Golan Tepeleri, Doğu Akdeniz havzasında, Suriye’nin güneybatısında yer alan yüksek plato karakterli bir bölgedir. Ortalama 1.000 metreyi bulan yükseltisi, Taberiye Gölü’nün doğusundan, Ürdün Vadisi’nin kuzeydoğusuna kadar uzanır. Yaklaşık 1.860 kilometrekarelik alanı kapsayan bu plato, doğuda Suriye’nin Kuneytra vilayetine, batıda ise İsrail sınırına komşudur.【1】 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı sonrasında büyük bölümü İsrail’in fiilî kontrolü altına girmiş, 1981’de ise İsrail yönetimi tarafından “İsrail hukukunun, yargısının ve idaresinin uygulanacağı bölge” ilan edilmiştir. Bu tek taraflı ilhak kararı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 497 sayılı kararıyla “uluslararası hukuk bakımından geçersiz” kabul edilmiştir.【2】
Golan Tepeleri’nin önemi yalnızca coğrafi konumundan değil, aynı zamanda jeostratejik ve hidropolitik niteliklerinden kaynaklanır. Bölge, İsrail ile Suriye arasındaki tarihsel güvenlik dengesinde yüksek bir gözetleme hattı işlevi görür. Aynı zamanda Ürdün Nehri’nin yukarı kollarını ve Taberiye Gölü’nü besleyen su kaynaklarını barındırdığı için, Levant havzasının su güvenliği açısından kritik bir konuma sahiptir. Güncel su verilerine göre bu kaynaklar, İsrail tatlı su arzının yaklaşık dörtte birini karşılayan bir havza sisteminin parçasıdır.【3】 Bu durum, Golan’ın kontrolünü yalnızca askerî değil, aynı zamanda ekonomik ve çevresel bir mesele hâline getirmiştir.

Golan UNDOF Görev Bölgesi Haritası (UNDOF)
1967’deki Arap-İsrail Savaşı (Altı Gün Savaşı) sonrasında Suriye’nin bu bölge üzerindeki egemenliği fiilen sona ermiş, 1973 Arap–İsrail Savaşı ve 1974 tarihli “Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması” ile sınır hattı yeniden tanımlanmıştır. Bu düzenleme uyarınca kurulan Birleşmiş Milletler Gözlem Gücü (UNDOF), bölgedeki ateşkesin ve ayrıştırma hattının gözetimini üstlenmiştir.
Golan Tepeleri, günümüzde resmi olarak Suriye toprağı olmasına karşın fiili olarak İsrail kontrolündeki bir alan konumundadır. Bu ikili durum, uluslararası hukukta “işgal altındaki toprak” statüsüyle açıklanmakta; diplomatik belgelerde “Suriye Golanı / Suriye Golan Tepeleri” ifadesi tercih edilmektedir.【4】 Sınır hattının jeopolitik karakteri, su kaynakları üzerindeki rekabet, yerleşim faaliyetleri ve güvenlik kaygıları, bölgeyi yirmi birinci yüzyılın tartışmalı coğrafyalarından biri hâline getirmiştir.
Adlandırma ve Coğrafi Sınırlar
Kullanılan adlandırmalar ve Coğrafi yerleşim
Golan bölgesi literatürde çoğunlukla “Golan Heights / Golan Tepeleri” biçiminde anılmakta; Birleşmiş Milletler belgelerinde ise tarafların hukukî ve siyasî konumlarını yansıtacak şekilde İsrail ile Suriye Arap Cumhuriyeti arasındaki düzenlemeler bağlamında ele alınmaktadır. UNDOF raporlarında alan, doğrudan “UNDOF operasyon sahası” ve buna bağlı teknik terimler (ateşkes hattı, ayrıştırma bölgesi vb.) üzerinden tanımlandığı için, adlandırma pratikte “coğrafî isim”den çok “işletilen rejim ve hatlar” üzerinden sabitlenmektedir. Bunun yanında yerel isimlendirmelerde farklılıklar görülür. Literatürde yaygın olan ismin aksine bölge yerel dilde (Arapça) el-Cûlân ya da Hadarâtu'l-Cûlân (Cûlân Tepeleri) olarak isimlendirilir.【5】

Golan Tepelerinden Bir Görsel (Flickr)
Coğrafî tariflerde Golan, Ürdün Nehri’nin yukarı havzası ve Taberiye Gölü'ne yakın bir yüksek plato olarak çerçevelenmektedir. Bazı metinlerde, Taberiye Gölü’nü besleyen kaynaklar ve bu havzanın bölgesel su sistemi içindeki ağırlığı vurgulanır; bu vurgu, “Golan nerede başlar/nerede biter?” sorusunu çoğu zaman hidrolojik bağlamla birlikte düşünmeye yöneltir. Bu yaklaşımda sınır, yalnızca kara üzerinde çizilen bir hat değil; su kaynaklarına erişim ve havza bağlantılarıyla anlam kazanan bir çerçeve hâline gelir.
Sınırlar ve Referans Çizgiler
Golan bölgesine dair farklı tarihlerde uygulanan sınır politikaları, İsrail–Suriye arasındaki sınır tartışmasının tek bir çizgiye indirgenemediğini; farklı dönemlerde farklı “referans hatlar”ın devreye girdiğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Buna göre:
- 1923: Britanya ve Fransa manda yönetimleri arasındaki uluslararası sınır çizgisi,
- 1949: 1948 Arap-İsrail savaşı sonrası oluşan Mütareke (Armistice) Hattı,
- 1967 ve 1974: savaşlar ve sonrasındaki düzenlemelerle şekillenen ateşkes çizgileri.
Suriye tarafının 1967 sınırlarına dönüşü, İsrail tarafının ise 1923 sınırlarını esas alan bir yaklaşımı öne çıkardığı kaydedilmektedir. Ayrıca iki çizgi arasındaki farkın, Ürdün ve Yermük nehirlerine erişim sağlayan üç küçük alanın dâhil edilip edilmemesiyle somutlaştığı anlaşılmaktadır. Bu ayrıntı, “sınır” tartışmasının yalnızca askerî değil, aynı zamanda suya erişim üzerinden de kristalleştiğini gösteren teknik bir örnek olarak öne çıkar.
UNDOF Terminolojisi
UNDOF raporları, coğrafî alanı idarî-askerî işleyişe bağlayan bir dil kullanır. Bu dilde üç unsur belirgindir:
1. Ateşkes hattı (ceasefire line): İhlallerin ve temasın raporlandığı temel referans çizgi. UNDOF, ateşkes hattı boyunca ateş açılması, hattın hava aracı/insansız sistem/araç-personel ile geçilmesi gibi olayları “ihlâl” başlıkları altında sınıflandırır.【6】
2. Ayrıştırma bölgesi ve sınırlama alanları (area of separation/limitation): 1974 ayrıştırma düzeninin sahadaki mekânsal karşılıklarıdır. Raporlar, hareket kısıtlamaları, kontrol noktaları, teknik engeller ve devriyelerin işleyişini bu çerçeve üzerinden anlatır.【7】
3. Alpha ve Bravo tarafı: Raporlarda saha iki teknik tarafa ayrılarak ele alınır. Metinde, Alpha tarafında Birleşmiş Milletler personelinin hareketinin kısıtlanması ve İsrail Savunma Kuvvetleri ile yapılan temaslar; Bravo tarafında ise geçiş prosedürleri, kontrol düzeni ve Suriye makamları ile yürütülen uygulamalar aktarılır.【8】
Ek olarak UNDOF içinde Observer Group Golan gibi birim adlarının geçmesi, bölgenin yalnızca genel bir coğrafî isimle değil, kurumsal görev örgütlenmesiyle de tanımlandığını gösterir.
Golan Tepeleri’nin Tarihçesi
1923 Manda Dönemi Sınırı ve 1949 Ateşkes Hattı
Golan Tepeleri’nin tarihsel seyri, büyük ölçüde “hangi çizginin sınır kabul edileceği” tartışmasıyla birlikte okunur. Bu çerçevede ilk temel referans, 1923’te Britanya ve Fransa manda idareleri arasında belirlenen uluslararası sınır çizgisidir.

