mantık dışı olduğu gibi, nefsini ıslah etmemiş kişilerin iddiaları da temelsiz görülmüştür.

Bektaşî Şârihin Yorumu

Bektaşî şerhinde kerpiç, zahirî çamur ile bâtınî çamur arasındaki farkı göstermek için kullanılmıştır.


Şârih, kerpicin yenmeye elverişli bir madde olmadığını söyleyerek bunun şekle bağlı çileciliğin faydasızlığına işaret ettiğini belirtmiştir. Poyraz, nefsi inciten sert bir rüzgâr olarak rehbersiz riyazetin zararlarına dikkat çekmiştir.


“Öz”ün başkasına verilmesi ifadesi, içsel dönüşümün sonucunda elde edilen hakikatin paylaşılabilir hâle gelmesini temsil eder.

3. Beyit

“İplik virdüm çulhaya sarup yumak etmemiş

Becid becid ısmarlar gelsün alsun bezini”


3.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitte Kurulan Temel Sembol Dizisi

Bu beyitte “iplik”, “çulha” (dokumacı) ve “bez” motifleri yer almıştır. Bu motifler tasavvuf literatüründe ilim, hâl ve marifetin işlenmesiyle ilişkilendirilmiştir.


İplik = Bâtınî ilim

Çulha = Mürid veya mürşid

Yumak = İlim ve hâllerin düzenli hâle getirilmesi

Bez = Marifet kumaşı


Beyitte iplik verilmiş fakat yumak yapılmamış; bez ortaya çıkmamıştır.

Tatçı’nın Metin Çalışması Açısından Beyit

Tatçı, beyitte geçen terimlerin eski Anadolu Türkçesi içindeki yazım farklarını karşılaştırmıştır. “Becid becid ısmarlar” ifadesinin bazı nüshalarda “becid becid ismarlar” veya “biced biced” olarak geçtiğini tespit etmiştir. Metnin sağlamlaştırılmasıyla beyit yorumlanabilir hâle getirilmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî’ye göre iplik, tasavvufî sırların ham hâlidir. Bu ilim, çulhaya yani mürşid veya ehil kişiye verildiği hâlde yumak yapılmamışsa, bu bilgi işlenmemiş demektir.


“Becid becid ısmarlar” ifadesi, ilim malzemesinin ilmik ilmik dokunmasını simgelemektedir.


Bez ise ortaya çıkmış marifettir; ehil olanın gelip alması istenir. Niyâzî, bu beyitte tasavvuf ilminin rehbersiz işlenemeyeceğini vurgulamıştır.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî, iplik–bez ilişkisinde ilmin işlenme merhalelerine dikkat çekmiştir. Ona göre:


  • İplik = Ham bilgi
  • Yumak = Sistematik ilim
  • Bez = İlm-i ledün


Yumak edilmemesi, ilmin sistemsiz kalması ve hakikat bezinin ortaya çıkmaması anlamına gelir. Bursevî, bezin “gelsin alsun” denmesini, marifetin yalnızca ehil kişilerin kullanabileceği bir malzeme olmasıyla ilişkilendirmiştir.

Bektaşî Şârihin Yorumu

Bektaşî şerhinde iplik, tasavvuf yolunda verilen nasip ve sırdır. Çulhanın yumak yapmaması, talibin bu nasibi işleyememesi olarak görülmüştür. “Ismarlamak”, yani ilmik atmak, tarikat adımlarının birbiri ardınca atılmasını temsil eder.


Bez, yolun sonunda giyilecek elbise olarak sembolleştirilmiştir. Bektaşî kültüründe “hırka giyme” mertebesiyle ilişkilendirilen bir imgedir.

4. Beyit

“Bir serçenün kanadın kırk kanluya yükletdüm

Çifti dahı çekmedi kaldı şöyle yazılı”


4.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitte Kurulan Sembol Düzeni

Bu beyitte “serçe”, “kanat”, “kırk kanlu” ve “çift” imajları kullanılarak yine imkânsıza yakın bir sahne kurulmuştur. Serçenin kanadı kırk kişiye yüklendiği hâlde çiftin bile çekmediği söylenmiştir. Bu durum önceki beyitlerdeki mantık dışı fiiller zincirini devam ettirmiştir.

Tatçı’nın Metne Yaklaşımı

Tatçı’nın tenkitli neşrinde bu beyitteki “kırk kanlu”, “çift” ve “çekmedi” kelimelerinin farklı nüshalardaki yazılış biçimleri karşılaştırılarak sabitlenmiştir. Tatçı, beyitteki sayının (kırk) gelişigüzel seçilmediğini, tasavvufî literatürde ricâlü’l-gayb kavramı ile ilişkili bir sayı olduğunu, şerhlerde bu doğrultuda ele alındığını belirtmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî şerhinde:


  • Serçe, talibin kalbinde bulunan zayıf bir his, incelmiş bir duygu veya küçük bir nefs parçası olarak ele alınmıştır.
  • Kanat, kalbin yöneliş kabiliyeti olarak yorumlanmıştır.
  • Kırk kanlu, ricâlü’l-gayb’a ait kırklar topluluğuna işaret eden sembolik bir sayıdır. Bu topluluğun yardımına rağmen serçenin kanadının taşınamaması, nefsin bazı kırıntılarının ancak kişinin kendi çabasıyla aşılabileceğini anlatır.
  • Çifti dahı çekmedi, dünyevî bağların çözülmediğini, nefis yularının hâlâ sıkı durduğunu ifade eder.


