logologo
fav gif
Kaydet
viki star outline
Avatar
Ana Yazarİlyas ÇELEBİ18 Nisan 2025 10:29
Sözlükte "konuşma, kelime, ifade" gibi anlamlara gelen kelimenin çoğulu olan kelâm, Allah'ın varlığı ve birliği, peygamberlik ve ahiret gibi iman esaslarından bahseden, bunları aklî ve naklî delillerle İslam inançlarına uygun olarak delillendirip ispat etmeyi gaye edinen ilmin (ilm-i kelâm) adıdır.Eğitim kurumlarında akait, tevhit ilmi, usûlüddin gibi adlarla okutulan ve İslam tarihinin erken dönem siyasî hadiseleriyle de ilgili olan kelam disiplininin konusu esas itibariyle İslam'ın inanç esasları olmakla beraber, bu esasların ele alınış ve işleniş yöntemi zaman içerisinde gelişmiştir. İlk ortaya çıktığında konusu uluhiyetle sınırlı tutulurken sonraki dönemlerde uluhiyet, nübüvvet ve ahiret konularından oluşan "usûl-i selâse" esas alınarak sınırı belirlenmiştir. Kelam ilminde kesin naslarla sabit olan hususlar değişmemekle beraber, zamanın bilgilerinden ve bulgularından hareketle geliştirilen konular değişebilmektedir. Bundan dolayı ilgilendiği konuların bir kısmı esasa (mesâil), bir kısmı da usule (vesâil) ilişkin olmuş ve dinî ilimlerin yanında felsefî ve tabii ilimler de müfredatının içerisinde yer almıştır. Bilgi sistemini oluştururken mantıktan, metafiziğini temellendirirken felsefeden, varlık konularını ortaya koyarken astronomi, fizik, biyoloji ve psikoloji gibi ilimlerden faydalanmıştır. Bu amaçla da söz konusu ilimlerin verilerine kelam literatüründe yer verme yoluna gidilmiş, kelam ilmi medrese eğitiminde aklî ilimlerle naklî ilimleri mezceden bir işlev görmüştür. Bu yetkinlikle de felsefenin tabii ilimlerdeki konumu gibi İslamî ilimlerde ilke koyucu konumda olmuş, bütün İslamî ilimler dinî bilgi üretirken bu ilkeleri göz önünde bulundurmak durumunda kalmışlardır. Böylece başta medreseler olmak üzere okutulan bütün derslerin muhtevasında birbiriyle uyumlu bir yapı ortaya çıkması hedeflenmiştir. Gazzâlî'den itibaren bu alan daha da genişleyerek kelam ilminin konusu "cevher ve araz"dan oluşan mevcut yanında bilgiye konu olan her şeyi kapsayan bir ilim haline gelmiştir.Diğer İslamî ilimler gibi kelam ilmi de Hz. Peygamber döneminde tasnif ve tertip edilmiş değildi. Bununla beraber İslamî ilimlerin problem edindikleri konular bir şekilde Kur'an-ı Kerim'de ve Hz. Peygamber'in sünnetinde mevcuttu. Ahkâm âyetleri fıkıh ilminin, güzel ahlakı öğütleyen âyetler ahlak ilminin ve kelam ilminin konusunu ve kaynağını akait esaslarını belirleyen âyetler oluşturmaktadır. Nitekim kelam ilminin mesâilini oluşturan inanç esasları Kur'an-ı Kerim (Bakara 2/177; Nisâ 4/136) ve hadislerde (Buhârî, "Îmân", 37; Müslim, "Îmân", 1) yer aldığı gibi, onun vesâilini oluşturan hususlar da aynı kaynaklarda yer almıştır. Hz. Peygamber döneminde ihtiyaç duyulan bilgilerin doğrudan bizzat kendisinden öğrenilme imkânı vardı. Allah'ın elçisinin vefatıyla bu kaynaktan mahrum kalan ve İslam'ın yayılışına paralel olarak dinî düşüncede derinleşme ihtiyacı duyan müslümanlar mevcut bilgilerden hareketle yeni bilgiler oluşturma yoluna gittiler. Karşılaştıkları din ve kültürlere mensup bilginlerle dinî konuları tartışmaya ve İslamiyet'e yapılan itirazları cevaplamaya