İnsan, bilgi edinme ve çevresine uyum sayesinde hayatta kalabilir ve bunu da eğitimle başarır. "Bilgelik sevgisi" anlamına gelen felsefe kendini, çeşitli düşünce akım ve anlayışlarıyla ortaya koyar. Her felsefî yaklaşım bir varlık, bilgi, insan, ahlak, devlet ve toplum düşüncesine sahiptir. Keza ontoloji, epistemoloji, etik, devlet ve toplum felsefesi, zihin felsefesi, dil felsefesi, kültür felsefesi, eğitim felsefesi gibi çeşitli disiplinlerden oluşur. Eğitim felsefesi eğitimin eleştirel, mantıkî, kavramsal, derinlikli, tutarlı, felsefe tarihine dönüşler yaparak, "rasyonel" bir çerçevede ele alınmasıdır. Eğitim felsefesi ister kural koyucu, ister analitik ve eleştirel eğitim felsefeleri olsun, ontoloji, epistemoloji, etik, devlet ve toplum felsefeleri gibi disiplinlerin eğitimdeki karşılıklarıyla ilgilidir.
Felsefe insanı düşünmeye sevkeden, eleştirel ve sorgulayıcı düşünme becerisi kazandıran, hayata ve dünyaya bakışını rasyonel ve tutarlı hale getiren, bu konuda çözümler sunan teorik bir bilme alanıdır. Eğitim felsefesi, eğitim programlarının hazırlanmasına, eğitimin kavramsal yapısının oluşturulmasına, amaçlarının tespitine, içerik ve hedeflerin tutarlı şekilde ortaya çıkmasına, eğitimsel sorunların tartışılması ve çözüm yollarının tespitine, kavramlar ve değerler arasındaki çelişkilerin giderilmesine katkıda bulunur. Eğitim felsefesi eğitimin teorik ve pratik yapısı üzerine bir düşünme faaliyeti olarak "eğitim nedir, eğitimin anlamı nedir, insan doğası nedir, insan niçin eğitilmelidir, eğitimde neler, niçin okutulmalıdır, eğitimin amaçları nedir, devlet ve toplum yapısı içinde eğitimin yeri ve işlevi nedir, eğitim ve etik ilişkisi nasıl kurulabilir" gibi sorularla kendisini üreten eğitime ilişkin felsefedir. Ayrıca eğitim ve öğretim, bilgi ve program, devlet ve siyaset, birey ve toplum gibi doğrudan ya da dolaylı olarak eğitimle ilgili kavramların çözümlenmesinde, eğitimin teorik ve pratik bir tutarlık içinde ortaya çıkmasında; insanın inancı, değerleri, kişilik ve benlik yapısı gibi etik ve metafizik konuların tartışılmasında merkezî bir öneme sahiptir.
Modern toplum yapılarındaki bu temel konumundan ötürü eğitim, "bilimsel" ve "felsefî" açıdan ele alınmaya ihtiyaç duyulmuş, bunun sonucu olarak da XIX. yüzyılın sonlarına doğru "eğitim bilimleri" ve "eğitim felsefesi" gibi felsefî ve akademik çalışma alanları ortaya çıkmıştır.
J. Dewey'in Eğitim Ansiklopedisi'ne yazdığı "Eğitim Felsefesi" maddesi, eğitim felsefesinin çağdaş bir form kazanmasında öncü çalışmalardan biri olmuştur. Bu çalışmada eğitim-felsefe ilişkisi, "1. Felsefenin kendisi genel bir eğitim teorisidir; bu anlamda üst düzey bir eğitimdir. 2. Filozoflar eğitim üzerine sistematik düşünceler üreterek eğitim teorisi ve pratiğine katkı sağlar" şeklinde kurulmuştur.