Niyâzî bu beyitte, küçük görünen bir nefs parçasının bile kırk ermiş tarafından taşınamayacak kadar ağır olabileceğini belirtmiştir.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî, “serçe”yi gönlün en küçük arzusuna, “kanadı” nefse ait bir yönelişe benzetmiştir.


  • Kırk kanlu, kırk veliyi temsil eder.
  • Bu velilerin bile bir serçe kanadını yüklenememesi, nefsin latif görünümlü arzularının aslında ağır bir yük doğurduğunu göstermiştir.


“Çifti çekmedi” ifadesi, vehim ve hayalin çift yönlü bağlarını simgeler. Bursevî, beyitteki sahnenin nefsin ince fakat güçlü bağlarına yönelik bir uyarı niteliği taşıdığını belirtmiştir.

Bektaşî Şârihin (Süleymaniye Yazması) Yorumu

Bektaşî şerhinde:


  • Kırk kanlı, ricâlü’l-gayb'ın kırk kişilik zümresi olarak açıklanmıştır. Şârih, bu zümrelerin tasavvuf geleneğinde hem zahir hem bâtın âlemlerle ilgili görevleri bulunduğunu ifade etmiştir.
  • Serçenin kanadı, talibin nefsinde kalan en küçük bağ olarak değerlendirilmiştir.


Bu en küçük bağın bile kırklar tarafından çekilememesi, nefs terbiyesinde mürşidin ve velilerin desteğinin belirli bir noktaya kadar ulaşabileceğini, kalan kısmın mutlaka kişinin kendi gayretiyle çözülmesi gerektiğini gösteren bir sembol olarak açıklanmıştır.

5. Beyit

“Bir sinek bir kartalı kaldurup urdı yire

Yalan değül gerçekdür ben de gördüm tozını”


5.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitte Kurulan Ana Sembol

Bu beyitte küçük bir varlık (sinek) ile büyük ve güçlü bir kuş (kartal) karşı karşıya getirilmiş, sineğin kartalı yere vurduğu iddia edilmiştir. Bu yine şathiye türüne uygun olarak mantık dışı bir olay örgüsü meydana getirmiştir.

Tatçı’nın Metinde Beyitle İlgili Tespitleri

Tatçı’nın çalışmasında beyitteki “sinek”, “kartal” ve “toz” kelimeleri üzerinde nüsha karşılaştırmaları yapılmış, özellikle “kaldurup urdı” fiilinin farklı yazımları belirlenmiştir. Tatçı beyitin, sembol dizisinin sürekliliğini gösterdiğini ve klasik şerhlerde sıkça ele alındığını vurgulamıştır.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî şerhinde:


  • Sinek, nefsin hafif fakat içten gelen bir dürtüsü veya küçük bir kusur olarak değerlendirilmiştir.
  • Kartal, izzet ve makam sahibi olan nefsin gururlu tarafını temsil eder.


Sineğin kartalı devirmesi, nefsin zayıf görünen bir arzusunun bile insanın tüm manevi dengesini bozabilecek güce sahip olduğunu gösterir.

“Ben de gördüm tozını”, bu durumun kişisel bir tecrübe olarak yaşanmış olduğunun sembolik ifadesidir; şerh geleneğinde bu, nefis tecrübesine işaret eder.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî:


  • Sineği küçük bir zan veya vehim,
  • Kartalı güçlü bir benlik iddiası olarak yorumlamıştır.


Beyitteki olay, küçük bir vehmin insanın tüm bâtın yapısını etkileyebileceğini sembolize etmektedir. Bu nedenle kartalın yere düşmesi, kişinin makam iddiasının çöktüğü bir an olarak değerlendirilmiştir.


“Toz” kelimesi burada kartalın yere çarpması sonucu yükselen toz değil, olayın etkisini sembolleştiren bir işaret olarak ele alınmıştır.

Bektaşî Şârihin Yorumu

Bektaşî şârih beyitte sinek–kartal çatışmasını şu şekilde açıklamıştır:


  • Sinek, nefis içinde kalan küçük ve temizlenmemiş bir duygudur.
  • Kartal ise insanın kendinde gördüğü yüksek mertebe iddialarıdır.


Şârih, sineğin kartalı devirmesini, talibin küçük bir zaafının bile yol üzerindeki bütün hâllerini bozabilecek bir güce sahip olduğu şeklinde yorumlamıştır. “Tozını gördüm” ifadesi, bu çöküş anının etkisinin hissedildiğini anlatır.

6. Beyit

“Balık kavağa çıkmış zift turşısın yimege

Leylek koduk toğurmış bak a şunun sözini”


6.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitte Kurulan Mantık Dışı Tablo

Altıncı beyitte, balığın kavağa çıkması ve leyleğin koduk (tavuk) doğurması gibi doğaya aykırı iki sahne kurulmuştur. Bu, şiirin başından beri var olan mantıksızlık zincirinin en belirgin halkalarından biridir. Ayrıca “zift turşusu” gibi gerçekliğe aykırı bir gıda da kullanılarak absürtlük artırılmıştır.

