KÜRE LogoKÜRE Logo

Mora Katliamı

fav gif
Kaydet
kure star outline
Yunanistan-Mora- Türkleri- Ali Fuat Örenç- (1)-page-024 (2)(2).jpg
Mora Katliamı
Tarih
1821 – 1832
Yer
Mora Yarımadası (Peloponez) – Osmanlı’nın Rumeli Eyaleti sınırlarıgünümüz Güney Yunanistan
Taraflar
Rum isyancılar (Filiki Eterya üyeleriyerel Rumlar ve Avrupa’dan gelen gönüllüler) vs. Osmanlı Devleti’ne bağlı Müslüman Türk ve Yahudi halk
Katliamın Başlıca Merkezi
Tripoliçe (Tripolis / Tripolitsa)
İsyan Liderleri (Rum)
Theodoros KolokotronisDimitrios İpsilantisAndreas ZaimisMavromihalis ailesi
Destek Veren Devletler
İngiltereFransaRusyaBavyeraİsviçreİtalyaABD (fiilî destek ve propaganda desteği)
Nedeni
Osmanlı'dan ayrılarak bağımsız bir Yunan devleti kurma arzusu; Müslüman Türk varlığının bu topraklardan tasfiyesi
Uygulanan Şiddet Yöntemleri
Toplu kıyımdiri diri yakmatecavüzişkenceaç bırakmamezar tahribatıkültürel mirasın yok edilmesi
Toplam Tahmini Can Kaybı
50.000 (Sadece Tripoliçe’de 40.000’e yakın Müslüman)
Hayatta Kalanlar
Sınırlı sayıda kişi; genellikle kaçabilenler. Çoğu Ege adalarınaBatı Anadolu’yaİstanbul ve Trakya’ya göç etti
Zorunlu Göçün Başlıca Rotaları
İzmir (Sığla) SancağıKuşadasıÇeşmeSeferihisarSökeİstanbulFilibeEdirne
Uluslararası Tepki
Avrupa’da isyan romantize edildi; katliamlar görmezden gelindi veya meşrulaştırıldı
İsyanın Sonuçları
Osmanlı Mora’daki hâkimiyetini kaybetti; 1830’da bağımsız Yunan Krallığı kuruldu; Türk varlığı ortadan kaldırıldı
Kültürel Sonuçlar
Türk ve Müslüman varlığı tamamen silindi; Osmanlı izleri yok edildi; pek çok cami ve yapı ya yıkıldı ya da kiliseye çevrildi
Yunan Millî Marşı Bağlantısı
Dionisios Solomos’un “Özgürlük İlahisi” şiiri (1823); katliama dair övgüler içerir; 1865’te Yunan1966’da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin marşı oldu

Mora katliamı, 1821’de başlayan Yunan bağımsızlık isyanı sürecinde Mora Yarımadası’nda Osmanlı Devleti’ne bağlı Müslüman Türk nüfusun sistematik biçimde katledilmesi olayına verilen addır.


Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanan 1821–1830 Mora İsyanı sırasında, asırlar boyunca Peloponez’i vatan edinmiş olan on binlerce Türk ve az sayıda Yahudi, isyancı Rumlar tarafından kadın veya çocuk demeden toplu şekilde öldürülmüştür. İsyan kısa sürede sıradan bir ayaklanmadan çıkıp etnik ve dinî bir yok etme hareketine dönüşmüştür. Özellikle 1821 yılının Ekim ayında isyancıların Mora'nın merkezi Tripoliçe’de gerçekleştirdiği katliam, Türk tarihinde ender görülen vahşet sahnelerinden biri olarak kaydedilmiştir. Yaklaşık on yıl süren mücadele sonunda 1830’da bağımsız Yunan Krallığı kurulurken Mora Yarımadası’ndaki Müslüman nüfus ya tamamen ortadan kaldırılmış ya da bölgeden sürülerek tarihten silinmiştir.