çalışmalarıyla kelam ilminin tedvin ve tasnif süreci başlamıştır. Emevîler'le birlikte başlayan ve iki asır kadar süren fikrî mücadele zorunluluğu, tartışmaya dayalı olarak kelam ilminin gelişiminde etkili olmuştur. Abbâsîler döneminde kelam diğer İslamî ilimler gibi sistemleşirken bazı itikadî mezhepler kurulmuş bazıları da kaybolmuştur.Kelam ilminin gelişim süreci Fahreddin Râzî'den (ö. 1210) itibaren "öncekiler" anlamında mütekaddimîn, "sonrakiler" anlamında müteahhirîn, "sonrakiler ve yeni ilm-i kelam" olmak üzere üç aşamada gerçekleşmiştir. Erken ve sistematik olarak ikiye ayrılan mütekaddimîn dönemi kelam ilminin ortaya çıkışından Gazzâlî'ye (ö. 1111) gelinceye kadarki zamanı kapsamaktadır (bk. Gazzâlî). Emevîler devrinde ortaya çıkan ve Abbâsî halifelerinden Me'mûn, Mu'tasım ve Vâsik-Billâh dönemlerinde en parlak devrini yaşayan Mu'tezile'nin kuruluşu öncesini kapsayan erken dönemde inanç esasları bir araya getirilerek akîde sistemi oluşturulmuş; Allah'ın varlığı, birliği, isim, sıfat ve fiilleri, insan fiillerinin oluşumu ve büyük günah işleyen kişilerin sorumluluğu, kader ve imamet gibi meseleler ele alınmış; bu süreçte Hâricîlik, Mürcie, Cebriye, Kaderiye, Müşebbihe ve Sıfatiye gibi ortak yönü olan bir kelam sistemi ortaya koyamayan ve eklektik davranan fırkalar ortaya çıkmıştır. Hepsinin ortak özelliği bir kelam problemini merkeze koyup diğer görüşlerini bunun etrafında şekillendirmeleridir. Sistematik dönem Hasan-ı Basrî'nin (ö. 728) öğrencisi Vâsıl b. Atâ'nın büyük günah işleyen kişilerin mümin olup olmadıkları konusunda "mümin veya kâfir olmayıp ikisi arasında bir yerde (el-menzile beyne'l-menzileteyn) bulunduğunu" söyleyerek meclisinden ayrılmasından itibaren başlatılır. Vâsıl ve takipçileri bununla yetinmeyerek ona tevhit, adl, va'd ve vaîd, emir bil-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker esaslarını da ekleyerek Basra ve Bağdat olmak üzere iki kola ayrılan bir kelam sistemi oluşturdular. Kelam ilminde aklı öne çıkarmakla ünlenen Mûtezile kelamcıları çok zengin bir literatür bırakmalarına rağmen bunların çok azı günümüze ulaştı.Sistematik dönemde Basra'da Ebü'l-Hasan Eş'arî Mûtezilî hocası Ebû Ali Cübbâî'den "üç kardeş" (ihve-yi selâse) meselesi diye bilinen kelamî bir konudaki meşhur tartışmadan sonra ayrılarak yeni bir hareket başlattı. Aynı dönemde Semerkant'ta Mâtürîdî ortaya çıktı. Böylece Bağdat'ta Eş'arî, Semerkant'ta ise Mâtürîdî tarafından Ehl-i sünnet kelamı başlatıldı, bu çizgide Semerkant'ta İyâziye ve Cûzcâniye, Bağdat'ta Nizamiye medreseleri ortaya çıktı. Mütekaddimîn kelamcıları mantık ve felsefeden uzak durarak akıl ile naklin uzlaşısına dayanan bir akıl yürütme yöntemini oluşturarak, cevher ve araz üzerinden varlık temellendirmesi yaparak buradan elde ettikleri deliller üzerinden Allah'ın varlığını ispat etme yoluna gittiler. İslam coğrafyasında Ehl-i sünnet ile Mûtezile arasında teolojik tartışmalar yapılırken İran coğrafyasında imameti merkeze koyan imanın nasla tayin edildiğini söyleyen ve bu çerçevede görüşler oluşturan üçüncü bir ekol olarak Şîa ortaya çıktı. Gazzâlî ile başlayıp yeni ilm-i kelam dönemine kadar süren "cem' ve tahkik" ile "şerh ve haşiye" devirleri