Tatçı’nın Metindeki Yeri

Tatçı, beyitteki “koduk”, “zift turşısı”, “kavağa çıkmak” gibi ifadelerin nüsha farklarını göstermiştir. Beyit hem ses yapısı hem imgeleriyle şathiye üslubunun klasik örneklerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Tatçı ayrıca bu beyitin sonraki şerhlerde geniş sembolik açıklamalara kaynaklık ettiğini belirtmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî bu beyitteki unsurları şu şekilde yorumlamıştır:


  • Balık, ilim talibi veya su ehli olarak kalbi temsil eder.
  • Kavak, meyve vermeyen, dik ve kuru bir ağaçtır; hakikate uygun olmayan bir yolun sembolüdür.
  • Zift turşusu, ruhu beslemeyen ağır bir gıdadır; anlam bakımından faydasız bilgi veya gereksiz ameli ifade eder.
  • Leylek, yüksekten uçan bir varlık;
  • Koduk, onun kendi tabiatına aykırı olduğu için imkânsızlığı simgeleyen bir unsurdur.


Niyâzî, bu beyitte hakikate uygun olmayan yollara yönelen, kendi tabiatına aykırı iddialarda bulunan kişilerin sembolik bir tasvirini vermiştir.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî’ye göre:


  • Balığın kavağa çıkması, hakikate ulaşmaya çalışan fakat yönünü yanlış seçen kimseleri simgeler. Balık suya aitken kavak toprağa ve havaya aittir.
  • Leyleğin koduk doğurması ise tabiatı aşan iddia ve beklentilere işaret eder.


Bursevî beyitteki her örneği, tasavvuf yolunda yer almayan kişilerin kendilerine uygun olmayan makam iddialarında bulunmalarına bir benzetme olarak ele almıştır.

Bektaşî Şârihin Yorumu

Bektaşî şârih bu beyitte iki imkânsızlık örneği üzerinde durmuştur:


  1. Balığın suyu bırakıp kavağa çıkması,
  2. Leyleğin kendi cinsi dışında bir canlı doğurması.


Şârihe göre bu beyit, yol üzerinde hem yönünü hem de maksadını şaşırmış kişilerin durumunu tasvir eder. “Zift turşusu” ise hakikat yerine ağır ve keskin bir bilgi veya yol seçimini temsil eder. Bektaşî şerhinde özellikle tabiat dışı iddialar üzerinde durulmuştur.

7. Beyit

“Bir küt ile güreşdüm elsüz ayağum aldı

Güreşüp basamadum göyündürdi özümi”


7.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitte Kurulan Sembol ve Fiil Düzeni

Bu beyitte şair, “küt” olarak nitelenen şekilsiz bir varlıkla güreştiğini, bu varlığın “elsiz” olduğu hâlde ayağını aldığını söylemiştir. Ardından güreşin sonunda onu basamadığını, tam tersine kendisini “göyündürdüğünü” (yani bozup dağıttığını) belirtmiştir. Beyitteki sahne, önceki beyitlerde olduğu gibi imkânsıza yakın bir tablodur.

Tatçı’nın Metin Çalışması Açısından Beyit

Tatçı, beyitin yazmalarındaki “küt”, “göyündürmek”, “elsüz” kelimelerinin farklı yazılışlarını karşılaştırmış ve metni standardize etmiştir. Tenkitli metinde beyitin özellikle Süleymaniye Bektaşî şerhinde ayrıntılı işlenen ilm-i nücûm ve ilm-i cifr yorumlarına kaynaklık ettiği vurgulanmıştır.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî’nin şerhinde:


  • Küt, nefis içinde şekli belirsiz, sabitlenmemiş fakat ağırlığı kuvvetli bir yön olarak değerlendirilmiştir.
  • Bu şekilsiz varlıkla yapılan güreş, nefisle verilen bir mücadeleyi temsil eder.
  • Elsüz ayağum aldı, nefisle mücadelede bazen beklenmeyen bir noktadan gelen zorluklara işaret eder. Nefsin eli yoktur; fakat “ayağı almak” ifadesi, kişiyi dengesiz bırakan içsel bir hâli anlatır.
  • Güreşin sonunda kazanamamak ve “göyündürmek”, nefisle mücadelede üstünlüğün her zaman elde edilemediği bir tecrübeyi sembolize eder.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî:


  • Küt’ü, nefsin karanlık, ham ve şekilsiz kısmı olarak ele almıştır.
  • Nefsin bu kısmı görünürde güçsüzdür (elsiz), fakat beklenmedik etkiye sahiptir (ayağı almak).
  • “Basamamak”, nefsin tahakkümüne karşı geçici bir mağlubiyeti;
  • “Göyündürmek”, ruhun dengesinin bozulmasını ifade eder.


Beyitte anlatılan güreş, Bursevî’de nefsin gölge hâlinin insan üzerinde anlık etkisini açıklamak için kullanılmıştır.

Bektaşî Şârihin (Süleymaniye Yazması) Yorumu

Bektaşî şerhinde bu beyit en ayrıntılı işlenen beyitlerden biri olmuştur. Şârih beyiti şu bağlamlarda ele almıştır:

1. İlm-i Nücûm ve Burç Hesapları

  • Şârih beyitteki ifadeleri yıldız ve burçlarla ilişkilendirmiştir.
  • Güneşin Hamel burcunda olduğu, burcun otuz derece kabul edildiği, insan ömrünün de “yüz yirmi yıl” için hesaplandığı belirtilmiştir.
  • Beyit, kader ve kozmik düzen açısından değerlendirilmiştir.