Filozoflar, ilk çağdan itibaren eğitimin doğasını ve insan dünyasındaki yerini aydınlatacak şekilde görüşler ortaya koymuşlardır. Öte yandan, eğitim, bir varlık (ontoloji), bilgi (epistemoloji), ahlak (etik), devlet-toplum ve kültür anlayışı içinde ortaya çıkar; bu yönüyle de felsefe "genel bir eğitim teorisi" olarak görünür.
Modern eğitim felsefesi büyük ölçüde pragmatizm içinde şekillenmiş, çağdaş felsefenin bir disiplini olarak ifade bulmuştur. Pragmatizmin eğitim alanındaki etkisi özellikle ilerlemecilik ve yeniden yapılandırmacılık üzerinden 1950'li yıllara kadar yoğun bir şekilde sürmüştür. Bu tarihlerden sonra ortaya çıkan analitik eğitim felsefesi evresinde C.D. Hardie, R.S. Peters, I. Scheffler, P.H. Hirst gibi felsefeci ve eğitimciler, eğitim felsefesini analitik felsefe ile buluşturmuşlar; kural koyucu söylemlere ve metafizik açıklamalara düşmeden eğitimin doğası; epistemolojik, etik, politik ve kültürel yapısıyla ilgili kavramların, önermelerin, varsayımların mantıksal analizi üzerinde durarak eğitimsel önermeleri, kavramlar ve yargılar arasındaki çelişkilerden arındırmaya çalışmışlardır. Hardie analitik yaklaşımı, eğitim felsefesinde uygulamaya çalışan kişilerden biri olarak Cambridge analitik okulunun görüşlerini ve onun felsefî yöntemini takip ettiğini belirtmiş, mevcut eğitimsel teorileri savunmak ve geliştirmek yerine onları analitik felsefenin bakış açısıyla ele almayı ve içeriklerini analiz etmeyi tercih etmiştir. G. Ryle filozofları "pedagojinin grameri" olarak adlandırdığı bir etkinliğe, eğitimdeki "öğrenme", "öğretme", "öğretim" ve "sınav" gibi temel kavramları analiz etmeye davet etmiştir. I. Scheffler de "felsefe" ve "eğitim felsefesi" terimlerinin belirsizliği üzerinden hareketle, "eğitim felsefesinin, nadiren eğitim pratiğiyle ilgili anahtar kavramların titiz mantıksal analizi olarak anlaşıldığını" belirterek bunun gerekliliği ve önemi üzerinde durmuştur.
Varoluşçuluk ve eğitim ilişkisi tartışılması gereken bir diğer başlıktır. Varoluşçu felsefenin sorunu, bir teori ve kavram olarak değil, yaşayan bir gerçeklik olarak insan sorunudur. İnsan başlıca benlik, özgürlük, sorumluluk, değer, kaygı, bağlanma kavramları bağlamında anlaşılır. Bu açıdan bakıldığında varoluşçu eğitimin öncelikle üzerinde odaklandığı konu kendini inşa etme ve varoluşsal bilinçlenmedir. Varoluş, insanın kendi seçimi ve ürünüdür. Eğitim, bu seçimi ve eylemi yapabilmek için gerekli olan aydınlanmanın ve erginliğin temelini oluşturur.
Eleştirel pedagoji felsefî bağlamlarıyla önemli bir yaklaşımı temsil eder. Eleştirel pedagoji, özellikle Frankfurt okulunun eleştirel yaklaşımından ve Marksizm'in temel kavramlarından ve önermelerinden hareketle eğitim sorununa yaklaşım göstermiş, sınıfsal mücadele, eşitlik, özgürlük, adalet gibi politik-ideolojik kavramlar çerçevesinde kapitalist neo-liberalist sistemlerde eğitimin toplumsal eşitsizliği sürdürmenin temel aygıtı olarak işlev gördüğü, bu şekilde tasarlandığı görüşünü ileri sürmüştür. Bütün eleştirel filozoflarda yer alan toplumsal sınıf bilinci, eleştirel pedagojinin çıkış noktasını oluşturur. Eğitim, öne çıkardığı değerleri ve öğretim programı ile belirli bir sınıfın, belirli bir ideolojinin iktidar ve egemenliğine hizmet eder; bu şekilde toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliğin sürmesine yönelik bir aygıt olarak işlev görür.
