el-Mûcez fi’t-Tıbb (el-Mûcez), XIII. yüzyılda yaşamış olan İbn Nefis (İbnü’n-Nefîs) tarafından kaleme alınmış genel tıp konulu bir eserdir. Müellif, İslam tıp geleneği içerisinde önemli bir bilim insanı olarak tanımlanmış; bazı kaynaklarda “İkinci İbn Sînâ” olarak anılmıştır. İbn Nefis’in “İkinci İbn Sînâ” olarak anılması, onun hem filozof-hekim geleneğine bağlılığını hem de Galenik–İbn Sînâcı teoriyi İslami bilim perspektifi içinde yeniden işleyen bir müellif olduğunu ortaya koyar. İbn Nefis’in bilimsel itibarının temelinde özellikle pulmoner dolaşımı (küçük kan dolaşımı) Harvey’den yüzyıllar önce açıklamış olması yer alır. el-Mûcez, onun tıp alanındaki başlıca eserleri arasında kabul edilmektedir. Eser, İbn Sînâ’nın el-Kânûn’una bir şerh olarak kabul edildiğinden bazı kaynaklarda Mûcezü’l-Kânûn adıyla da anılmaktadır.
Eserin Surûrî şerhine dayanan nüshası giriş, besmele ve hamd ile başlar. Müellif bu bölümde “her dâiye deva kıldığını”, yani her hastalığın bir karşılığının bulunduğunu belirtir; tıp ilminin ehemmiyetini ve sağlığın korunmasının insan bedeninin muhafazasıyla mümkün olduğunu vurgular. Bu vurgu, eserin yalnızca hastalık tedavisine değil, hıfzıssıhha ve koruyucu hekimliğe de yöneldiğini gösterir.
Eserin Tarihsel Bağlamı ve el-Kanun fi’t-Tıbb ile İlişkisi
el-Mûcez, telif edildiği dönemden itibaren tıp eğitiminde merkezi bir yer edinmiş ve uzun süre medreseler ile darüşşifalarda ders kitabı olarak okutulmuştur. Eserin, İbn Sînâ’nın el-Kânûn fi’t-Tıbb’ı ile ilişkisi üzerine iki yaklaşım bulunmaktadır: Birinci görüş, el-Mûcez’i el-Kânûn'un bir özeti olarak kabul eder; ikinci görüş ise eseri el-Kânûn'un “genişletilmiş bir hülâsası” şeklinde tanımlar. Bu ikinci tanım, eserin hem özetleyici hem de geliştirilmiş bir mahiyete sahip olduğunu, ayrıca kullanım kolaylığı bakımından tıp okullarında el-Kânûn’un yerini aldığını ifade eder.
İbn Nefis’in pulmoner dolaşım konusundaki buluşu, onun yalnızca İbn Sînâ’yı takip eden biri olmadığını; gerektiğinde klasik teoriyi tashih eden bir otorite olduğunu gösterir. Bu bağlamda el-Mûcez, basit bir “muhtasar”dan ziyade, el-Kânûn sistematiğini koruyup XIII. yüzyıl bilgi birikimiyle güncelleyen ve pedagojik açıdan daha erişilebilir bir tıp kompendiyumu niteliği taşır.
Eserin Yapısı: Dört Fen
Eser, sistematik bir bütünlük içinde düzenlenmiş dört ana fenden oluşur. Surûrî nüshasının girişinde, önemli kavramların ve konu başlıklarının yer aldığı, fihrist işlevi gören tablolar bulunmaktadır. Bu özellik, eserin pratik kullanım amacına uygun biçimde tasarlandığını gösterir.
Dört fen şu konuları kapsar:
- Birinci Fen - Tıbbın Teorik Kaideleri: Tıbbın nazarî ve amelî esasları; dört unsur, dört hılt, dört mizaç teorisi; anatomi, fizyoloji, etiyoloji ve teşhis yöntemleri.
