KÜRE LogoKÜRE Logo
Ai badge logo

Bu madde yapay zeka desteği ile üretilmiştir.

Eramine-i Acem

fav gif
Kaydet
kure star outline

Eramine-i Acem, 1550–1800 yılları arasında Osmanlı coğrafyasında faaliyet gösteren, Safevî İranı menşeli Ermeni tüccar topluluğudur. İsfahan’daki Yeni Culfa’dan gelen bu tüccarlar, ipek, gümüş, kıymetli madenler ve çeşitli ticari malları taşıyarak Osmanlı ile İran ve Avrupa arasında önemli bir ticaret ağı kurmuşlardır. Hanlarda konaklayıp mallarını depolayan bu gezgin tüccarlar, zamanla Osmanlı şehirlerinde koloniler oluşturmuş, yerel Ermenilerle kaynaşmış ve hem Osmanlı ekonomisini hem de Safevî ticaretini etkilemişlerdir. Ancak 18. yüzyılın sonlarına doğru kara ticaretinin zayıflaması, denetimlerin artması ve yerelleşme süreçleriyle birlikte etkileri azalmıştır.

Tanım ve Arka Plan

Eramine-i Acem, Osmanlı arşiv belgelerinde 16. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkan bir tanım olup, temelde Safevî İranı menşeli Ermeni tüccarları ifade eder. Bu topluluk çoğunlukla İsfahan’ın Yeni Culfa mahallesinden, yani Şah Abbas’ın 1604 sonrası politikalarıyla yerlerinden edilen ve İran iç ticaretinde önemli roller üstlenmeye başlayan Ermenilerden oluşmaktaydı. Osmanlı belgelerinde bu tüccar grubu bazen “Acem Ermenileri”, bazen sadece “Acem tüccarları” ya da “bâzergân-ı Acem” şeklinde anılmaktadır. Tanımdaki “Acem” ifadesi, Safevî coğrafyasını (modern İran) işaret ederken, “Ermeni” kimliği hem etnik hem de dinsel bir farkı yansıtmaktadır.


Bu tüccar grubu, yalnızca mal taşıyan gezginler değil; aynı zamanda Osmanlı taşrasında ticari koloniler oluşturan, hanlar etrafında yerleşen ve zamanla yerli Ermeni topluluklarıyla iç içe geçen bir sosyal yapıya sahiptir. İlk kuşakları İran menşeli olan bu tüccarların çocukları genellikle Osmanlı topraklarında doğmuş ve yaşamış, bu durum da yerel toplumla etkileşimlerini güçlendirmiştir. Ancak bu kimlik, her zaman Osmanlı merkezi otoritesi ve yerel halk için “dışarıdan gelen unsur” olarak görülmüş; bu nedenle hem vergi uygulamaları hem de yerel ticari rekabet bakımından tartışmalara konu olmuştur.


Eramine-i Acem’in Osmanlı coğrafyasındaki faaliyeti, esas olarak Safevî-Osmanlı ticari ilişkileri ve Doğu Akdeniz/Avrupa iç ticareti bağlamında şekillenmiştir. 1550–1800 yılları arasında aktif olan bu tüccar grubu, İran’dan getirdikleri ham ipeği, kıymetli madenleri ve doğal ürünleri Batı Anadolu, Rumeli ve Avrupa pazarlarına taşırken; karşılığında gümüş, sikke, tekstil ürünleri ve başka ticari metalar alarak İran’a dönerlerdi. Bu döngüde Erzurum, Tokat, Sivas, Kayseri, Bursa, İzmir, İstanbul gibi şehirler ticaret güzergâhlarının kavşak noktalarını oluşturmuştur.


