Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, animasyon film ve dizileri çocukluk döneminin güçlü kültürel ögelerinden biri hâline gelmiştir. Bu yapımlar yalnızca eğlence amaçlı içerikler olmanın ötesinde, toplumsal cinsiyet rollerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle 16 Ekim 1923 tarihinde Walt Disney ve kardeşi Roy O. Disney tarafından kurulan Walt Disney Şirketi, bu alanda dikkat çeken en önemli yapım şirketlerinden biri olmuştur.
Disney'in ilk uzun metrajlı animasyon filmi olan Snow White and the Seven Dwarfs (Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler), 21 Aralık 1937 tarihinde vizyona girmiştir. Böylece şirketin kadın temsiline yönelik ilk prenses figürü izleyiciyle buluşmuştur. Bu yapım ile başlayan ve üretim süreci hâlen devam eden Disney prenses figürleri, zaman içerisinde kadınlık ve erkeklik algılarının oluşumuna yönelik belirleyici etkiler yaratmıştır.
Disney'in erken dönem yapımlarında yer alan Pamuk Prenses, Sindirella gibi kadın karakterler genellikle pasif, itaatkâr ve kurtarılmayı bekleyen figürler olarak tasvir edilmiştir. Bu temsiller, kadının toplumsal rolüne dair belli başlı kalıpları yeniden üretmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda bu temsillerde önemli bir dönüşüm yaşanmış; daha bağımsız, kendi kaderini belirleyebilen kadın karakterlerin ön plana çıktığı gözlemlenmiştir.
Disney masallarında kadın figürlerinin tarihsel süreçte nasıl evrildiği, bu evrilmenin kız ve erkek çocuklar üzerindeki olası etkileri ile söz konusu dönüşümün ardındaki dinamikler, akademik araştırmaların konusu hâline gelmiştir.

(Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)
Disney Masallarının Tarihçesi ve Kadın Temsili
Walt Disney Şirketi, kuruluşunun ardından oluşturduğu içeriklerle çocuklar ve yetişkinler üzerinde geniş çaplı bir etki yaratmıştır. Şirketin 1937 yılında yayımladığı Snow White and the Seven Dwarfs (Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler), masalsı kadın figürlerinin sinematik temsillerine yön veren bir yapı taşı niteliği kazanmıştır.
1930 ve 1960 yılları arasında sunulan kadın karakterler genellikle sessiz, uysal ve sabırlı figürler olarak çizilmiştir. Bu temsillerde kadınların "iyi" olma koşulu, büyük ölçüde itaatkâr olmalarıyla ilişkilendirilmiştir. Söz konusu dönem yapımlarında öne çıkan bu temsillerin, izleyicilere belirli toplumsal cinsiyet kalıplarını dolaylı olarak aktardığı ve bu kalıpların içselleştirilmesine katkı sağladığı tespit edilmiştir. Bu temsillerin çocuklar üzerindeki etkilerini inceleyen çalışmalar özellikle 1980’li yıllardan itibaren artış göstermiştir. Örneğin, Mayes-Elma (2007) ile England, Descartes ve Collier-Meek (2011) tarafından yürütülen araştırmalarda, klasik prenses filmlerinin kız çocuklarında bedensel güzellik gibi kalıplaşmış yargıları pekiştirdiği; erkek çocuklarda ise “kurtarıcı” rolüne yönelik eğilimleri artırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca çocukların izledikleri karakterlerin, kimlik geliştirme süreçlerinde etkili olduğu belirlenmiştir.
Toplanan veriler, erken yaşlarda maruz kalınan içeriklerin, toplumsal normların oluşumunda aracı bir rol üstlendiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda Disney yapımlarının, çocukların toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algılarının şekillenmesinde önemli bir yer tuttuğu çeşitli akademik araştırmalarda ortaya konmuştur.
Figürlerdeki Evrim Süreci
Disney yapımlarında kadın karakterlerin temsili, zamanla toplumsal değişimlerin etkisiyle önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren geleneksel prenses imajı, yerini daha aktif, cesur ve bağımsız kadın figürlerine bırakmaya başlamıştır. Bu değişim, içerik üreticilerinin ve izleyici kitlesinin beklentilerindeki dönüşümle bağlantılı olarak değerlendirilmiştir.
1992 yılında yayımlanan Aladdin filminde yer alan Jasmine karakteri, evlilik kararı üzerinde söz sahibi olmak istemesiyle, klasik prenses tasvirlerinden farklı bir duruş sergilemiştir. 1998 yapımı Mulan ise, Disney tarihinde kadınların aksiyonel rollerde yer alabildiği bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Filmde, kadın baş karakterin savaş alanında erkek kılığına girerek toplumun normlarına meydan okuması, kadın temsiline ilişkin sınırların yeniden tanımlandığını göstermiştir.
2000’li yılların sonlarına gelindiğinde bu dönüşüm, farklı yapımlarla daha belirgin hâle gelmiştir. Brave (2012) filmindeki Merida karakteri ile Frozen (2013) filminde Elsa ve Anna karakterleri, bireysel özgürlük ve özerklik temalarını öne çıkaran figürler olarak dikkat çekmiştir. Özellikle Elsa’nın “Let It Go” adlı şarkısıyla sunulan anlatı, özgürleşme temasının bir simgesi hâline gelmiştir.
2014 yılında gösterime giren Maleficent (Malefiz) filmi, Disney’in klasik anlatılarında yapısal bir değişikliğe giderek Sleeping Beauty (1959) filminde kötü kalpli peri olarak tasvir edilen karakteri başrole yerleştirmiştir. Bu yeniden anlatım, izleyiciye prenses temsillerini, “iyi” ve “kötü” kavramlarını da sorgulatmaya başlamıştır. Bu dönüşüm sürecinin arka planında medya eleştirileri ve toplumsal taleplerin etkili olduğu görülmektedir. Toplumun değişen değer yargıları ve kadın rollerine ilişkin beklentileri, Disney’in kadın karakter temsillerinde yeni bir yönelimin oluşmasına neden olmuştur. Bu süreç, prenses figürlerinin rol modelliğindeki dönüşümün yalnızca temsili düzeyde değil, aynı zamanda çocuklara aktarılan değerlerin yeniden şekillenmesinde de etkili olabileceğine işaret etmektedir. Mevcut değişimin çocuklar üzerindeki etkilerinin daha derinlemesine incelenmesine yönelik araştırmaların gerekliliğini artmıştır.