Postmodernizm, eğitim felsefesi açısından özgün bir içerik sunsa da belirli bir tez ortaya koymaz, daha çok modernizmin önermelerine doğrudan ya da dolaylı şekilde eleştiri getirir. Bu sebeple onun formüle edilmiş tezleri değil, daha çok eleştirileri vardır. Her ne kadar tam olarak örtüşmeseler de ilerlemecilik, yapılandırmacılık, eleştirel pedagoji başta olmak üzere bazı felsefe ve eğitim felsefesi akımlarında postmodernist eğitim anlayışının ilke ve görüşlerine rastlamak mümkündür.
Eğitim felsefesi kendi bünyesinde çeşitli akımlarla da karakterize edilebilir. Eğitim felsefesi akımları veya eğitim teorileri, felsefenin kavramsal ve soyut yapısı yanında eğitimin somut şartlarına odaklanmış; eğitimin ontolojik, epistemolojik, etik, sosyal-politik ve kültürel boyutlarına yönelik yaklaşımlardır. Platon'la (Eflâtun) başlayan bu ilgi, analitik felsefeye kadar normatif-preskriptif bir özellik göstermiş, analitik felsefeyle eğitimin kavramlarının ve önermelerinin çözümlenmesine odaklanılmış, eleştirel felsefede ise eğitimin ideolojik uygulamalar çerçevesinde eleştirisi söz konusu olmuştur. Bu teoriler, eğitimin doğasından program boyutuna, içeriğinden ahlaksal yapısına, bir bütün olarak ontolojik, epistemolojik, etik, kültürel, sosyal-politik içeriklerle eğitimin nasıl olacağı ve nasıl olması gerektiği konusuyla ilgilidir. Eğitim felsefelerinin, tek bir felsefî akımdan esinlenmeleri şartı yoktur; bazıları iki ya da üç felsefî akım içinde yer alabilirler.
İlerlemecilik (Progressivizm) XX. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan bir eğitim anlayışıdır. Öğretmen ve konu merkezli eğitim uygulamalara tepki olarak doğmuş, aşırı disiplinci uygulamalardan uzak, çocukların kendilerini rahat ve özgür hissedecekleri bir ortamda, ilgileri ve ihtiyaçları, kapasite ve yetenekleri doğrultusunda etkinlikte bulunabilmelerini ilke edinen; deneyimi, yaparak yaşayarak öğrenmeyi, esnek ve serbest eğitim programını esas alan bir yaklaşımdır.
Daimicilik (Perennializm) ise felsefe tarihi içindeki kökleri Sokrat, Platon, Aristo, Fârâbî ve T. Aquinas'a kadar geri giden bir eğitim felsefesidir. Zihin ve irade terbiyesinin öne çıktığı bu yaklaşımda eğitimin amacı, insan ruhunun yeryüzünde yüzyıllar boyu belirli süreçlerden geçerek ürettiği kalıcı bilgi ve değerleri yetişmekte olan yeni kuşaklara aktarmak ve özümsetmektir. Zihni aktif kılmak, entelektüel kişiliğin oluşumu temel hedeftir. Akıl eğitilip bedene ve duygulara hâkim kılındığında, birey bir "ahlakî kişilik" (şahsiyet) olarak ortaya çıkar.
Daimici eğitim anlayışında kalıcı bilgi ve değerler, onları temsil etme liyakatinde olan öğretmen tarafından öğrencilere aktarılır. Bilimdeki, felsefedeki, sanat ve edebiyattaki "klasikler"in okutulup öğretilmesi, yeni nesillere bir ruh ve ideal olarak yansıtılması önemlidir. Bilim, sanat ve edebiyat klasikleri, doğruyu, iyiyi ve güzeli aramanın özünü yansıtan örneklerdir. Öğretmen bu perennial (kalıcı) değerlerin temsilcisi durumunda, irade ve ruh terbiyesinin örnek şahsiyeti olarak sınıfta bulunur.