Mora İsyanı’nın Arka Planı ve Başlangıcı

Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyıl başlarında etkisini gösteren milliyetçilik akımları ve Avrupa’daki Fransız İhtilali’nin fikrî mirası, imparatorluk bünyesindeki milletleri ayrılıkçı hareketlere yöneltmiştir. Osmanlı millet sistemi içinde geniş ayrıcalıklara sahip olduğu hâlde bağımsız bir devlet hayaline kapılan Rumlar (Osmanlı Rum Milleti), 1814’te kurulan Filiki Eterya adlı gizli cemiyetin önderliğinde örgütlenerek isyana hazırlanmıştır​.


Örgütün Rusya’daki faaliyetleri ve Osmanlı’yı zayıflatma planları, özellikle Eflak-Boğdan voyvodası Aleksandr İpsilanti liderliğinde ilk fiilî harekete dönüşmüş; İpsilanti 1821 Şubat’ında Rusya’dan Prut Nehri’ni geçerek Osmanlı’ya karşı ayaklanmayı başlatmıştır. Her ne kadar İpsilanti’nin isyanı kısa sürede bastırılsa da bu girişim Mora’daki Rumlara cesaret vermiştir.


Aynı yılın Mart 1821 tarihlerinde Mora Yarımadası’nda da Osmanlı yönetimine karşı geniş çaplı bir ayaklanma patlak verdi. Mora’daki isyanın hemen öncesinde Osmanlı için kritik bir gelişme, bölgenin kuzeyinde hüküm süren Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın ayaklanmasıydı. Osmanlı merkezî kuvvetlerinin Ali Paşa isyanını bastırmak üzere Mora’dan uzaklaşması, yarımadada otorite boşluğu yaratarak Rum ayaklanmacılar için uygun bir zemin oluşturdu​.


Bu ortamda 1821 Mora İsyanı, bölgedeki Osmanlı hâkimiyetine ağır bir darbe vuran ve bağımsızlık hedefleyen bir halk hareketi olarak başladı. İsyanın başında Rum liderler, açıkça hedeflerinin “Mora’da tek bir Türk kalmayana dek savaşmak” olduğunu tüm dünyaya ilan etmişlerdi. Mart 1821’den itibaren Mora genelinde Osmanlı yöneticilerine ve sivil Müslüman halka karşı saldırılar başladı. Osmanlı kaynakları, daha isyanın ilk günlerinde dahi Mora genelinde binlerce Türk’ün kılıçtan geçirildiğini kaydeder. Nitekim vak‘anüvis Ahmed Lûtfî Efendi, ayaklanmanın başlangıcında Mora’da en az 35 bin Türk’ün öldürüldüğünü belirtir. Rum isyancılar köy ve kasabalarda savunmasız yakaladıkları Müslümanları katlederken canlarını kurtarmak isteyen Türkler ise en yakın kalelere sığınmaya çalışmışlardır. Mora’nın önemli şehirleri arasında yer alan Anabolu (Nauplion), Navarin, Patras (Balya Badra) gibi limanlar ve kaleler birer birer isyancıların eline geçerken bu yerlerdeki Müslüman ahalinin büyük kısmı kılıçtan geçirilmiş veya idam edilmiştir.


Örneğin Navarin şehrinin Ağustos 1821’de düşmesiyle burada kapsamlı bir katliam yaşanmış, şehir günlerce yağmalanmıştır. İsyancılar ele geçirdikleri kasabalarda Osmanlı’ya dair maddi-manevi ne varsa yok etmişlerdir. Yakıp yıkmadıkları camiler, eski kilise temellerine inşa edilen yapılardır ve yeniden kiliseye çevrilmek üzere el konulmuştur. Böylece Mora’daki isyan, başından itibaren sadece siyasi bağımsızlık için değil, aynı zamanda Osmanlı varlığını ve bölgedeki Müslüman toplumunu kökten tasfiye etmek için yürütülen bir mücadele karakteri kazanmıştır.