2. İlm-i Cifr Uygulamaları

  • Ebced hesabıyla beyitteki kelimelerin toplamı çıkarılmış, buna karşılık gelen yıllar Osmanlı tarihindeki bazı olaylarla ilişkilendirilmiştir.
  • Şârih, bu ebced değerlerini I. Mahmud, III. Mustafa, III. Selim ve II. Mahmud dönemlerindeki toplumsal ve askerî değişimlerle birlikte yorumlamıştır.

3. Sembol Yorumları

  • Küt, yalnızca nefis değil aynı zamanda kaderde karşılaşılan zorlukların sembolü olarak değerlendirilmiştir.
  • Göyündürmek, hem bireysel hem toplumsal çalkantıların metaforu olarak açıklanmıştır.


Bektaşî şerhinde beyit, bireysel-manevî mücadele ile tarihî-sosyal olayların iç içe yorumlandığı geniş bir çerçevede ele alınmıştır.

8. Beyit

“Kâf Tagı’ndan bir taşı şöyle atdılar bana

Öylelik yire düşdi bozayazdı yüzümi”


8.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitte Kurulan Sembol ve Çerçeve

Bu beyitte Kâf Dağı’ndan bir taşın atılması ve bu taşın yere düşmesinin şairin yüzünü bozacak nitelikte olduğu ifade edilmiştir. Kâf Dağı, tasavvuf literatürünün en köklü sembollerinden biridir.

Tatçı’nın Metne Yaklaşımı

Tatçı’nın neşrinde “Kâf Tagı’ndan” ibaresinin yazma farkları belirtilmiş, bazı nüshalarda “Kaf”, bazılarında “Kâf” şeklinde yazıldığı işaret edilmiştir. Tatçı, beyitin özellikle Bektaşî şerhindeki tarihsel atıflarla dikkat çektiğini bildirmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî’ye göre:


  • Kâf Dağı, manevî yolculukta ulaşılması zor bir makamı ifade eder.
  • Oradan atılan taş, ağır bir imtihanı temsil eder.
  • Yüzün bozulması ise, bu imtihanın dış görünüşte etkisi olarak açıklanmıştır.


Niyâzî, beyitte anlatılan sahneyi, bir dervişin beklenmedik bir zorlukla karşılaşması olarak yorumlamıştır.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî, Kâf Dağı’nı “kuşatıcı engel” ve “yücelik” anlamında kullanmıştır.


  • Oradan gelen taş, kişinin ruhî dengesini sarsan bir hâl olarak açıklanmıştır.
  • Yüzün bozulması, kalpteki tesirin zahire yansımasıdır.


Bursevî beyiti nefis tezkiyesinin zorlu yönlerinin bir tasviri olarak değerlendirmiştir.

Bektaşî Şârihin Yorumu

Bektaşî şerhinde bu beyit geniş tarihî çerçeveyle ilişkilendirilmiştir:

1. Ebced Hesabı

  • Beyitteki kelimelerin ebced değeri çıkarılarak Osmanlı tarihindeki bazı dönemlerle bağlantı kurulmuştur.

2. Tarihî Olaylarla Yorum

  • Celalî isyanları, yeniçeri ayaklanmaları, III. Selim dönemi ıslahatları, II. Mahmud devri gibi kritik süreçler beyitteki taşın ağırlığıyla ilişkilendirilmiştir.
  • Bu bağlamda “yüzün bozulması”, huzurun bozulduğu dönemlerin metaforu olarak işlenmiştir.

3. Sembol Yorumları

  • Kâf Dağı’nın uzaklığı zorluğun derecesini,
  • Taşın düşmesi beklenmedik bir belayı,
  • Yüzün bozulması toplumsal ve bireysel sarsıntıyı temsil eder.


Bu şerhte beyit hem bireysel hem de tarihî bir sembolik tabloya dönüştürülmüştür.

9. Beyit

“Gözsüze fısıldadum sağır sözüm işitmiş

Dilsüz çağırup söyler dilümdeki sözümi”


9.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitteki Ana Yapı

Bu beyitte, üç ayrı engelli iletişim durumu aynı anda kullanılmıştır:


  • Gözsüz birine fısıldamak,
  • Sağırın işitmesi,
  • Dilsizin şairin dilindeki sözü söylemesi.


Bu, önceki beyitlerdeki mantık dışı zincire uygun yeni bir tablo oluşturmuştur.

Tatçı’nın Neşrindeki Yeri

Tatçı, beyitteki “gözsüz”, “sağır”, “dilsüz” kelimelerinin yazma farklarını tespit etmiş, beyitin şiirde mânanın kapalı kalması temasının son beyitle birlikte hazırlayıcısı olduğunu belirtmiştir.

Niyâzî-i Mısrî’nin Yorumu

Niyâzî şerhinde:


  • Gözsüz, zahir idrakinden mahrum olan kişidir.
  • Sağır, söze kulak vermeyen veya sözü anlamayan kişiyi simgeler.
  • Dilsiz, ifade gücü olmayan fakat bâtınî anlamları aktarabilen bir hâli temsil eder.


Bu beyitte anlatılan durum, tasavvuf yolunda “kalpten kalbe geçiş” şeklinde açıklanmıştır.

İsmail Hakkı Bursevî’nin Yorumu

Bursevî’ye göre:


  • Gözsüzün duyması mümkün değildir; fakat beyitteki terslik bâtınî iletişimin bir göstergesidir.
  • Sağırın duyması, mananın zahir kanalları dışında da iletilebileceğini gösterir.
  • Dilsizin söylemesi ise ilahî ilhamın sembolüdür.


