Kültürel görecelik, bir kişinin davranış, düşünce ve algılarının içinde yaşadığı toplumun kültürüne bağlı ve bu kültür bakımından göreceli olduğunu, değerlerin ve standartların içinden doğdukları kültüre özgü olduğunu ve farklı kültürleri yargılamak için anlamlı ve evrensel bir yöntem bulunmadığını ileri süren bir teoridir. Bu yaklaşıma göre, ahlak kültüreldir ve bütün yargılar etno-merkezcidir. Teori, bir toplumun veya kültürün, o kültürün sahip olduğu değerler veya ilkeler dışında yargılanabileceği mutlak değerlerin ve ilkelerin var olmadığını savunur. Bu nedenle, evrensel olarak geçerli bir ahlaki yargıdan söz edilemez.
Kültürel görecelik, insan hakları tartışmaları bağlamında, evrensel nitelikteki insan haklarının Batı medeniyetinin kendi değerlerini Batı dışı medeniyetlere dayatmasının ve kültürel emperyalizmin yeni bir biçimi olduğunu ileri sürmektedir. Buna karşılık, evrensellik taraftarları kültürel göreceliğin, insan haklarını ihlal eden baskıcı rejimlere meşruiyet zemini sunduğunu ve uluslararası insan hakları rejiminin sağladığı güvenceyi zayıflattığını belirtmektedir.
Tarihsel Gelişim
Kavramsal olarak ifade edilmemiş olsa da, içerik olarak kültürel görecelik tarihin farklı dönemlerinde çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Yaklaşımın ilk biçimleri Herodot'un ifadelerinde bulunabilir: "eğer insanlara dünyadaki bütün gelenekler arasından kendilerine en uygun bulduklarını seçmeleri önerilse, bütün hepsini inceleyecekler ve (bu inceleme) kendi (gelenek) tercihi ile sonuçlanacaktır: böylece kendi geleneklerinin bütün diğerlerine üstün geldiğine ikna olmuş olacaklardır".
Modern bir teori olarak kültürel görecelik, 19. yüzyılda Batı toplumlarını yücelten ve Batı dışı kültürleri değersiz gören etno-merkezci bilimsel yaklaşımlara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Teori, Franz Boas ve öğrencileri Ruth Benedict ile Melville Herskovits tarafından şekillendirilmiştir.
Kültürel görecelik ve insan haklarının evrenselliği arasındaki tartışma, Birleşmiş Milletler'in (BM) kurulması ve insan haklarının uluslararası bir boyut kazanmasıyla belirginleşmiştir. Tartışma, Amerikan Antropoloji Derneği'nin (AAD), evrensel bir insan hakları bildirisi hazırlama çalışmaları yürüten BM'ye 1947 yılında bir beyan sunmasıyla somut bir zemin kazanmıştır. Melville Herskovits tarafından kaleme alınan "İnsan Haklarına Dair Beyan" başlıklı bu metin, evrensel bir insan hakları bildirisinin hazırlanması sürecinde kültürel farklılıkların göz önünde bulundurulması için bir çağrı niteliği taşımaktaydı. Böylece, "insan haklarının evrenselliği ve kültürel görecelik çatışması" tarihsel olarak bu noktadan itibaren görünür hale gelmiştir.
Kuramsal Yaklaşımlar ve Türleri
Kültürel görecelik, tek tip bir teori olmaktan ziyade farklı yaklaşımları içinde barındırır. Doktrinde bu yaklaşımlar genellikle üçlü bir ayrıma tabi tutulur: tanımlayıcı, normatif ve epistemolojik görecelik.
Tanımlayıcı Kültürel Görecelik
Bu yaklaşım, toplumsal ve psikolojik davranışın kültür tarafından belirlendiğini ve kültürler farklı olduğu için evrensel davranış kurallarının olamayacağını savunur. Batı medeniyetinin doğal üstünlüğü anlayışına itiraz ederek insanlar arasındaki çeşitliliğe vurgu yapar.
