Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Demedim mi? şiiri; insanın ontolojik kökeniyle arasındaki bağı unutması üzerine kurulu, derin bir hatırlamadır. Şiirin merkezinde yinelenen soru "demedim mi?" yalnızca bir uyarı değil, varlığın kendi kaynağına dönme arzusunun yankısıdır. Bu tekrar, epistemolojik bir titreşim üretir; insanın unutma eylemine karşı, hakikatin ısrarlı bir direnişidir.
Şiir
Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?
Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben'im demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
senin kolun kanadın ben'im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben'im,
sıcaklığın ben'im demedim mi?
Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?
Söyle, bunları sana hep demedim mi?
“Oraya gitme demedim mi sana,
Seni yalnız ben tanırım demedim mi?”
Bu dizelerde “ben” zamiri mutlak öznenin sesidir. Konuşan, şiirsel bir persona değil; hakikatin bizzat kendisidir. Hitap edilen insan, kendisini “ben” zanneden varlıktır. Böylece şiir, varlığa dair olanla varlığın özüne dair olan arasındaki gerilimi açığa çıkarır.
İnsan, kendi sınırlılığını özgürlük zanneder; uzaklaşmayı bir tür özerklik olarak yorumlar. Oysa şiir, bir süreklilik ilkesi öne sürer: İnsan nereye giderse gitsin, hakikat her defasında onun önünde beklemektedir.
“Yüz bin yıllık yere gitsen,
Dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?”
Bu dizeler insanın varoluşsal çıkmazını gösterir: Kaçış iradi olabilir; fakat dönüş mukadderdir.
Metaforik Evren: Deniz, Balık, Ateş, Kanat
Mevlânâ, soyut hakikati görünür kılmak için metafizik anlam katmanlarına sahip imgeler kullanır:
“Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?”
Deniz, varlığın aslıdır; balık ise asla bağımlı varlık. Balığın sudan kopuşu, insanın özünden kopuşuyla eşdeğerdir. Aynı şekilde:
“Senin kolun kanadın ben’im demedim mi?”
Bu ifade, özgürlüğün bile özneye değil, kaynağa bağlı olduğunu imler. İnsanın uçtuğunu sandığı anlar bile, aslında ona uçmayı sağlayan gücün gölgesidir.
Tekrarın Poetika ve Ontolojiyle İlişkisi
Demedim mi? tekrarının işlevi sadece ritmik değildir; ontolojik bir hafıza inşasıdır. Tekrarın her seferinde aynı cümleyle dönmesi, okuru kronolojik bir zamandan dairesel zamana taşır. Zaman çizgisel değildir; döngüseldir. İnsan unutur hakikat hatırlatır. Anlamı taşıyan değil, anlamı uyanık tutan bir yapı.
“Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?”
İnsan “başka birini” değil, kendi varlığının kökensel anlamını kaybeder. Burada kayıp, nesne kaybı değil, öz kaybıdır. Şiirin trajedisi şudur: İnsan, hakikati yitirdiğinde yalnızca yeryüzünü değil, kendisini sürgüne gönderir.
Hatırlamanın Kendisi Dönüştürür
Demedim mi? şiiri bir sitem değildir; varlığın unutulmuş hafızasının uyandırılmasıdır. Bu metin, ilahi olanın azarlayıcı değil, sürekli hatırlatıcı ve bekleyici yüzünü gösterir. İnsan, kaçtığını sandığı her noktada, zaten dönmekte olduğunu fark eder. Ve sonunda şu gerçek belirir: İnsanın yolculuğu hakikate değil, hatırlamaya yöneliktir.
Şiirin bütününde “ben” zamirinin ilahi özneye işaret etmesi, metni yalnızca lirik bir söylem olmaktan çıkarıp metafizik bir hitap düzeyine taşır. Bu hitap, insanın iç dünyasında süregelen varlık–benlik çatışmasının sesidir.
İnsanın içindeki öz, yani hakikat, kişiye dışarıdan seslenen bir otorite değil; bizzat içsel bilincin kaynağıdır. Bu noktada şiir, tasavvuftaki sekînet ile gaflet hâlleri arasındaki gerilimi görünür kılar.
Mevlânâ’nın şiirinde insanın yolculuğu mekânsal değil, ontolojik bir yolculuktur. İnsan, dış dünyaya yöneldikçe kendi iç âlemini terk eder bu yabancılaşma yalnızca hakikatten uzaklaşmak değil, insanın kendi öz benliğini tanıyamamasıdır. Böylece şiir, insan benliğinin çok katmanlı yapısını açığa çıkarır:
- dışarı yönelen ben, dağılır, bölünür, eksilir;
- hakikate yönelen ben, bütünleşir.
Mevlânâ’nın uyarılarındaki kararlılık, aşkın buyurganlığından değil; merhametin sürekliliğinden doğar. İlahi olan, insanın her savruluşunu izler; fakat zorlamaz. Burada şiir, tasavvufun en önemli ilkelerinden birini fısıldar: Hakikat, insana asla sırtını dönmez; insan yalnızca görmeyi bırakır.
Bu nedenle “demedim mi?” ifadesi bir azarlama değil, ontolojik hafızanın yeniden inşasıdır. Mevlânâ, ilahi olanı bir yasa koyucu olarak değil, insanın kayboluşlarını sabırla bekleyen bir kaynak olarak konumlandırır. Şiirin sonunda sorulan:
“Söyle, bunları sana hep demedim mi?”
sorusu; aklın değil, kalbin tanıklığına yöneliktir. Çünkü insan, hakikati önce kalbinde sonra aklında hatırlar.
Şiirin özü şuraya varır: Hakikate dönüş, yeni bir yolculuk değil; hatırlamanın kendisidir. İnsanın nihai varış noktası dışarıda değil, daima içeridedir.

