Diyarbakır mimarisi, tarih boyunca birçok medeniyetin egemenliği altında gelişmiş, farklı dönemlerin mimari anlayışlarını ve yerel kültürel dinamikleri yansıtan özgün ve çok katmanlı bir yapıdır. Kentin sivil, dini ve kamusal yapıları; bölgesel malzeme kullanımı, iklim koşulları ve toplumsal yaşam biçimlerine göre biçimlenmiş çeşitli mimari tipolojiler sunar. Surlar, camiler, kiliseler, medreseler, hanlar, hamamlar, köprüler ve geleneksel konutlar bu çeşitliliği yansıtan başlıca örneklerdir.
Sivil mimaride yoğunlukla kullanılan bazalt taş, hem dayanıklılığı hem de yerel temini nedeniyle tercih edilmiştir. Avlulu konut planı, mahremiyet, iklimsel denge ve geniş aile yapısı gibi unsurlar göz önünde bulundurularak biçimlenmiştir. Hanlar ise Osmanlı döneminde ticaretin gerektirdiği fonksiyonel mekânlar olarak şekillenmiş, kareye yakın planlar ve revaklı avlularla tanımlanmıştır.
Diyarbakır Surları (T.C. Diyarbakır Valiliği)
Tarihsel Arka Plan
Diyarbakır’ın mimari mirası, kentin tarih boyunca kesintisiz yerleşime sahne olmasıyla şekillenmiş çok dönemli bir yapı stoğunu barındırır. İlk mimari izler Roma ve Bizans dönemlerine kadar uzanmakta, bu dönemlerdeki kale surları ve bazı yapı kalıntıları günümüze ulaşmaktadır. 639 yılında gerçekleşen İslam fethinden itibaren kent, Emevi, Abbasi, Mervani, Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı gibi farklı siyasal otoritelerin yönetimine girmiştir. Bu yönetim silsilesi, mimariye farklı üslup ve tekniklerin dâhil edilmesini sağlamıştır.
Artuklular dönemi, Diyarbakır’ın İslami mimari repertuarında özgün örneklerin verildiği bir evredir. Bu dönemde cami, medrese, türbe ve köprü gibi yapılar artış göstermiş, süsleme teknikleri gelişmiştir. Osmanlı dönemi ise kentteki mimari üretimin yoğunlaştığı ve biçimsel bütünlüğün sağlandığı bir süreç olarak öne çıkar. Bu dönemde özellikle şehir içi hanlar, camiler ve kamu yapıları inşa edilmiş, klasik Osmanlı üslubu yerel malzeme ve işçilikle uyarlanarak uygulanmıştır.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte kentte modern kamu yapılarının inşasına geçilmiş, 1923-1950 yılları arasında valilik, hükümet konağı, adliye, hastane ve okul gibi yapılar eklenmiştir. Bu yapılar hem mimari anlayış hem de malzeme kullanımı açısından modernleşme sürecinin izlerini taşır ve kent dokusunda yeni bir dönem başlatır.
Malzeme ve Yapım Teknikleri
Diyarbakır’da geleneksel yapılarda temel yapı malzemesi olarak bazalt taşı öne çıkar. Bölgedeki volkanik faaliyetlerin bir sonucu olan bu taş, dayanıklılığı ve yerel erişilebilirliği nedeniyle hem sivil hem de kamusal yapılarda yaygın biçimde kullanılmıştır. Bazalt taş, hem taşıyıcı duvarlarda hem de cephelerde uygulanmış, özellikle oyma süslemelere uygunluğu nedeniyle tercih edilmiştir. Bunun yanında, kalker gibi dışarıdan getirilen daha yumuşak taş türleri ise genellikle süsleme ve detay işçiliklerinde kullanılmıştır.
Yapım tekniği olarak, taş duvar örgüsü ağırlıktadır. Geleneksel evlerde yığma sistem kullanılmış; duvarlar kalın tutulmuş, bu da hem taşıyıcılığı artırmış hem de iklim koşullarına karşı yalıtım sağlamıştır. Dam örtüsü olarak sıkıştırılmış toprak damlar uygulanmış; bu örtüler yaz aylarında sıcağa, kış aylarında ise soğuğa karşı iç mekânları koruyucu bir katman görevi görmüştür. Avlu içindeki yapı birimleri, mevsimsel kullanıma göre yönlendirilmiş biçimde konumlandırılmıştır.