Quneitra Harabeleri (Birleşmiş Milletler)
Daha sonraki dönemde ise 1948 Arap-İsrail savaşı sonrasında taraflar arasında kurulan 1949 mütareke (armistice) hattı, sahadaki fiilî düzeni belirleyen ikinci ana referans hâline gelmiştir. Bu iki çizgi, ilerleyen yıllarda Golan’ın statüsüne ilişkin tartışmalarda yalnızca tarihsel bir arka plan sunmakla kalmamış; çekilme, tampon alan ve erişim tartışmalarının dayandığı “başlangıç noktaları” olarak da önem kazanmıştır.
1967 Savaşı ve Fiili Kontrolün Değişmesi
1967’de yaşanan Altı Gün Savaşı, Golan Tepeleri’nin statüsünde belirleyici kırılma yaratmıştır. Bu tarihten itibaren Golan, İsrail ile Suriye arasındaki uyuşmazlığın merkezine yerleşmiş; bölgenin kontrolü hem sınır güvenliği hem de kaynaklara erişim bakımından uzun süreli bir tartışma alanı üretmiştir. 1967 sonrası diplomatik çerçevenin ana referanslarından biri de 22 Kasım 1967 tarihli 242 sayılı karar olmuştur.【9】

Celile Gölü'nün Doğusunda Yer Alan Bir İşgal Yerleşimi (Library of Congress)
Karar, bölgede kalıcı barışın “kuvvet kullanımıyla toprak ediniminin kabul edilemezliği”, “çekilme” ve “güvenli sınırlar içinde yaşama” gibi ilkeler etrafında ele alınmasını öngören bir zemin oluşturmuştur. Bu dönemde Golan artık yalnızca bir “cephe hattı” değil; statüsü uluslararası belgelerde tartışılan bir “toprak meselesi” olarak tanımlanmaya başlamıştır.
1973 Arap-İsrail Savaşı ve 1974 Ayrıştırma Düzeni
1973 Arap-İsrail savaşı sonrasında Golan hattında çatışmanın yeniden tırmanması, ateşkesin yalnızca siyasi bir beyan olarak değil, sahada işletilecek bir mekanizma olarak kurulmasını gündeme taşımıştır. Bu çerçevede 1974’te İsrail ve Suriye kuvvetlerinin ayrıştırılmasına ilişkin düzen devreye girmiş; “tek çizgi”ye indirgenemeyen bir sınır pratiği, ayrıştırma bölgesi ve sınırlama alanları gibi kavramlarla tarif edilen kurumsal bir rejime dönüşmüştür.

Sınırda UNDOF Gücünün Kurulması ve Ayrıştırma Politikası Başladıktan Hemen Sonra Golan Bölgesi (Birleşmiş Milletler)
Bu aşamada bölge, yalnızca askeri temasın durduğu bir hat değil; devriyelerin, geçiş prosedürlerinin, ihlal değerlendirmelerinin ve gözlem faaliyetlerinin günlük olarak yürütüldüğü bir alan hâline gelmiştir. Böylece 1974 sonrası dönem, Golan’da “sahada istikrarı sürdürme” hedefiyle tasarlanmış sürekli bir gözetim ve raporlama çerçevesi üretmiştir.
1981 Golan Tepeleri Yasası ve 17 Aralık 1981 Kararı
1974 sonrası Arap devletleri ve İsrail arasında ateşkes rejimi sürerken, Golan’ın statüsü 1981’de yeni bir aşamaya taşınmıştır. 14 Aralık 1981’de kabul edilen Golan Tepeleri Yasası, İsrail’in hukukunu, yargı yetkisini ve idaresini Golan’a uygulamaya dönük bir düzenleme olarak formüle edilmiştir. Metinde “ilhak” terimi yer almamakla birlikte, bu adım uluslararası düzlemde geniş ölçüde ilhak anlamı taşıyan bir statü değişikliği girişimi olarak değerlendirilmiştir.【10】

Golan Tepeleri - 1994 (Library of Congress)
Bu gelişmeden hemen sonra, 17 Aralık 1981’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği 497 (1981) sayılı karar, işgal altındaki Suriye Golanı’nda İsrail’in “yasalarını, yargı yetkisini ve idaresini” uygulama kararını hükümsüz ve geçersiz saymış; böylece Golan’ın statüsü tartışması ateşkes düzeninin ötesine geçerek “toprak statüsünü tek taraflı değiştirme” meselesi etrafında daha da keskinleşmiştir.【11】
Bu çerçevede çekilme tartışmasının düğümlendiği noktalardan biri, “hangi sınır çizgisine dönüleceği” meselesidir: Bir yaklaşım 1967 öncesi sınırlara dönüşü esas alırken, diğer yaklaşım 1923 sınırını temel referans olarak görür. İki çizgi arasındaki farkın, Ürdün ve Yermük nehirlerine erişim sağlayan üç küçük alanın dâhil edilip edilmemesi gibi teknik ama sonuç doğuran bir ayrıntıda somutlaşması, Golan’ın statü tartışmasının aynı zamanda kaynak erişimiyle iç içe olduğunu gösteren önemli bir örnektir.
Fiziki Coğrafya ve Çevresel Yapı
Jeomorfoloji ve Yükselti Düzeni
Golan Tepeleri, Taberiye Gölü’nün kuzeydoğu ve doğusunda uzanan, bazaltla kaplı volkanik plato niteliği taşıyan bir yükselti alanıdır. Coğrafi olarak yaklaşık 32°40′–33°15′K enlemleri ile 35°35′–35°50′D boylamları arasında konumlanır; batıda Ürdün Nehri ve Taberiye Gölü, kuzeyde Hermon Dağı, doğuda mevsimsel akış gösteren Wadi El-Ruqqād, güneyde ise Yermük Nehri ile tarif edilen bir çevresel çerçeve içinde ele alınır.【12】
Platonun kuzey kesiminde yükseltiler yaklaşık 1.200 metre düzeyine ulaşır; Lübnan–İsrail–Suriye sınır bölgesinde Hermon Dağı 2.809 metre ile belirgin bir üst yükselti eşiği oluşturur. Buna karşılık güneyde Yermük Nehri boyunca yükselti ortalama 400 metre bandına iner; Golan’ın güneybatı köşesinde yer alan Taberiye Gölü ise deniz seviyesinin yaklaşık 200 metre altında, daha kesin ölçümle -212 metre düzeyinde verilir.【13】 Bu dikey fark, kısa mesafelerde hızlı yükselti değişimlerine, dolayısıyla iklim ve arazi kullanımında belirgin yerel ayrışmalara zemin hazırlar.

Golan Tepelerinden Bir Kare (Flickr)
Topoğrafik açıdan platonun batı ucunda, Ürdün Vadisi’nin üst kesimlerine ve Taberiye Gölü’ne doğru inen dik yamaç ve uçurum karakteri öne çıkar. Volkanik plato, batıya doğru ilerlerken Hula Vadisi’nde deniz seviyesinden 70 metre yüksekliğe kadar alçalır; ardından yeniden yaklaşık 340 metre düzeylerine çıkış gösteren bir geçiş morfolojisi izlenir. Enine genişliği için 12–25 kilometre aralığı verilir; bu ölçek, hem orografik (yükselti kaynaklı) yağış süreçleri hem de havza içi su toplama alanları açısından belirleyici bir çerçeve sağlar.
İklim ve Mevsimsellik
Golan’ın iklimi, Doğu Akdeniz’in yağışlı-kış, kurak-yaz düzeniyle bağlantılıdır; ancak yükselti ve yamaç yönelimi nedeniyle alan içinde belirgin farklılaşmalar görülür. Hâkim rüzgâr koşullarıyla bağlantılı olarak batı yamaçlar doğuya kıyasla daha fazla yağış alır. Kuzeyde yıllık ortalama yağışın 1.200 mm’ye yaklaştığı, güney kesimde ise yıllık yağışın yaklaşık 450–500 mm bandına düştüğü ifade edilir; bu da kuzeyden güneye belirgin bir nemlilik azalmasına işaret eder. Yağış mevsimi Ekim’den Mayıs başına kadar uzanır; yağışların Aralık–Şubat döneminde zirve yaptığı belirtilir.