Bursevî, beyitteki imkânsızlıkları dervişin iç dünyasındaki gelişim aşamalarıyla ilişkilendirmiştir.

Bektaşî Şârihin Yorumu

Bektaşî şerhinde bu beyit, yol ehlinin bâtınî iletişimine yönelik bir tasvir olarak ele alınmıştır:


  • Gözsüz rızasız kişidir,
  • Sağır gönlünü açmamış olandır,
  • Dilsiz ise bâtın sahibidir.


Bu üç unsurun aynı anda harekete geçmesi, mananın zahir yollardan değil, bâtınî bağlarla iletilmesini anlatır.

10. Beyit

“Bir öküz bogazladum kakıldum sere kodum

Öküz ıssı geldi eydür boğazladun kazumı”


10.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beytin Şiirin İç Yapısındaki Yeri

Bu beyit, önceki beyitlerde kurulan imkânsızlık ve terslik mantığını sürdürmüştür. İlk beyitlerde “erik dalında üzüm yemek”, “kerpiç kaynatmak”, “sineğin kartalı devirmesi”, “balığın kavağa çıkması” gibi akla aykırı sahneler bir zincir hâlinde sıralanmıştır. Onuncu beyitte de benzer bir terslik kurulmuştur: Şair, bir öküzü boğazladığını, bunu da açıkça ortaya koyup “sere koyduğunu” söylemiştir; buna rağmen öküzün sahibi, “kazımı boğazladın” diye itirazda bulunmuştur. Böylece fiille sonuç, sebep ile iddia arasındaki uyumsuzluk tekrar edilmiştir.


Bu yapı, şiirin genelinde görülen mantık karşıtlığına dayanmış, şathiye türünün temel vasfı olan “görüneni bozma” ve “sıradan akıl yürütmeyi askıya alma” çizgisini onuncu beyitte de devam ettirmiştir.

Tatçı’nın Metin Neşri Çerçevesi

Tatçı’nın neşrinde beyit, nüsha farkları gösterilerek verilmiş, özellikle “bogazladum/bogazladun” şekilleri, “sere kodum” ifadesinin yazılış ve harekeleniş farklılıkları işaret edilmiştir. Tenkitli metin yönteminde olduğu gibi, hangi nüshanın esas alındığı, diğer nüshalardaki varyantların dipnotlarda gösterildiği anlaşılmıştır. Böylece beyitteki fiil dizilişi ve şahıs zamirleri standardize edilmiştir.


Tatçı, şiirin tamamında olduğu gibi burada da şerhçi bir yorumdan ziyade, metnin sağlamlaştırılmasına ağırlık vermiş, beyitlerin anlam alanı daha çok klasik şerhlerin ve sembolik okumaların üzerine bırakılmıştır. Onuncu beyitteki terim ve fiiller, önceki beyitlerle bağlantılı bir imkânsızlık halkası olarak sunulmuştur.

Klasik Şârihlerin Sembolik Yaklaşımı

Klasik şerhlerde, öküz ve kaz iki ayrı düzlemde ele alınmıştır:


  • Öküz, bedenî tarafı ağır basan, dünyaya dönük sûret yahut hevâ tabiatını sembolize eden bir unsur olarak düşünülmüştür.
  • Kaz ise daha hafif, fakat yine de dünyevî nimeti temsil eden, “sofraya gelen pay” niteliği taşımıştır.


Buna göre:


  • “Bir öküz boğazladum” cümlesi, nefsin kaba tarafıyla mücadele edildiğini, ağır bir yükün bertaraf edilmeye çalışıldığını işaret etmiştir.
  • “Öküz ıssı geldi eydür boğazladun kazumı” kısmı ise, yapılan işin mahiyetinin yanlış tevcih edilmesini, yani hakikatte ağır bir nefis unsuruyla mücadele söz konusuyken, bunun sanki küçük ve önemsiz bir menfaate yönelik bir müdahale imiş gibi gösterilmesini anlatmıştır.


Şerhlerde bu sahne, kulun kendi nefsiyle mücadele ederken dışarıdan gelen ithamlarla karşılaşmasını, yapılan riyazet ve mücahadenin değerinin hafife alınmasını sembolize etmiştir. Yani ağır bir nefis yükü ortadan kaldırılmış, buna rağmen dış göz bunu “kaz”a indirgemiştir. Böylece, işin hakikati ile dışarıdan yapılan tasvir arasındaki fark ortaya konulmuştur.

Bektaşî Şerhi ve Kul Hakkı Vurgusu

Bektaşî gelenek içinde kaleme alınmış olan şerhte, beyit kul hakkı bağlamında da değerlendirilmiştir. Öküzün açıkça boğazlanması ve “sere konması”, yapılan fiilin gizli değil, meydanda yapıldığını göstermiştir. Buna rağmen öküz sahibinin kazı öne sürmesi, hakikati tersyüz eden bir suçlama olarak ele alınmıştır. Şârih, bu tabloyu:


  • Bir yandan mürşid–mürid ilişkisinde yapılan tasarrufların yanlış anlaşılması,
  • Diğer yandan zahirî işlere bakarak bâtınî maksat hakkında hüküm verilmesi şeklinde yorumlamıştır. Böylece onuncu beyitte, nefis terbiyesi için yapılan ağır mücadelenin, dışarıdan bakıldığında küçük bir çıkar kavgasına indirgenmesi tenkit edilmiştir.