Cumhuriyet dönemiyle birlikte betonarme yapı teknikleri ve modern inşa sistemleri kullanılmaya başlanmış; hükümet konağı, valilik binası, adliye ve okullar gibi kamu yapılarında hem simetrik plan düzenleri hem de sadeleştirilmiş cephe anlayışları benimsenmiştir. Bu dönemdeki bazı yapılarda betonarme strüktür, sıvalı yüzeyler ve düzenli pencere açıklıkları dikkat çeker.
Diyarbakır Evleri (Anadolu Ajansı)
Geleneksel Konut Mimarisi
Diyarbakır geleneksel konut mimarisi, sur içi yerleşim alanında şekillenmiş, yüksek duvarlarla çevrili, avlulu ve çok mekânlı yapılarla tanımlanır. Surların kent içi gelişimi sınırlandırması nedeniyle yapılaşma sık ve bitişik düzende gelişmiştir. Bu durum, dar sokak dokusu ve birbirine yakın evlerin oluşmasına neden olmuş; mahremiyetin korunması amacıyla yüksek dış duvarlar tercih edilmiştir.
Plan şeması avlu etrafında dizilen birimler üzerine kuruludur. Avlu; havuz, kuyu, eyvan, merdiven ve sergah gibi öğeleri barındırır. Eyvan, iklimsel geçişi sağlayan bir mekân olarak yerleşimin odağında yer alır. Konutlar, yazlık ve kışlık kullanımı gözeten çok işlevli mekânlara sahiptir. Oda sayısı, genellikle ailenin büyüklüğüne göre değişkenlik gösterir.
Süsleme, yapı elemanlarının bir parçası olarak avluya bakan cephelerde yoğunlaşır. Duvar yüzeylerinde geometrik motifler, taş dilimleri ve yazı süslemeleri dikkat çeker. Diyarbakır evlerinin belirgin örnekleri arasında Cemil Paşa Konağı, Ziya Gökalp Evi ve Cahit Sıtkı Tarancı Evi gibi yapılar yer alır. Bu konutlar, işlevsel planlama, malzeme kullanımı ve estetik detaylarla, bölgenin sosyal, iklimsel ve kültürel koşullarına özgü mimari kimliği yansıtır.
Cemil Paşa Konağı (T.C. Diyarbakır Valiliği)
Kamusal Yapılar
Diyarbakır’ın kamusal mimari mirası, dini yapılar, hanlar, hamamlar, medreseler, çeşmeler ve kamu yönetimi binaları gibi çeşitli yapı tiplerini kapsar. Osmanlı döneminde yoğunlaşan bu yapı faaliyetleri, klasik üslubun yerel malzeme ve işçilikle sentezlendiği örneklerle temsil edilir.
Cumhuriyet döneminde, 1923-1950 arası inşa edilen kamu binaları, yeni rejimin idari yapılanmasını yansıtan simetrik ve sade mimari anlayışla tasarlanmıştır. Hükümet konağı, adliye, okul, hastane ve belediye yapılarında betonarme sistem ve sıvalı yüzeyler öne çıkmış; klasik bezeme unsurlarından büyük ölçüde uzaklaşılmıştır. Bu yapılar, modern devletin mekânsal ifadesi olarak kent merkezinde konumlandırılmıştır.
Dini Yapılar
Diyarbakır’daki dini yapılar, kentin çok kültürlü yapısının ve tarihsel sürekliliğinin mimari yansımalarıdır. Söz konusu yapılar İslam, Hristiyanlık ve Süryani geleneklerine ait farklı inanç topluluklarına hizmet etmiş; cami, mescit, kilise ve türbe gibi çeşitli tipolojilerde inşa edilmiştir. İslamî dönem mimarisi, 7. yüzyılda Hz. Ömer döneminde başlayan Arap fethiyle birlikte başlar ve sonraki Emevi, Abbasi, Mervani, Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde gelişerek sürer.
