Han Yunus Katliamları, Gazze Şeridi’nin güneyinde yer alan Han Yunus ve bağlı yerleşimlerde sivillerin toplu biçimde öldürüldüğü veya cesetlerin toplu gömülerde bulunduğu olaylar dizisini; özellikle 1956, 2014 (Huzaa) ve 2024’teki vakaları kapsar. 1956 Süveyş Savaşı bağlamında yaşanan katliamda İsrail ordusuna bağlı birlikler Han Yunus’ta Mısırlı ve Filistinli 600’den fazla kişiyi öldürmüştür.【1】 Katliam, kentte her yıl düzenlenen anmalarla yerel ve uluslararası kolektif hafızada yaşatılmaktadır.
2014’te Han Yunus’un Huzaa beldesinde İsrail güçleri tarafından gerçekleştirilen katliamın ardından kısa süreli ateşkes sırasında ambulansların bölgeye sınırlı erişimi nedeniyle günlerce bekleyen cenazeler ilkel imkânlarla çıkarılmış, sokaklarda cesetlerin battaniye ve çarşaflarla örtüldüğü aktarılmıştır.
2024’te Han Yunus’taki Nasser Tıp Kompleksi sahasında kuşatma ve çekilme sürecinin ardından sivil savunma ekipleri çok sayıda bedeni toplu mezarlardan çıkarmış; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi sözcüsü Ravina Shamdasani, bazı bedenlerin "elleri bağlı ve soyulmuş halde" bulunduğunu bildirmiştir.【2】
Bölgenin Coğrafyası ve Altyapı
Han Yunus, Gazze Şeridi’nin güneyinde, kuzey–güney doğrultusunda işleyen sivil hareketlilik ve temel hizmet akışının kesişiminde yer alan bir merkez olmuştur. Kent, kıyı ile iç kesimler arasında uzanan düz bir yerleşim kuşağının üzerinde konumlanmış; çevresindeki mahalle ve beldelerle birlikte idari ve lojistik açıdan bütünleşik bir alan oluşturmuştur.
Bölgede barınma ve ikmal ağları tarihsel olarak yüksek bir yoğunlukta işlemiştir. 1956 sonbaharında dahi Gazze genelinde nüfusun büyük kısmı düzenli iaşe ve temel hizmetler için bu bölgeden dağıtılan uluslararası yardımlara bağımlı yaşamış; sokağa çıkma kısıtlarının olduğu dönemlerde bile dağıtım güzergâhları belirli aralıklarla açılıp kapatılarak ikmal sürdürülmüştür.
Günümüze yaklaştıkça kuzey eksenine yoğunlaşan saldırılar ve güney eksenine yönelen kitlesel göçler Han Yunus’un yükünü artırmış; kısa süre içinde yüz binlerce kişinin barınma, gıda ve temel hijyen ihtiyaçları kent ve çevresindeki tesislere yığılmıştır. Bu baskı, eğitim yapıları ve kamu binalarının geçici barınma alanlarına dönüştürülmesiyle karşılanmaya çalışılmış; tesis kapasiteleri olağan seviyelerin üzerine çıkmıştır.

Han Yunus Bölgesini ve Huzaa Beldesini Gösterir Harita (Anadolu Ajansı)
Sağlık altyapısı Han Yunus merkezli iki kurum etrafında şekillenmiştir. Nasser Tıp Kompleksi, ikincil ve yer yer üçüncül basamak hizmetleri üstlenen, sevk zincirinin omurgasını oluşturan bir hastane olarak öne çıkmıştır. Anne–bebek hizmetleri ve yoğun bakım kapasitesi, sınırlı yatak sayısına rağmen bölgesel bir merkez haline gelmiştir.
Avrupa (European Gaza) Hastanesi, güney Gazze’nin diğer ana referans noktası olarak, özellikle yataklı servisler ve ileri tanı–tedavi süreçlerinde Nasser’i tamamlayan bir rol üstlenmiştir. Yakıt ve elektrik tedariğindeki aksamalar, soğuk zincir ve sterilizasyon gibi kritik işleyiş halkalarında dar boğazlar yaratmış; bu nedenle servislerin sürekliliği dönem dönem kısmen azaltılmış ya da ortadan kalkmıştır.