Safevî politikaları açısından, Şah Abbas döneminde İran dışına yönelen ticaretin önlenmesi hedeflenmiş, ancak Yeni Culfa Ermenileri bu süreçte devlet destekli imtiyazlarla önemli tüccar sınıfı haline gelmişlerdir. Buna karşılık, Osmanlı Devleti de, hem Safevî ticaretini denetleme hem de Batı ile rekabette avantaj sağlama amacıyla bu tüccarları kendi topraklarında görece serbest bırakmıştır. Ancak bu durum, gümrük ve vergi politikaları açısından zaman zaman gerilim yaratmış; özellikle gümüş ve akçe çıkışı Osmanlı maliyesi açısından hayati bir sorun haline gelmiştir.


Bu bağlamda Eramine-i Acem, yalnızca ticari değil, aynı zamanda devletler arası rekabetin, sosyoekonomik yapının ve kültürel etkileşimin temsilcisi olarak değerlendirilmelidir. Onların faaliyetleri, Osmanlı taşrasındaki ekonomik canlılığı artırmakla birlikte, devletin vergi kontrolü, maden dolaşımı ve nüfus hareketliliği gibi birçok alandaki düzenlemelerini de doğrudan etkilemiştir. Bu nedenle “Eramine-i Acem”, Osmanlı erken modern döneminin ticaret-toplum-devlet üçgeninde önemli bir kavramsal düğüm noktası olarak ele alınmalıdır.


1550-1800 döneminde bu tüccarlar, Anadolu coğrafyasını kesen uluslararası ticaret yollarının dışında kalan küçük kasaba ve kentlerde kendi ticari sahalarını oluşturmuşlardır. Ticari faaliyetlerinin genişlemesi, Acem tüccarlarını hanlarda uzun süre kalmaya ve yerel tacirlerle iş birliği yapmaya yöneltmiştir. Ancak bu faaliyetler, tüccarların vergi yükümlülükleri ve yerel unsurların mal alışverişlerindeki ticari öncelikleri konusunda yerelden önemli bir muhalefetle karşılaşmıştır. Özellikle 1550'lerden sonra çıkarılan birçok emir, Acem tüccarının Osmanlı merkeziyle çatışmaktan olabildiğince kaçındığını, ancak gümrük vergisi ödemekten sıklıkla kaçtıklarını ve ticari düzenlemeler konusunda pazarlık yaptıklarını göstermektedir. Bu tüccarların ticari aktiviteleri, gümüş ve ipek gibi malların dolaşımı ile hanların rolü üzerinden incelenmektedir.

Ticaret Ağı ve Coğrafi Dağılım

Eramine-i Acem’in Osmanlı coğrafyasındaki ticaret faaliyetleri, yalnızca ana ticaret yolları ile sınırlı kalmayıp, Anadolu’nun iç bölgelerinde, genellikle ikinci dereceden görülen birçok kent ve kasabayı da kapsayan yaygın bir ticari ağ oluşturmaktaydı. 1550–1800 dönemi boyunca bu tüccarlar, Osmanlı’nın doğu sınırlarından başlayarak Batı Anadolu’ya ve oradan Avrupa içlerine kadar uzanan güzergâhlarda etkinlik göstermişlerdir.

Osmanlı kara ticareti bakımından klasik üç ana yol tanımlanır:


  • Sağ kol: Üsküdar–Gebze–Konya–Adana–Halep hattı,


  • Sol kol: Üsküdar–İznik–Erzurum–Tebriz rotası,


  • Orta kol: Üsküdar–Tokat–Malatya–Diyarbakır–Kerkük–Basra güzergâhı.


Eramine-i Acem’in hareketliliği bu güzergâhlarla sınırlı kalmamış; Anadolu’nun merkezî ve kuzey kentleri olan Tokat, Amasya, Kayseri, Ankara ve Sivas gibi bölgelerde ikinci derecede merkezler kurmuşlardır. Özellikle Tokat-Sivas ekseni, hem doğu-batı hem kuzey-güney yönünde mal değişiminin kritik noktalarıydı. Tüccarlar, ipek ve değerli maden taşımanın yanı sıra, bu yerleşimlerde yerel pazarlarla da doğrudan ilişki kurmuş, böylece sadece transit ticaret değil, yerel ticari sirkülasyon da yaratmışlardır.