Esasîcilik-özcülük (Essentializm) idealizmden, özellikle de realizmden etkilenen bir eğitim felsefesi akımıdır. Realizmin varlık, bilgi ve ahlak anlayışında dış gerçeklik üzerine yapılan vurgu, özcü yaklaşımın ontolojik, epistemolojik, etik, sosyal ve kültürel temel eğitimsel ilkelerini de oluşturur. Çağdaş eğitim felsefesi yaklaşımlarından biri olarak özcülük, mevcut eğitim sisteminin nitelikten yoksun, yararsız ve yetersiz bir eğitim sistemi olduğunu iddia etmiştir. Buna göre ilerlemecilik akademik standartları düşük zihinsel donanım açısından yetersiz, sorumluluk duygusu gelişmemiş, disiplin alışkanlığı olmayan, duyusal, zihinsel ve davranış biçimleri anlamında dikkati dağınık bireylerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Eğitimi, bireyin gelecekteki eylemlerini daha iyi ve daha verimli hale getirmede işlev görecek deneyimler kazandığı süreç olarak tanımlayan Bagley'e göre, iyi bir eğitim, geleneksel konulardan oluşan bir çekirdek müfredata dayanmalıydı. Eğitim, iyi vatandaş yetiştirme hedefine yönelik olduğu için bütün çocuklara ve vatandaşlara eşit düzeyde sunulması gerekiyordu.
Yeniden yapılandırmacılık (Reconstructionism) ilerlemeci yaklaşımın içinden, onun bazı yönlerine getirdiği eleştiri ve eklemelerle, "yeni bir ilerlemecilik tarzı" olarak ortaya çıkmıştır. Yapılandırmacı sistemde, kalıcı-mutlak bilgi ve değer söz konusu değildir. Değişim fikri, ilerlemecilikte olduğu gibi yapılandırmacılıkta da temel ilke durumundadır. Her an her şey değişiyorsa, kalıcı bilgi ve değer aramak boşunadır.
Müfredat konusunda, ilerlemecilikte olduğu gibi, yeniden yapılandırmacılıkta da sabit bir eğitim tanımının, sabit ve değişmez bir eğitim programının olamayacağı anlayışı hâkimdir. Yeniden yapılandırmacılar, geleneksel eğitimin öğretmen, bilgi ve program merkezci yaklaşımına karşı çıkmakta ilerlemecilerle birleşirler. Kişisel ve sosyal sorunların çözümünde öğrencilerin aktif ve duyarlı hale getirilmeleri gerektiğini söylerler. Öğrencilerin ilgi ve yeteneklerinin dikkate alınması gerektiği konusunda ilerlemecilerle aynı görüşü paylaşırlar. Yeniden yapılandırmacılık, geleneksel bilgi, geleneksel müfredat, geleneksel okul anlayışına karşı çıkmakta ilerlemeci yaklaşımla benzeşir; toplumun, kültür ve medeniyetin yeniden yapılandırılması konusunda eğitime önemli roller yükler. Toplumsal reform ve ıslahat konusunda ilerlemeci anlayış demokrasi üzerinde vurgu yaparken yeniden yapılandırmacılık eğitim üzerinde durur. Bilim ve eğitim, toplumun bir refah toplumu haline gelmesi yolunda güçlü bir araçtır.
Kültür ve medeniyetlerin kendi inanç, ruh ve metafizik dünyasına dair bir algısı ve bunların doğrultusunda bilgi ve mana/kavrama tarzı vardır. Türkler'in eğitimi de bulundukları coğrafya ve yaşam biçimleri doğrultusunda kendine özgü bir anlayış ve gelenek inşa etmiştir. İslam öncesi Türk toplumlarındaki eğitim felsefesi, birey, devlet ve yer-gök birlikteliğine dayalı dünya görüşüne dayanır. İnsanın türeyişi, varlığı ile özgür yaşama ve dünya hâkimiyeti iradesi eğitimin zihni arka planını oluşturmuştur. Orhon yazıtlarındaki kut anlayışına, Gök Tanrı'ya ve oradan alınan meşruiyetle devlete ve özgürlüğe yapılan vurgu insan ve topluma yansımıştır.