Normatif Kültürel Görecelik
"İyi-kötü" veya "normal-anormal" gibi yargılarda bulunmayı sağlayacak evrensel, kültürler arası standartların bulunmadığını belirtir. Bu yaklaşıma göre, diğer kültürlerin yargılanmasını sağlayacak kültür dışı bir standart olamayacağından, başkaları tarafından gerçekleştirilen bütün uygulamalara hoşgörü gösterilmelidir. Bu hoşgörü vurgusu, yamyamlık, kölelik, ırkçılık gibi uygulamaların ahlaken eleştirilmesini engelleyebileceği gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Epistemolojik Kültürel Görecelik
Kültürel göreceliğin en radikal şekli olarak 1970'lerde ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşıma göre, kültürlerin açığa vurumlarının kabul edilebilir olup olmadığını yargılayacak kültürler arası standartlar yoktur ve bu nedenle kültürlerin birbirini karşılıklı olarak anlaması mümkün değildir.
Denver Üniversitesi'nde "Distinguished University Professor" unvanıyla görev yapan ve uluslararası ilişkiler ile insan hakları teorisi alanlarında çalışan Jack Donnelly ise, kültürel göreceliği insan haklarının evrenselliğine karşı aldığı tavrın mutlaklığına göre iki gruba ayırır:
Katı Kültürel Görecelik
Bu anlayışa göre kültür, ahlakın ve hukukun geçerliliğinin temel ve yegâne kaynağıdır. İnsan hakları ve diğer toplumsal normlar kültür tarafından belirlenir. Bu yaklaşıma göre nesnel herhangi bir doğrunun var olmadığına inanılır ve her kültürel bakış açısının geçerli olduğu sonucuna varılır.
Ilımlı (Zayıf) Kültürel Görecelik
Bu anlayışa göre kültür, hakların ve normların geçerliliğinin önemli kaynaklarından biridir fakat tek kaynak değildir. Bu yaklaşım, evrenselliğe dair zayıf bir ön kabul barındırır. Bütün kültürlerde insan onuruna dayanan normların var olduğunu ve bu normların yeniden yorumlanmasıyla kültürler arası bazı evrensel değerlerin ortaya çıkabileceğini savunur. Bu yaklaşım, kapsamlı bir insan hakları kataloğunu kabul ederken, kültürlere bağlı olarak istisnaların olabileceğini de kabul eder.
İnsan Haklarının Evrenselliği ile Karşıtlığı
Kültürel görecelilik teorisi, temelde insan haklarının evrenselliği iddiasına karşı çıkar. Bu karşıtlığın temel argümanları şunlardır:
Batı Merkezcilik Eleştirisi
Görecelik taraftarlarına göre, evrensel olduğu iddia edilen insan hakları, büyük ölçüde "Batı Avrupa kültürü"nün etkisi altında gelişmiştir. Bu haklar, Batı medeniyetinde doğup gelişen ve Aydınlanma felsefesinin ürünü olan kurumlardır. Bu nedenle, insan haklarının evrenselliği iddiası, Batı'nın kendi kültürünü ve değerlerini diğer kültürlere dayatma ve yayma çabasının bir yansıması olarak görülür. Bu durum, Avrupamerkezciliğin bir sonucu olarak değerlendirilir.
Bireycilik ve Toplum Karşıtlığı
İnsan haklarının Batılı liberal anlayışı, toplumu önceleyen hukuksal sistemlerle bir karşıtlık içindedir. İHEB gibi belgelerin sadece bireyi vurguladığı, aileyi ve toplumsal grupları göz ard eden Batı değerlerini yansıttığı ileri sürülür. Değerlerin kaynağının insanın toplumsallığı olduğu ve bu nedenle toplumsallık-ötesi bir insan haklarından bahsedilemeyeceği savunulur.
Kültürel Çeşitliliğin Reddi
Görecelilik savunucuları, evrenselcilik anlayışının farklı kültürlerin yok olmasına neden olacağını iddia eder. Her kültürün ahlaki temelini kendi içinde bulduğu ve bir kültürün diğerini yargılamak için nesnel bir temelin bulunmadığı belirtilir. Bu nedenle farklı gelenek ve yaşam biçimleri korunmalı ve bu çeşitliliğe saygı gösterilmelidir.
Amerikan Antropoloji Derneği'nin 1947 Tarihli Beyanı
Kültürel görecelik tezinin insan hakları alanındaki en somut ilk ifadesi, Amerikan Antropoloji Derneği'nin 1947 yılında BM İnsan Hakları Komisyonu'na sunduğu beyandır. Bu beyan, hazırlanacak olan bildirgenin "sadece Batı Avrupa ve Amerika'da yaygın olan değerler yönünden anlaşılan bir haklar bildirgesi" olmaması, bunun yerine bütün insanlara uygulanabilir nitelikte olması gerektiğini vurgulamıştır. Beyanın temel tezleri şunlardır:
- Birey ve Kültür Bütünlüğü: Birey, kişiliğini kendi kültürü aracılığıyla gerçekleştirir, bu nedenle bireysel farklılıklara saygı, kültürel farklılıklara da saygıyı gerektirir. Kişinin mensubu olduğu topluluğun özgür olmaması halinde kişisel özgürlük de var olamaz.