Ulaşım ve dış bağlantılar bakımından Han Yunus, kuzey–güney karayolu omurgasına bağlanmış bir konumda yer almıştır. Kent içi yollar, yardım ve sağlık konvoylarının önceliklendirildiği zamanlarda tek yönlü veya koridor mantığıyla işletilmiş; hasar gören kesimlerde geçici düzenlemelerle erişim sağlanmıştır.
Güney sınırdaki Refah kapısı, tahliye, sevk ve insani geçişler için kritik bir kapı işlevi görmüş; belirli dönemlerde sağlık sevkleri ve yabancı yardımlar bu hat üzerinden yürütülmüştür. Bu bütünlük içinde Han Yunus, coğrafi konumu ve altyapı düğümleri sebebiyle güney Gazze’de barınma, ikmal ve sağlık hizmetlerinin organize edildiği başat merkezlerden biri hâline gelmiştir.
Han Yunus Katliamı (1956)
Gazze Savaşı bağlamında 1956 sonbaharında Han Yunus’ta yaşanan olaylar, İsrail, İngiltere ve Fransa’nın Mısır’a karşı yürüttüğü harekâtın Gazze Şeridi’ndeki ayağının uygulanışı sırasında gerçekleşen geniş ölçekli bir katliam vakasıdır. Kentteki sivil nüfus, özellikle “tarama/sorgulama” uygulamalarının eşlik ettiği ev baskınlarıyla karşı karşıya kalmış; bu süreçte Han Yunus’ta 600’den fazla Filistinli ve Mısırlı öldürülmüştür. Olay, kent ölçeğinde sokağa çıkma kısıtları, toplu sevkler ve infazlar ile şekillenmiştir.
Arka Plan ve Zaman Çizelgesi (Ekim–Aralık 1956)
Cemal Abdünnasır’ın Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı kamulaştırması sonrasında halihazırda bu kanaldan stratejik ve ekenomik kazançlar sağlayan İngiltere, Fransa ve İsrail'in bu durumdan rahatsız olması ve kamulaştırmayı tanımamalarıyla Süveyş Krizi ortaya çıkmıştır. Krizin başladığı yıl Fransa ve İngiltere’nin Mısır’daki Nâsır yönetimini zayıflatma hedefiyle İsrail’le bir araya geldiği gizli Sèvres mutabakatı yapılmıştır. Bu plana göre İsrail Sina Yarımadası’na taarruz ederek çatışmayı başlatmış, ardından İngiltere ve Fransa “çatışmayı durdurma” gerekçesiyle devreye girecek şekilde hareket etmeyi öngörmüştür. 29 Ekim’de plan işletilmiş, İsrail kuvvetleri Sina’ya girmiş ve ilerleyiş sırasında Gazze Şeridi’ni de işgal etmiştir.
Bu safhada İsrail, hem Mısır’ın askerî kapasitesini Sina’da çökertmeyi hem de sahadaki fiili durumu kendi lehine çevirmeyi amaçlamıştır; Gazze ve Sina üzerinde kalıcı denetim beklentisi taşımış, ancak yoğun uluslararası baskı nedeniyle bu beklenti gerçekleşmemiştir. Kriz boyunca ABD’nin ve SSCB’nin sert diplomatik müdahaleleri ile İngiltere–Fransa hava harekâtı ve çıkarma girişimleri durdurulmuş, İsrail Mart 1957’de Sina ve Gazze’den çekilmeye razı olmak durumunda kalmıştır.
İsrail birliklerinin Gazze’ye girişi, ana çerçevede bu üçlü planın saha icrası içinde gerçekleşmiştir. Bu bağlamda Han Yunus bölgesi kuzey-güney ekseninde insani yardımların ve iaşenin sağlandığı en büyük merkezlerden biri olması sebebiyle İsrail tarafından özellikle hedef alınmış, işgalin ilk günlerinde yapılan anonslarla halk belli merkezlerde toplanarak arama-tarama faaliyeleri gerçekleştirilmiştir. Bu esnada sivil halktan pek çok kişinin toplanma alanlarına zamanında yetişememe korkusuyla panik halinde koşmalarını takiben İsrail kuvvetlerinin sorgusuz ateş gücü kullanımı ölüm sayısını hızla artırmıştır.【3】
Çatışmaların başladığı sıralarda Han Yunus’daki sivil nüfusun üçte ikisinden fazlası (213 bini aşkın kişi) UNRWA yardım dağıtımlarına bağımlı olduğu için, sahadaki işgal yönetiminin temel hizmetleri üstlenemeyeceği anlaşılmış; BM Ajansı acil bir ekip göndererek gıda ve temel hizmetlerin kesintiye uğramaması için olağanüstü düzenlemelere gitmiştir.【4】 Bölgedeki askeri operasyonlar sırasında yaşanan kayıplar ve sivil altyapı üzerindeki yıkım, savaş sona erdikten sonra da sahadaki insani etkilerin hızla giderilememesine yol açmıştır.