Türkler'in IX. yüzyıldan sonra peyderpey müslüman olmasıyla tabiat, tanrı, varlık, insan ve devlet anlayışlarında önceki hayatlarıyla ilişkili yeni kavrayışlar ortaya çıkmıştır. Ancak her halükârda müslüman Türkler'in bilgi, değer ve metafizik dünyalarının belirleyici unsuru İslam'ın değerleri olmuştur. Türk devlet ve toplumlarının eğitim ve bilgi kavrayışını IX. yüzyıldan sonra başta Maveraünnehir bölgesi âlim ve mutasavvıfları olmak üzere, İslam filozofları belirlemiştir. Kabaca XX. yüzyıla kadar, genelde bütün müslüman toplumların özelde Türkler'in bilgi, değer ve eğitim felsefelerini belirleyen erken dönem filozoflardan Râzî, Kabîsî, Kindî, Kuşeyrî, Câhiz, Fârâbî, Gazzâlî, Sühreverdî, İbn Cemâa, İbn Sînâ, İbn Bâcce, İbn Rüşd, İbn-i Arabî ve İbn Haldun başta gelen isimlerdir.
Erken dönem müslüman âlim-filozofların önemli etkinlik ve yetkinliklerinden biri kendilerinden önceki kültür ve medeniyetlerle komplekssiz irtibat kurmak ve oradan hareketle özgün bir sentez geliştirebilmektir. Bu sayede, Antik Yunan ve Doğu Roma felsefelerini hem şerh hem de tadil ve tenkit süzgecinden geçirdikten sonra kendi dünya görüşlerini üretmişlerdir. Örneğin Platon'dan etkilenmiş olsa da Fârâbî'nin devlet, toplum ve insan anlayışı ile Aristo'yu kendine hoca bilen İbn Sînâ ve İbn Rüşd'ün bilgi, değer ve eğitim felsefeleri birbirinden farklıdır. Müslüman filozofların mantık, akıl ve deney-gözlem gibi bilgi ve kavrama araçları XIII. yüzyıldan itibaren modern Avrupa'nın fikrî zemini olmuştur.
Fârâbî, insanın yaratılış amacını iki dünyada da en yüksek mutluluğa erişmek şeklinde açıklamıştır. Saadete erişmek araçlarla mümkündür ve bu araçların başında ise baba, hoca ve sultan gelir. Diğer bir ifadeyle insanın bilgilenmesi bu üç şahsın sorumluluğundadır. En yüksek iyilik kemale ulaşmaktır ve bu ancak devlet sayesinde gerçekleşir. Bu bakımdan ideal devlet, adil, yönlendirici, faziletlerin, ilmin ve sanatların muhafızıdır. Fârâbî, talim ve terbiye kavramlarını ayıran ilk filozof olmuştur. Ona göre, öğretim şehirlerde nazarî olgunluktur, eğitim ise ahlakî faziletlerin bireyde tezahürüdür.
İslam dünyasının inanç temellerini yeniden tanzim eden filozoflardan Gazzâlî'nin eğitim felsefesine göre, "bilme iştiyakı ve şüphe cesareti" esastır. Bilgi, bilinen şeylerin mahiyetine tâbidir. İnsan her varlığı anlayacak kapasitede değildir. Varlıklar ve varlık alanları farklı mahiyetlere sahiptir. Görünüşe ait bilgi tecrübîdir, bu muhakemeye dayalıdır. Buna aklî bilgi denir. Eşyanın hakikatine dair de bilgiler vardır. Bunlar tecrübî ve aklî yollarla değil kalp, keşif ve müşahede ile elde edilebilir. Gazzâlî'nin kalp, keşif ve müşahede bilgi teorisi, Pascal'ın "kalp gözü" ve Bergson'un "sezgici" yaklaşımıyla mukayese edilmiştir.