olmak üzere iki devreye ayrılan müteahhirîn döneminde ortaya çıkan yapısal değişikliklerin başında felsefeye yakınlaşma, hatta bazı konularda onunla iç içe hale gelme sayılabilir. Bu dönemde mantık ilmi İslamî ilimler için vazgeçilmez sayılmış, akait esasları ile çatışmayan felsefî konulara yer verilmiş; cevher-araz, zat-mahiyet, illet-mâlul gibi umûr-ı âmme konuları; isbât-ı vâcipte farklı yöntemler, değişik istidlal şekilleri ve kıyas tarzları kelam konularına dahil edilmiştir.Kelam eğitimi medreselerin kuruluşu öncesinde daha çok tartışma ve müzakere yapılan hususi meclislerde beytülhikme, beytülilim, kütüphane gibi kurumlarda ve bilginlerin yazışmaları ya da tartışmaların kaleme döküldüğü eserleri yoluyla olmuş ve canlılığını hiçbir zaman kaybetmemiştir. Kelam medreselerde fıkıh merkezli bir eğitim öngörüldüğünden felsefî içeriğinden dolayı başlangıçta müfredatta yer almamışsa da zaman içerisinde okutulan dersler arasında yer almaya hatta vakfiyelerde zikredilmeye başlamıştır. Fâtih Sultan Mehmed'den itibaren Osmanlı medreselerinde de okutulması zorunlu dersler arasına girmiştir. Fâtih'in bizzat takip ettiği Alâeddin Tûsî ile Hocazâde Muslihuddin Efendi arasındaki bilimsel tartışmalardan oluşan metinler günümüzde de din ve felsefe derslerinin mühim metinleri olarak önemini korumaktadır. Fâtih'in hocası olan Muslihuddin Efendi kelam ve felsefe meselelerinin bir arada işlendiği müteahhirîn kelam akımının temsilcisidir.Osmanlı medreselerinde okutulan kitaplarda Mâtürîdî ve Eş'arî kelamını öne çıkaran eserler ilk sırada yer almaktadır. Bununla birlikte Nâsırüddin Tûsî'nin Tecrîdü'l-Kelâm'ı (Tecrîdü'l-İ'tikad) gibi bu iki geleneğe ait olmayan eserler de okutulmuştur (bk. Nâsırüddin Tûsî). Seyyid Şerîf Cürcânî'nin özellikle Şerhu'l-Mevâkıf'ı ile Sâdeddin Teftâzânî'nin özellikle el-Makasıd başta olmak üzere eserleri çok rağbet görmüş ve bundan dolayı kelam eğitim öğretiminin ağırlık merkezini Eş'arî geleneğine ait kitaplar oluşturmuştur. Dinî ve aklî ilimlerin çeşitli dallarında eserler veren Eş'arî kelamcısı Celâleddin Devvânî'nin eserleri de Osmanlı medreselerinde ve kültürel muhitinde büyük ilgi görmüştür. Seyyid Şerîf'in kitapları okunmaya "Hâşiye-yi Tecrîd" ile başlanır ve medrese öğrencisinin zihni güçlendirilerek daha zor, karmaşık ve hacimli kitapların okunmasına geçilirdi. Osmanlı klasik döneminde Sahn medreselerinde görev almak isteyen müderrisler Seyyid Şerîf Cürcânî'nin Şerhu'l-Mevâkıf'ından imtihana tâbi tutulurlardı. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren kelam ve felsefe konularının birlikte ele alındığı hacimli kelam kitapları okunmamaya başlandı veya kısaca okundu ya da sadece akait konularıyla münhasır kılındı. Osmanlı medreseleri ve ilim muhitlerinde ilgi gören kitaplardan biri de Ebû Hafs Nesefî'nin Akaidü'n-Nesefî'nin şerhlerinin en meşhuru olan Teftâzânî'nin Şerhu'l-Akaid başlıklı eseridir. Teftâzânî ile Seyyid Şerîf Cürcânî'den daha sonra yaşamasına rağmen Osmanlı kültür ve eğitim tarihinde etkili olan aklî ve dinî ilimlerin muhtelif sahalarında eserler veren Devvânî'nin bazı eserleri Osmanlı medreselerinde okutulmuş, bu eserlere şerh ve haşiyeler yapılmıştır. Felsefe ile kelamın