Mehmet Akif Ersoy (1873–1936), Türk edebiyatında özellikle II. Meşrutiyet dönemi ve Millî Mücadele yıllarında etkin olmuş, şiirlerinde toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden bir şair olarak öne çıkmaktadır. Şiire yüklediği anlam, bireysel duygulardan çok toplumsal meselelerin yansıtılması yönünde şekillenmiş; eserlerinde halkı eğitme, bilinçlendirme ve ahlaki değerleri yaşatma amacı gütmüştür.
Sanat anlayışında “sanat toplum içindir” ilkesi temel belirleyici unsur olurken özellikle İslami değerler, ahlak, yoksulluk, cehalet, Batı karşısında yaşanan çözülme ve kurtuluş ideali gibi konulara ağırlık vermiştir. Bu bağlamda şiir, Ersoy için estetik bir nesne olmanın ötesinde, düşünsel ve toplumsal bir araç niteliği taşımaktadır. Şair, döneminin sosyal ve siyasal atmosferini yakından takip etmiş; şiirlerini halkın anlayabileceği açık ve yalın bir dille kaleme alarak geniş kitlelere ulaşmayı amaçlamıştır. Klasik şiir anlayışından biçimsel olarak uzaklaşmasa da içerikte modern ve gerçekçi bir üslup benimsemiştir. Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere dinî metinler, özellikle de Şuara Suresi, şiir anlayışının şekillenmesinde bir referans kaynağı olmuştur.

Mehmet Akif Ersoy (İslam Ansiklopedisi)
Dili ve Üslubu
Mehmet Akif Ersoy’un şiir dili, dönemin edebî anlayışına kıyasla daha sade, halkın anlayabileceği ölçüde açık ve doğal bir özellik taşımaktadır. Şair, dilde sanatlı anlatımdan ziyade, anlamı ön plana çıkaran bir söylem geliştirmiştir. Bu tercihin arkasında, şiiri bir tebliğ ve irşat aracı olarak görmesi etkili olmuştur. Dolayısıyla Ersoy’un dili, halkın eğitimine ve bilinçlendirilmesine hizmet eden bir işlevle kullanılmıştır.
Edebiyat anlayışında konuşma diline yakınlık esastır. Şiirlerinde yer yer Arapça ve Farsça kökenli kelimelere rastlanmakla birlikte, bu kullanımlar dönemin edebî çevresine göre daha sınırlı ve kontrollüdür. Kelime ve deyim seçiminde halk söyleyişini yansıtan ifadelere sıklıkla yer verilmiş; atasözleri, deyimler ve halk arasında kullanılan anlatımlar metinlerde doğal bir biçimde yer bulmuştur. Bu yönüyle Akif’in şiir dili, edebî seçkincilikten uzak, halkla doğrudan iletişim kurmaya açık bir nitelik arz etmektedir.
Üslup açısından ise Mehmet Akif’in şiirlerinde belirgin bir retorik yapı görülmektedir. Özellikle didaktik ton, hitap edici üslup ve öğretici bir söylem baskındır. Sıklıkla doğrudan seslenme, soru cevap yöntemleri, karşılaştırmalar ve kıssadan hisseler aracılığıyla düşüncelerini etkili biçimde iletmeye çalışmıştır. Bu üslup, onun vaaz geleneğinden ve hutbe dilinden etkilenmiş olduğuna işaret etmektedir. Şiirlerinde dramatik anlatım tekniklerine ve diyaloglara yer vermesi, anlatımı canlandıran ve düşündürücü bir boyut kazandıran unsurlar olarak öne çıkar.
Akif’in üslubunda realizm belirgin bir yer tutar. Şiirlerinde toplumun içinden gözlemlere, gündelik hayata ve birebir yaşanmışlıklara yer vererek okuyucuda inandırıcılık ve içtenlik duygusu uyandırmayı hedeflemiştir. Bu bağlamda manzum hikâye tekniğini sıkça kullanmış; olay örgüsü, karakter ve çevre betimlemeleri ile şiirlerini anlatı yönünden de zenginleştirmiştir. Özellikle Safahat adlı eserinde bu yaklaşım sistematik bir biçimde izlenebilmektedir.
Mehmet Akif Ersoy’un dili ve üslubu, dönemin sanat çevrelerindeki estetik önceliklerden çok, halkla doğrudan ve etkili iletişim kurmayı amaçlayan işlevsel bir anlayış üzerine inşa edilmiştir. Bu yaklaşım, onun şiir anlayışının temelinde yatan ahlaki, toplumsal ve dinî kaygıların bir yansımasıdır.
Şiirlerinde Temel Konular
Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerinde işlediği temel konular, büyük ölçüde Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki toplumsal, siyasal ve ahlaki sorunlara odaklanır. Şair, bireysel duyguların önünde toplumsal meselelere yer vererek şiiri bir fikir ve mücadele aracı olarak konumlandırmıştır. Bu bağlamda onun şiirinde sıkça karşılaşılan başlıca temalar arasında ahlak, din, cehaletle mücadele, yoksulluk, adalet, hürriyet, medeniyet, millet bilinci ve batılılaşma sorunu yer almaktadır.