Kasım sonuna gelindiğinde kısmi askeri sakinleşmeye rağmen tarama–sorgulama faaliyetlerinin “düzenli biçimde” sürmüş; ilk günlerdeki savaş hukuku ihlalleri ilerleyen günlerde de devam etmiştir. Bu tablo, Han Yunus’ta birkaç gün–hafta aralığında yoğunlaşan şiddetin, bölge genelindeki askeri–idari uygulamalarla (sokağa çıkma, anonslarla toplanma, tarama noktaları, sevk merkezleri) iç içe yürüdüğünü göstermektedir.
Olayların Seyri: Han Yunus’ta Toplu Katliam
Han Yunus’ta ölümlerin kısa bir zaman diliminde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Kent içinde ve çevresindeki mahallelerde “erkeklerin belirli noktalara toplanması” anonsları, ev baskınları ve geniş hatlı taramalar birbirini izlemiş; bu süreçte 600’ü aşkın kişi öldürülmüştür. Toplu sevk/tarama düzeninin işleyişi Gazze’nin diğer noktalarında da benzer bir çerçevede uygulanmış; kalabalıkların panik halinde koşuşturması ve askerî birliklerin sorgusuz ateşi gibi faktörler can kaybını artırmıştır.
Han Yunus’taki katliam, aynı dönemde Gazze’nin diğer yerlerinde kayda geçen tarama esnasında ateş açılması ve toplu gözaltı örüntüsüyle örtüşür; ancak Han Yunus vakasında kayıp sayısının ciddi ölçüde yüksek oluşu, bu olayı kent belleğinde ayrıcalıklı bir noktaya yerleştirmiştir.
Cenazelerin Toplanması, Gömüler ve Kimliklendirme
Acil durum koşullarında kent içi hareketlilik sokağa çıkma yasağı saatleri ve güvenlik kısıtlarıyla belirlenmiş; çok sayıda cenaze kimlik tespiti yapılamadan defnedilmiştir. Olay günlerinde kent içinde ana arterler ve kavşaklar, kısa sürede cenazelerin toplandığı–taşındığı güzergâhlara dönüşmüş; at arabaları ve sivil araçlarla defin alanlarına sevkler yapılmıştır. Bu koşullar, daha sonra ayrıntılı bir “isim listesi” çıkarılmasını güçleştirerek kayıp–ölü sayılarında belirsizlik payını artırmıştır. Han Yunus’ta 1956’dan itibaren sürdürülen anma–belgeleme çabalarının önemli hedeflerinden biri, bu kimliklendirme boşluklarını mümkün olduğu ölçüde doldurmak olmuştur.
Yerel Hafıza, Anma ve Belgeleme
Han Yunus’ta belediye ve “Han Yunus Katliamı Şehitlerini Anma ve Belgeleme Komitesi” öncülüğünde, olayların her yıl dönümünde anmalar düzenlenmektedir. Anmalarda, 1956’da kentte 600’den fazla kişinin öldürüldüğü vurgulanmakta; kayıpların isimle–aileyle hatırlanması, tanıklıkların toplanması ve yargısal başvuru dosyalarının oluşturulması yönünde çağrılar yinelenmektedir.

Han Yunus Katliamının 64. Yılında Yapılan Anma (Anadolu Ajansı)
Bu çalışmalar, bir yandan kolektif hafızayı diri tutmayı amaçlarken öte yandan delil–belge derlemeyi ve uluslararası başvuru mekanizmalarında kullanılabilecek dosyaların hazırlanmasını hedefler.