birleştirildiği dönemin hususiyetlerini taşıyan Muhyiddin İbnü'l-Arabî ile işrak felsefesinin izlerinin görüldüğü eserlerinden Eş'arî kelamcılarından Adudüddin Îcî'nin el-Akaidü'l-Adudiyye başlıklı risalesinin şerhi Şerhu'l-Akaidi'l-Adudiye Osmanlı medreselerinde en çok okutulan kitaplardandır. Eserin Siyâlkûtî, Gelenbevî ve Edirnevî haşiyeleriyle birlikte defalarca yayımlanmış olması medreselerdeki kelam eğitimi hakkında mühim bilgiler vermektedir.XVI. yüzyıldan itibaren Batı'da görülmeye başlanan felsefe, bilim ve sanat alanlarındaki yeni arayışlar, düşüncede metafizikten fiziğe doğru yönelişlere ve buna paralel olarak da soyut veriler yerine somut bilgilere dayanan bir felsefe oluşumuna sebep olmuştur. Bunun sonucunda insanın doğa ile ve metafizikle ilişkisi yeniden ele alınmaya ve fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi ilimler yeni ilkeler üzerine bina edilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşım ilk zamanlar sadece fizik dünya ile ilgili bir gelişme olarak görülse de zamanla metafiziği de etkiler hale gelmiştir. Bu gelişmelerden bütün metafizik sistemler gibi dinler de etkilenmiştir. Batı'da materyalistleşme, dünyevileşme ve bireyselleşme şekillerinde ortaya çıkan akımlar, zamanla Avrupa coğrafyasının dışını da etkiler hale gelmiştir. İslam coğrafyasında da bu durum karşısında yeni bir kelam yapma ihtiyacı duyulmuştur. XIX. yüzyıldan itibaren Osmanlı'da Anadolu coğrafyasında Filibeli Ahmed Hilmi, Abdüllatif Harpûtî, İsmail Hakkı İzmirli, Mustafa Sabri Efendi; Arap havzasında Muhammed Abduh, M. Ferîd Vecdî, Reşîd Rızâ; Hint alt kıtasında Seyyit Ahmed Han, Şiblî Nu'mânî, Emîr Ali gibi kelam ilminin yeni dönemin problemlerine eğilmesi gerektiğini dile getirmişlerdir. Eski döneme ait zat-sıfat ilişkisi, kader meselesi gibi konulardan kaynaklanan tartışmalar bu dönemde yerini materyalizm, ateizm, pozitivizm gibi din karşıtı akımların eleştirisi, din-bilim uzlaşısı, mucizelerin imkânı, insan hakları, vahyi dışlamayan akılcılık ve ahlakî önderlik boyutlarıyla nübüvvet gibi konulara bırakmıştır.Medreselerin ıslah edilmesi sürecinde kelam, medresede öncelikli olarak ele alınmış, kelam ilmine bir zemin hazırlaması için yabancı diller ve Batı'daki pozitif ilimler de medrese müfredatına konulmaya başlanmıştır. Fakat kelam ilminin medrese ders programlarında en güçlü olarak ele alındığı bu dönem, II. Meşrutiyet dönemine tekabül etmektedir. Dârülhilâfeti'l-aliyye medreselerinde denenen yeni müfredattan, I. Dünya Savaşı'nın çıkmasının ardından medreselerin kapatılmasından dolayı herhangi bir netice alınamamıştır.Medresede akait ve kelam şeklinde okutulan ilm-i kelam akait boyutuyla olmasa da kelam yönüyle zaman zaman bazı kişiler tarafından eleştirilmişse de genel kanaat bu ilme duyulan ihtiyacın dün olduğu gibi bugün de devam ettiği yönündedir. Medreselerde okutulan temel derslerden biri olan ilm-i kelam günümüzde de başta İmam-Hatip liseleri ve İlahiyat fakülteleri olmak üzere sosyal bilimler özellikle de dinî ve felsefî ilimler tedrisatında okutulan derslerin başında gelmektedir.
badge borderhover badge border
avatar
Türk Maarif Ansiklopedisi Kategorisi
Kurulları tarafından
onaylanmıştır.