Ersoy, toplumun içinde bulunduğu manevi çöküşü ve değer kaybını sıkça vurgulamış; bu çöküşten kurtuluşun ancak ahlaki ve dinî değerlere dönüşle mümkün olabileceğini savunmuştur. İslam inancı, sadece bireysel bir kurtuluş yolu değil, aynı zamanda toplumsal bir düzenin temel taşı olarak ele alınmıştır. Şiirlerinde İslam’ın doğru anlaşılması, taklitçilikten uzak bir şekilde yaşanması gerektiği teması öne çıkmaktadır. Millî Mücadele yıllarında kaleme aldığı şiirlerde vatan sevgisi, bağımsızlık arzusu ve fedakârlık gibi kavramlar da ağırlıklı olarak işlenmiştir. Bu şiirlerde milletin birlik içinde hareket etmesi gerektiği vurgulanırken umutsuzluğa ve teslimiyete karşı güçlü bir direniş ruhu işlenmiştir. Özellikle "İstiklâl Marşı", bu anlayışın en somut örneğidir.
Toplumdaki sosyal adaletsizlik, sefalet ve cehalet, Akif’in üzerinde durduğu konular arasındadır. Yöneticilerin halka karşı sorumluluğu, halkın eğitilmesi ve üretken hâle getirilmesi gerekliliği sıkça dile getirilmiştir. Bu bağlamda şiirleri zaman zaman bir sosyal eleştiri niteliği taşımaktadır. Batı medeniyeti karşısındaki tutum ise ikili bir perspektifle ele alınır. Şair, Batı’nın teknolojik ve bilimsel yönüne övgüyle yaklaşmakla birlikte, ahlaki yozlaşma ve kültürel çözülme riskine karşı uyarılarda bulunur. Taklitçilik yerine, İslam medeniyeti ile uyumlu bir kalkınma anlayışını savunmuştur.
Mehmet Akif’in şiirleri, aynı zamanda birey, toplum ve devlet ilişkilerini, şehir hayatının dönüşümünü, eğitim sisteminin yetersizliklerini ve kültürel yozlaşmayı irdeleyen içeriklere sahiptir. Bu çok yönlü içerik dünyası, onun eserlerini hem dönemine tanıklık eden belgeler hâline getirmiş hem de düşünsel bir rehber niteliği kazandırmıştır.

Mehmed Akif’in Tâhirülmevlevî Hattıyla Yazdığı İki Şiiri (İslam Ansiklopedisi)
Etkilendiği Akımlar ve Şairler
Mehmet Akif Ersoy’un şiir anlayışı, bireysel bir biçimde gelişmiş olmakla birlikte dönemin edebî, kültürel ve siyasal ortamından ve bazı düşünce akımlarından etkilenmiştir. Bu etkilenme süreci onun hem biçim hem içerik açısından kendine özgü bir poetika oluşturmasını sağlamıştır. Ersoy’un şiirinde özellikle Servet-i Fünun topluluğunun etkisinden uzak, daha çok realizm ve toplumcu düşünce çizgisine yakın bir eğilim gözlemlenir.
Şairin en belirgin biçimde beslendiği düşünsel zemin, İslamcılık akımıdır. Bu akım, II. Abdülhamid döneminden itibaren etkisini artıran ve ümmet bilinciyle Osmanlı toplumunun bir arada tutulmasını hedefleyen bir yaklaşımdır. Ersoy, bu düşünce doğrultusunda İslam’ı hem bireysel hem toplumsal kurtuluşun anahtarı olarak görmüş, şiirlerinde İslami ahlakı ve değerleri merkeze almıştır. Bu yönüyle onun şiiri, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd dergilerindeki fikrî ortamla da örtüşmektedir.
Biçimsel olarak ise Mehmet Akif, klasik aruz veznini tercih etmiş ancak bu vezni konuşma diline uyarlayarak farklı bir kullanım tarzı geliştirmiştir. Bu uygulama onu, Divan edebiyatı geleneğiyle biçimsel bağ içinde tutsa da içerik ve işlev açısından bu geleneğin dışına çıkarır. Bu noktada klasik edebiyat şairlerinden Fuzûlî, Nabî ve Şeyh Galip gibi isimlerin etkisi dolaylı biçimde hissedilebilir. Ancak Ersoy’un söz konusu geleneği bir taklitten ziyade dönüştürerek kullandığı görülmektedir.
Mehmet Akif, çağdaşı olan şairlerden özellikle Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Tanzimat şairlerinden etkilenmiştir. Bu isimlerin edebiyat yoluyla halkı eğitme, hak ve adalet kavramlarını işleme biçimleri, Ersoy’un şiir anlayışıyla örtüşmektedir. Özellikle Namık Kemal’in hürriyet, vatan ve millet temaları, Mehmet Akif’in şiirinde daha yoğun bir dinî muhteva ile birleşerek farklı bir biçimde yeniden yorumlanmıştır.
Ayrıca Batı edebiyatına ve düşüncesine karşı ilgisiz olmadığı da bilinmektedir. Özellikle Victor Hugo, Alphonse de Lamartine gibi Batılı şair ve düşünürlerin eserlerini takip etmiş ancak bunları doğrudan bir şiirsel örnek olarak değil, düşünsel bir perspektif olarak değerlendirmiştir. Ersoy’un Batı’ya bakışında seçici bir tavır hâkimdir; teknik ve bilim alanındaki ilerlemeler benimsenirken ahlaki değerler açısından eleştirel bir tutum sergilenmiştir.