Kış koşulları, özellikle kuzey kesimde kısa süreli kar olaylarıyla kendini gösterir; Hermon çevresinde ise kar örtüsünün yaklaşık altı ay süreyle kalabildiği vurgulanır. Bu, yalnızca meteorolojik bir veri değil; aynı zamanda kar erimesiyle beslenen kaynak akışları ve ilkbahar su mevcudiyeti açısından çevresel bir eşik anlamına gelir.
Sıcaklık rejimine ilişkin daha geniş havza ölçeğinde verilen değerler, Golan’ın dâhil olduğu Ürdün Havzası’nın iklimsel aralığını da somutlaştırır: havza genelinde yıllık ortalama sıcaklık yaklaşık 18°C, Ocak ortalaması 9°C (en soğuk yerlerde 5°C’ye kadar düşebilir), Ağustos ortalaması 26°C (en sıcak yerlerde 30°C’ye çıkabilme) olarak verilir. Bu değerler, yükseltinin arttığı kesimlerde daha serin koşulların ve kar/karst süreçlerinin önem kazanmasını; alçak kotlara inildikçe buharlaşma baskısının yükselmesini açıklayan bir iklim çerçevesi sunar.
Jeoloji, Toprak ve Arazi Örtüsü
Golan’ın fiziki çevre karakterini belirleyen başlıca unsur, bazalt ve diğer volkanik kayaçların geniş yayılımıdır. Bazaltlar ile ilişkili volkanik kayaçların Pliyosen–Pleistosen dönemlerinden kaldığı ifade edilir; bu jeolojik zemin, yer yer lav yamaları, bazalt kaya çıkıntıları ve volkanik mostralarla serpiştirilmiş “dalgalı kırsal topoğrafya” şeklinde tarif edilir. Platonun batı kenarında görülen dik yamaçlı yapı, Ürdün Vadisi–Taberiye Gölü doğrultusunda ani kot kaybıyla birleşerek, yüzey akışı ve erozyon potansiyeli bakımından farklı mikro-ortamlar üretir.
Hermon çevresinde ise farklı bir litolojik çerçeve öne çıkar: dağın büyük bölümünün Jura dönemine ait, suda çözünürlüğü yüksek kireçtaşlarından oluştuğu belirtilir. Bu özellik, yüksek yağış ve kar erimesiyle birleştiğinde karstik yer şekillerinin gelişmesine elverişli bir ortam yaratır; yer altı suyu sızması ve kaynak beslenmesi süreçleri bu zeminde daha görünür hâle gelir.

Golan Tepeleri - Kuşbakışı (Flickr)
Arazi örtüsü ve bitkilenme, bu jeolojik zeminle doğrudan ilişkilidir. Bazalt çıkıntıları ve lav izleri arasında parçalı bir bitki örtüsü tarif edilir; ayrıca Hermon çevresinde kar çizgisinin altındaki kuşakta üzüm bağları ile birlikte çam, meşe ve kavak gibi ağaçların görülebildiği belirtilir. Bu tablo, “yükseklik–yağış–toprak” üçlüsünün, tarım ve doğal bitkilenmeyi birlikte şekillendirdiğini; suya erişimin arttığı kuşaklarda daha yoğun ve çeşitli bir bitkisel üretim zemini oluşabildiğini gösterir.
Rüzgâr rejimi de çevresel deneyimi etkileyen bir unsur olarak not edilir: yayla boyunca kuzeybatıdan güneydoğuya doğru, kış ve yaz dönemlerinde serin esintilerin, zaman zaman fırtına şiddetine varabildiği ifade edilir.
Kuraklık, İklim Değişkenliği ve Çevresel Riskler
Golan’ın çevresel kırılganlıkları, yalnızca yıllık yağış ortalamalarıyla değil, yağışın mekânsal dağılımı, kısa süreli bulut sistemlerinden yağış üretimi ve kurak dönemlerin uzaması gibi süreçlerle birlikte değerlendirilir. Doğu Akdeniz için yapılan iklim projeksiyonlarında sıcaklık artışının 2050’ye doğru 2–3°C, 2100’e doğru 3–5°C bandında gerçekleşebileceği; buna bağlı olarak su mevcudiyetinin her 2°C ısınma başına %2–15 oranında azalabileceği gibi çerçeve değerler verilir.【14】
Bu tür bir aridifikasyon eğilimi, özellikle batı-kuzey kesimlerde görece yüksek yağış alan kuşaklarda bile, mevsim içi oynaklığı ve kurak dönem riskini büyütebilecek bir arka plan oluşturur.
Çevresel riskin kritik bir boyutu ise, yağışın yalnızca atmosferik nem miktarına değil, yağışı “yağmur ve kar”a dönüştüren mikro-fizik süreçlere de bağlı olmasıdır. Kısa ömürlü bulut sistemlerinde, hava kirliliğiyle ilişkili çok küçük parçacıkların bulut damlacıklarının yağmura/kar tanelerine dönüşümünü yavaşlatabildiği; bunun da dağ sıraları ve yükselti eşikleri üzerinde oluşan orografik yağış artışı faktörünü uzun dönemde zayıflatabildiği belirtilir.
Bu çerçevede, Taberiye Gölü’nden tüketim için kullanılabilen su miktarı ile Ürdün Nehri’nin ana kaynaklarının çıkışlarında, yakın çevredeki yağıştan bağımsız görünen bir azalma eğiliminin açıklanmasında; yıllık yaklaşık 110 milyon m³ düzeyinde bir “kullanılabilir su kaybı” büyüklüğü hesaplanır. Bu tür bir mekanizma, Golan ve çevresinde çevresel güvenliğin yalnızca yağış toplamına değil, yağış üretim süreçlerine ve bunları etkileyen insan kaynaklı baskılara da duyarlı olabileceğini gösterir.
Hidrografya ve Su Kaynakları
Ürdün Havzası İçinde Golan’ın Yeri ve Ana Su Yolları
Golan Tepeleri’nin su coğrafyası, Ürdün Nehri Havzası’nın “yukarı havza” dinamikleriyle birlikte anlam kazanır. Havza yaklaşık 18.500 km² büyüklüğündedir; bu alanın %40’ı Ürdün, %37’si İsrail, %10’u Suriye, %9’u Batı Şeria ve %4’ü Lübnan sınırları içinde yer alır.【15】
Ürdün Nehri, yaklaşık 250 km uzunluğunda bir akarsu sistemi olarak, üç ana koldan (Dan, Banias ve Hasbani) doğar; bu kollar birleşerek güney yönünde ilerler, Hula Vadisi üzerinden Taberiye Gölü’ne (Lake Tiberias) ulaşır. Nehir, Taberiye Gölü’nden çıktıktan sonra “Aşağı Ürdün” kesiminde en önemli kolu olan Yermük Nehri ile beslenir.

Hermon Dağı'nda Yer Alan Bir Şelale (Flickr)
Yermük, Ürdün’de doğar; bir bölümünde Ürdün–Suriye ve devamında Ürdün–İsrail sınırını oluşturduktan sonra Aşağı Ürdün’e katılır. Ürdün Nehri daha güneyde bir süre İsrail–Batı Şeria ile Ürdün arasında sınır karakteri kazanır ve sonunda Ölü Deniz’de sonlanır.
Bu çerçevede Golan, özellikle Taberiye Gölü’ne ve Ürdün sisteminin yukarı kesimlerine açılan topoğrafik konumu nedeniyle, su akışının toplandığı ve yönlendirildiği alanlarla doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla bölgenin jeopolitik tartışması kadar, “havza ölçeğinde su güvenliği” tartışmasının da doğal parçası hâline gelir.
Akış Rejimi
Havzanın su rejimi, yıl içinde çok keskin bir mevsimsellik gösterir. Kayıtlarda, Şubat ayında nehrin yıllık akışının yaklaşık %40’ını taşıyabildiği; buna karşılık suya ihtiyaç arttığında, yani yaz ve sonbahar aylarının her birinde akışın yalnızca %3–4 bandına düştüğü belirtilir. Bu nedenle “kış taşkın sularını yakalama” ve depolama, havza yönetiminin en kritik teknik başlıkları arasındadır; depolanmayan suların hızla güneye ilerleyerek Ölü Deniz’e ulaşması, suyun yıl içi dağıtımını daha da dengesizleştirir.