Huzaa Katliamı (2014)
Han Yunus’un doğusundaki Huzaa beldesinde 2014 yazında yaşananlar, kısa süreli ateşkes anlarında bile sahaya tam erişim sağlanamayan bir kriz tablosu oluşturmuştur. Ateşkes aralarında ambulansların bölgeye yalnızca sınırlı giriş yapabildiği, bu nedenle günlerdir ulaşılmayı bekleyen cenazelerin mahalleli tarafından ilkel imkânlarla çıkarıldığı kayıt altına alınmıştır. Sahadaki koşullar, ağzı ve burnu kapatmadan yolda yürümeyi imkânsızlaştıracak ölçüde ağırlaşmış; yollarda kalan cenazeler, bulunan battaniye ve çarşaflarla örtülmüştür.

Huzaa Katliamının Ardından Aynı Aileden Vefat Eden 8 Kişi (Anadolu Ajansı)
Huzaa’nın dar sokak dokusu ve Han Yunus şehir merkezine bitişik konumu, erişim hatlarını kırılgan hâle getirmiştir. Kısa ateşkes periyotlarında dahi ambulansların girişine tam serbestlik tanınmaması, defin ve çıkarma işlemlerinin profesyonel ekipler yerine çoğu kez mahalle sakinlerince yürütülmesine yol açmıştır. Bu durum, acil sağlık ve nakil hizmetlerini geciktirmiş; sahada bekleyen cenaze sayısının artmasına neden olmuştur.
Uzun süre ulaşılamayan noktalar için mahalleli; halat, el aletleri ve basit taşıma düzenekleriyle enkaz ve arazi koşullarında çıkarma işlemleri yapmıştır. Yollarda ve açık alanlarda bulunan cenazeler, koku ve çevresel etkileri azaltmak amacıyla battaniye ve çarşaflarla örtülmüştür. Bu pratik, defin ekipleri ve ambulansların ulaşabildiği ana güzergâhlara kadar geçici bir koruma sağlamıştır.

Huzaa'da Yaşanan Katliamın Ardından Bölgenin Yıkımı (Anadolu Ajansı)
Huzaa’daki vaka, bölgede bulunan medya mensupları tarafından sistematik biçimde belgelenmiştir. Ali Hassan ve Belal Khaled’in çekimleri, ambulans erişiminin sınırlılığı ile mahallelinin cenaze çıkarma ve örtme pratiklerini ayrıntılı biçimde yansıtmaktadır. Ashraf Amra’nın çekimleri ise, saldırıların sürmesiyle birlikte yakın bölgelerdeki kitlesel kayıp ve cenaze törenlerinin seyrini göstermektedir. Bu görsel kayıtlar, olayın zaman–mekân örgüsünü ve sivil etkilerini ayrıntılı biçimde izlemeye imkân vermiştir.【5】
Nasser Hastanesi Katliamı ve Toplu Gömüler (2024)
Han Yunus’taki Nasser Tıp Kompleksi, 7 Ekim 2023 sonrasında güney Gazze’nin başlıca sevk–tedavi merkezlerinden biri hâline gelmiştir. İsrail'in özellikle Şifa ve Nasır hastanelerinin doğum ve yoğun bakım ünitesine yönelik yaptığı saldırılar sonrasında yakıt, elektrik ve tıbbi malzeme sıkıntıları nedeniyle 27 Şubat 2024’te kısmi durdurma kararı alınmış; bu tarihten itibaren yoğun kuşatma koşulları, hastanenin morg kapasitesini, defin ve kayıt süreçlerini ağır biçimde aksatmıştır.【6】
Kuşatma Sonrası Bulgu ve Gelişmeler
İlkbahar 2024’te İsrail birliklerinin çekilmesini takiben, hastane yerleşkesi ve yakın çevresinde toplu gömü alanları ortaya çıkarılmıştır. Sivil savunma ekipleri, sınırlı ekipman ve bozulmuş altyapı koşullarında kazı–çıkarma çalışmaları yürütmüş; kısa sürede “yüzlerle ifade edilen” sayıda cenaze yer üstüne alınmıştır.

Nasır Hastanesi Saldırısı Sonrası Açılan Toplu Mezarlar (Anadolu Ajansı)
Yerel sağlık birimleri ve sahadaki ekipler, kimlik tespiti yapılamayan çok sayıda beden bulunduğunu; uzun süre erişim sağlanamaması nedeniyle cenazelerin ileri derecede bozulduğunu belirtmiştir. Bu durum, otopsi ve kimliklendirmeyi güçleştirmiş; defin öncesi standart tıbbi incelemelerin çoğu vakada yapılamamasına yol açmıştır.