KELAM

Board Main İcon

Sözlükte "konuşma, kelime, ifade" gibi anlamlara gelen kelimenin çoğulu olan kelâm, Allah'ın varlığı ve birliği, peygamberlik ve ahiret gibi iman esaslarından bahseden, bunları aklî ve naklî delillerle İslam inançlarına uygun olarak delillendirip ispat etmeyi gaye edinen ilmin (ilm-i kelâm) adıdır.



Eğitim kurumlarında akait, tevhit ilmi, usûlüddin gibi adlarla okutulan ve İslam tarihinin erken dönem siyasî hadiseleriyle de ilgili olan kelam disiplininin konusu esas itibariyle İslam'ın inanç esasları olmakla beraber, bu esasların ele alınış ve işleniş yöntemi zaman içerisinde gelişmiştir. İlk ortaya çıktığında konusu uluhiyetle sınırlı tutulurken sonraki dönemlerde uluhiyet, nübüvvet ve ahiret konularından oluşan "usûl-i selâse" esas alınarak sınırı belirlenmiştir. Kelam ilminde kesin naslarla sabit olan hususlar değişmemekle beraber, zamanın bilgilerinden ve bulgularından hareketle geliştirilen konular değişebilmektedir. Bundan dolayı ilgilendiği konuların bir kısmı esasa (mesâil), bir kısmı da usule (vesâil) ilişkin olmuş ve dinî ilimlerin yanında felsefî ve tabii ilimler de müfredatının içerisinde yer almıştır. Bilgi sistemini oluştururken mantıktan, metafiziğini temellendirirken felsefeden, varlık konularını ortaya koyarken astronomi, fizik, biyoloji ve psikoloji gibi ilimlerden faydalanmıştır. Bu amaçla da söz konusu ilimlerin verilerine kelam literatüründe yer verme yoluna gidilmiş, kelam ilmi medrese eğitiminde aklî ilimlerle naklî ilimleri mezceden bir işlev görmüştür. Bu yetkinlikle de felsefenin tabii ilimlerdeki konumu gibi İslamî ilimlerde ilke koyucu konumda olmuş, bütün İslamî ilimler dinî bilgi üretirken bu ilkeleri göz önünde bulundurmak durumunda kalmışlardır. Böylece başta medreseler olmak üzere okutulan bütün derslerin muhtevasında birbiriyle uyumlu bir yapı ortaya çıkması hedeflenmiştir. Gazzâlî'den itibaren bu alan daha da genişleyerek kelam ilminin konusu "cevher ve araz"dan oluşan mevcut yanında bilgiye konu olan her şeyi kapsayan bir ilim haline gelmiştir.



Diğer İslamî ilimler gibi kelam ilmi de Hz. Peygamber döneminde tasnif ve tertip edilmiş değildi. Bununla beraber İslamî ilimlerin problem edindikleri konular bir şekilde Kur'an-ı Kerim'de ve Hz. Peygamber'in sünnetinde mevcuttu. Ahkâm âyetleri fıkıh ilminin, güzel ahlakı öğütleyen âyetler ahlak ilminin ve kelam ilminin konusunu ve kaynağını akait esaslarını belirleyen âyetler oluşturmaktadır. Nitekim kelam ilminin mesâilini oluşturan inanç esasları Kur'an-ı Kerim (Bakara 2/177; Nisâ 4/136) ve hadislerde (Buhârî, "Îmân", 37; Müslim, "Îmân", 1) yer aldığı gibi, onun vesâilini oluşturan hususlar da aynı kaynaklarda yer almıştır. Hz. Peygamber döneminde ihtiyaç duyulan bilgilerin doğrudan bizzat kendisinden öğrenilme imkânı vardı. Allah'ın elçisinin vefatıyla bu kaynaktan mahrum kalan ve İslam'ın yayılışına paralel olarak dinî düşüncede derinleşme ihtiyacı duyan müslümanlar mevcut bilgilerden hareketle yeni bilgiler oluşturma yoluna gittiler. Karşılaştıkları din ve kültürlere mensup bilginlerle dinî konuları tartışmaya ve İslamiyet'e yapılan itirazları cevaplamaya çalışmalarıyla kelam ilminin tedvin ve tasnif süreci başlamıştır. Emevîler'le birlikte başlayan ve iki asır kadar süren fikrî mücadele zorunluluğu, tartışmaya dayalı olarak kelam ilminin gelişiminde etkili olmuştur. Abbâsîler döneminde kelam diğer İslamî ilimler gibi sistemleşirken bazı itikadî mezhepler kurulmuş bazıları da kaybolmuştur.