- İkinci Fen - İlaçlar ve Gıdalar: Basit ve mürekkep ilaçlar ile sağlıklı ve hastalıklı hâllerde uygulanacak beslenme rejimleri.
- Üçüncü Fen - Özel Patoloji: Organların sırayla ele alındığı baştan ayağa sistemlere göre hastalıkların sebepleri, belirtileri ve tedavileri.
- Dördüncü Fen - Genel Patoloji ve Cerrahi: Ateşli ve bulaşıcı hastalıklar, cerrahi durumlar, mafsal hastalıkları, dermatoloji ve toksikoloji.
Bu yapı, modern tıp eğitimindeki ayrımlarla benzerlik göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Birinci Fen: Tıbbın Teorik Kaideleri
Birinci fen, “Kavâid-i cüzü’t-tıbb” başlığı altında teorik ve pratik tıbbın esaslarını açıklar. Dört unsur ve dört hılt teorilerinin esas alındığı bu kısımda fiziksel ve ruhsal fonksiyonlar, mizaç türleri ve organların mizaca bağlı eğilimleri ele alınır.
Anatomi bölümünde basit ve mürekkep organlar tanıtılır; sinirlerle ilgili kısımda kranial sinirlerin ayrıntılı şekilde incelendiği görülür. Fizyolojik açıklamalar ise ruh teorisi çerçevesinde yapılır; beynin hangi bölümünün hangi fonksiyonu üstlendiğine dair bir şema bulunduğu aktarılır.
Etiyoloji bölümünde hava şartları, iklim ve güneşin etkisi gibi çevresel faktörler üzerinde durulur. Nabız ve idrar gibi teşhis araçları ile bunların hıltlar ve çevresel değişkenlerle ilişkisi açıklanır.
İkinci Fen: İlaçlar ve Gıdalar
Bu fen, farmakoloji ve diyetetiği kapsar. Basit ilaçların çoğunu bitkisel droglar oluşturur; zencefil, akasya, soğan, bakla, kereviz, kimyon, dut, zeytin, helile, nilüfer, nesrin ve fülfül gibi maddelerin özellikleri ve kullanım amaçları anlatılır. Droglar kısmen alfabetik bir sırayla verilmiş olsa da düzen tam anlamıyla muntazam değildir. Ayrıca çeşitli hayvan etleri ve bunların sıhhi özellikleri gibi gıda konuları da incelenmiştir.
Üçüncü Fen: Organ Hastalıkları (Özel Patoloji)
Üçüncü fen, klasik “baştan ayağa” tertibine göre organ hastalıklarını işler. Baş ağrıları, duyu organları hastalıkları, göğüs ve akciğer rahatsızlıkları, mide, karaciğer, bağırsak ve makat bölgesi hastalıkları bu kısımda yer alır. Üriner sistem hastalıklarının yanı sıra jinekoloji, androloji ve “bah” bahsiyle cinsellik ve kadın hastalıkları ele alınır.
Dördüncü Fen: Genel Patoloji, Cerrahi ve Toksikoloji
Dördüncü fen, spesifik bir organa bağlı olmayan genel hastalıklarla ilgilenir. Hummalar, veba, cüzzam ve uyuz gibi bulaşıcı hastalıklar; mafsal hastalıkları; cerrahi müdahale gerektiren urlar ve şişler; saç, deri ve toksikoloji konuları bu bölümde işlenmiştir. Surûrî şerhinde, bulaşıcı hastalıkların zararlı hıltlardan kaynaklandığı belirtilmiş; tedavi için kusturucu ve müshil ilaçlar ile kafur, cıva, kükürt, gül suyu ve şahtere suyu gibi maddeler önerilmiştir. Hamam uygulaması da fazlalıkların giderilmesi için tavsiye edilmektedir.
Zehirlenmelere karşı genel tedavi olarak zeytinyağı ve kusturma yöntemi tavsiye edilir; kuduz hayvansal zehirlenme türlerinden biri olarak ele alınır.