Gömü Alanlarının Niteliği
Saha tanımları, gömülerin bir bölümünün hastane bahçesi ve avlu gibi kampüs içi alanlarda, bir bölümünün ise yerleşke sınırına bitişik bölgelerde bulunduğunu göstermiştir. Kuşatma günlerinde, İsrail güçlerinin toplu mezarlara gömdüğü insanların yanısıra hastane personelinin de morglar devre dışı kaldığında bulaşıcı hastalık riski ve koku nedeniyle acil–geçici gömülere başvurduğu; erişim açıldıktan sonra bu alanların kazılarla yeniden açıldığı aktarılmıştır.

Bombardıman Sonrasında Nasır Hastanesi (Anadolu Ajansı)
Bulunan bedenler arasında yaşlılar, kadınlar ve yaralıların da yer aldığı; kimi vakalarda elleri bağlanmış veya üzerleri soyulmuş şekilde bedenler tespit edildiği bildirilmiştir. Han Yunus Sivil Savunma yetkilileri, bazı kişilerin “gömü sırasında hayatta olma ihtimali” ve “yakın mesafeden öldürülme” şüphesi doğuran bulgulara işaret etmiş; bu nedenle sistematik, uzmanlık temelli inceleme çağrısında bulunmuştur.【7】
Kimliklendirme, Kayıt ve Aile Bildirimleri
Hastane kayıtlarının bir kısmının çatışma sırasında tahrip olması, personelin yer değiştirmesi ve iletişim altyapısının çökmesi, kimliklendirme sürecinde başlıca engelleri oluşturmuştur. Çıkarılan cenazeler için yüz ve beden özellikleri, diş kayıtları, kişisel eşyalar ve yakınların beyanı bir arada değerlendirilmiş; ancak bedenlerin bozulma düzeyi nedeniyle kesin tespit sınırlı kalmıştır. Ailelerden alınan kayıp bildirimleri ile eski hasta–ziyaretçi listeleri ve yerleşke içindeki geçici gömü haritaları çaprazlanarak isimlendirme çabaları sürdürülmüştür.
İnceleme Talepleri ve Karşı Açıklamalar
Toplu gömü alanlarının ortaya çıkmasının ardından uluslararası düzeyde bağımsız ve etkili bir soruşturma çağrısı yapılmış; hastanelere yönelik saldırı ve kuşatma altında gerçekleşen ölüm–defin uygulamalarının, tıbbi mekânların korunmasına ilişkin kurallarla birlikte ele alınması gerektiği vurgulanmıştır. Sahadaki bulgulara ilişkin olarak, elleri bağlı ve kıyafetleri soyulmuş halde bulunan bedenlere dair iddialar özellikle dikkat çekmiş; buna karşılık İsrail tarafı açık delillere karşın, birliklerin “Filistinlileri toplu mezarlara gömdüğü” iddiasını reddetmiştir.
Süreklilik: 2024’ten 2025’e Tıbbi Altyapının Aşınması
Nasser Tıp Kompleksi, 2024 baharında ortaya çıkan toplu gömü alanlarına ilişkin çalışmalar tamamlanmadan önce dahi hizmet dışına sürüklenme riskiyle karşı karşıya kalmış; izleyen dönemde tesis ve çevresi tekrar hedef olmuştur. 13 Mayıs 2025’te hastanenin yanık ünitesinin vurulmasıyla servisler zarar görmüş; aynı gün Avrupa (European Gaza) Hastanesi’nin iç avluları ve çevresi de saldırıya uğramış, çok sayıda ölü ve yaralı bildirilmiştir.

İsrail Bombardımanı Sonrası Kanalizasyon Suyu Basan Nasır Hastanesi (Anadolu Ajansı)
Bu saldırılar, güney Gazze’de ileri tedavi hizmetlerinin (onkoloji dâhil) neredeyse tamamen durmasına ve sevk zincirinin kopmasına yol açmıştır. Böylece 2024’teki kuşatma ve toplu gömü tartışmaları, 2025’te tıbbi kapasitenin daha da aşınmasıyla birleşerek bölgede sağlık hizmetlerine erişimi kritik düzeyde sınırlamıştır.
