Demografik geçiş modeli (veya teorisi), nüfus yapılarının zaman içinde geçirdiği değişimleri açıklayan bir yaklaşımdır. Bu süreç, genel olarak, yüksek doğum ve yüksek ölüm oranlarının hüküm sürdüğü geleneksel bir demografik rejimden, doğumların bilinçli olarak kontrol edildiği ve ölüm oranlarının düştüğü modern bir demografik rejime geçişi ifade eder. Bu değişim, genellikle bir toplumun tarım toplumundan kentli ve sanayileşmiş bir topluma evrilmesiyle ilişkilendirilir ve ölüm oranlarındaki düşüş ile bunu genellikle gecikmeli olarak takip eden doğum oranlarındaki düşüşle karakterizedir.

Demografik Geçiş: Köyden Kente Yaşamın Dönüşümü (Yapay Zeka İle Oluşturulmuştur)
Tarihsel Gelişim ve Kuramsal Yaklaşımlar
Demografik değişimlere ilişkin ilk gözlemler 20. yüzyılın başlarına dayansa da, modelin temelleri Warren S. Thompson'ın 1929'daki çalışmasıyla atılmıştır. Thompson, dünya ülkelerini nüfus artış hızlarına göre üç gruba ayırmış (Grup A, B, C) ve bu grupların doğum ve ölüm oranlarındaki farklı eğilimleri analiz etmiştir. Ancak Thompson, bu sınıflandırmayı bir teori olarak sunmamıştır.
Demografik geçişin bir teori olarak formüle edilmesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri'nde, özellikle gelişmekte olan ülkelerin yüksek nüfus artış hızları bağlamında gerçekleşmiştir. Princeton Üniversitesi Nüfus Araştırmaları Ofisi'nin çalışmalarıyla, özellikle Frank W. Notestein (1945, 1953) ve Kingsley Davis'in (1945, 1963) katkılarıyla 1940'ların ikinci yarısında kuramlaştırılmıştır. Notestein'ın ilk formülasyonu, geleneksel toplumlarda yüksek ölüm oranları nedeniyle nüfusun devamı için yüksek doğurganlığın gerekli olduğunu ve bu durumun çeşitli sosyal, dini ve kültürel "destekler" (props) tarafından korunduğunu belirtir. Modernleşme süreci (kentleşme, sanayileşme, bireyselleşme, eğitimin yaygınlaşması vb.) ile birlikte önce ölüm oranları düşer, daha sonra bu sosyal destekler zayıflar ve bireylerin kişisel hedeflerinin ön plana çıkmasıyla doğurganlık oranları da düşmeye başlar.
Zamanla teoriye yönelik eleştiriler ve revizyonlar yapılmıştır. Örneğin, geçişin yaşanması için modernleşme, kentleşme ve sanayileşmenin mutlak şart olmadığı, bu süreçler olmadan da demografik değişimin gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Fransa'nın 18. yüzyıl sonlarında, henüz sanayileşme ve kentleşme yaygınlaşmadan ve belirgin bir ölüm oranı düşüşü yaşanmadan doğurganlığını düşürmeye başlaması, teorinin ilk varsayımlarıyla çelişen bir örnek olarak gösterilmiştir. Benzer şekilde, Princeton Avrupa Doğurganlık Projesi gibi araştırmalar, bazı bölgelerde doğurganlık düşüşünün ölüm oranı düşüşünden önce veya eş zamanlı gerçekleşebildiğini ortaya koymuştur. Bu proje ayrıca, sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi benzer olan ancak kültürel (özellikle dilsel) olarak farklılaşan bölgelerde doğurganlık eğilimlerinin farklılık gösterebildiğini; sosyo-ekonomik olarak farklı ancak kültürel olarak benzer bölgelerde ise benzer eğilimler görülebildiğini saptamıştır. Bu bulgular, doğurganlık değişiminde kültürel faktörlerin ve fikirlerin yayılmasının (difüzyon) rolüne dikkat çekmiştir.