11. Beyit

“Uğrulık yapdum ana bühtân eyledi bana

Bir çerçi geldi eydür kanı aldun gözgümi”


11.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beytin Olay Örgüsü ve Önceki Beyitle İlişkisi

Onuncu beyitte, yapılan bir fiilin yanlış objeye bağlanması (öküz–kaz) anlatılmıştır. On birinci beyitte ise suçlama düzeyi bir adım daha ileri taşınmıştır. Bu kez şair, “uğruluk yaptığını”, yani hırsızlık fiilini kendi ağzından söylemiş, hemen arkasından “o ise bana iftira etti” demiştir. Ardından sahneye bir çerçi girmiş ve “ayna”sını (gözgü) sorarak yeni bir suç iddiası ortaya koymuştur.


Böylece:


  • Fiil ile suçlama arasındaki uyumsuzluk,
  • Suçun gerçek mahiyeti ile dışarıya yansıyan ithamlar,
  • Ayna üzerinden “kendini görme/kendine bakma” temasının hazırlanması aynı beyitte iç içe geçirilmiştir.

Tatçı Neşri Bakımından Beyitteki Unsurlar

Tatçı’nın neşrinde “uğrulık”, “bühtân”, “çerçi”, “gözgü” gibi kelimeler, eski Anadolu Türkçesinin söz varlığı içinde okunmuş, gerektiği yerde sözlük karşılıkları belirtilmiştir. Tenkitli metinde “gözgümi/gözgümü” şekilleri, farklı yazmalar karşılaştırılarak tayin edilmiş, çerçinin sahneye girişi ile bir önceki beyitle bağ kurulmuştur.


Tatçı, şiirin bütününde olduğu gibi burada da kelime şekillerini standartlaştırmaya önem vermiş, özellikle “uğru/uğri/uğrı” türü varyantların okuyucu için anlaşılır hâle getirilmesini sağlamıştır. Böylece beyitteki anlatım, klasik şerhlere temel olacak şekilde sabitleştirilmiştir.

Şârihlerin Uğurluk ve Bühtan Kavramlarına Yaklaşımı

Klasik şerhlerde:


  • Uğurluk, nefisle ilgili sembolik bir fiil olarak ele alınmıştır. Kul, hakikatte nefsinden bir şey “çalmakta”, yani onu hakikatin alanından çekip alınmasını engellemeye çalışmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, uğurluk fiili, dışarıdan bakıldığında suç gibi görünse de, iç anlamda nefse yönelik müdahale olarak yorumlanmıştır.
  • Bühtan, hakikatin taşıyıcısına yöneltilen iftira olarak değerlendirilmiştir. Şârihlere göre mana ehline sık sık böyle bühtanlar yöneltilmiş, gerçek niyet ve fiil başka biçimde gösterilmiştir.


“Bir çerçi geldi eydür kanı aldun gözgümi” mısraında:


  • Çerçi, dolaşarak mal satan, elindeki ayna ile başkalarına kendilerini gösteren kişi olarak sembolleşmiştir.
  • Ayna (gözgü), tasavvuf geleneğinde kalbin berrak hâlini, ilahî tecellileri yansıtma kabiliyetini temsil eden temel sembollerden biri olmuştur.


Şârihler, bu beyitte:


  • Çerçinin aynasını aramasını, kalbin berraklığının kaybı olarak,
  • Uğurluk isnadını ise, kalp aynasını temizleyen kimseye yöneltilen suçlama olarak değerlendirmiştir.


Buna göre, aslında kalbi paslandıran unsurlar ortadan kaldırılmak istenmiş, fakat dış göz bunu “ayna çalmak” şeklinde görmüştür. Böylece gönül terbiyesine yönelik çaba, zahir nazarında bühtana konu olmuştur.

Bektaşî Şerhi ve Seyr ü Sülûk Yorumu

Bektaşî şerhinde, çerçi–ayna–uğurluk üçlemesi seyr ü sülûk merhaleleriyle ilişkilendirilmiştir. Çerçi, yolda olan, elindeki aynayla hem kendine hem başkasına bakan kişi olarak tasavvur edilmiştir. Ayna ise cem törenlerinde ve sohbetlerde kalplerin birbirine ayna oluşunu hatırlatan bir remiz olarak değerlendirilmiştir.


Şârih, bu beyitte, yol ehlinin, nefisle mücadele sırasında birbirini yanlış anlaması, hatta suçlaması tehlikesine dikkat çekmiştir. Böylece on birinci beyit, hem nefis muhasebesi hem de tarikat içi ilişkiler açısından uyarıcı bir tablo hâlini almıştır.

12. Beyit

“Tosbagaya uğradum gözsüzsepek yoldaşı

Sordum sefer kancaru Kayserî’ye ‘azîmi”


11.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Beyitteki Sahnenin Kurulması

On ikinci beyitte, şair bu kez bir tosbağaya (kaplumbağaya) uğradığını söylemiştir. Tosbağanın yanında “gözsüz” ve “sepek yoldaşı” bulunduğu ifade edilmiştir. Ardından yolculuğun yönü sorulmuş ve “Kayseri’ye azim” zikredilmiştir. Böylece:


  • Yavaş hareket eden bir hayvan (tosbağa),
  • Gözsüzlük, görme duyusundan mahrumiyet,
  • Sepek (köpek) ve yoldaşlık,
  • Somut bir yer adı olarak Kayseri ve “azim” (yola koyulma) aynı beyitte bir araya getirilmiştir.