Ticaret için kullanmış oldukları 3 yol güzergahı mevcuttu:


  • Üsküdar–Gebze–Konya–Adana–Halep hattı,


  • Üsküdar–İznik–Erzurum–Tebriz rotası,


  • Orta kol: Üsküdar–Tokat–Malatya–Diyarbakır–Kerkük–Basra güzergâhı.


Erzurum, bu ticaret ağının doğu kapısı niteliğindeydi. İran’dan gelen kervanlar Erzurum’da ilk gümrük işlemlerine tabi tutulur, ardından mallar ya burada satılır ya da transit olarak Batı’ya gönderilirdi. Erzurum’un yanı sıra, Van, Bayezid, Diyarbakır, Tokat, Kayseri, Bursa, İzmir ve İstanbul gibi merkezler bu ağın kesişim noktaları olarak öne çıkar. İzmir, özellikle 17. yüzyıldan itibaren Batı’ya açılan liman olarak Ermeni tüccarların en fazla yoğunlaştığı şehirlerden biri haline gelmiştir.


Osmanlı Anadolusu’nda Acem Tüccarların Coğrafi Dağılımı (Cahit TELCİ - İrfan KOKDAŞ)

Bu ağ sadece kara yollarıyla sınırlı değildi. Karadeniz limanları (Samsun, Trabzon, Ünye, Sinop) ve Kırım üzerinden Rusya’ya yönelen deniz hattı, Ermeni tüccarların kuzeyle de ilişki kurmalarını sağlıyordu. 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Karadeniz ticaretinde, özellikle Trabzon-Karasu hattında Acem tüccarlarının etkinliği dikkat çekmiş; Kırım’da “Acem Mahallesi” gibi yerleşim örnekleri ortaya çıkmıştır.


Bu geniş coğrafi dağılım, Ermeni tüccarların sadece taşıyıcı değil, aynı zamanda yerelleşen, hatta Osmanlı kent toplumlarıyla bütünleşen aktörler olduklarını göstermektedir. Yollar, sadece malların değil, bilgi, haber, para ve kültürel etkileşimin de dolaştığı mecralar haline gelmiştir.


Acem tüccarlarının ticari ilişkileri, Anadolu'dan Balkanlar'a, çeşitli Avrupa ülkelerine, Rusya ve Hindistan'a kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır

Hanlar ve Ticaret Mekanları

Eramine-i Acem’in Osmanlı ticaret sahasındaki en görünür mekânsal izlerinden biri, hanlar etrafında gelişen ticari yapıdır. Bu hanlar, yalnızca konaklama işlevi görmeyip aynı zamanda malların depolandığı, ticaretin yapıldığı ve yerel halkla etkileşimin gerçekleştiği çok işlevli ticari merkezler olarak faaliyet göstermiştir.


Birçok Acem tüccarı belirli hanlarda yıllarca konaklamış, bu konaklamaların hem ticari pratiklerin doğası hem de vergisel muafiyet beklentileriyle ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Hanlarda uzun süre kalmak, geçici bir tüccar görüntüsü yaratıp yerel vergilerden muaf olma taktiğiyle açıklanmaktadır. Aynı zamanda bu durum, Acem tüccarlarının sadece mal taşıyıcısı değil, yerel üretim ve tüketim zincirine entegre aktörler olduklarını gösterir. Tarihsel belgelerde geçen “Acem Hanı” tanımı, bu tüccarların sıkça kullandığı hanların zamanla adlarını almasına neden olmuştur. Bu hanlar, çoğu zaman farklı isimlerle inşa edilmiş olsa da, kullanan gruplara göre adlandırılmış ve bu isimle kalıcı hafızaya kazınmıştır. Örneğin Balıkesir’deki Hacı İlyas Paşa Hanı zamanla “Acem Hanı” olarak anılmıştır.