John C. Caldwell (1976), teoriyi yeniden formüle etme çabasında, geleneksel toplumlardaki yüksek doğurganlığın "irrasyonel" olduğu fikrine karşı çıkarak, her iki rejimde de (yüksek ve düşük doğurganlık) davranışların ekonomik olarak rasyonel olduğunu savunmuştur. Caldwell'e göre asıl belirleyici faktör, nesiller arası servet akışının yönüdür. Geleneksel toplumlarda servet akışı çocuklardan ebeveynlere doğrudur, bu da yüksek doğurganlığı ekonomik olarak avantajlı kılar. Modernleşmeyle birlikte, özellikle "Batılılaşma"nın etkisiyle (eğitim ve medya aracılığıyla yayılan Batı tipi aile yapısı ve değerleri) , ailenin duygusal ve ekonomik olarak çekirdekleşmesi (emotional and economic nucleation) sonucu servet akışının yönü ebeveynlerden çocuklara doğru tersine döner. Bu "büyük bölünme" (great divide) noktasından sonra düşük doğurganlık ekonomik olarak rasyonel hale gelir.
Ayrıca, gelişmiş toplumlarda doğurganlığın yenilenme seviyesinin altına düşmesini ve bu durumun sürekliliğini açıklamaya yönelik "İkinci Demografik Geçiş Teorisi" gibi yaklaşımlar da geliştirilmiştir. Bu teori, bireyselleşme, sekülerleşme, evlilik dışı doğumların artması, geç evlenme gibi faktörlerin rolünü vurgular.
Demografik Geçiş Sürecinin Aşamaları
Demografik geçiş modeli, nüfus değişim sürecini farklı aşamalara ayırarak inceler. Modelin ilk formülasyonlarında genellikle üç aşamadan bahsedilirken , zamanla dört veya daha güncel yaklaşımlarda beş aşamalı modeller önerilmiştir. Beş aşamalı model şu şekilde tanımlanabilir:
Birinci Aşama (Yüksek Durağan Evre / High Stationary)
Bu aşamada hem doğum oranları hem de ölüm oranları yüksektir. Salgın hastalıklar, kıtlıklar ve yetersiz sağlık koşulları nedeniyle ölüm oranları dalgalanmalar gösterebilir. Yüksek doğum oranlarına rağmen yüksek ölüm oranları nedeniyle nüfus artışı çok yavaş veya durağandır. Toplum genellikle tarımsal yapıdadır, kentleşme ve eğitim düzeyi düşüktür. Nüfus yapısı çok gençtir.
İkinci Aşama (Erken Genişleyen Evre / Early Expanding)
Ölüm oranları, özellikle bebek ve çocuk ölüm oranları, sağlık, hijyen ve beslenme koşullarındaki iyileşmeler sayesinde hızla düşmeye başlar. Ancak doğum oranları yüksek kalmaya devam eder. Bu durum, doğum ve ölüm oranları arasındaki farkın açılmasına ve nüfus artış hızının çok yükselmesine neden olur ("nüfus patlaması"). Nüfusun yaş yapısı genç kalmaya devam eder.
Üçüncü Aşama (Geç Genişleyen Evre / Late Expanding)
Doğum oranları düşmeye başlar. Bu düşüşte kentleşmenin artması, eğitimin yaygınlaşması (özellikle kadınların eğitimi), aile planlaması yöntemlerine erişimin artması, çocuk yetiştirme maliyetinin yükselmesi, tarımda işgücü ihtiyacının azalması gibi faktörler rol oynar. Ölüm oranları düşmeye devam eder ancak düşüş hızı yavaşlar. Doğum oranlarındaki düşüş, ölüm oranlarındaki düşüşten daha hızlı olduğu için nüfus artış hızı azalmaya başlar, ancak nüfus miktarı artmaya devam eder.
Dördüncü Aşama (Düşük Durağan Evre / Low Stationary)
Hem doğum oranları hem de ölüm oranları düşük seviyelerde dengelenir. Nüfus artış hızı çok düşer, sıfıra yaklaşır veya nüfus durağanlaşır. Bu aşamada, geçmişteki yüksek doğurganlık dönemlerinde doğan kalabalık nesillerin üreme çağına gelmesi nedeniyle, toplam doğurganlık hızı yenilenme seviyesinin (yaklaşık 2,1 çocuk) altına düşse bile "demografik momentum" veya "nüfus ivmesi" etkisiyle nüfus bir süre daha artmaya devam edebilir. Nüfus yapısı yaşlanmaya başlar.