Bu yapı, şiirin başından beri süren “mantık dışı yolculuk tablosu”nu devam ettirmiş, ancak bu kez gerçek bir şehir adıyla (Kayseri) birleşmiştir. Bu durum, hem sembolik hem de coğrafî bir katmanı aynı anda taşımıştır.

Tatçı Neşri ve Nüsha Farkları

Tatçı’nın neşrinde “tosbaga/tosbağa”, “sepek/sebek”, “‘azîmi/azim ider” gibi şekillerin nüshalar arası farkları gösterilmiş, özellikle yer adının (Kayserî) imlası tespit edilmiştir. Tenkitli metinde şehir adının hangi yazmada nasıl geçtiği, gerekiyorsa dipnotta belirtilmiş, böylece beyitteki coğrafî unsurda belirsizlik giderilmiştir.


Ayrıca “gözsüz sepek yoldaşı” ifadesinin kelime bölünmeleri ve tamlamalar bakımından farklı okunabilecek yönleri (gözsüz, sepek yoldaşı mı; yoksa gözsüz-sepek, yoldaş mı) üzerinde durulmuş, Tatçı metni bu konuda tercihî bir okuma sunmuştur.

Tosbağa, Gözsüz ve Köpek Sembollerinin Şerhi

Klasik şerhlerde:


  • Tosbağa, son derece yavaş ilerleyen, kabuğuna çekilen ve yere yakın yaşayan bir hayvan olarak, dünyaya bağlanmış, ağır hareket eden nefsi sembolize etmiştir. Böyle bir nefis, uzun süre yerinden kımıldamayan, terbiye yolunda ağır adım atan bir yapı olarak tasavvur edilmiştir.
  • Gözsüz, hakikati görme kapasitesini yitirmiş, zahir–bâtın farkını seçemeyen kimseyi temsil etmiştir.
  • Sepek (köpek) ise, tasavvuf edebiyatında bazen nefsin hırlayan tarafını, bazen de kapı bekçiliği yapan, eşiği koruyan bir unsuru sembolize etmiştir.


Bu beyitte tosbağanın, gözsüzün ve köpeğin aynı kadro içinde “yoldaş” olarak zikredilmesi, hakikati göremeyen, hevâsına bağlı, yol yürümekte ağır kalan bir topluluğun tasviri olarak yorumlanmıştır. Şârihler, bu sahneyi, seyr ü sülûkte ilerlemeyen, kabuğunda yaşayan, gözü ve gönlü açılmamış kimselerin durumu şeklinde açıklamıştır.

Kayseri’ye Azim İfadesinin Yorumu

“Kayserî’ye ‘azîmi” mısraı, şerhlerde iki düzlemde ele alınmıştır:


  1. Zahirî düzlem: Gerçek bir şehir adı olarak Kayseri, Anadolu coğrafyası içinde belirli bir yönü işaret etmiştir. Bu okuma, şathiye içinde, mantık dışı unsurların yanına, somut bir yer adı ekleyerek zıtlık kurmuştur.
  2. Bâtınî düzlem: Kayseri adı, “kayser/kayserî” üzerinden dünya sultanlığı, iktidar ve maddî güç çağrışımıyla ilişkilendirilmiştir. Böylece, tosbağa, gözsüz ve köpekten oluşan kafile, hakikî seyr ü sülûk yerine, dünya merkezli bir yönelişe sahip topluluk olarak tasvir edilmiştir.


Bektaşî şerhinde, “azim” kelimesi, yola çıkma kararlılığını ifade eden bir tasavvuf terimi olarak ele alınmış, ancak bu kararlılığın yönünün dünya merkezli olmasının, seyr ü sülûkün yanlış hedefe yönelmesini sembolize ettiği belirtilmiştir. Böylece on ikinci beyit, yanlış yöne çevrilmiş bir yürüyüşü, yavaşlık ve körlük içinde süren bir hareketi göstermiştir.

13. Beyit

“Yûnus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez

Münâfıklar elinden örter mana yüzini”


13.Beytin Tasviri (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)

Şiirin Kendi Kendini Yorumlaması

Son beyit, hem şiirin tamamına hem de şerh geleneğine doğrudan gönderme yapmıştır. Yûnus, söylediği sözün “hiçbir söze benzemediğini” belirtmiş, böylece şiirin önceki beyitlerinde görülen sıra dışı mantık örgüsünü bizzat işaret etmiştir. Bu ifade, metnin şathiye karakterini kendi içinden haber vermiştir.


İkinci mısrada, “münâfıklar elinden mana yüzini örter” denilerek, şiirin anlamının herkese aynı derecede açılmayacağı belirtilmiştir. Bu vurgu, hem dönemin tasavvuf anlayışı içinde, hem de sonraki şerh geleneğinde önemli bir hareket noktası olmuştur.

Tatçı Neşri ve Son Beyit

Tatçı’nın neşrinde son beyit, şiirin bütünlüğü içinde, özellikle nüshalar arasındaki eksik–tam farklarıyla birlikte ele alınmıştır. Bazı yazmalarda şiirin daha az beyitle sınırlı kaldığı, son beyitin bulunmadığı yahut farklı sıralandığı görülmüş, Tatçı metni bu beyitle tamamlamıştır.