Akla, rasyonel düşünceye yaptığı vurguyla öne çıkan İbn Sînâ'ya göre başlıca fazilet ve ahlak esasları iffet, şecaat, hikmet, adalet, cömertlik, kanaat, sabır, kerem yumuşaklık, metanet, sadakat, vefa, utanma, sır saklama, sözünde durma ve tevazudur. İnsana bu esasları kazandıran eğitimdir. Eğitimin amacı, zaten mükemmel yaratılan insanın yeteneklerini üst düzeyde ortaya çıkarmak ve yüce yaratıcıyı tanımaktır. Zira eğitim ve bilgi üretimi "aklî tasavvuf" sisteminin temel unsurudur. İbn Sînâ, eğitime dair farklı tasnifler yapmasının yanında oyuna önem vermesi, çocuk ve tabiat ilişkisine vurgu yapması, meslek eğitimini öncelemesi, eğitimde teknoloji kullanımını önemsemesi, muallimin öncelikle çocuğu ruhu dâhil her yönüyle tanımakla işe başlaması gibi hususlara çektiği dikkatle XVIII. yüzyılın modern pedagoglarıyla (başta J. Locke, Rousseau vd.) karşılaştırılmış ve pek çok bakımdan onların öncüsü kabul edilmiştir.
Müslüman dünyanın insan, varlık, tabiat, tanrı, bilgi/bilmek ve hayat gibi felsefî meselelerine teorik katkı yapanlardan biri de İbn Tufeyl'dir. İbn Tufeyl, akıl sayesinde insanın mutlak hakikate vasıl olabileceğini iddia ederken, birlikte/toplum halinde yaşamanın zaruretini dile getirmiştir. Hayy bin Yakzan adlı eseri D. Defoe'nin Robinson'una ilham olmuş bir metindir. Ancak Defoe, yaratılmış her şeyin insanoğlunun hizmetine ve insanlığa miras olduğunu gururla savunurken, İbn Tufeyl insanı tabiata, diğer canlılara karşı sorumlu tutmuş ve ortaklaşa bir hayatı zorunlu görmüştür. Ona göre, yaratıcı her canlıya dolu ve mutlu bir yaşam sürmeleri için gerekenleri vermiştir. Nitekim XIX. yüzyıla kadar müslümanların mekân tasavvuru, tabiatla ilişki biçimi bu felsefe doğrultusunda gelişmiş denilebilir. Söz gelimi yaralı leylekler için vakıf kurmak, tabiata karşı sorumluluktan kaynaklanan bir zihniyete dayanmaktadır. İbn Tufely üzerine son zamanlarda yapılan çalışmalar, modern eğitim felsefecilerinin ondan derinden etkilendiğini ortaya koymuştur. Nitekim "çocukların zihinsel gelişimlerinin doğası üzerine yaptığı çalışmalarla meşhur İsviçreli biyolog/pedagog J. Piaget, çocukluk üzerine İbn Tufeyl'dekinden çok da farklı olmayan bir teori geliştirmiştir. Keza, psikanaliz teorisyeni E. Erikson, insan gelişiminin psikolojisi üzerine, İbn Tufeyl'in Hayy'da tasvir ettiği kişilik modeline yakın bir noktaya gelmiştir.
İbn Haldun da tesis ettiği "ilm-i umran"da devlet ve toplum yapısının kurulma ve devam sürecinde âlime, bilgiye ve mektebe hususi bir yer ayırmıştır. İnsana dair yüksek yeteneklerin, bilim, kültür ve sanatların ancak şehirlerde üretilebileceğini söyleyen İbn Haldun, devletin bilgi üretmek ve yaymak hususundaki görevini hayatî görmüştür.