(Görsel Yapay Zekâ ile Oluşturulmuştur.)
Prenseslerin Çocuklar Üzerindeki Etkilerine Yönelik Araştırmalar
Toplumsal cinsiyet rollerinin oluşumunda kültürel ürünlerin etkisi önemli bir araştırma alanı hâline gelmiştir. Bu bağlamda Disney prenses figürleri başta olmak üzere prenses temalı içeriklerin çocuklar üzerindeki etkileri birçok akademik çalışmaya konu olmuştur. Söz konusu araştırmalar, özellikle erken çocukluk döneminde bu içeriklerle kurulan ilişkinin toplumsal cinsiyet algıları üzerinde belirleyici olabileceğini göstermektedir. Bu konuda yapılan dikkat çekici çalışmalardan biri, Brigham Young Üniversitesi'nden Dr. Sarah M. Coyne ve araştırma ekibi tarafından yürütülmüştür. Araştırma, prenses kültürünün çocuk gelişimi üzerindeki etkilerini inceleyen uzun vadeli bir çalışmadır. 2016 yılında gerçekleştirilen ilk aşamada, 300’den fazla kız ve erkek çocuk ile ebeveynleri incelenmiştir. Araştırma bulguları, okul öncesi dönemde prenses temalı içeriklere yoğun biçimde maruz kalmanın, özellikle kız çocuklarında toplumsal cinsiyete dayalı kalıplaşmış yargıları pekiştirme eğilimi yarattığını göstermiştir. Bu çocukların geleneksel kadın rollerini benimsemeye daha yatkın oldukları gözlemlenmiş ve söz konusu içeriklerin erken yaşlarda cinsiyet algılarını sınırlayabileceği sonucuna varılmıştır.
Ancak 2019 yılında aynı örneklem grubu üzerinde yapılan takip çalışması, bu etkilerin zamanla değişebileceğini ortaya koymuştur. Çocukların ergenlik dönemine geçiş sürecinde, prenses kültürü ile etkileşimin toplumsal cinsiyet rollerine dair daha eşitlikçi tutumların gelişmesine katkı sağladığı tespit edilmiştir. Özellikle erkek çocukların duygularını ifade etme biçimlerinde artış gözlenmiş; cinsiyet eşitliği konusundaki tutumlarında daha olumlu bir değişim saptanmıştır. Bu bulgular, prenses kültürünün uzun vadede çocuk gelişiminde olumlu etkiler de yaratabileceğine işaret etmektedir.
Benzer şekilde, Ayşe Dilara Bostan’ın cinsiyet perspektifinden yürüttüğü tez çalışmasında da prenses figürlerinin zaman içindeki temsiliyet değişimi ele alınmıştır. Çalışmada, klasik, modern ve postmodern dönemlere ait prenses karakterlerinin, ait oldukları dönemin sosyokültürel dinamiklerini yansıttıkları ve bu çerçevede toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde rol oynadıkları saptanmıştır.
Bu araştırmalar, prenses figürlerinin toplumsal değerlerin aktarımında işlevsel bir araç olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu tür içeriklerin çocukların kimlik gelişimi ve toplumsal roller konusundaki algıları üzerindeki etkilerinin çok boyutlu biçimde incelenmesi önem taşımaktadır.

(Görsel Yapay Zekâ ile Oluşturulmuştur.)