Celile Gölü (NASA)
Kurak dönemler bu tabloyu belirgin biçimde ağırlaştırır. Örneğin 1987–1991 kuraklığı sırasında, havza akışının yıl ölçeğinde %40’a varan oranlarda azalabildiği kaydedilir. Bu düzeyde bir azalma, yalnızca içme-kullanma suyu ve tarımsal sulama üzerinde değil; göl seviyeleri, su kalitesi, ekosistem istikrarı ve sınır aşan tahsis tartışmaları üzerinde de zincirleme baskı üretir.
Havzaya Katkılar, Yenilenebilir Su Miktarı ve “Kıtlık Eşiği”
Ürdün Havzası’nda “su kıtlığı”, soyut bir kavram olmaktan çok, ölçülebilir göstergeler üzerinden tarif edilir. Kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı bakımından, havza ülkelerinin çoğunun yıllık kişi başı 500 m³ olarak kullanılan “mutlak kıtlık eşiğinin” belirgin biçimde altında seyrettiği vurgulanır. 2006 yılı için kişi başına yenilenebilir su büyüklükleri şöyle verilmiştir:【16】
- İsrail: iç yenilenebilir 110 m³/yıl, toplam fiilî yenilenebilir 261 m³/yıl
- Ürdün: iç yenilenebilir 119 m³/yıl, toplam fiilî yenilenebilir 164 m³/yıl
- İşgal Altındaki Filistin Toprakları: iç yenilenebilir 209 m³/yıl, toplam fiilî yenilenebilir 215 m³/yıl
- Suriye: iç yenilenebilir 367 m³/yıl, toplam fiilî yenilenebilir 865 m³/yıl
- Lübnan: iç yenilenebilir 1.184 m³/yıl, toplam fiilî yenilenebilir 1.110 m³/yıl
Su kaynaklarının türlere göre dağılımı da dikkat çekicidir: mevcut kaynak bileşiminde yüzey suları %35, yer altı suları %56, arıtılmış atık su ve diğer konvansiyonel olmayan kaynaklar %9 düzeyinde ifade edilir. Bu dağılım, havzada yalnızca akarsu-göl sisteminin değil, akiferlerin ve geri kazanım uygulamalarının da su güvenliğinin merkezinde yer aldığını gösterir.
Akış katkıları bakımından ise yukarı havzanın önemini somutlaştıran sayılar bulunur: İsrail’e giren yıllık akışın, Lübnan’dan Hasbani kolu üzerinden 138 milyon m³, Suriye’den 125 milyon m³ ve Batı Şeria’dan 20 milyon m³ içerdiği belirtilir. Yermük Nehri’nin Suriye’den Ürdün’e doğru “doğal” yıllık akışı için 400 milyon m³ büyüklüğü verilir; ancak kuraklık ve yukarı havzada 1980’lerde yürütülen çalışmalar nedeniyle güncel fiilî akışın bunun altında kaldığı kaydedilir.【17】 Bu fark, “kâğıt üzerindeki tahsis” ile “sahadaki su” arasındaki gerilimin teknik temelini oluşturur.
Su Altyapısı, Kalite Sorunları ve Yönetim Pratikleri
Havzada su yönetimi, büyük ölçüde depolama ve iletim altyapısı ile su kalitesi müdahaleleri üzerinden yürür. Tarımsal su çekişinin yaklaşık 1,2 km³ düzeyinde olduğu belirtilirken; Ürdün’de 1958’den itibaren Yermük sularının Ürdün Vadisi’ne taşınması hedefiyle East Ghor Kanalı inşa edilmiş, daha sonra Kral Abdullah Kanalı adını alan bu hat 1961’de 70 km uzunluğundayken, 1969–1987 döneminde üç genişletmeyle 110,5 km’ye ulaşmıştır.
1990’lardan itibaren açık kanal sistemlerinin önemli bir bölümünün basınçlı sulama sistemlerine dönüştürülmesi, su verimliliğini artırmaya dönük yapısal bir değişim olarak öne çıkar. İsrail tarafında ise 1950’lerde başlatılan ulusal su taşıma yaklaşımıyla, Taberiye Gölü’nün kuzey ucundan su alan ve ülke içinde uzun mesafeli iletim sağlayan bir taşıma sistemi kurulmuştur.
Su kalitesi başlığında Taberiye Gölü’nün seviyesi ve tuzluluk yönetimi kritik yer tutar. 1996’dan sonra göl seviyelerinde görülen sürekli düşüşün ardından, 2001’de minimum “kırmızı çizgi”nin deniz seviyesinin 213 metre altından 215,5 metre altına çekildiği belirtilir. Düşük su seviyelerinin; ekosistem istikrarsızlığı, su kalitesinde bozulma, kıyı çizgisinin geri çekilmesi ve turizm/rekreasyon üzerinde olumsuz etkiler gibi bir dizi risk ürettiği kaydedilir.
Göldeki tuzluluğu azaltmak amacıyla, kuzeybatı kıyısındaki belirli tuzlu girdilerin “tuzlu su kanalı”na yönlendirilmesi; bu kanalla her yıl yaklaşık 70.000 ton tuz ile birlikte 20 milyon m³ suyun gölden uzaklaştırılması gibi, mühendislik temelli müdahaleler dikkat çeker.
Aynı kanalın, göl çevresindeki yerleşimlerin arıtılmış atık sularını da gölden uzaklaştırıp Aşağı Ürdün’e yönlendirmede kullanıldığı; havza içinde besin yükünü düşürmek için tarım ve sulama pratiklerinin değiştirildiği, balık havuzu alanlarının azaltıldığı, drenaj ağlarının geliştirildiği ve arıtma tesislerinin iyileştirildiği belirtilir.
Bu tablo, Golan Tepeleri’ni çevreleyen su coğrafyasının yalnızca “kaynakların varlığı” ile değil; mevsimsellik, kuraklık, altyapı ile yönlendirme, su kalitesi müdahaleleri ve sınır aşan tahsis gerilimleri ile birlikte ele alınması gerektiğini gösterir.
Stratejik Değer ve Güvenlik Boyutu
Yükselti ve Alan Hakimiyeti
Golan Tepeleri’nin stratejik değeri, öncelikle yüksek plato karakterinden kaynaklanır. Taberiye Gölü ve Ürdün Vadisi’ne bakan batı yamaçlarda kısa mesafede keskin kot değişimi görülmesi, bölgeyi görüş hattı ve ateş denetimi bakımından öne çıkarır. Bu tür topoğrafyada savunma planlaması, “hat üzerinde birlik yoğunluğu”ndan çok alan hâkimiyeti ve erken uyarı mantığıyla kurgulanır: yükseltideki bir gözlem noktası, vadideki hareketliliği geniş bir sektörde izleyebilir; aynı nedenle alçak kotlardaki yerleşim, ulaşım ve su altyapısı unsurları da daha görünür ve hassas hâle gelir.

Golan Tepeleri'nden Bir Görsel - Arka Planda 1000 Metreyi Aşan Yükselti Görülüyor (Anadolu Ajansı)
Bu bağlamda Golan, yalnızca “sınır çizgisinin” geçtiği bir yer değil, sınır çevresindeki daha geniş alanı etkileyen bir stratejik tampon olarak görülür. Stratejik tartışmaların sürekliliği, bölgenin coğrafi özelliklerinin değişmemesinden çok, bu coğrafyanın iki taraf için farklı “güvenlik riskleri” üretmesinden kaynaklanır: bir taraf için yükseltinin kaybı, alçak kotlardaki nüfus ve altyapının daha savunmasız kalması; diğer taraf için ise yükseltinin kontrolü, caydırıcılık ve sınır emniyeti bakımından kritik bir avantaj olarak görülür.
