Bilim tarihini okurken hep aynı soru dönüyor aklıma: Bu hikâyede biz neredeyiz?
Genellikle sahnenin bir yerinde kısa süreli bir ışık yanıyor, sonra sönüyor. Adımız geçiyor, katkımızdan söz ediliyor ama hikâyeyi yazan biz değiliz. Oysa dekolonizasyon tam da bunu sorgulamakla başlıyor. Yani yalnızca siyasî bir bağımsızlık değil, zihinlerin özgürleşmesi aslında. Kendimizi, başkalarının bize biçtiği rollerden çıkarıp kendi hikâyemizin öznesi olabilmek.
Cezeri’yi anlatmak bu yüzden önemli. 12. yüzyılda Diyarbakır/Artuklu sarayında çalışan bu mühendis, su saatlerinden robotlara kadar olağanüstü aletler tasarladı. Bugün “mekanik” ve “pnömotik” dediğimiz alanların temeli o dönemde “hiyel”di. Yani doğayı insan yararına yönlendirme sanatı. Onun makineleri yeniden yapıldı, “rekonstrüksiyonlar” sergilendi. Bir gün o müzede, abdest aldıran otomatın önünde dururken, bir çiftin fısıltısını duydum:

Cezeri’nin Abdest Otomatı (Dicle Üniversitesi)
“Al işte, yapa yapa bunu yapmışız.”
Cümle kısa ama ağırdı. O an anladım, kaybettiğimiz şey bilgi değil, özgüvendi. Kendimize olan inancımızın ince bir tabakasını, yüzyıllar içinde fark etmeden kaybetmişiz. Dekolonizasyon dediğimiz şey bazen sadece bir müze salonunda geri dönüyor insana. Kendi birikimimizi küçümsemenin, başkalarının merceğiyle bakmanın ne kadar içselleştiğini fark ediyorsun. O yüzden bugün mesele bilgiye sahip olmak değil, özsaygıyı yeniden kurmak.
Batı merkezli bilim tarihi anlatısı hep aynı hikâyeyi tekrarlar: Doğu bir zamanlar parlamıştır, sonra yerini Batı’ya bırakmıştır. Biz bu sahnede hep bir ara durak, bir köprü ya da kısa bir parantez olarak geçeriz. Ama bilim tarihi aslında bir meşale gibi el değiştiren bir süreçtir. Mısır’dan Mezopotamya’ya, oradan Bağdat’a, Kurtuba’ya, sonra Avrupa’ya…

Bilim Tarihi Küreleri - Nihal Fırat Özdemir
Bilgi hep dolaşır, durmaz. Ama biz, kendi özgeçmişimizi yazmadığımız sürece hep başkalarının notlarında kalırız. Bir noktadan sonra da hikâyemizi bize anlatılan hâliyle ezberlemeye başlarız. Bunu değiştirmek, sadece tarihe bakış açısı değil, bir özgüven meselesidir.
Oryantalizmin figüranı değiliz. Bu hikâyenin kurucu öznesiyiz. Ve bunu bilmek, çocuklara, öğrencilere, geleceğe anlatmak da bizim sorumluluğumuz.
Bilim tarihi sadece geçmişin bilgisi değildir; kim olduğumuzu hatırlamanın en güvenilir yoludur. Şırnak’a bilim tarihini anlatmaya gittiğimizde gençlere basit bir soru sordum:
“Bilimin ilk kaynakları sizce nerede ortaya çıktı?”

Çocuklara Bilim Tarihi Anlatımı (Fotoğraf: Nihal Fırat Özdemir)
Cevaplar hiç şaşırtıcı değildi: İtalya, Fransa, hatta Rusya. Oysa tam da üzerinde durduğumuz topraklar, Mezopotamya, bilimin doğduğu yerdi. Bu küçük sahne, aslında büyük bir gerçeği gösteriyor: Biz kendi hikâyemize yeterince bakmadığımızda, başkalarının haritalarında kendimize yer arıyoruz. Bilgiye uzak değiliz, sadece kendimize biraz ilgisiziz. Dekolonizasyonun bir boyutu da tam burada başlıyor; kendine dönüp, kendi mirasını yeniden fark etmekte.

Prof.Dr.Fuat Sezgin İslam Bilim Tarihi Müzesi (İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı)
Bugün dekolonizasyon, bana göre üç kelimede özetlenebilir: Özgüven, özgeçmiş, bilgi. Kendine inanmak, hikâyeni kendin yazmak ve doğru bilgiyle yeniden inşa etmek. Bu bir karşı çıkış değil; bir yeniden diriliş çağrısı. Bir zamanlar bilginin meşalesi Mısır’dan, Bağdat’tan, Kurtuba’dan geçmişti. Şimdi o meşaleyi yeniden tutmanın zamanı. Çünkü bilim kimsenin malı değildir. Ama bir süreliğine, bir medeniyetin ellerinde parlar.
Belki de şimdi o sıra yine bize gelmiştir!