Kelam ilminin gelişim süreci Fahreddin Râzî'den (ö. 1210) itibaren "öncekiler" anlamında mütekaddimîn, "sonrakiler" anlamında müteahhirîn, "sonrakiler ve yeni ilm-i kelam" olmak üzere üç aşamada gerçekleşmiştir. Erken ve sistematik olarak ikiye ayrılan mütekaddimîn dönemi kelam ilminin ortaya çıkışından Gazzâlî'ye (ö. 1111) gelinceye kadarki zamanı kapsamaktadır (bk. Gazzâlî). Emevîler devrinde ortaya çıkan ve Abbâsî halifelerinden Me'mûn, Mu'tasım ve Vâsik-Billâh dönemlerinde en parlak devrini yaşayan Mu'tezile'nin kuruluşu öncesini kapsayan erken dönemde inanç esasları bir araya getirilerek akîde sistemi oluşturulmuş; Allah'ın varlığı, birliği, isim, sıfat ve fiilleri, insan fiillerinin oluşumu ve büyük günah işleyen kişilerin sorumluluğu, kader ve imamet gibi meseleler ele alınmış; bu süreçte Hâricîlik, Mürcie, Cebriye, Kaderiye, Müşebbihe ve Sıfatiye gibi ortak yönü olan bir kelam sistemi ortaya koyamayan ve eklektik davranan fırkalar ortaya çıkmıştır. Hepsinin ortak özelliği bir kelam problemini merkeze koyup diğer görüşlerini bunun etrafında şekillendirmeleridir. Sistematik dönem Hasan-ı Basrî'nin (ö. 728) öğrencisi Vâsıl b. Atâ'nın büyük günah işleyen kişilerin mümin olup olmadıkları konusunda "mümin veya kâfir olmayıp ikisi arasında bir yerde (el-menzile beyne'l-menzileteyn) bulunduğunu" söyleyerek meclisinden ayrılmasından itibaren başlatılır. Vâsıl ve takipçileri bununla yetinmeyerek ona tevhit, adl, va'd ve vaîd, emir bil-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker esaslarını da ekleyerek Basra ve Bağdat olmak üzere iki kola ayrılan bir kelam sistemi oluşturdular. Kelam ilminde aklı öne çıkarmakla ünlenen Mûtezile kelamcıları çok zengin bir literatür bırakmalarına rağmen bunların çok azı günümüze ulaştı.



Sistematik dönemde Basra'da Ebü'l-Hasan Eş'arî Mûtezilî hocası Ebû Ali Cübbâî'den "üç kardeş" (ihve-yi selâse) meselesi diye bilinen kelamî bir konudaki meşhur tartışmadan sonra ayrılarak yeni bir hareket başlattı. Aynı dönemde Semerkant'ta Mâtürîdî ortaya çıktı. Böylece Bağdat'ta Eş'arî, Semerkant'ta ise Mâtürîdî tarafından Ehl-i sünnet kelamı başlatıldı, bu çizgide Semerkant'ta İyâziye ve Cûzcâniye, Bağdat'ta Nizamiye medreseleri ortaya çıktı. Mütekaddimîn kelamcıları mantık ve felsefeden uzak durarak akıl ile naklin uzlaşısına dayanan bir akıl yürütme yöntemini oluşturarak, cevher ve araz üzerinden varlık temellendirmesi yaparak buradan elde ettikleri deliller üzerinden Allah'ın varlığını ispat etme yoluna gittiler. İslam coğrafyasında Ehl-i sünnet ile Mûtezile arasında teolojik tartışmalar yapılırken İran coğrafyasında imameti merkeze koyan imanın nasla tayin edildiğini söyleyen ve bu çerçevede görüşler oluşturan üçüncü bir ekol olarak Şîa ortaya çıktı. Gazzâlî ile başlayıp yeni ilm-i kelam dönemine kadar süren "cem' ve tahkik" ile "şerh ve haşiye" devirleri olmak üzere iki devreye ayrılan müteahhirîn döneminde ortaya çıkan yapısal değişikliklerin başında felsefeye yakınlaşma, hatta bazı konularda onunla iç içe hale gelme sayılabilir. Bu dönemde mantık ilmi İslamî ilimler için vazgeçilmez sayılmış, akait esasları ile çatışmayan felsefî konulara yer verilmiş; cevher-araz, zat-mahiyet, illet-mâlul gibi umûr-ı âmme konuları; isbât-ı vâcipte farklı yöntemler, değişik istidlal şekilleri ve kıyas tarzları kelam konularına dahil edilmiştir.



Kelam eğitimi medreselerin kuruluşu öncesinde daha çok tartışma ve müzakere yapılan hususi meclislerde beytülhikme, beytülilim, kütüphane gibi kurumlarda ve bilginlerin yazışmaları ya da tartışmaların kaleme döküldüğü eserleri yoluyla olmuş ve canlılığını hiçbir zaman kaybetmemiştir. Kelam medreselerde fıkıh merkezli bir eğitim öngörüldüğünden felsefî içeriğinden dolayı başlangıçta müfredatta yer almamışsa da zaman içerisinde okutulan dersler arasında yer almaya hatta vakfiyelerde zikredilmeye başlamıştır. Fâtih Sultan Mehmed'den itibaren Osmanlı medreselerinde de okutulması zorunlu dersler arasına girmiştir. Fâtih'in bizzat takip ettiği Alâeddin Tûsî ile Hocazâde Muslihuddin Efendi arasındaki bilimsel tartışmalardan oluşan metinler günümüzde de din ve felsefe derslerinin mühim metinleri olarak önemini korumaktadır. Fâtih'in hocası olan Muslihuddin Efendi kelam ve felsefe meselelerinin bir arada işlendiği müteahhirîn kelam akımının temsilcisidir.