Sınır Güvenliği
Golan hattı, uzun dönemli bir ateşkes düzeni içinde işletildiği için güvenlik tartışması çoğu zaman “sıcak çatışma” diliyle değil, ihlal, kısıtlama, geçiş ve denetim diliyle görünür hâle gelir. Bu çerçevede sahada hareket, belirli geçiş noktaları ve prosedürlerle sınırlandırılır; geçişin mümkün olduğu yerlerde ise süreçler, taraflar arası koordinasyon ve güvenlik kontrolleriyle şekillenir.
Sahada raporlanan örneklerde, ateşkes hattı boyunca yaklaşık 12,5 kilometre uzunluğa ulaşan engellerin; yaklaşık 5 metre genişliğinde ve 3 metre derinliğinde hendek ile yaklaşık 3 metre yüksekliğinde set gibi unsurlarla tamamlandığı, bu tür engellerin bazı noktalarda ayrıştırma alanına 5–20 metre aralığında taşabildiği kaydedilmiştir. Bu tür ayrıntılar, güvenlik önlemlerinin yalnızca “hat üzerinde” değil, hat çevresindeki araziye de yayılan bir kontrol mantığı ürettiğini ortaya koyar.
Güvenlik düzeninde bir diğer kritik unsur, hava sahası ve gözetleme teknolojileridir. Karadan çizilen hattın yanında hava araçları, insansız sistemler ve elektronik gözetleme, sınır güvenliğinde belirleyici hâle gelmiş; bu da ihlal tartışmalarının bir bölümünün “hava sahası ve keşif faaliyetleri” etrafında yoğunlaşmasına yol açmıştır. Böylelikle Golan’da güvenlik, klasik anlamda “sınır karakolu” mantığını aşarak, kara-hava-iletişim boyutlarının birleştiği karma bir denetim alanına dönüşmüştür.
2011 Sonrası Güvenlik Ortamı
2011 sonrasında Suriye’deki iç savaşın derinleşmesi, Golan çevresinde güvenlik ortamını doğrudan etkilemiş; sınır hattı etrafındaki riskler tek tip olmaktan çıkıp çok katmanlı bir nitelik kazanmıştır. Bu dönemde temel değişim, sınırın karşı tarafında devlet dışı silahlı aktörlerin varlığının artması, yerel güvenlik boşlukları ve farklı güç odaklarının zaman zaman aynı coğrafyada çakışmasıyla ilgilidir. Böyle bir ortamda ateşkes hattı, yalnızca iki devlet arasında değil; yerel ve bölgesel aktörlerin de dolaylı olarak etkilediği bir güvenlik eşiği hâline gelir.
Bu şartlar, sahadaki gözlem ve denetim faaliyetlerini de zorlaştırır. Güvenlik gerekçesiyle devriye ve hareketin kısıtlanması, geçiş prosedürlerinin daha sıkı hâle gelmesi, bazı bölgelerde yol kapama/engel koyma gibi uygulamalar, sınır hattının günlük yönetimini daha kırılgan kılmıştır. Böylelikle 2011 sonrası dönem, klasik “devletler arası cephe” modelinden farklı olarak, istikrarın daha fazla prosedür, koordinasyon ve risk yönetimi gerektirdiği bir fazı temsil eder.
2020’ler: Gerilim, Kural İhlalleri ve Kırılganlık Alanları
2020’lerde güvenlik tartışması çoğu zaman büyük ölçekli bir savaş durumundan ziyade, düşük yoğunluklu gerilim ve kural ihlali örüntüleri üzerinden izlenir. Bu örüntüler genellikle üç başlıkta toplanır:
1. Hareket ve erişim kısıtları: Devriye güzergâhlarının kapanması, belirli alanlara girişin güvenlik gerekçesiyle sınırlandırılması, geçiş prosedürlerinin dönemsel olarak ağırlaştırılması.
2. Ateşkes hattı çevresindeki olaylar: Hattın yakınında ateş açılması, sınır çizgisine yaklaşma/temas ve sınırı aşma iddiaları gibi olay tipleri.
3. Fiziksel altyapı değişiklikleri: Engel sistemleri, hendek/set, yeni yol düzenlemeleri ve işaretleme unsurları gibi sahayı kalıcı biçimde etkileyen uygulamalar.
Bu dönemde Golan’ın stratejik değerini artıran bir diğer unsur, güvenlik ile kaynak yönetiminin birbirine daha sık bağlanmasıdır. Su altyapısı, enerji/iletişim hatları ve ulaşım koridorları gibi unsurlar, hem ekonomik süreklilik hem de güvenlik hassasiyeti bakımından “ikili” bir karakter taşır. Bu nedenle Golan, bir yandan ateşkes rejiminin sürdürüldüğü bir sınır bölgesi, diğer yandan çevresel ve altyapısal kırılganlıkların güvenlik gündemine dâhil olduğu bir stratejik mekân niteliğini korur.
UNDOF ve Sahadaki Ateşkes Rejimi
Görev Çerçevesi ve Kurumsal Yapı
Golan hattındaki ateşkes düzeni, 1974’te kurulan ayrıştırma mekanizmasının sahada “işleyen” bir rejime dönüşmesiyle birlikte kurumsallaşmıştır. Bu rejimde Birleşmiş Milletler’in rolü, taraflar arasındaki askerî temasın yeniden tırmanmasını önlemeye dönük gözlem, raporlama ve temas faaliyetleri etrafında şekillenir.
Sahadaki düzen, yalnızca bir “hat” üzerinden değil; ayrıştırma bölgesi ile iki tarafta yer alan sınırlama alanları üzerinden işletilir. Bu çerçeve, ateşkesin korunmasını “anlık olaylar” kadar, hareketin yönetimi, denetim prosedürleri ve ihlal tiplerinin standartlaştırılması üzerinden de mümkün kılar.
Kurumsal yapının önemli bir unsuru, Birleşmiş Milletler Ateşkes Gözetim Örgütü’ne bağlı askerî gözlemcilerin oluşturduğu Observer Group Golan birimidir. Bu gözlemciler, UNDOF komutanının operasyonel kontrolü altında görev yapar ve UNDOF sahasında 10 sabit gözlem noktası üzerinden sürekli durum takibi yapar.【18】
Gözlem, Devriye ve Denetim
UNDOF’un sahadaki işleyişi, iki temel faaliyetin bileşiminden oluşur: statik gözlem (sabit noktalardan sürekli izleme) ve hareketli devriye (alanın düzenli taranması). Devriye düzeni, ayrıştırma bölgesinin tamamını kapsayacak biçimde planlanır; sınırlama alanlarında ise kapsama oranı daha düşüktür. Kayıtlarda devriye rotalarının, ayrıştırma bölgesinin tamamını, sınırlama alanlarının ise yaklaşık %70’ini kapsadığı; özellikle Bravo tarafının güney kesimindeki güvenlik zaafiyetinin yeni güzergâh açmayı zorlaştırdığı belirtilir.

Golan Tepelerinden Bir Kare - UNDOF'un Aktif Olarak İzlediği Bölgelerden Bir Tanesi (Anadolu Ajansı)
Faaliyet yoğunluğu, ateşkes rejiminin “saha düzeyi rutinini” göstermesi bakımından önemlidir. Örneğin belirli bir üç aylık dönemde aylık operasyonel faaliyet sayıları Ağustos’ta 1.097, Eylül’de 1.122 ve Ekim’de 1.138 olarak kayda geçmiştir. Bu tür sayılar, ateşkesin korunmasının “büyük siyasal kararlar” kadar, sahada kesintisiz yürütülen küçük ama sürekli işlemlere dayandığını gösterir.
Denetim boyutunda ise, tarafların askerî mevzilerinin düzenli kontrolü öne çıkar. Bu kapsamda Observer Group Golan aracılığıyla, tarafların kolaylaştırmasıyla iki haftada bir askerî pozisyon denetimleri yürütülmüş; denetimlerin kapsamının hem Alpha hem Bravo tarafında genişletilmesine dönük temaslar sürdürülmüştür. Bu denetimler, yalnızca ihlal tespiti değil; aynı zamanda “neye izin verildiği ve neyin yasaklandığı”na ilişkin sahadaki ortak dilin korunması açısından da işlevsel olmuştur.