En erken ve önemli örneklerden biri olan Diyarbakır Ulu Camii, 1091 yılında Artuklular tarafından inşa edilmiş; dört eyvanlı avlu düzeni, taş işçiliği ve kitabeleriyle dikkat çeker. Caminin mimarisi, Emeviye Camii’ne benzerliğiyle tanımlanır. Avlu revakları ve cephelerde yer alan yazıtlar, dönemin epigrafik ve süsleme anlayışını yansıtır.
Diyarbakır Ulu Camii (T.C. Diyarbakır Valiliği)
Osmanlı dönemine ait Behram Paşa Camii, merkezi planlı yapısı ve minber kitabeleriyle öne çıkar. Yine Osmanlı döneminden Ali Paşa Camii, Fatih Paşa Camii, Hz. Süleyman Camii, Şeyh Mutahhar Camii gibi yapılar, kare planlı minareleri ve cephe yazıları ile tanımlanır. Minareler, Diyarbakır’da özellikle yazıtların yoğunlaştığı mimari unsurlar arasındadır. Örneğin, dört ayaklı minare mimarisiyle bilinen Şeyh Mutahhar Camii, bölgeye özgü formu temsil eder.
Diyarbakır surlarındaki Yedi Kardeş, Ulu Beden ve Keçi burçlarında yer alan kitabeler, İslami dönem yapı yazıtlarının en erken örneklerini teşkil eder. Bu yazıtlar, dekoratif öğelerle birlikte yerleştirilmiş, zaman zaman hayvan figürleriyle bir arada kullanılmıştır. Yazıt dili ağırlıklı olarak Arapça, Osmanlı Türkçesi ve Farsça’dır; erken dönemde kufi, sonraki dönemlerde celi sülüs, ma’kıli ve celi ta’lik yazı stilleri görülür.
Kentte ayrıca Mar Petyun (St. Peter) Kilisesi, Keldani Kilisesi ve Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi gibi Hristiyan yapıları da bulunmaktadır. Bu yapılar bazalt taşla inşa edilmiş; yüksek duvarlı avlular, kemerli girişler ve merkezi plan düzenlemeleriyle dikkat çeker. Özellikle Meryem Ana Kilisesi, özgün ikonaları, sütunlu iç avlusu ve ahşap oymalarıyla tanımlanır.
Dini yapıların kentteki dağılımı, mahalle kimliği ve sosyal organizasyon açısından da belirleyici olmuş; bu yapılar ibadet işlevinin ötesinde eğitim, sosyalleşme ve toplumsal dayanışma alanları olarak işlev görmüştür.
Hamamlar
Diyarbakır’da hamamlar, kamusal hijyen, sosyal etkileşim ve kent estetiği bakımından Osmanlı döneminden itibaren önemli işlevler üstlenmiş yapılardır. Özellikle ticaret merkezleri, cami külliyeleri ve yoğun yerleşim alanları çevresinde konumlandırılmışlardır. Geleneksel Osmanlı hamam mimarisi doğrultusunda; soyunmalık (soğukluk), ılıklık ve sıcaklık bölümleri içeren üçlü mekânsal organizasyona sahiptirler. Bu bölümler, ısıtma sistemi ve su dağıtımıyla işlevsel bütünlük içinde çalışır.
Diyarbakır’daki başlıca hamamlar arasında Melik Ahmet Paşa Hamamı, Çardaklı Hamam, Vahap Ağa Hamamı, Beylerbeyi Hamamı ve Hasan Paşa Hanı çevresindeki hamamlar yer alır. Bu yapılarda ana yapı malzemesi bazalt taştır. Duvarlar kalın tutulmuş, kubbeler tonozlarla desteklenmiştir. Hamamların önemli bir bölümü tonoz örtülü soyunmalık ve kubbeli sıcaklık bölümleriyle tanımlanır. Bazılarında halvet hücreleri (özel yıkanma alanları) da mevcuttur.
Genel olarak mimari tasarımda sadelik ön planda tutulmuş, bezeme unsurları sınırlı tutulmuştur. Ancak bazı örneklerde giriş cephelerinde taş süsleme detayları ve yazıt kuşakları görülür. Diyarbakır hamamları, kentteki sosyal yaşamın fiziksel izdüşümünü yansıtan, dayanıklı taş mimarisiyle yerel üretimin bir parçasıdır.