XII. yüzyıldan itibaren daha çok Türkistan, Anadolu ve Kafkas coğrafyasında etkili olan Balasagunlu Yûsuf, Kâşgarlı Mahmud, Ahmed Yesevî, Edip Ahmed, Yûnus Emre, Hacı Bektaş Velî, Mevlânâ, Şeyh Edebâli, Nasreddin Hoca gibi edip, mutasavvıf âlim ve ahlakçı toplum önderleri, Türk dünyasının eğitim felsefesini inşa eden isimlerdir. Medrese, tekke, zaviye başta olmak üzere, cami, mescit, kütüphane vb. mekânlarda teşekkül eden bilgilenme ve eğitim modern dönemde apayrı bir veçheye evrilmiştir. Modern dönemin en belirgin niteliği, giderek din ve gelenekten arınmış meşruiyete dayalı kamusal kitle eğitimidir. Dolayısıyla da XVIII. yüzyıldan sonraki eğitim felsefesi ile öncesi birbirinden ayrı değerlendirilmelidir. Bu dönemde ortaya çıkan ideolojiler ve ona paralel evrilen devlet ve toplum modelleri kendilerine göre yeni eğitim felsefeleri üretmişlerdir. Her ideolojinin ideal bir devleti, toplumu ve onu inşa edecek bir eğitim sistemi zuhur etmiştir. Modern dönemin bütün eğitim felsefeleri zihniyet temelini bu gelişmelerden alır. Günümüzde de bütün dünyada hâkim hale gelen çağdaş eğitimin felsefesi, modernizmin türevidir denilebilir.
Osmanlı toplumuna Tanzimat'tan itibaren modern eğitim kurumları ve onun pratikleri tedricen ve tereddütle dâhil oldu. Bu sürecin netameli yanı, modern eğitim Batı dünyasında kendine özgü bir felsefî temele sahipken, Osmanlı dünyasında söz konusu temelden mahrum olmasıdır. Tanzimat'tan bu yana Türkiye'de eğitim üzerine duran kişiler ve kurumlar çoktur. Ancak modern eğitimin paradigmasına katkı verici düzeyde bir eğitim felsefesinden, felsefecisinden ve kuramından bahsetmek zordur. Bu noktada Emrullah Efendi eski ile yeni arasında farklı bir örnektir. Onun "terbiye felsefesi" çalışmaları tekemmül edememiştir. II. Meşrutiyet'ten itibaren modern eğitimin felsefî temellerini inşa eden düşünürlerden Ziya Gökalp'in eğitim tasavvuru büyük ölçüde Emile Durkheim'in teorilerine dayanır. Prens Sabahattin, Le Play ve E. Demolins'i takip ederken; İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu pek çok Batılı eğitim filozofundan hareketle "içtimaî mektep" prensibini oluşturmuştur. Erken Cumhuriyet dönemi eğitim politikacıları ve planlayıcıları ise davet ettikleri Amerikalı, Alman ve Fransız eğitim uzmanlarının felsefeleri doğrultusunda bir eğitim sistemi inşa etmeye çalışmışlardır. Burada J. Dewey pragmatizmi ile Durkheim ahlak anlayışı ve toplumsalcılığı öne çıkmıştır. Mustafa Şekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu, Erol Güngör gibi aydınlar da eğitim felsefesi üzerine dursalar da ortaya koydukları metinler daha ziyade deneme tarzındadır. Bununla birlikte Türkiye'de "eğitim felsefesi" başlıklı ilk kitabı Hilmi Ziya Ülken 1967'de yazmıştır.
Cumhuriyet dönemi eğitim felsefesi toplumcu bir paradigmaya sahiptir. Toplum bireyden önce gelir. 1947 sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ile imzalanan bir dizi anlaşma ile Türk eğitim sistemi ve felsefesi hızla yön değiştirmiştir. Yurt dışına gönderilenler döndüklerinde Amerikan davranışçılığını savunmaya başlamışlardır. Türk eğitim sistemi 2000'li yıllara kadar Amerikan davranışçılığının etkisinde kalmıştır. 2005'te yapılan kapsamlı değişimle davranışçılıktan yapılandırmacılığa geçilmiştir. Bu değişim toplumcu eğitimin felsefesinden bireyci eğitim felsefesine geçişi ifade etmektedir.