- Kültürleri Değerlendirme Yönteminin Yokluğu: Kültürler arasındaki farklılıklara saygı, kültürleri nitelik bakımından değerlendirebilecek herhangi bir tekniğin henüz icat edilmemiş olduğu bilimsel gerçeğiyle desteklenmiştir.
- Değerlerin Kültüre Özgülüğü: Standartlar ve değerler içinden doğdukları kültüre özgüdür. Bu nedenle bir kültürün ahlaki kurallarından kaynaklanan önermeler formülleştirme çabası, evrensel bir İnsan Hakları Beyannamesi'nin uygulanabilirliğini zayıflatacaktır.
Bu beyan, J. Steward ve H. G. Barnett gibi isimler tarafından eleştirilmiştir. Steward, farklı kültürel değerlere saygı göstermenin Hindistan'daki kast sistemini veya ABD'deki ırkçılığı onaylamak anlamına gelmemesi gerektiğini belirtmiştir. Barnett ise beyanın, evrensel değerlere karşı çıkarken kendisinin de farkında olmadan evrensel bir pozisyon aldığını ve "değerler festivalinde bir mutlak" ileri sürdüğünü ifade etmiştir.
IV. Tartışma ve Uzlaşı Arayışları
İnsan haklarının evrenselliği ve kültürel görecelik arasındaki teorik zıtlık, bu iki yaklaşımın uzlaşıp uzlaşamayacağı sorusunu gündeme getirmiştir.
Radikal Göreceliliğin Eleştirisi
Kültürel göreceliğin sınırsız bir hoşgörüyü savunması, Nazi uygulamaları, işkence veya kölelik gibi insan onuruna aykırı pratiklerin de hoş görülmesi gerekip gerekmediği sorusunu doğurmuştur. Bu yaklaşımın, insan hakları ihlallerini meşrulaştırmak için baskıcı rejimler tarafından bir araç olarak kullanılabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle kültürel göreceliğin "tiranlara sunulmuş bir hediye" olabileceği ifade edilmiştir.
Orta Yol ve Uzlaşı Modelleri
Tartışmanın yarattığı açmazı aşmak için çeşitli uzlaşı modelleri önerilmiştir:
Göreceli Evrensellik (Relative Universalism)
Jack Donnelly tarafından geliştirilen bu yaklaşım, "zayıf kültürel görecelik" olarak da adlandırılır. Bu teori, kavramsal düzeyde insan hakları için güçlü bir evrensellik önerirken, bu hakların kuramsal düzeyde ve uygulamada kültürel göreceliğe olanak tanıyacak şekilde tasarlanması gerektiğini ileri sürer. Buna göre, yaşam hakkı, işkence yasağı gibi temel haklar evrensel kabul edilirken, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi haklar belirli kültürel bağlamlarda daha göreceli olabilir.
Kültürler Arası Değerler ve Diyalog
Bazı düşünürler, dünyadaki bütün kültürler tarafından paylaşılan ortak değerlerin bulunduğunu ve bu "kültürler arası evrensellerin" belirlenmesi gerektiğini savunur. İnsan haklarının evrenselliğinin, bildiriler ve dayatmalar yerine kültürler arası diyalog yoluyla mümkün olabileceği belirtilir.
Takdir Marjı Doktrini
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında gelişen "takdir marjı doktrini", zayıf kültürel göreceliliğin pratik bir görünümü olarak değerlendirilir. Bu doktrin, Sözleşme'de yer alan hakların yorumlanmasında ve uygulanmasında taraf devletlere belirli bir değerlendirme serbestisi tanır. Mahkeme, özellikle ahlak, din gibi konularda veya Avrupa genelinde bir fikir birliği (konsensüs) olmayan meselelerde devletlere daha geniş bir takdir marjı bırakarak kültürel farklılıkları dikkate alır. Bu durum, evrensellik ve kültürel görecelilik arasında bir denge kurma çabası olarak görülse de insan haklarının evrenselliğini zayıflattığı ve sınırlarının belirsiz olduğu gerekçesiyle eleştirilmektedir.

