Bağdat’ın güneyindeki Rusâfe semtinde doğdu. Babası Kerkük’te yerleşmiş olan Cebbâre aşiretine mensup bir jandarma, annesi Fâtıma bint Câsim, Şemmer kabilesine mensup Karagûl aşiretindendi. Rusâfî, Kur’an’ı ezberledikten sonra girdiği Bağdat Askerî Rüşdiyesi’nin dördüncü sınıfında kalınca buradan ayrılıp dönemin âlim ve ediplerinden Mahmûd Şükrî el-Âlûsî’den ders almaya başladı. Dinî ilimlerle Arap dili ve edebiyatı alanında Âlûsî’den başka Abbas el-Kassâb ve Kāsım el-Kaysî’nin yanında on üç yıl kadar süren bu özel tahsil devresinden sonra Bağdat’taki ilk ve orta dereceli okullarda öğretmenlik yapmaya başladı. Bir taraftan da yazdığı şiirleri Mısır’da özellikle el-Müʾeyyed gazetesiyle el-Muḳteṭaf dergisine gönderiyordu. Şekil ve muhteva bakımından beğenilen şiirleri sayesinde şöhreti Arap ülkelerine yayıldı. Meşrutiyet’in ardından İkdam gazetesi sahibi Ahmed Cevdet Bey, gazetenin Arapça olarak çıkarmayı düşündüğü ekinin yönetimi için Rusâfî’yi İstanbul’a davet etti. Ancak Rusâfî İstanbul’a gittiğinde projeden vazgeçilmiş olduğunu öğrendi. Buna rağmen bir süre İstanbul’da ikamet etti; bu müddet zarfında Otuzbir Mart Vak‘ası’na şahit oldu. Ardından Selânik’e gitti, orada yaklaşık bir ay kadar kaldıktan sonra ülkesine dönerken Lübnan’a uğradı ve o zamana kadar yazdığı şiirlerini ihtiva eden divanını Beyrut’ta bastırdı. Divan Arap dünyasında ve özellikle Bağdat’ta büyük yankı uyandırdı.
Rusâfî Bağdat’a gelince Baġdâd gazetesinin yazı işleri bölüm şefliğinde çalışmaya başladı. Fakat çok geçmeden İstanbul’dan gelen bir davet üzerine ikinci defa oraya gitti ve Medrese-i Mülkiyye-i Âliye’de Arap dili ve edebiyatı dersi okuttu; Sebîlürreşâd’da bir yıla yakın süre yazı yazdı. Ayrıca Evkaf Nezâreti’ne bağlı Medresetü’l-vâizîn’de Arapça hitabet dersleri vermekle görevlendirildi. Rusâfî bu sırada Müntefiḳ sancağından milletvekili seçilerek Osmanlı Meclis-i Meb‘ûsanı’na girdi. I. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar İstanbul’da kalan Rusâfî’nin hayatında bu dönemin önemli bir yeri olmuştur. Burada milletvekilliğinin yanı sıra çeşitli mekteplerde hocalık, gazete ve dergilerde yazarlık yapmış, ilmî ve edebî çevrelerde şair ve ediplerle dostluk kurmuş ve bildiği Türkçe sayesinde Batı’daki akımları Türkçe kaynaklardan öğrenme imkânını bulmuştur. Nâmık Kemal, Recâizâde Mahmud Ekrem, Tevfik Fikret gibi edip ve şairlerin eserlerini okumuş, onların ele aldıkları konulardan etkilenmiş ve bunları Bağdat’a döndükten sonra kendi yazı ve şiirlerine yansıtmıştır. Rusâfî evliliğini de yine bu dönemde İstanbul’da yapmıştır.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’dan ayrılan Rusâfî önce Şam’a gitti. Fakat orada yöneticilerden umduğu ilgiyi bulamayınca kendisine teklif edilen Kudüs Medresetü’l-muallimîn öğretmenliğini kabul etti. Burada bir süre çalışarak 1921 yılında ülkesine döndü. Maarif Vekâleti bünyesinde faaliyet gösteren Lecnetü’t-terceme ve’t-ta‘rîb başkan vekilliğine getirildi. 1923’te Bağdat’ta yayın hayatı üç ay kadar süren Emel gazetesini çıkarmaya başladı. Ardından sırasıyla Maarif müfettişliği, Dârü’l-muallimîn Arap dili ve edebiyatı hocalığı ve Lecnetü’l-ıstılâhâti’l-ilmiyye başkanlığı görevlerini yürüttü. Bir dönem milletvekilliği de yapmış olan Rusâfî düşüncelerini çekinmeden ortaya koyduğu için siyasî baskılara mâruz kaldı; bunun üzerine bir köşeye çekilerek münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Ömrünün son yıllarında Bağdat’ın Âzamiyye mahallesinde küçük bir dükkân açarak geçimini sağlamaya çalıştı.
Çağdaş Arap şiirinin neo-klasik şairlerinin başında gelen Rusâfî’nin eserleri incelendiğinde onun edebiyatta, “Sanat toplum içindir” ilkesine bağlı kaldığı görülür. Şiir ve nesirlerinde düşünce özgürlüğü, bilginin yaygınlaştırılması, cehaletin ortadan kaldırılması, gençlere güven duygusunun aşılanması, yoksulların desteklenmesi, kızların çağdaş yöntemlerle eğitilmesi ve İslâm dininin temel kaynaklara göre anlatılması gerektiği konuları üzerinde durur.