Geçiş Rejimi ve Hareket Kısıtları: Qunaytirah Ekseni
Ateşkes düzeninin en hassas pratik alanlarından biri hareket serbestisi ve geçiş prosedürleridir. Qunaytirah geçişi, bu bakımdan hem sembolik hem de işlevsel bir düğüm noktasıdır. Kayıtlarda, 2020 Mart başından itibaren Alpha kapısından geçişlerde ön bildirim şartı uygulanmasının sürdüğü; bunun UNDOF ile Observer Group Golan’ın operasyonel ve idari faaliyetlerini olumsuz etkilediği ifade edilir.【19】
7 Ekim 2023 sonrasındaki gelişmelerle birlikte bu hareketlerin daha da sınırlandığı; bununla birlikte belirli bir raporlama döneminde Alpha kapısında haftada iki planlı geçiş düzeninin korunduğu ve ayrıca 21 operasyonel, 1 acil ve 2 insani geçişin kolaylaştırıldığı kaydedilmiştir.
Bravo kapısı üzerinden yürüyen süreçte ise prosedürlerin istikrarı öne çıkar. Yerleşik geçiş uygulamalarına dönüşle birlikte, personel hareketi ve lojistik akışın “standart prosedürler” çerçevesinde işletilmesi sağlanmıştır. Bunun yanında, Alpha tarafında teknik çit kapıları üzerinden ayrıştırma bölgesindeki gözlem noktalarına erişimde yaşanan kısıtlar, yalnızca devriye faaliyetlerini değil, altyapı ve yeniden konuşlanma süreçlerini de yavaşlatmıştır.
Teknik çit kapıları, UNDOF’un ayrıştırma bölgesindeki bazı noktalara (özellikle gözlem noktalarına) araç ve personel geçişi için kullandığı kapılardır. Bu kapıların kullanımı kısıtlanınca, özellikle UNDOF’un 52 numaralı gözlem noktasına ekipman ve personel ulaştırması zorlaşmış; bu yüzden gözlem noktasının yeniden inşa/onarım çalışmaları yavaşlamıştır.
Sahadaki İhlallerin Sınıflandırılması ve Teknik İşaretleme Düzeni
UNDOF’un raporlama dili, olayları “kimin haklı olduğu” ekseninde değil; ateşkes rejimine aykırılık ve saha düzenini bozan eylem türleri ekseninde sınıflandırır. Bu çerçevede ateşkes hattının yaya/araçla aşılması, hava araçlarının ayrıştırma bölgesi üzerinde hareketi, ateş açılması, patlamalar ve ağır silah sesleri gibi unsurlar, olay tipleri olarak kayda geçirilir.
Bazı olaylar doğrudan sınır hattının fiziki işleyişini de etkiler: Ateşkes hattı boyunca, dört ayrı noktada uzanan ve toplam uzunluğu yaklaşık 12,5 km’ye ulaşan karşı-hareket engelleri; yaklaşık 5 m genişliğinde ve 3 m derinliğinde hendek, yaklaşık 3 m yüksekliğinde set ve doğu tarafında büyük kaya bloklarıyla birlikte tarif edilmiştir.
Bu engellerin ayrıştırma alanına 5–20 m aralığında taştığı ve bazı noktalarda kaya/toprakla beş ayrı yol kapaması oluşturulduğu kayda geçmiştir. Bu tür mühendislik unsurları, ateşkes hattını yalnızca “çizgi” olmaktan çıkarıp, sahada etkisi ölçülebilir bir fiziki düzenlemeye dönüştürür.
Ateşkes rejiminin bir diğer “somut” boyutu ise işaretleme sistemidir. Ayrıştırma alanını tanımlayan hatlar, sahada belirli işaretlerle görünür kılınır. Bu kapsamda, ateşkes hattını ve Bravo hattını işaretleyen varil işaretlerinin bakım ve yenilemesi sürdürülmüş; bir dönemde ateşkes hattı boyunca 129, Bravo hattı boyunca 153 varilin restore edilip yeniden boyandığı ve elden geçirildiği kaydedilmiştir. Bu, ateşkes düzeninin yalnızca siyasî bir mutabakat değil, sürekli bakım gerektiren bir saha altyapısı olduğunu gösteren bir örnektir.
Uluslararası Hukuk ve BM Çerçevesi
242 (1967) İle Kurulan İlke Seti
Golan Tepeleri bağlamında uluslararası hukuk tartışmasının temel dayanak noktalarından biri, 1967 sonrası kabul edilen ilke setidir.【20】 Bu çerçevede öne çıkan ilk unsur, savaş yoluyla toprak ediniminin kabul edilemezliği fikridir. Bu yaklaşım, bir çatışma sonucunda ortaya çıkan fiilî durumun, tek başına kalıcı egemenlik değişikliği doğuramayacağı varsayımına dayanır.
İkinci unsur, işgal edilen topraklardan çekilme meselesidir. Bu tartışma, “hangi hatlara dönüleceği” sorusuyla birleştiğinde somutlaşır ve Golan örneğinde 1923, 1949 ve 1967 referanslarının aynı anda gündeme gelmesine yol açar.
Üçüncü unsur ise, bölgedeki tüm devletlerin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlıklarına saygı temelinde, güvenli ve tanınmış sınırlar içinde barış içinde yaşama hakkının vurgulanmasıdır. Bu, çekilme tartışmasının yalnızca bir “askerî geri çekilme” değil, daha geniş bir bölgesel güvenlik mimarisi meselesi olduğunu gösterir.
1973–1974 Sonrası: Ateşkesin Kurumsal Dile Dönüşmesi
1973 Arap-İsrail savaşı sonrasında uluslararası çerçeve, yalnızca “genel ilkelere” değil, sahada işleyen mekanizmalara da bağlanmıştır. Bu aşamada iki yönlü bir süreç görülür: İlk olarak çatışmanın durdurulması ve ateşkesin tesis edilmesi, ikinci olarak 1967’de kurulan ilke seti temelinde kalıcı çözüme gidecek bir müzakere zemininin oluşturulması.
1974’teki ayrıştırma düzeni ise bu çerçevenin sahaya aktarılmış biçimidir. Ayrıştırma bölgesi ve sınırlama alanları, ateşkesin “soyut bir çizgi” olmaktan çıkıp, belirli kurallara bağlı mekânsal bir rejim hâline geldiğini gösterir. Bu rejim içinde, ihlallerin sınıflandırılması, hareket kısıtları, geçiş prosedürleri ve denetim mekanizmaları; siyasi çekişmenin içinde kalmadan, sahada istikrarın sürdürülmesini amaçlayan kurumsal bir dil üretir.
1981 Sonrası Statü Tartışması
1981’de kabul edilen Golan Tepeleri Yasası, İsrail’in hukukunu, yargı yetkisini ve idaresini bölgeye uygulamayı düzenleyen bir adım olarak formüle edilmiştir. Metinde “ilhak” kavramı kullanılmasa da, bu tür bir düzenleme uluslararası düzlemde tek taraflı statü değişikliği girişimi olarak değerlendirilir. Bu noktada hukukî tartışma, işgalin varlığından bağımsız olarak “işgal altındaki bir bölgede egemenlik kurallarını tek taraflı biçimde değiştirme” sorusuna yoğunlaşır.
Bu aşamaya verilen yanıt, “geçersizlik” ve “tanınmama” ilkeleri etrafında şekillenir. “Geçersizlik”, tek taraflı düzenlemenin uluslararası hukuk bakımından sonuç doğurmadığı iddiasını; “tanınmama” ise diğer devletlerin bu tür bir statü değişikliğini kabul etmeme ve buna uygun davranma yükümlülüğünü ifade eder. Böylece Golan meselesi, yalnızca sahadaki ateşkes düzeniyle sınırlı kalmayıp, uluslararası hukukta egemenliğin nasıl kazanılacağı ve işgal altındaki topraklarda hangi tasarrufların meşru sayılacağı sorularının kesişim noktasına yerleşir.
