Esma Sultan Yalısı, İstanbul’un Ortaköy semtinde yer alan, 19. yüzyılın ortalarında Sarraf Maksud tarafından inşa edilmiş tarihî bir yalıdır. Neo-Klasik üslupta, mimar Sarkis Balyan tarafından tasarlanan yapı, kagir dış cephesi ve bağdadi ahşap iç mekân düzenlemeleriyle dikkat çeker.
Osmanlı döneminden günümüze kadar çeşitli işlevlerle kullanılmış olan yapı, günümüzde gerçekleştirilmiş bir yeniden işlevlendirme örneği olarak değerlendirilmektedir. Palimpsest yaklaşımla ele alınan bu dönüşüm, yapının hem mimari belleğini hem de Boğaziçi sahil şeridindeki kültürel sürekliliğini korumasını sağlamıştır.
Tarihsel Gelişim
Yalı, 1849 yılında Sarraf Maksud tarafından Ortaköy semtinin imar faaliyetlerinin hız kazandığı dönemde inşa edilmiştir. 19. yüzyıl ortasında Boğaziçi sahil şeridinde hanedan üyeleri ve üst düzey Osmanlı bürokratları için sahilsaray ve yalı inşa ettirme geleneği güçlenmiş, Ortaköy semti de bu süreçte öne çıkan bölgelerden biri olmuştur.
1900 yılında yalı, Maksud ailesinin varislerinden satın alınarak Sultan II. Abdülhamid’in kızı Esma Sultan’ın oğullarına tahsis edilmiştir. Bu tarihten itibaren yapı Esma Sultan Yalısı olarak anılmaya başlanmıştır. 1924’te Osmanlı hanedanının yurtdışına çıkarılmasıyla birlikte yalı satılmış ve işlevi değişmiştir.
Cumhuriyet döneminde tütün deposu, sonrasında ise marangozhane ve depo olarak kullanılmıştır. 1975 yılında meydana gelen büyük yangın sonucunda yapı ciddi hasar görmüş, yalnızca kagir dış duvarları ayakta kalmıştır. Bu yangının ardından yalı uzun süre harabe halinde kalmış, ancak daha sonra kapsamlı bir restorasyon ve yeniden işlevlendirme sürecine konu olmuştur.
Mimari Özellikler
Esma Sultan Yalısı, Neo-Klasik üslupta inşa edilmiş olup tasarımında Sarkis Balyan’ın imzası bulunmaktadır. Yapının kagir cephesi ve iç mekânda bağdadi ahşap kullanımı dikkat çekicidir. Plan düzeni ve cephe kurgusunda ise dönemin batılılaşma eğilimlerini yansıtan bir kompozisyon söz konusudur.
Yalı, iki ana kat ve bir çatı katı ile inşa edilmiştir. Ana kütle, denize dik konumlandırılmış olup 884 m² kapalı alan ve 4030 m² bahçe alanına sahiptir. Yalının plan şemasında, deniz cephesine yönelen salon ve iki oda, yapı merkezine konumlandırılmış sofa ve anıtsal merdiven ile bağlanmaktadır.
Cephe tasarımında belirgin üçgen alınlıklar, çıkmalar ve dikdörtgen formlu pencereler kullanılmıştır. Özellikle salonun yer aldığı çıkma, cephenin ortasında dikkat çekici bir vurgu oluşturur. Yan cephede ise dört pencereli ve üçgen alınlıklı bir çıkma yer almaktadır.
Simetrik cephe kurgusu, kat kornişleri ve yapının genel oranları, Neo-Klasik üslubun sadelik ve ölçüye dayalı estetik anlayışını yansıtmaktadır. Ayrıca yapı, geleneksel Osmanlı yalı mimarisinden farklı olarak daha monolitik ve kitlesel bir etki uyandıracak biçimde tasarlanmıştır.

Esma Sultan Yalısı (Yapay Zeka ile Üretilmiştir.)
Yeniden Kullanım Bağlamı ve Palimpsest Yaklaşımı
1975 yangınından sonra ciddi hasar gören Esma Sultan Yalısı, 1990’lı yılların sonlarından itibaren kapsamlı bir restorasyon ve yeniden işlevlendirme projesine konu olmuştur. Bu süreç, tarihi yapıların çağdaş kullanım olanaklarıyla yeniden yaşatılması bakımından örnek teşkil etmektedir. Restorasyon çalışmaları sırasında yapı, malzeme ve mekânsal bütünlük açısından ele alınmıştır. Kagir dış kabuk korunmuş, iç mekânlarda ise yapı orijinalliğini yitirmeden günümüz standartlarına uygun çözümler geliştirilmiştir.

Esma Sultan Yalısı (Pexels, Enes Çelik)
Yalının günümüzde turizm ve etkinlik mekanı olarak kullanılmakta oluşu, yapının yeniden işlevlendirilmiş mekânlar arasında öne çıkmasını sağlamaktadır. Yapının çağdaş kullanıma açılması sırasında izlenen tasarım yaklaşımı, palimpsest kavramıyla örtüşen bir anlayış sergilemiştir. Geçmişin mekânsal ve kültürel izleri korunurken, yapı çağdaş malzeme ve tekniklerle tamamlanmış; yeni ve eski arasındaki fark bilinçli biçimde görünür kılınmıştır.
Bu çerçevede, Esma Sultan Yalısı, mekânsal belleğini koruyarak çağdaş bir işleve kavuşmuş; Boğaziçi sahil şeridindeki kültürel sürekliliğin bir parçası olarak kent dokusu içindeki yerini pekiştirmiştir. Yapının yeniden kullanım süreci, toplumsal bellek, mimari kimlik ve mekânsal dönüşüm kavramlarının iç içe geçtiği örneklerden biri olarak değerlendirilmekte; geçmiş ile günümüz arasında bilinçli bir bağ kurarak tarihî yapının yaşatılmasına olanak tanımaktadır.