Erzurum’daki Taş Han (Rüstem Paşa Hanı) ve Gümrük Hanı, Acem tüccarlarının Doğu’dan gelen kervanlarla konakladığı temel mekânlardandır. Aynı şekilde, Samsun, Trabzon, Kırım-Karasu gibi görece uzak bölgelerde dahi Acem tüccarlarının yoğun olarak kaldığı hanlara dair kayıtlar bulunmaktadır. Bu hanlar, tüccarların mal güvenliği, haberleşme, ortaklık kurma ve yerel ağlara erişim açısından merkezi rol oynamıştır.


Tüccarların faaliyet gösterdiği hanlar aynı zamanda vakıf gelirlerinin bir parçası olarak devlete veya yerel idarelere ekonomik katkı sunmaktaydı. Bu nedenle hanlardaki faaliyetler, sadece ticari değil, aynı zamanda kamusal ve yönetsel denetim mekanizmaları ile de iç içeydi. Ticaretin merkezileştiği bu hanlar, Ermeni tüccarları ile yerel Osmanlı halkı arasındaki sosyal temas noktaları olarak da işlev görmüştür.


Eramine-i Acem, Osmanlı coğrafyasındaki ticari varlığını büyük ölçüde ipek ticareti üzerine inşa etmiş olmakla birlikte, bu görünür alanın ötesinde oldukça karmaşık ve stratejik değeri yüksek bir ticaret faaliyet ağına sahiptir. Özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda Anadolu’dan geçen Acem Ermeni tüccarlarının, sadece İran ipeğini Osmanlı pazarına taşıyan aktörler değil, aynı zamanda gümüş, sikke, kıymetli maden, tekstil ürünleri, bakır, balmumu, sabun, deri, yapağı ve pamuk gibi pek çok malın hem taşıyıcısı hem de alıcısı/satıcısı oldukları görülmektedir.


Osmanlı ve Avrupa arasındaki ipek talebi, özellikle Hollanda ve Venedik gibi devletlerin etkisiyle yüksek seyretmiş, bu durum Ermeni tüccarlarının ara aktör pozisyonunu güçlendirmiştir. Şah Abbas’ın 17. yüzyıl başında Yeni Culfa’yı kurarak Ermeni tüccarları merkezileştirmesi, bu ticari yapının İran tarafından da resmî olarak desteklendiğini gösterir. Ermeniler, İran’dan aldıkları ham ipeği Erzurum, Tokat, Bursa ve İzmir gibi Osmanlı merkezlerinde işleyerek ya satmışlar ya da Batı’ya taşımışlardır.


Ancak ipek, bu ticari sistemin yalnızca vitriniydi. Asıl stratejik ürün, Osmanlı’dan doğuya taşınan gümüş ve akçe idi. Bu madenler, Safevî ordusunun ve hazinesinin finansmanı açısından hayatiydi. Acem tüccarları, Osmanlı şehirlerinden (özellikle İzmir, İstanbul, Bursa) büyük miktarda kıymetli maden ve sikke toplayarak İran’a götürmüşlerdir. Bunun karşılığında Osmanlı piyasasında dolaşımda olan değerli metaller azalmış; bu durum özellikle Osmanlı’nın para krizleri (1550–1650) döneminde büyük kaygı yaratmıştır.


Eramine-i Acem ayrıca bölgesel mal değişimi açısından da kritik bir rol üstlenmiştir. Örneğin, Kırım-Karasu hattında bu tüccarlar, sadece İran menşeli ürünleri değil, Anadolu’nun doğusundan elde ettikleri yerel ürünleri de (bakır, balmumu vb.) farklı bölgelere taşımışlardır. Aynı şekilde, Osmanlı’dan İran’a sadece ham ipek ya da maden değil, tekrar satılmak üzere alınan yerli ürünler de taşınmıştır.