Beşinci Aşama (Gerileyen Evre / Declining)
Doğum oranları, düşük olan ölüm oranlarının da altına düşer. Bunun temel nedeni, çok düşük doğurganlık seviyelerinin yanı sıra, nüfusun yaşlanmış yapısı nedeniyle ölüm sayısının doğum sayısını aşmasıdır. Bu durum, nüfus miktarında azalmaya (negatif nüfus artışı) yol açar. Bu aşama, bazı gelişmiş ülkelerde (örneğin Japonya, Almanya, bazı Doğu Avrupa ülkeleri) gözlemlenmektedir.
Demografik Geçiş Sürecinin Sonuçları: Nüfus Yaşlanması
Demografik geçiş sürecinin en belirgin sonuçlarından biri nüfus yaşlanmasıdır. Nüfus yaşlanması, toplam nüfus içinde çocukların ve gençlerin oranının azalması, buna karşılık yaşlıların (genellikle 60 veya 65 yaş üstü) oranının göreceli olarak artması durumudur. Bu durum, demografik geçişin ileri aşamalarında düşen doğurganlık oranları ve artan yaşam beklentisinin bir sonucudur.
Bir toplumun "yaşlı" olarak kabul edilmesi için kullanılan eşik değerler farklılık gösterebilmektedir. Bazı çalışmalarda 65 yaş ve üzeri nüfusun toplam nüfustaki payının %8-10'u , bazılarında %15'i aşması gerektiği belirtilirken, daha ayrıntılı sınıflandırmalarda %10-19,9 arası "yaşlı", %20-29,9 arası "çok yaşlı", %30 ve üzeri "aşırı yaşlı" olarak tanımlanmaktadır.
Nüfus yaşlanması, toplumlar için çeşitli sosyo-ekonomik sonuçlar doğurmaktadır:
İşgücü Piyasası
Çalışma çağındaki nüfusun (genellikle 15-64 yaş) toplam nüfus içindeki payının azalmasıyla işgücü açığı ortaya çıkabilir. Yaşlı bağımlılık oranının (yaşlı nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı) artması, çalışan kesim üzerindeki yükü artırır.
Sosyal Güvenlik Sistemleri
Emeklilik maaşları ve yaşlılık sigortası harcamaları artar. Çalışan nüfusun azalması ve emekli sayısının artması, sosyal güvenlik sistemlerinin finansmanı üzerinde baskı oluşturur. OECD ülkelerinde emeklilik harcamalarının GSYİH içindeki payının arttığı gözlemlenmiştir.
Sağlık Harcamaları
Yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte kronik hastalıkların görülme sıklığı ve sağlık hizmetlerine olan talep artar, bu da sağlık harcamalarının yükselmesine neden olabilir. Ancak yaşlanmanın sağlık harcamaları üzerindeki etkisinin boyutu ve diğer faktörlerin (teknoloji, yaşam tarzı vb.) rolü konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.
Ekonomik Büyüme
İşgücü arzının azalması ve tasarruf oranlarındaki olası değişimler ekonomik büyümeyi yavaşlatabilir.
Bu sorunlara yanıt olarak birçok ülke, özellikle demografik geçiş sürecini tamamlamış olanlar, çeşitli politikalar uygulamaktadır. Bunların başında emeklilik yaşının yükseltilmesi gelmektedir. OECD ülkeleri arasında emeklilik yaşları farklılık göstermekle birlikte, genel eğilim emeklilik yaşını artırma yönündedir. Bazı ülkeler emeklilik yaşını beklenen yaşam süresindeki artışa endekslemiştir. Japonya gibi ülkeler, yaşlıların daha uzun süre işgücünde kalmasını teşvik eden düzenlemeler yapmıştır. Ayrıca, bazı ülkeler düşük doğurganlık oranlarını artırmaya yönelik pro-natalist politikalar izlemektedir.