Son beyitteki “hiçbir söze benzemez” ve “mana yüzini örter” ifadeleri, Tatçı tarafından şiirin türü ve muhtevası hakkında bir tür iç tanımlama olarak değerlendirilmiş, Yunus’un bu beytiyle kendi nutkunu sıradan hikemî söyleyişlerden ayırdığı ortaya konulmuştur.

Diğer Şârihlerin Son Beyti Ele Alış Tarzı

İsmail Yakıt, İsmail Hakkı Bursevî, Niyâzî-i Mısrî ve Şeyhzâde’nin şerhlerini birlikte değerlendirirken, bu son beyiti merkezî bir cümle gibi kullanmıştır. Ona göre:


  • İlk beyitlerdeki erik, üzüm, koz, kerpiç, bostan, balık, kavağa çıkma gibi unsurlar farklı şerhlerde farklı sembolik karşılıklar bulmuştur.
  • Bu farklılıklar, “hiçbir söze benzemez” ifadesinin bir sonucu olarak görülmüştür; yani şiir, tek bir kalıba sığmayan, çok katmanlı bir sembolik yapıya sahip bulunmuştur.


Niyâzî-i Mısrî, şiiri şerhederken, yer yer kendi hâl tecrübelerini de metne katmış, bazı beyitlerde daha sert, bazılarında daha yumuşak üslup kullanmıştır. Berlin Buyruk nüshasında, müstensihin zaman zaman bu ifadeleri değiştirdiği tespit edilmiş, buna rağmen son beyitteki “mana yüzini örtme” vurgusunun genel çerçeveyi koruduğu görülmüştür.


Şeyhzâde ve Bursevî, son beyitteki “münâfıklar” kelimesini sadece itikadî anlamda değil, aynı zamanda samimiyetsiz, şekilci, zahire takılı kalmış tipler için kullanmış, mana yüzünün bu tür zihinlere kapalı olacağını belirtmişlerdir. Böylece son beyit, hem şiirin anlamını sınırlandıran, hem de onu koruyan bir perde olarak yorumlanmıştır.


Peyami Safa Gülay, modern metin kuramları bağlamında bu beyte özel bir yer ayırmış, farklı şerhlerin aynı metni nasıl çoğul anlamlara açtığını göstermeye çalışmıştır. Böylece Yûnus’un son beyti, sadece klasik tasavvufî şerhlerde değil, çağdaş teorik okumalar içinde de bir “anlam perdesi” olarak ele alınmıştır.

Kaynakça

Ak, Suat. haz. Çıktım Erik Dalına: Yunus Emre’nin Bir Şiirinin Üç Şerhi. 4. baskı. İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları, 2019.


Aydın Yağcıoğlu, Songül. "Yûnus Emre’nin ‘Çıktım Erik Dalına Anda Yedim Üzümü’ Mısraıyla Bilinen Şiirinin Bilinmeyen Bir Şerhi." Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Türk Kültürünü Mayalayanlar Özel Sayısı (2021): 165-201. Erişim Tarihi 20 Ekim 2025. https://dergipark.org.tr/tr/pub/deuifd/issue/67731/1051805


Gülay, Peyami Safa. "Erik Dalında Üzüm Yemek: Üç Kere Yunus." 8. Türkiye Lisansüstü Çalışmaları Kongresi - Bildiriler Kitabı II içinde, 27-40. Yayın yeri ve yayınevi belirtilmemiş (Kongre Kitabı), 2019.


Özyürek, Dursun. "Yûnus Emre’nin ‘Çıktım Erik Dalına...’ Mısraıyla Başlayan Şathiyesine Yazılan Şerhlerin Mukayeseli Olarak İncelenmesi." Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi 8, sy. 1 (Nisan 2024): 124-151. Erişim Tarihi 20 Ekim 2025. https://doi.org/10.34083/akaded.1440149.


Staatsbibliothek. "Osmanisch-Türkische Sammelhandschrift , 1857" Digital Staatsbibliothek Berlin, Erişim Tarihi 20 Ekim 2025. https://digital.staatsbibliothek-berlin.de/werkansicht?lang=en&PPN=PPN833264249&PHYSID=PHYS_0359&DMDID=DMDLOG_0001


Tatcı, Mustafa. "Yûnus Emre Şerhleri (Çıktım Erik Dalına Şerhleri)." Yunus Emre’nin Vefatının 700. Yıl Dönümü Anısına Uluslararası Türkçenin Anadolu’da Yazı Dili Oluşu Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde, 485-503. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2021.


Tok Yıldız, Havva. "Şeyh Safi Menâkıbı’nda Yer Alan Yûnus Emre’nin ‘Çıktım Erik Dalına Anda Yedim Üzümi’ Mısralı Şathiyesinin Bir Şerhi." Tarih Okulu Dergisi 18, sy. 74 (2025): 216-246. Erişim Tarihi 20 Ekim 2025. https://johschool.com/?mod=makale_tr_ozet&makale_id=76836


Yakıt, İsmail. Yunus Emre’de Sembolizm: Çıktım Erik Dalına. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002.


Yazma Eser Kurumu. "Koleksiyon Adı / Numarası : Yazma Bağışlar / 03568-002 Eser adı : Yunus Emre'nin Dokuz Beytine Şerh / يونس امره نك طقوز بيتينه شرح Yazar : Haydar Şah / حيدر شاه" YEK PORTAL, Erişim Tarihi 20 Ekim 2025. https://portal.yek.gov.tr/works/detail/347549

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
YazarBurak Enes19 Kasım 2025 18:56
KÜRE'ye Sor