Eserleri. 1. Dîvân. İlk defa 1910 yılında Muhyiddin el-Hayyât ve Mustafa el-Galâyînî’nin düzenlemesi ve lugatçe ilâvesiyle Beyrut’ta basılan esere daha sonraki baskılarında Rusâfî’nin birçok yeni şiiri eklenmiştir (Beyrut 1932, I-V, 1972-1977; I-II, 1959).
2. Defʿu’l-hücne fî irtiḍâḫi’l-lükne (İstanbul 1331). Osmanlı Türkçesi’nden derlenen, aslı Arapça olup başka anlamlarda kullanılan ve Araplar’ın Osmanlılar’dan alıp mânalarını bilmeden kullandıkları kelimelere dairdir.
3. Nefḥu’ṭ-ṭîb fi’l-ḫaṭâbet ve’l-ḫaṭîb (İstanbul 1915, 1336). İstanbul’da Medresetü’l-vâizîn’de verdiği hitâbet derslerinin konularını kapsamaktadır.
4. el-Enâşîdü’l-medresiyye (Kudüs 1920). Kudüs’te öğretmen okulunda görevliyken yazdığı, notalarıyla birlikte okul şarkılarından oluşmaktadır.
5. Ârâʾü Ebi’l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî (nşr. Abdülhamîd er-Reşûdî, Bağdad 1955). Maarrî’nin el-Lüzûmiyyât adlı divanından yaptığı seçmelerin şerhidir.
6. ʿAlâ Bâbi sicni Ebi’l-ʿAlâ (Bağdad 1946). Tâhâ Hüseyin’in Maʿa Ebi’l-ʿAlâʾ el-Maʿarrî adlı eseri hakkında yazdığı reddiye ve ta‘lîkāttır.
7. Resâʾilü’t-taʿlîḳāt (Bağdad 1944, 1957). Zekî Mübârek’in et-Taṣavvufü’l-İslâmî ve en-Nes̱rü’l-fennî adlı eserleriyle Caetani’nin İslâm Tarihi üzerine kaleme aldığı ta‘lîkātıdır.
8. Naẓra icmâliyye fî ḥayâti’l-Mütenebbî (nşr. İbrâhim el-Alevî, Bağdad 1959).
9. Kitâbü’l-Âlet ve’l-edât ve mâ yetbeʿuhümâ mine’l-melâbis ve’l-merâfıḳ ve’l-henât (nşr. Abdülhamîd er-Reşûdî, Bağdad 1980). Halkın kullandığı yabancı kökenli alet ve araçların isimlerinin Arapçalaştırılmasına dairdir.
Rusâfî, Nâmık Kemal’in Rüya adlı eserini Rivâyetü’r-rüʾyâ adıyla Arapça’ya çevirmiştir (Bağdad 1909). Ma‘rûf er-Rusâfî’nin ayrıca Arap dili üzerine verdiği konferansları, basılmamış bazı eserleri, gazete ve dergilerde çeşitli makaleleri bulunmaktadır (Kāsım el-Hattât, II, 719-721).
Ma‘rûf er-Rusâfî hakkında çok sayıda eser yazılmış olup bunlardan bazıları şunlardır: Mustafa Ali, Maʿrûf er-Ruṣâfî (Bağdad 1948); Abdülhamîd er-Reşûdî, er-Ruṣâfî: Ḥayâtühû, âs̱âruhû, şiʿrüh (Bağdad 1988); Abdüllatîf Şerâre, er-Ruṣâfî: Dirâse taḥlîliyye (Beyrut 1960); Bedevî Ahmed Tabâne, Maʿrûf er-Ruṣâfî (Kahire 1947; eleştirel bir değerlendirmedir); Abdüssâhib Şekr, ʿAbḳariyyetü’r-Ruṣâfî (Bağdad 1958); Hıdr Abbas es-Sâlihî, er-Ruṣâfî, ṣılatî bihî, vaṣiyyetühû, müʾellefâtüh (Bağdad 1948) ve Şâʿiriyyetü’r-Ruṣâfî: Dirâse edebiyye (Bağdad 1390/1970); Ahmed Matlûb, er-Ruṣâfî, ârâʾühü’l-luġaviyye ve’n-naḳdiyye (Kahire 1970); Kāsım el-Hattât – Mustafa Abdüllatîf es-Sehartî – M. Abdülmün‘im Hafâcî, Maʿrûf er-Ruṣâfî şâʿirü’l-ʿArabi’l-kebîr: Ḥayatühû ve şiʿrüh (Kahire 1391/1971); Hilâl Nâcî, el-Ḳavmiyye ve’l-iştirâkiyye fî şiʿri’r-Ruṣâfî (Beyrut 1959); Necdet Fethî Safvet, Maʿrûf er-Ruṣâfî (London-Riyad 1988); Saîd el-Bedrî, Ârâʾü’r-Ruṣâfî fi’s-siyâse ve’d-dîn ve’l-ictimâʿ (Bağdad 1951).