Osmanlı medreselerinde okutulan kitaplarda Mâtürîdî ve Eş'arî kelamını öne çıkaran eserler ilk sırada yer almaktadır. Bununla birlikte Nâsırüddin Tûsî'nin Tecrîdü'l-Kelâm'ı (Tecrîdü'l-İ'tikad) gibi bu iki geleneğe ait olmayan eserler de okutulmuştur (bk. Nâsırüddin Tûsî). Seyyid Şerîf Cürcânî'nin özellikle Şerhu'l-Mevâkıf'ı ile Sâdeddin Teftâzânî'nin özellikle el-Makasıd başta olmak üzere eserleri çok rağbet görmüş ve bundan dolayı kelam eğitim öğretiminin ağırlık merkezini Eş'arî geleneğine ait kitaplar oluşturmuştur. Dinî ve aklî ilimlerin çeşitli dallarında eserler veren Eş'arî kelamcısı Celâleddin Devvânî'nin eserleri de Osmanlı medreselerinde ve kültürel muhitinde büyük ilgi görmüştür. Seyyid Şerîf'in kitapları okunmaya "Hâşiye-yi Tecrîd" ile başlanır ve medrese öğrencisinin zihni güçlendirilerek daha zor, karmaşık ve hacimli kitapların okunmasına geçilirdi. Osmanlı klasik döneminde Sahn medreselerinde görev almak isteyen müderrisler Seyyid Şerîf Cürcânî'nin Şerhu'l-Mevâkıf'ından imtihana tâbi tutulurlardı. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren kelam ve felsefe konularının birlikte ele alındığı hacimli kelam kitapları okunmamaya başlandı veya kısaca okundu ya da sadece akait konularıyla münhasır kılındı. Osmanlı medreseleri ve ilim muhitlerinde ilgi gören kitaplardan biri de Ebû Hafs Nesefî'nin Akaidü'n-Nesefî'nin şerhlerinin en meşhuru olan Teftâzânî'nin Şerhu'l-Akaid başlıklı eseridir. Teftâzânî ile Seyyid Şerîf  Cürcânî'den daha sonra yaşamasına rağmen Osmanlı kültür ve eğitim tarihinde etkili olan aklî ve dinî ilimlerin muhtelif sahalarında eserler veren Devvânî'nin bazı eserleri Osmanlı medreselerinde okutulmuş, bu eserlere şerh ve haşiyeler yapılmıştır. Felsefe ile kelamın birleştirildiği dönemin hususiyetlerini taşıyan Muhyiddin İbnü'l-Arabî ile işrak felsefesinin izlerinin görüldüğü eserlerinden Eş'arî kelamcılarından Adudüddin Îcî'nin el-Akaidü'l-Adudiyye başlıklı risalesinin şerhi Şerhu'l-Akaidi'l-Adudiye Osmanlı medreselerinde en çok okutulan kitaplardandır. Eserin Siyâlkûtî, Gelenbevî ve Edirnevî haşiyeleriyle birlikte defalarca yayımlanmış olması medreselerdeki kelam eğitimi hakkında mühim bilgiler vermektedir.