Hukuki Tartışmalar
1956, 2014 ve 2024’te Han Yunus ve çevresinde yaşananlar, öncelikle “siviller ve silahlı kuvvetler arasında ayrım gözetme” ve “orantılılık” ilkelerinin ihlali tartışmasını doğurmuştur. 1956’da kısa bir zaman diliminde yoğun sivil kaybının bildirilmesi, “toplu tarama sırasında ateş açılması” anlatıları ve akabindeki acil definler, güç kullanımının askeri gereklilikle açıklanıp açıklanamayacağı sorusunu uluslararası alanda gündeme taşımıştır. 2014 Huzaa’da ambulans erişiminin ateşkes aralarında dahi sınırlı kalması, güvenli insani koridorların tesis edilmediği ve gecikmelerin öngörülebilir sonuçlarının sorumluluğu kime yükleyeceği yönünde tartışılmıştır.
2024’te Nasser Tıp Kompleksi çevresinde kuşatma sonrası ortaya çıkarılan gömü alanları, ölülere muamele, kimliklendirme ve delil güvenliği bakımından yeni bir tartışma başlığı yaratmıştır. Kampüs içi ve bitişik bölgelerdeki geçici gömü uygulamalarının zorunluluk kaynaklı mı yoksa usule aykırı mı gerçekleştiği; kayıtların tahrip olması, bedenlerin bozulma seviyesi ve çıkarma prosedürlerinin standarda uygun yürütülüp yürütülmediği sorgulanmıştır. Ellerinin bağlanmış olduğu veya üzerlerinin soyulduğu bildirilen vakalar, kötü muamele ya da yakın mesafeden öldürme ihtimallerini ön plana çıkartmıştır.

Nasır Hastanesi'nden Gelen ve İnsan Hakları Hukukuna Dair Tartışmaya Sebep Olan Görsellerden Bir Kare (Anadolu Ajansı)
Tıbbi alanın korunması başlığı, özellikle 2023 sonrası dönemde kesintiler ve doğrudan hasar iddiaları nedeniyle merkezî bir hukuki tartışma alanı hâline gelmiştir. Hastanelerin fiilen işlevsiz bırakılmasının (yakıt–elektrik kesintileri, kuşatma ve erişim engelleri) korumanın ihlali sayıldığı bildirilmiş; olası “askerî kullanım” iddiaları karşısında uyarı, makul süre ve tahliye yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediği tartışılmıştır. Nasser ve Avrupa Hastanesi örnekleri, uluslararası alanda sağlık tesislerinin korunmasıyla askeri zorunluluk iddiası arasındaki çizginin nereye çekilmesi gerektiğine dair uluslararası görüş ayrılıklarını keskinleştirmiştir.
Olası suç tiplerinin nitelendirilmesinde “savaş suçu” ile “insanlığa karşı suç” eksenleri öne çıkmıştır. 1956’daki yüksek sivil kaybı, 2014’te insani erişimdeki kesintiler ve 2024’te hastane çevresinde tespit edilen gömüler, tekil eylemler mi yoksa daha geniş bir örüntünün parçası mı olduğu sorusuyla birlikte değerlendirilmiştir. Emir–komuta zincirinin, politika veya plan göstergelerinin ve delil bütünlüğünün nasıl kurulacağı; yetki ve yargılama yollarının (yerel, bölgesel, uluslararası) hangilerinde etkili sonuç alınabileceği tartışılmış; nihai nitelendirmenin kapsamlı adli tıp, mekânsal analiz ve tutarlı tanıklık setleriyle desteklenmesi gerektiği savunulmuştur.
Medya ve Arşiv Çalışmaları
Han Yunus’ta 1956 olaylarının hafızası, resmî sayıların sınırlı kaldığı bir ortamda tanıklık, yerel anma ve belediye arşivleriyle taşınmıştır. Kentte her yıl düzenlenen törenler, kayıp isimlerinin derlenmesine ve aile anlatılarının yazılı–görsel kayda geçirilmesine odaklanmıştır. O dönemde yaşanan sokağa çıkma yasakaları ve toplu sevk uygulamaları nedeniyle cenazelerin aceleyle defnedilmesi, kimliklendirme ve kesin sayı tespitini güçleştirmiştir. Buna rağmen kentte oluşturulan belgeleme komiteleri, aile şecereleri, mahalle listeleri ve fotoğraflar üzerinden adları ve akrabalık bağlarını toparlamaya çalışmıştır. 1 Kasım–Aralık 1956 dönemini kapsayan insani yardım raporları, iaşe ve hareket kısıtlarının nasıl bir zemin yarattığını tarih damgalı olarak kaydetmiştir; böylece anlatıların zaman–mekân örgüsünü destekleyen idari bir arka plan oluşmuştur.