İşgal Hukuku ve Statünün “Hukuken Donması”
İşgal hukuku, bir toprağın fiilen yabancı bir ordunun otoritesi altında bulunması hâlinde devreye giren normatif çerçevedir. Bu çerçevede belirleyici olan, egemenliğin kime ait olduğu iddiasından çok, fiilî kontrolün varlığıdır. Bu nedenle, işgal altındaki bir bölgede iç hukuk uygulamalarının genişletilmesi ya da idarî düzenlemeler yapılması, statünün otomatik biçimde değiştiği anlamına gelmez; aksine, işgal koşullarında yapılan tek taraflı statü değişiklikleri hukukî tartışmayı daha da keskinleştirir.
İşgal hukukunun olumsuz etkilerini sınırlama tartışmaları üç alanda yoğunlaşır. Birincisi, sivillerin korunması ve gündelik hayatın sürdürülmesine ilişkin düzenlemelerdir: kamu düzeni ve sivil hayatın devamı hedeflenirken, keyfî müdahalelerin sınırlandırılması ve temel hakların korunması vurgulanır.
İkincisi, mülkiyet ve kaynak kullanımı gibi konularda “kalıcı egemenlik tasarrufu” izlenimi verebilecek uygulamalara karşı ihtiyatlı yaklaşım geliştirilir. Üçüncüsü ise, uzun süreli işgal koşullarında ortaya çıkan idarî, demografik ve ekonomik dönüşümlerin, statü tartışmasını yalnızca hukukî bir mesele olmaktan çıkarıp, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir süreklilik meselesine dönüştürmesidir.
Bu nedenle Golan Tepeleri, uluslararası belgelerde sıklıkla “de jure” egemenlik iddiasıyla “de facto” fiilî kontrolün ayrıştığı; bu ayrışmanın da tanınma, müzakere ve güvenlik mimarisi üzerinde doğrudan etkiler ürettiği bir örnek olarak ele alınır.
Nüfus, Yerleşimler ve Sosyoekonomik Yapı
Yerleşim Örüntüsü ve Merkezler
Golan Tepeleri’nde yerleşim dokusu, güvenlik rejimiyle iç içe geçmiş bir “sınır coğrafyası” üzerinde biçimlenir. Bölgenin yüksek plato niteliği, yerleşimlerin çoğunu plato yüzeyine ve ulaşım akslarına yakın alanlarda yoğunlaştırırken; batıya, Ürdün Vadisi ve Taberiye Gölü yönüne inen dik yamaçlar, hem yerleşimlerin dağılımını hem de tarımsal üretim alanlarının parçalanmasını etkiler.
1981’de Golan Tepeleri Yasası ile belirlenen idarî-hukukî düzenleme öncesinde, bölgede yaşayan 28 kırsal topluluk ile “şehir olarak” planlanan ve inşa sürecindeki Katzrin yerleşimi birlikte anılır; bu ifade, Golan’daki yerleşim tipolojisinin “kırsal topluluk + idari/şehir merkezi” ikiliği üzerinden geliştiğine işaret eder.
Yerleşimlerin sahadaki işleyişi, yalnızca nüfusun nerede yaşadığından değil, aynı zamanda geçiş noktaları, kontrol alanları ve kısıtlama rejiminin gündelik hareketi nasıl şekillendirdiğinden anlaşılır. Bu yüzden Golan’da yerleşimler, klasik “kentsel büyüme” mantığından ziyade, sınır hattına yakınlığın ve hareket serbestisinin belirlediği bir mekânsal çerçeve içinde değerlendirilir.
Nüfus Bileşimi ve Demografik Eğilimler
Sayısal çerçevede, bölgede yaklaşık 50.000 kişinin yaşadığı; bunun içinde Arap nüfusun yaklaşık 27.000, Yahudi nüfusun ise 23.000 düzeyinde olduğu belirtilir. 1994–2014 aralığında Yahudi yerleşik nüfusun yaklaşık 7.000, Arap nüfusun ise yaklaşık 11.000 artış gösterdiği kaydedilir.【21】 Bu karşılaştırma iki sonucu görünür kılar: (i) nüfus artışı tek bir topluluğa özgü değildir; (ii) demografik değişim, güvenlik ve idare tartışmalarının yanı sıra gündelik yaşam, ekonomik imkânlar ve yerleşim sürekliliği gibi etkenlerle birlikte okunmalıdır.

Golan'da İsrail İşgal Yerleşimleri - 1992 (Library of Congress)
Golan’ın demografik tablosu yalnızca sayılardan ibaret değildir; aynı zamanda kimlik, yerleşiklik ve statü tartışmalarının kesişiminde yer alır. Bölgeye atfedilen “yerleşim” ve “yerli topluluk” ayrımı, kamu hizmetlerine erişim, arazi kullanımı ve hareket serbestisi gibi başlıklarda farklı etkiler doğurabildiği için, demografi Golan bağlamında çoğu zaman siyasî-hukukî tartışmanın da taşıyıcısı hâline gelir.
Ekonomik Faaliyetler ve Arazi Kullanımı
Golan’da ekonomi, büyük ölçüde arazi örtüsü–iklim–su üçlüsünün belirlediği bir üretim yapısına dayanır. Volkanik bazalt zemin ve plato topoğrafyası, otlatma ve tarımsal üretimi birlikte mümkün kılan bir çevresel temel sunar; ancak yağışın kuzeyde artıp güneyde azalması, üretim desenini de mekânsal olarak farklılaştırır.
Bölgenin bitki örtüsünün geçmişte yoğun kullanım baskılarıyla (tarım, otlatma, odunculuk) değiştiği; örneğin sedir varlığının tarihsel süreçte azalması ve yerini meşe topluluklarının alması gibi dönüşümler, arazi kullanımının uzun erimli etkilerini gösteren örneklerdir.
Tarım ve hayvancılık, su kaynaklarına erişim ve sulama kapasitesiyle yakından ilişkilidir. Havza ölçeğinde bakıldığında, suyun mevsimselliği (kışın yüksek akış, yazın düşük akış) tarımsal planlamayı doğrudan etkiler; bu nedenle üretimin sürdürülebilirliği, yalnızca yerel yağışa değil, depolama/dağıtım altyapısına ve su yönetimi tercihlerine de bağlıdır.
Golan’da, özellikle kuzey kuşakta iklimin görece serin ve yağışın daha yüksek olması, bazı tarımsal ürünlerde (örneğin bağcılık ve meyvecilik gibi) avantajlı bir çevresel arka plan yaratır; buna karşılık daha kurak kuşaklarda üretim, su kısıtları karşısında daha kırılgan hâle gelebilir.
Toplumsal Doku ve Gündelik Hayat
Golan’ın toplumsal dokusu, sınır coğrafyasının getirdiği “normalleşme–olağanüstülük” ikiliği içinde şekillenir. Bir yandan yerleşimler ve üretim alanları gündelik yaşamı sürdürürken, diğer yandan ateşkes rejimi ve güvenlik uygulamaları hareketliliği ve mekân kullanımını sınırlar. Bu nedenle gündelik hayat; tarım/otlatma gibi ekonomik pratiklerin yanı sıra, geçiş prosedürleri, denetim alanları ve dönemsel güvenlik dalgalanmalarıyla birlikte değerlendirilir.
Bölgeye atfedilen kültürel-dinsel anlamlar da toplumsal algıyı etkileyen bir unsurdur. Golan’ın Yahudilik açısından “kutsal” kabul edildiğine ilişkin değerlendirmeler, yerleşim tartışmalarında sembolik bir katman üretir. Bunun yanında Golan’da çeşitli toplulukların varlığına ve yerleşimlerine ilişkin anlatımlar, bölgenin yalnızca askerî/hukukî değil, aynı zamanda kimlik ve aidiyet üzerinden de tartışıldığını gösterir.
Diplomasi, Müzakere Parametreleri ve Güncel Tartışmalar
Müzakerenin Ana Ekseni: Sınır, Güvenlik ve Su
Golan Tepeleri etrafındaki diplomatik tartışmaların omurgası, üçlü bir parametre seti üzerinde şekillenir: sınırın hangi referans çizgiye göre tanımlanacağı, güvenlik düzeninin nasıl kurulacağı ve su kaynaklarına erişim ile havza yönetiminin nasıl ele alınacağı. Sınır başlığı, 1923 uluslararası sınırı, 1949 ateşkes hattı ve 1967 öncesi fiilî çizgilerin aynı anda “referans” hâline gelebildiği bir tartışma alanıdır.