Eser üzerine kaleme alınmış çok sayıda şerh bulunmaktadır. el-Mûcez’i şerh eden en önemli isimler arasında Nefîs b. Avad el-Kirmânî (ö. 853/1449), Mahmûd b. Ahmed el-Emşâtî (ö. 901/1496), Sedîdüddîn Muhammed b. Mes‘ûd el-Kâzerûnî (ö. 744/1344) ve Cemâleddîn Aksarâyî (ö. 791/1388-89) yer almaktadır.
Osmanlı Dönemi Tercümeleri ve Şerhleri
el-Mûcez, Osmanlı döneminde de tıp eğitiminde önemini korumuş ve çok sayıda şerhe konu olmuştur. Türkiye kütüphanelerinde çok sayıda nüshası bulunan eser iki kez Türkçeye çevrilmiştir.
Ahmed b. Kemâl’in Türkî Mûcez Tercümesi
İlk Türkçe tercüme, 948 (1541-42) yılında tamamlanmıştır. Bu çeviri, modern kaynaklarda sıklıkla II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemi hekimbaşısı Ahî Çelebi'ye (ö. 1524) atfedilmiş olsa da bu atıf tartışmalıdır. Kaynaklar, çevirinin müterciminin Edirne Bayezid Dârüşşifâsı tabiplerinden Ahmed b. Kemâl olduğunu belirtmektedir. Nitekim Kâtip Çelebi de Keşfü'z-Zünûn'da mütercimi Ahmed bin Kemâl olarak kaydetmiştir.
Ahmed b. Kemâl, eserine Türkî Mûcez adını vermiştir. Mütercim, eserin sebeb-i te'lîf bölümünde, tıp kitaplarının çoğunlukla Arapça ve Farsça olması nedeniyle "Türk dilinde de tıptan istifade edilmesi" amacıyla bu çeviriyi yaptığını belirtir. Bu çeviri, Kanûnî Sultan Süleyman'ın vezirlerinden Süleymân Paşa'ya sunulmuştur. Ahmed b. Kemâl'in çalışması, el-Mûcez'in Arapça metnini içermeyen, doğrudan bir Türkçe tercümedir.
Surûrî’nin Şerh-i Mûcez fi’t-Tıbb’ı
XVI. yüzyılda yaşamış Surûrî (Muslihiddin Mustafa b. Şâban), el-Mûcez’i hem tercüme etmiş hem de şerh etmiştir. 959/1552 tarihli bu eser, Arapça metnin her cümlesinin önce orijinal hâliyle verilmesi, ardından Türkçe tercüme ve açıklamasının sunulması bakımından özgün bir yöntemle yazılmıştır. Surûrî, metin ile şerhi birbirinden ayırmak için özel bir düzen kullanmış ve zaman zaman başka kaynaklara da başvurmuştur. Bu yöntem, eseri sade bir tercümeden çıkararak XVI. yüzyıl Osmanlı tıbbı için gelişmiş bir öğretim materyaline dönüştürmüştür. Eserin 2022 yılında Türkiye Yazma Eserler Kurumu tarafında tahkikli neşri yapılmıştır.
Emir Çelebi ve Enmûzecu’t-Tıbb
XVII. yüzyılda hekimbaşı olan Emir Çelebi’nin Enmûzecu’t-Tıbb adlı eseri, isim benzerliğinin ötesine geçerek el-Mûcez ile doğrudan bir ilişkiye sahiptir. Yapılan karşılaştırmalar, Emir Çelebi’nin el-Mûcez’in yazım düzenini esas aldığını, bazı bölümleri birebir alıntıladığını ve Türkçeleştirilmiş biçimde eserine kattığını göstermiştir. Özellikle “Süt Azlığı” bölümünde bu paralellik belirgindir. Bu durum, el-Mûcez’in XVII. yüzyılda dahi Osmanlı tıbbının temel kaynaklarından biri olduğunu göstermektedir.