Vergilendirme, Kaçakçılık ve Devletle İlişkiler

Eramine-i Acem’in Osmanlı topraklarındaki faaliyetleri, devletin ekonomik ve siyasi çıkarlarıyla zaman zaman örtüşmüş, zaman zaman ise sert çatışmalara neden olmuştur. Özellikle tüccarların vergisel yükümlülüklerden kaçınma stratejileri, Osmanlı merkezi yönetimini sürekli bir denetim, müdahale ve düzenleme sürecine sevk etmiştir.


1550’lerden itibaren Osmanlı idaresi, Ermeni tüccarların gümrük ödemeleri, sikke ve maden çıkışı gibi konularda düzensiz hareket ettiklerini fark ederek, çeşitli emir ve fermanlar yayınlamıştır. Bu belgelerden anlaşıldığına göre, tüccarlar genellikle:


  • Hanlarda uzun süre kalarak yerleşik esnaf gibi görünmemeye çalışmışlar,


  • Güzergâhlarını değiştirerek gümrük noktalarını atlamışlar,


  • Mallarını başka adlarla (kişisel kullanım vs.) göstermişler,


  • Gümrük memurlarıyla anlaşarak eksik beyanda bulunmuşlardır.


Örneğin, Bursa gibi önemli bir merkezde malların yüklerinin çözülmesine müsaade edilmeyip doğrudan İstanbul’a gönderilmesi gerektiği yönünde emirler çıkarılmıştır. Geyve, İzmit, Mudanya gibi gümrük noktalarından gizli geçişler, devletin mallara el koymasına ve tüccarlara ceza uygulamasına yol açmıştır.

Osmanlı Devleti, bu faaliyetleri hem iktisadi istikrar hem de maden kontrolü açısından tehdit olarak değerlendirmiştir. Gümüş ve sikkenin İran’a çıkışı, özellikle savaş dönemlerinde (örneğin Osmanlı–Safevî Harpleri) gizli ekonomik yardım olarak yorumlanmış ve sınır kapılarında daha sıkı kontrol sistemleri devreye sokulmuştur. Ancak devletin bu konudaki sert tutumu, zaman zaman ticaretin tamamen kesilmesine neden olabileceğinden, bazı istisnai uygulamalara da gidilmiştir. Örneğin, ticareti tamamen yasaklamak yerine, bazı tüccarlara yalnızca sikke ile mal çıkışı izni verilmiş, külçe taşıma ise yasaklanmıştır.


Eramine-i Acem ile Osmanlı merkezi arasındaki ilişki, bu bağlamda ikili bir karakter taşımaktadır: Bir yandan devlet bu tüccarları “memleketin mamurluğuna vesile olan bir taife” olarak görmüş ve ticareti teşvik etmiştir; diğer yandan özellikle kıymetli maden transferi konusunda onlara sıkı düzenlemeler getirmiştir. Bu ikilik, Osmanlı’nın klasik dönem ticaret politikasının temel çelişkilerinden birine işaret eder: Sermayeye muhtaç olan devletin, onu denetleme arzusudur.

Zayıflama ve Dağılma Süreci

Eramine-i Acem’in Osmanlı coğrafyasındaki yoğun ticari ve toplumsal varlığı, 18. yüzyıl sonlarından itibaren kademeli olarak zayıflamaya başlamış; 19. yüzyıla gelindiğinde ise önceki dönemlerdeki merkezi konumunu büyük ölçüde kaybetmiştir. Bu sürecin gerisinde yatan nedenler hem ekonomik-ticari yapının dönüşümü, hem de siyasal ve toplumsal koşulların değişmesidir.


Her şeyden önce, 18. yüzyıl ortasından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda deniz ticaretinin kara ticareti aleyhine gelişmesi, Ermeni tüccarların geleneksel ipek ve maden taşıma ağlarını zayıflatmıştır. Özellikle İzmir, Trabzon ve İstanbul limanlarının Avrupalı konsolosluk ve sermaye çevreleriyle daha doğrudan bağlantılar kurması, Acem tüccarlarının kara üzerinden taşıma aracılığı rolünü işlevsizleştirmeye başlamıştır.