Türkiye'de Demografik Geçiş Süreci
Türkiye, demografik geçiş sürecini yaşayan ülkelerden biridir. Avrupa ülkelerine kıyasla geçişe daha geç başlamış ancak süreci daha hızlı yaşamıştır. Türkiye'nin demografik geçişinin aşamaları farklı çalışmalarda değişik şekillerde tarihlendirilmiştir. Beş aşamalı modele göre bir sınıflandırma şu şekildedir:
Birinci Aşama (1923-1955)
Cumhuriyet'in ilk yılları, savaşların etkisiyle yüksek ancak dalgalı ölüm oranları ve yüksek doğum oranları ile karakterizedir. Nüfus artış hızı İkinci Dünya Savaşı yıllarında düşse de genel olarak pozitiftir. Bebek ölüm oranları çok yüksek, yaşam beklentisi düşüktür. Evlenme yaşı düşüktür. Nüfus yapısı çok gençtir. Bu dönemde nüfus artışını teşvik eden (pro-natalist) politikalar uygulanmıştır.
İkinci Aşama (1955-1985)
Ölüm oranları, özellikle bebek ölüm oranları, sağlık hizmetlerindeki gelişmelerle hızla düşmeye başlar. Doğum oranları yüksek kalmaya devam etse de 1960'lardan itibaren düşüş eğilimine girer. Nüfus artış hızı bu dönemin başında (1955-1960) Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaşır (%28,5 civarı) ve ardından düşmeye başlar. Kentleşme ve kırdan kente göç hızlanır. 1965'ten sonra nüfus artışını yavaşlatıcı (anti-natalist) politikalara geçilmiştir. Kadınların ortalama ilk evlenme yaşı yükselmeye başlar. Nüfus yapısı genç kalmaya devam eder.
Üçüncü Aşama (1985-2015)
Doğum oranlarındaki düşüş hızlanır. Toplam doğurganlık hızı bu dönemin sonunda yenilenme seviyesine (2,1 çocuk) yaklaşır veya ulaşır. Ölüm oranlarındaki düşüş devam eder ancak yavaşlar. Nüfus artış hızı belirgin şekilde azalır. Nüfus miktarı artmaya devam eder ancak artış hızı yavaşlar. Genç nüfusun (0-14 yaş) oranı azalırken, yaşlı nüfusun (65+ yaş) oranı artmaya başlar.
Dördüncü Aşama (2015- ~2060):
Toplam doğurganlık hızı yenilenme seviyesi civarında veya altındadır. Nüfus artış hızı düşmeye devam eder. Demografik momentum nedeniyle nüfus bir süre daha artmaya devam eder ancak artış çok yavaştır. Nüfusun 2060 civarında zirveye ulaşıp durağanlaşması veya azalmaya başlaması beklenmektedir. Nüfus yaşlanması belirginleşir, yaşlı nüfus oranının %15 eşiğini 2040'larda aşması öngörülür.
Beşinci Aşama (~2060 sonrası):
Nüfus projeksiyonlarına göre, doğum oranlarının ölüm oranlarının altına düşmesiyle nüfus miktarının azalmaya başlaması beklenmektedir. Nüfus yapısı daha da yaşlanacaktır.
Türkiye'de iller ve bölgeler arasında demografik geçişin hızı ve zamanlaması açısından farklılıklar gözlemlenmektedir. Özellikle batı bölgeleri geçiş sürecine daha erken girip daha ileri aşamalara ulaşmışken, doğu ve güneydoğu bölgelerinde doğurganlık oranları daha yüksek seyretmekte ve geçiş süreci daha yavaş ilerlemektedir. Nüfus yaşlanması Türkiye için de gelecekte önemli bir demografik ve sosyal politika konusu olmaya devam edecektir. Artan yaşlı nüfusun sosyal güvenlik ve sağlık sistemleri üzerindeki etkisi ve emeklilik harcamalarındaki artış dikkate alınması gereken konulardır.