Güvenlik başlığı, yüksek plato topografyasının ürettiği erken uyarı ve alan hâkimiyeti avantajının taraflarca farklı biçimlerde yorumlanması nedeniyle müzakerenin en sert katmanını oluşturur. Su başlığı ise çoğu zaman “teknik” gibi görünse de, Ürdün Havzası’nın mevsimsellik ve kuraklık baskısı altında yönetilmesi zorunluluğu nedeniyle, sınır ve güvenlikle birlikte pazarlık alanına girer.
Bu üç başlık, tek tek ele alındığında çözülebilir görünse bile, pratikte birbirini kilitleyebilen bir yapı üretir: sınır düzeni suya erişimi etkiler, su düzeni ekonomik sürdürülebilirliği etkiler, ekonomik sürdürülebilirlik ise güvenlik risklerini ve toplumsal istikrarı besler.
Statü Siyaseti: “Geçersizlik” ve “Tanınmama”
Golan’ın diplomatik dosyasında, fiilî kontrol ile hukukî statünün ayrışması temel belirleyicidir. 1981’de Golan Tepeleri Yasası ile İsrail hukukunun, yargı yetkisinin ve idaresinin bölgeye uygulanması yönünde atılan adım, yalnızca idari bir düzenleme olarak kalmamış; Golan’ın statüsünü “fiilî durum” olmaktan çıkarıp “statü değişikliği” tartışmasına dönüştürmüştür.
Bu noktadan itibaren diplomasinin dili, iki karşıt çizgi üzerinde sertleşir: bir yanda statünün tek taraflı değiştirilemeyeceğini savunan geçersizlik/tanınmama yaklaşımı, diğer yanda fiilî yönetimin kurumsallaştırılmasıyla oluşan kalıcılık iddiası.
Bu ikilik, müzakerelerde “sahadaki düzen” ile “hukukî sonuç” arasında sürekli bir gerilim yaratır. Ateşkesin korunması ve çatışmanın büyümemesi mümkün olsa bile, statü tartışması çözülmediğinde dosya “dondurulmuş” bir anlaşmazlık biçimi alır; bu da diplomatik girişimlerin çoğunu, kapsamlı bir anlaşma yerine, sınırlı istikrar mekanizmalarına dayandırır.
2011 Sonrası ve 2020’ler
2011’de Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte Golan çevresindeki güvenlik ortamı, iki düzenli ordunun karşı karşıya geldiği klasik cephe hattı görünümünden uzaklaşarak daha değişken ve çok katmanlı bir yapıya yönelmiştir. Bu dönemde sınır hattı boyunca riskler yalnızca “karadan temas” başlığıyla sınırlı kalmamış; hareket kısıtları, geçiş prosedürlerindeki dalgalanmalar, yerel silahlı unsurların varlığı ve hava sahasıyla bağlantılı olaylar gibi farklı başlıklar aynı anda önem kazanmıştır. Bu koşullarda ateşkes düzeninin işletilmesi, sahada istikrarın korunması açısından daha fazla koordinasyon ve sürekli prosedür yönetimi gerektiren bir alan hâline gelmiştir.
2020’lerde güvenlik algısının “kısa vadeli” tehditlere duyarlılığı belirginleşmiştir. Bu durum, kapsamlı statü müzakerelerini kolaylaştırmak yerine, çoğu kez sahada tırmanmayı önleyen pratik önlemlere (devriye-gözlem düzeni, geçiş rejimi, ihlal sınıflandırması ve temas kanallarının açık tutulması gibi) ağırlık verilmesine yol açmıştır. Böyle dönemlerde diplomatik söylem, nihai çözüm hedefinden çok, ateşkes hattında yanlış hesaplama riskini düşüren ve gerilimin yayılmasını sınırlayan tedbirlerin sürdürülebilirliği etrafında yoğunlaşmıştır.
Bu genel çerçeve içinde, Aralık 2024’te yaşanan siyasal kırılma ve bunun sınır hattına yansıyan sonuçları dikkat çekicidir. Kayıtlarda, Beşar Esad yönetiminin HTŞ tarafından devrilmesi sonrasında İsrail’in Suriye sınırında “yeni bir cephe” oluştuğunu savunarak Golan’daki yerleşimlerin genişletilmesini onayladığı; nüfusu iki katına çıkarma hedefiyle bir teşvik planına 40 milyon şekel kaynak ayrılacağını duyurduğu aktarılır.【22】
Golan Tepeleri Hakkında (TRT - Doğrusu Ne?)
Aynı bağlamda, Golan’da 30’dan fazla İsrail yerleşimi bulunduğu ve bu yerleşimlerde yaklaşık 20.000 kişinin yaşadığı; yerleşimcilerin, çoğunluğunu Dürzilerin oluşturduğu yaklaşık 20.000 Suriyeli ile aynı coğrafyada bulunduğu belirtilir.【23】 Bu gelişmeler, Golan’ın “yerleşim ve demografi” boyutunun, güvenlik söylemiyle birlikte yeniden öne çıktığını gösteren somut bir örnek oluşturur.
Aynı dönemde, tampon bölge meselesi de yeniden gündeme gelmiştir. Esad’ın devrilmesini izleyen günlerde İsrail güçlerinin, ateşkes düzenlemelerinin “çöktüğü” değerlendirmesiyle Golan’ı Suriye’den ayıran tampon bölgeye girdiği; bunun 1974 tarihli ayrıştırma düzeniyle ilişkilendirilen bir ihlal tartışmasına yol açtığı kaydedilir. Bu adımla eşzamanlı biçimde, Suriye içinde çok sayıda hedefe yönelik hava saldırıları yapılmış; bazı anlatımlarda 8 Aralık’tan itibaren 450’den fazla saldırıdan söz edilmiştir.【24】 Bu tablo, sınır hattında “sahadaki düzen” ile “siyasal-askerî hamleler” arasındaki bağın kuvvetlendiği bir faza işaret eder.
4 Aralık 2025 tarihli kayıtlarda, İsrail ordusunun işgal altındaki Golan Tepeleri’nden Suriye’nin Dera ve Kuneytra kırsalına, Dera’nın batısındaki Kuveyya köyü ile Kuneytra kırsalındaki Tel Ahmer bölgesini hedef alacak şekilde 12 topçu atışı yaptığı aktarılır.【25】 Bu tür olaylar, 2011 sonrası dönemde şekillenen risk çeşitlenmesinin 2020’lerin ortasında da “sınır ötesi ateş desteği / karşılık verme” türü eylemlerle devam edebildiğini; dolayısıyla ateşkes rejiminin sahadaki kırılganlığının yalnızca kurumsal prosedürlerle değil, bölgesel siyasal dalgalanmalarla da yakından ilişkili olduğunu göstermektedir.
Çevresel Kırılganlık ve Suyun Diplomatik Ağırlığı
Golan dosyasında su, yalnızca tarihsel bir rekabet alanı değil; 2020’lerde giderek daha belirgin hâle gelen kuraklık, sıcaklık artışı ve su kalitesi baskıları nedeniyle “geleceğe dönük” bir diplomatik parametreye dönüşmüştür. Havza ölçeğinde kişi başına düşen yenilenebilir su miktarlarının çok düşük seviyelerde seyretmesi, suyu klasik bir altyapı meselesi olmaktan çıkarıp “stratejik kıtlık” başlığına taşır.
Bu çerçevede su, müzakerelerde iki şekilde rol oynar: Bir yandan sınır ve güvenlik tartışmalarını sertleştiren bir unsur (kaynağa erişim ve denetim), diğer yandan ortak kırılganlık ürettiği için teknik iş birliği kanalları yaratabilecek bir yapıdır (taşkın yönetimi, kirlilik kontrolü, kuraklık dönemlerinde tahsis ve erken uyarı). Bu ikili karakter, çevresel risklerin arttığı dönemlerde diplomatik hareket alanını daraltabileceği gibi, sınırlı ama işlevsel iş birliği zeminleri de üretebilecek potansiyele sahiptir.