Aynı dönemde gümüş ve kıymetli maden dolaşımının devlet eliyle daha sıkı denetlenmesi, Ermeni tüccarların en kârlı faaliyet alanlarından biri olan maden transferini daraltmıştır. Osmanlı merkezî yönetimi, özellikle 18. yüzyılın başlarından itibaren iç gümrük sayısını artırarak taşradaki ticari kontrolü sıkılaştırmış; bu da Acem tüccarlarının farklı güzergâhlardan geçerek vergi kaçırma imkânlarını sınırlamıştır.


Ayrıca, Batı Avrupa ticaret sisteminin yapısal dönüşümü ve Hindistan ticaretinde Doğu Akdeniz’in öneminin azalması, İran ipeğinin Avrupa pazarına erişimini sınırlandırmıştır. Bu durum, İran üzerinden Osmanlı’ya akan ticaretin de daralmasına neden olmuş; dolayısıyla İran menşeli Ermeni tüccarlarının Osmanlı’daki stratejik rolü zayıflamıştır.


Toplumsal düzeyde ise, 17. yüzyıldan itibaren yerli Osmanlı Ermenileri ile Acem Ermenilerinin kaynaşması, bu tüccar grubunun özgün yapısını erozyona uğratmıştır. Acem Ermenileri zamanla Osmanlı yerel toplumlarına entegre olmuş; yerleşik hayata geçerek klasik “gezgin tüccar” kimliklerinden uzaklaşmışlardır. 18. yüzyıl sonlarında Kayseri, Amasya, Sivas, Bursa gibi şehirlerdeki yerli Ermeni tüccarları, Acem kökenli meslektaşlarının yerini almaya başlamıştır. Buna rağmen, Eramine-i Acem olgusu Osmanlı erken modern dönemi açısından kalıcı bir iz bırakmıştır. Onlar yalnızca birer tüccar değil, aynı zamanda devletler arası diplomatik ve iktisadi ilişkilerin taşıyıcıları, taşra ile merkez arasında köprü kuran sosyal aktörler ve ticaretin mekânsal/kültürel coğrafyasını şekillendiren stratejik figürler olmuşlardır. Zayıflama ve dağılma süreçleri bu tarihsel işlevi tamamen ortadan kaldırmamış, ancak dönemin yeni ekonomik koşullarında bu yapıyı daha marjinal ve yerelleşmiş bir konuma çekmiştir.

Kaynakça

Gökçe, Turan. ''1695 Tarihli Mufassal Avâriz Defterine Göre Filibe Kazâsında Nüfus ve Yerleşme Düzeni''. Tarih İncelemeleri Dergisi 22, sy. 2 (2007). https://ottomanplovdiv.org/wp-content/uploads/2024/02/GOKCE-T.-1695-tarihli-mufassal-avariz-defterine-gore-Filibe-kazasinda-nufus-ve-yerlesme-duzeni.pdf


Himmetoğlu, Emel. ''Osmanlı'da İhtidâ Hareketleri ve Adana'da İhtidâ Edenler (1750-1799)''. Conversions To Islam In The Ottoman And Conversions In Adana (1750-1799). https://www.academia.edu/download/65434700/emelhimmetoglu.pdf


Telci, Cahit, ve İrfan Kokdaş. “Anadolu’da ‘Eramine-I Acem’i Haritalandırmak: Yollar, Hanlar, Mallar Ve Gümüş”. Tarih İncelemeleri Dergisi 37, sy. 2 (Aralık 2022): 687-726. https://doi.org/10.18513/egetid.1226581

Ayrıca Bakınız

Yazarın Önerileri

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
Ana YazarDenizcan Taşci22 Haziran 2025 10:36
KÜRE'ye Sor