Gençlik Değişim Projesi'nin ilk durağı Kuzey Makedonya’ydı. Yola çıkarken yanımda sadece bir bavul değil, aynı zamanda Yavuz Bülent Bakiler’in Üsküp’ten Kosova’ya adlı kitabı vardı. Şiirsel anlatımıyla bu eser, zihnimde Makedonya’ya dair büyülü bir hayal oluşturmuştu. Gerçekle karşılaştığımda, belki o hayallerin birebir izlerini bulamadım ama onlardan daha değerli bir şeyle karşılaştım: Yaşayan bir tarih, içten bir samimiyet ve köklerime dair derin bir bağ.
(Fotoğraf: Berranur Öksüzömer)
Kalkandelen’de Başlayan Sıcaklık
İlk durağımız Kalkandelen oldu. Konaklayacağımız yer de burasıydı. Daha ilk dakikadan itibaren bizi karşılayan Cengiz Abi’nin içtenliği, yolculuğumuzun ruhunu belirleyen ilk unsur oldu. Kendisini bir ev sahibi değil, bir kardeş gibi hissettirdi. Bu sıcaklık, kendimizi yabancı hissetmeden, adım adım bu topraklara ait olduğumuzu fark ettirdi.
Üsküp: Tarihle Bugünün El Ele Yürüdüğü Şehir
Sabah Üsküp sokaklarına adım attığımızda, geçmişle bugünün yan yana aktığı bir nehre kapıldık. Şehir, belirgin biçimde Müslüman ve Hristiyan mahallelerine ayrılmıştı. Fatih Sultan Mehmet’in inşa ettirdiği taş köprünün çevresini saran modern heykeller dikkatimi çekti. Sanki bu tarihî köprüyü görünmez kılmak istiyor gibiydiler. Ama bu çaba, Osmanlı izlerini silmeye yetmeyecek kadar zayıftı. Üsküp, benim için başka bir ülke değil, tarihin bugüne bıraktığı bir miras gibiydi. Her adımda bu his daha da derinleşti.
Alaca Camii: Renklerin ve Ruhun Dansı
Tetova’da, Alaca Camii karşısında bir kez daha büyülendim. Duvarlarını süsleyen renk cümbüşü sadece göze değil, kalbe de hitap ediyordu. Caminin imamıyla yaptığımız sohbet sırasında söylediği tek bir cümle hafızama kazındı: “İyi ki Türkler var.” Bu cümledeki içtenlik, yalnızca bir teşekkür değil; yitirilmiş bir bağın, özlenen bir kardeşliğin fısıltısıydı.
(Fotoğraf: Berranur Öksüzömer)
Kırık Türkçe mi, Farklı Bir Zenginlik mi?
Bu yolculukta beni en çok etkileyen anlardan biri de dil üzerine yapılan bir konuşmaydı. Bir arkadaşımız, görevliye “Burada Türkçe öğrenenler kırık Türkçe mi konuşuyor?” diye sorduğunda aldığı cevap oldukça düşündürücüydü:
“Kırık olan onların Türkçesi değil, bizim Türkçemiz kırık. Biz İstanbul Türkçesini tek doğru zannediyoruz. Oysa onların konuştuğu; Arnavut'un, Çerkes’in Türkçesi.”
Bu sözler yalnızca dil üzerine değil, aynı zamanda kimlik ve aidiyet üzerine de derin düşüncelere sevk etti beni. Meğer bir milletin dili, sadece kelimelerle değil; hikâyelerle, acılarla, göçlerle ve özlemlerle de şekilleniyormuş.
Küçük Bir Ülke, Büyük Bir İz
Makedonya belki haritada küçük bir ülke. Ama benim iç dünyamda bıraktığı iz, yıllar geçse de silinmeyecek kadar büyük. Bu yolculuk bana yalnızca yeni şehirler, yeni insanlar tanıtmakla kalmadı; geçmişime farklı bir pencereden bakmayı, aidiyetin sadece toprakla değil, insanla ve duyguyla da kurulabileceğini öğretti.