2014 yazında Huzaa’da belgeleme, büyük ölçüde sahadan üretilen fotoğraf–video setlerine dayanmıştır. Kısa süreli ateşkes aralarında dahi ambulans erişiminin sınırlı kalması, cenazelere mahalle imkânlarıyla ulaşılması ve geçici örtü uygulamaları, foto muhabirler tarafından kaydedilmiştir. Dar sokak dokusu, tarla–mesken geçişleri ve tahrip olmuş yollar, çekimlerin hem kompozisyonunu hem de bilgi değerini doğrudan belirlemiştir. Görseller, enkazdan çıkarma anları, taşıma düzenekleri, geçici toplanma noktaları ve defin hazırlıklarını bir zaman çizelgesine oturtabilecek ipuçları sunmuştur. Bunun yardımıyla metinsel anlatıların tek başına veremediği ayrıntılar (örneğin koku, maske yokluğunda nefes alma güçlüğü, örtü malzemelerinin seçimi) görsel belgede izlenebilir hâle gelmiştir.

Huzaa Katliamından Bir Kare (Anadolu Ajansı)
2024’te Nasser Tıp Kompleksi ve çevresinde ortaya çıkarılan toplu gömüler, belgeleme ölçeğini tıbbi kampüs içi prosedürlere taşımıştır. Kuşatma sırasında morg ve soğuk zincir kapasitesi çökmüş; acil–geçici gömüler kampüs içi avlu ve bitişik alanlarda yapılmıştır. Erişim sağlandıktan sonra sivil savunma ve sağlık birimleri, kazı–çıkarma işlemlerini görüntülerle, numaralı torbalar, kroki ve yer–zaman notlarıyla eşleştirmiştir. İleri derecede bozulmuş bedenler, kimliklendirmeyi zorlaştırmış; bu nedenle kişisel eşyalar, diş bulguları ve eski hasta–ziyaretçi listeleri gibi ikincil veriler dosyalanmıştır. Bazı vakalarda bağlanma ve soyma iddiaları, olay yeri görüntülerinin kare–kare incelenmesi ve tutanaklandırılmasıyla kayıt altına alınmıştır. Bu bütüncül yaklaşım, ölüm nedeni, olay zamanı ve olası sorumluluk zincirine ilişkin sonraki adli incelemelere zemin hazırlamıştır.
Basın ve belgeleme faaliyeti, 2023 sonrası dönemde artan risk ve kısıtlamalara rağmen kısmen sürdürülmüştür. Hastane çevresinde ve kentsel alanlarda çekim yapmanın getirdiği güvenlik sorunları, medya ekiplerinin hareket kabiliyetini daraltmış; buna rağmen sahadan üretilen fotoğraf–video akışları, hem sivil etkilerin hem de sağlık altyapısındaki aşınmanın kronolojisini kurmaya yardımcı olmuştur. Özellikle Nasser ve Avrupa Hastanesi çevresindeki zarar kayıtları, servis–ünite bazında hasar ve işleyiş kesintilerini görünür kılmış; 27 Şubat 2024’teki kısmi durdurma ve 13 Mayıs 2025’teki saldırılar gibi dönüm noktaları, hem metinsel raporlarda hem görsel dizilerde ardışık olarak izlenebilmiştir.
Belge yönetimi tarafında, olayların çoklu ölçeği (mahalle, hastane kampüsü, mezarlık, geçiş noktaları) nedeniyle farklı veri şeritleri birleştirilmiştir. Yardım dağıtım çizelgeleri ve sevk defterleri, geçici gömü krokileri, kazı–çıkarma sahası fotoğrafları ve aile başvuruları birlikte okunmuştur. Kayıt kayıpları ve altyapı tahribi, boşluklar yaratmış; bu boşluklar, saha notları ve görsel–mekânsal işaretlerle kısmen doldurulmuştur.