Eğitim felsefesi, 1964'te Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'nin kurulmasından sonra öğretmen yetiştiren fakültelerde hem bir ders hem de kürsü haline gelmiştir. Bu tarihlerden sonra az sayıda eğitim felsefecisi yetişmiş, çoğunluğu tercüme, derleme ve deneme tarzında çalışmalar üretilmiştir. Necmettin Tozlu, Sabri Büyükdüvenci, Ahmet Cevizci, Saffet Bilhan vd. Türkiye'de eğitim felsefesine katkı verenlerin başında gelmektedir.
XX. yüzyılın hâkim modern eğitim paradigması karşısında müslüman duyarlılıkla özgün eğitim felsefesi geliştiren müslüman düşünürler de vardır. Mesela Pakistanlı şair ve düşünür Muhammed İkbal ferdiyete büyük değer vermesine karşın toplumsal değerleri ihmal etmeyerek yeni bir pencere aralamıştır. Ona göre çağdaş toplumların çoğu insan için büyük sıkıntı kaynağıdır ve çağı karakterize eden yıkım, çatışma ve adaletsizliğin kırılması ancak gerçek bir eğitimle mümkündür. Gerçek eğitim de ancak modern ideolojiler gibi insanı sınırlayan dayatmalardan kurtulup özgür bir zihniyetle elde edilebilen bir değerdir. İslam tam da bunun için vardır. Eğitimin özü tevhit olmalıdır. Zira tevhit hadis olan her şeyden ve herkesten bağımsız olmayı sağlar.
Endonezyalı Nakîb Attâs da bu alandaki arayışları ile dikkat çeken bir diğer isimdir. Attâs, eğitim ve bilgi felsefesinin zeminini Kur'an ve Hz. Peygamber'e dayandırarak eserlerinde bilginin kökenlerine dair derinlikli sorgulamalar yapmıştır. Eğitimi popüler anlamıyla "talim ve terbiye"den farklı olarak "te'dip" (edep sahibi kılma) kavramıyla karşılayan Attâs, eğitim kavramını mânâ, bilgi (ilim), adalet, hikmet gibi bir dizi İslamî kavram perspektifinde epistemolojik bir tarif üzerinden aktarmıştır. Ona göre, bilginin amacı insanı vatandaş ya da toplum üyesi yapmak için değil, onu iyi bir insana dönüştürmek olmalıdır. İyi bir vatandaş, iyi bir işçi zorunlu olarak iyi bir insan değildir. Ama iyi bir insan mutlak şekilde iyi bir vatandaş ve iyi bir işçidir. Attâs, müslüman dünyanın karşı karşıya kaldığı en temel meselenin "karışık ve bozuk bilgi" olduğunu belirtmiştir. Bu sebeple, müslümanların öncelikle doğru bilgi üretimi, aktarımı meselesine eğilmelerini, bunun da üniversitede olabileceğini söylemiştir.
Yine bu anlamda Bilginin İslamlaştırılması tezi ile XX. yüzyılın sonlarında dikkat çeken İsmâil Racî Fârûkî de İslam dünyasında var olduğunu söylediği epistemolojik bunalımını aşmak için yeni bir eğitim sistemi önermiştir. Buna göre müslüman dünyada İslamî bilgilerle din dışı ilimler orantısı ve dengesi bir birliktelik içerisinde zihinleri parçalamaktadır. Bu durumdan kurtulabilmek için İslamî değerler ile modern bilgi oranında çatışma değil uyum arayışı ile yeni bir terkibe ulaşılmalı böylece erişilecek bilgi İslamîleştirilmiş olacaktır.