Hanlar ve Medreseler
Diyarbakır’daki hanlar ve medreseler, kentin tarihsel ticaret ve eğitim ağı içinde üstlendiği merkezi rolün mimari izdüşümünü oluşturur. Hanlar, özellikle Osmanlı döneminde gelişmiş ticaret sisteminin bir parçası olarak inşa edilmiş; medreseler ise İslam dünyasının eğitim geleneğini sürdüren kurumsal yapılar arasında yer almıştır.
Kentte tespit edilen 25 Osmanlı dönemi hanından Deliller Hanı, Hasan Paşa Hanı, Çifte Han ve Sülüklü Han gibi örnekler günümüze ulaşmıştır. Bu yapılar, genellikle avlu etrafına dizilmiş revaklı odalardan oluşur. Planlar çoğunlukla kare ya da dikdörtgene yakın düzendedir ve iki katlı olarak düzenlenmiştir. Deliller Hanı (1527-1528) ve Hasan Paşa Hanı (1574-1575) gibi örneklerde bazalt taş kullanımı, dayanıklılığı ve yerel estetikle bütünleşmeyi göstermektedir. Hanlarda konaklama, depo ve ahır gibi işlevsel mekânlar bir arada düzenlenmiştir. Bu binalar, kuzey-güney ve doğu-batı aksında gelişen çarşı kurgusuyla bütünleşmiş, kentsel ticari dokunun çekirdeğini oluşturmuştur.
Deliller Hanı (T.C. Diyarbakır Valiliği)
Medreseler, mimari yapılarıyla hem eğitim hem dini işlevi bir arada barındırır. Diyarbakır’daki başlıca örnekler arasında Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri yer alır. Bu yapılar, dikdörtgen planlı avlular çevresinde, eyvanlı düzenlemeler ve dershanelerle tanımlanır. Mesudiye Medresesi’nde yer alan çok dilimli kemer formundaki mihrap ve duvar yüzeylerini dolaşan kitabe kuşakları, yazı süslemeciliğinin öne çıkan örneklerini yansıtır. Bu medrese, Selçuklu mimarisinin İran’daki Büyük Selçuklu camileriyle yazı programı açısından benzerlik gösterir.
Hanlar ve medreseler, bulundukları dönemin mimari üslubunu yansıtan özgün yapılar olmalarının yanı sıra, işlevsellik ve yerel malzeme kullanımı bakımından da kentin karakteristik taşra mimarisine örneklik eder.
Kentsel Doku ve Koruma Durumu
Diyarbakır’ın kentsel dokusu, özellikle sur içi (Suriçi) bölgesinde yoğunlaşan geleneksel yerleşim örüntüsüyle karakterize edilir. Roma döneminden itibaren şekillenmeye başlayan bu doku, İslam fethi sonrasında çok katmanlı bir gelişim izlemiştir. Sur içindeki yapılaşma, sınırlı alanda artan nüfusa bağlı olarak sıkışık ve dar sokaklı bir yerleşim biçimini ortaya çıkarmıştır. Evlerin bitişik nizamda, yüksek avlu duvarlarıyla birbirinden ayrılması, mahremiyeti korumaya yönelik geleneksel anlayışı yansıtır.
Kentsel mekânın bu yapısı, avlulu evler, cami, han, hamam ve çarşı gibi işlevsel yapıların iç içe geçtiği bir bütünlük sergiler. Özellikle mahalle camileri çevresinde yoğunlaşan yerleşim, sosyal merkezleri belirleyen çekirdekler oluşturur. Suriçi’nde yer alan geleneksel Diyarbakır evleri, iklim koşulları ve sosyal yapıya uyumlu planlamalarıyla dikkat çeker. Bu yapıların çoğu bazalt taştan inşa edilmiştir ve özgün süsleme detaylarına sahiptir.
Koruma durumuna ilişkin olarak, 2000’li yıllardan itibaren Suriçi bölgesinde kamu kurumları ve özel girişimlerle restorasyon çalışmaları artış göstermiştir. Özellikle tescilli sivil mimarlık örneklerinin turizme kazandırılmasına yönelik projeler yürütülmektedir. Ancak yapı stokunun bir kısmı harap durumda olup; geç müdahaleler, malzeme uyumsuzlukları ve işlevsel dönüşümler nedeniyle özgünlüğünü yitirmiş örnekler de mevcuttur.