XVI. yüzyıldan itibaren Batı'da görülmeye başlanan felsefe, bilim ve sanat alanlarındaki yeni arayışlar, düşüncede metafizikten fiziğe doğru yönelişlere ve buna paralel olarak da soyut veriler yerine somut bilgilere dayanan bir felsefe oluşumuna sebep olmuştur. Bunun sonucunda insanın doğa ile ve metafizikle ilişkisi yeniden ele alınmaya ve fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi ilimler yeni ilkeler üzerine bina edilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşım ilk zamanlar sadece fizik dünya ile ilgili bir gelişme olarak görülse de zamanla metafiziği de etkiler hale gelmiştir. Bu gelişmelerden bütün metafizik sistemler gibi dinler de etkilenmiştir. Batı'da materyalistleşme, dünyevileşme ve bireyselleşme şekillerinde ortaya çıkan akımlar, zamanla Avrupa coğrafyasının dışını da etkiler hale gelmiştir. İslam coğrafyasında da bu durum karşısında yeni bir kelam yapma ihtiyacı duyulmuştur. XIX. yüzyıldan itibaren Osmanlı'da Anadolu coğrafyasında Filibeli Ahmed Hilmi, Abdüllatif Harpûtî, İsmail Hakkı İzmirli, Mustafa Sabri Efendi; Arap havzasında Muhammed Abduh, M. Ferîd Vecdî, Reşîd Rızâ; Hint alt kıtasında Seyyit Ahmed Han, Şiblî Nu'mânî, Emîr Ali gibi kelam ilminin yeni dönemin problemlerine eğilmesi gerektiğini dile getirmişlerdir. Eski döneme ait zat-sıfat ilişkisi, kader meselesi gibi konulardan kaynaklanan tartışmalar bu dönemde yerini materyalizm, ateizm, pozitivizm gibi din karşıtı akımların eleştirisi, din-bilim uzlaşısı, mucizelerin imkânı, insan hakları, vahyi dışlamayan akılcılık ve ahlakî önderlik boyutlarıyla nübüvvet gibi konulara bırakmıştır.



Medreselerin ıslah edilmesi sürecinde kelam, medresede öncelikli olarak ele alınmış, kelam ilmine bir zemin hazırlaması için yabancı diller ve Batı'daki pozitif ilimler de medrese müfredatına konulmaya başlanmıştır. Fakat kelam ilminin medrese ders programlarında en güçlü olarak ele alındığı bu dönem, II. Meşrutiyet dönemine tekabül etmektedir. Dârülhilâfeti'l-aliyye medreselerinde denenen yeni müfredattan, I. Dünya Savaşı'nın çıkmasının ardından medreselerin kapatılmasından dolayı herhangi bir netice alınamamıştır.



Medresede akait ve kelam şeklinde okutulan ilm-i kelam akait boyutuyla olmasa da kelam yönüyle zaman zaman bazı kişiler tarafından eleştirilmişse de genel kanaat bu ilme duyulan ihtiyacın dün olduğu gibi bugün de devam ettiği yönündedir. Medreselerde okutulan temel derslerden biri olan ilm-i kelam günümüzde de başta İmam-Hatip liseleri ve İlahiyat fakülteleri olmak üzere sosyal bilimler özellikle de dinî ve felsefî ilimler tedrisatında okutulan derslerin başında gelmektedir.

Kaynakça

Anay, Harun. “Devvânî”. DİA. 1994, IX, 258-260.
Bilmen, Ömer Nasuhi. Muvazzah İlm-i Kelâm. İstanbul: Bilmen Yayınevi, t.y., s. 5.
Cürcânî, Seyyid Şerîf. et-Ta‘rîfât. Beyrut 1403/1983, “Kelâm” md.
Demirci, Osman. Osmanlı Medreselerinde Kelam Öğretimi (İznik, Bursa, Edirne, İstanbul). Dr.T, Marmara Üniversitesi 2012.
Gazzâlî. el-İktisâd fi’l-İ‘tikād. Kahire: Matbaatü Mustafa el-Bâbî, t.y., s. 3-9.
İbn Rüşd. el-Keşf an Menâhici’l-Edille. Beyrut 1402/1982, s. 49-59.
İcî, Adudüddin. el-Mevâkıf fî İlmi’l-Kelâm. İstanbul 1279, s. 11, 14.
İzmirli İsmail Hakkı. Yeni İlm-i Kelâm. İstanbul 1340-1343, I, 47-59.
Râzî, Fahreddin. Ana Meseleleriyle Kelâm ve Felsefe: el-Muhassal. nşr. ve çev. E. Altaş. İstanbul 2019, s. 19.
Sâbûnî, Nûreddin. el-Kifâye fi’l-Hidâye. Beyrut 2014, s. 29-44.
Sezgin, Fuat. Arap-İslâm Bilimleri Tarihi. İstanbul 2015, I, 677-721.
Teftâzânî. Şerhu’l-Akāid. İstanbul 1304, s. 5-7.
Topaloğlu, Bekir – Çelebi, İlyas. Kelâm Terimleri Sözlüğü. Ankara 2019, s. 198.
İlyas ÇELEBİ, "KELAM", Türk Maarif Ansiklopedisi, https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/kelam/#yazar-1 (16.04.2025).

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme
KÜRE'ye Sor