Katliamın Gelişimi ve Tripoliçe Olayı

Mora İsyanı ilerledikçe Osmanlı yönetiminin bölgedeki direniş merkezleri bir bir düşmeye başlamıştır. İsyancıların asıl büyük hedefi, Mora eyaletinin idari merkezi olan Tripoliçe (Tripolis veya Trabluçe) şehrini ele geçirmektie. 1821 yılı boyunca Tripoliçe, çevredeki Türk ve Yahudi ahalinin sığınmaya çalıştığı en büyük güvenli kale konumundaydı. Yaklaşık 5 ay boyunca 50-60 bin civarında Rum isyancı tarafından aralıksız kuşatma altında tutulan şehir, Eylül sonu itibarıyla düşmek üzereydi. Kaledeki Osmanlı garnizonu ve siviller, uzun süren kuşatma boyunca açlık ve hastalıkla kırılma noktasına gelmişti. Ekim 1821’de, kaleyi savunan Arnavut asıllı birliklerin isyancılarla gizlice anlaşarak kapıları açması üzerine Tripoliçe şehri isyancıların eline geçti. Şehre giren Rum asiler, teslim olmayı kabul eden Müslüman halka dahi merhamet göstermeyerek tarihin tanık olduğu en büyük katliamlardan birini icra ettiler.


Tripoliçe’nin düşmesiyle birlikte kaleye sığınmış olan 40 bin civarında Türk’ün neredeyse tamamı, üç gün süren vahşi saldırılar sonucunda kılıçtan geçirildi. Kadın, çocuk, yaşlı demeden bütün sivil halk acımasızca öldürüldü. Rumların intikam hırsı o denli yüksekti ki ölenlerin mezarları bile açılarak Müslümanlara ait kemikler çıkarılıp yakıldı. İsyancılar, direnişi teşvik ettiğini düşündükleri Tripoliçe Kadısı Halim Efendi’yi yakalayıp üzerine yağ dökerek diri diri yakmak suretiyle katlettiler. Üç gün üç gece devam eden Tripoliçe Katliamı, vahşeti yaşayanların tanıklıklarıyla tarihe kazınmıştır.


Amerikalı tarihçi Justin McCarthy’nin aktardığına göre, “üç gün boyunca zavallı Türk yerleşimciler bir vahşiler güruhunun insafına terk edilmiş, ne cinsiyet ne yaş ayrımı yapılmış; kadınlar ve çocuklar bile öldürülmeden önce işkenceden geçirilmiştir.”


Katliamın boyutlarını tarif eden McCarthy, isyancı lider Kolokotronis’in “kasabaya girdiğimde atımın ayağı, cesetlerden döşenmiş bir yoldan dolayı yere değmedi” sözünü nakleder.


Nitekim Rum komutan Theodoros Kolokotronis kendi hatıratında, şehre girdiğinde atının cesetler üzerinde ilerlediğini itiraf etmiştir. Dönemin Romen tarihçisi Nicolae Iorga da Rumların, Tripoliçe’yi 5 Ekim 1821’de düştükten sonra “en vahşi Asyalıların bile yapamayacağı korkunçlukta ortalığı kan ve ateşe verdiklerini” yazarak öldürülen Türklerin sayısını 32 bin civarında tahmin etmektedir. Bu sayı, Yunan isyanı süresince hayatını kaybeden Hıristiyan Rum sayısından katbekat fazladır.


Katliam sonunda Tripoliçe’de 4.500 evden oluşan şehrin yarısı tamamen tahrip edilmiş, geriye sadece dumanı tüten harabeler kalmıştır. Şehir içinde ve dışında Osmanlı-Türk varlığına dair ne varsa yok eden isyancılar, büyük bir ganimet de ele geçirmişlerdir. Katliama iştirak eden çeteler ganimetleri paylaşmışlardır. Örneğin Manya (Maina) Yarımadası'nın yerel beyi, kendi payına düşen ganimeti 20 katır ve 2 deve yüküyle ancak taşıyabilmiştir.


Tripoliçe katliamı, Mora Türklerinin toplu imhasında bir dönüm noktası olmuştur. Bu olaydan sağ kurtulabilen çok az sayıda insan vardır. İsyancılar başlangıçta rehin alma vaadiyle yaklaşık 90 kadar önemli kişiyi (Osmanlı yöneticileri ve aileleri) esir alsalar da daha sonra bunların da büyük bölümünü öldürmüşlerdir. Tripoliçe’nin düşmesiyle Mora Yarımadası’nda Osmanlı direnişi çökmüş, diğer kalelerde mahsur kalan Türkler için de ümit kalmamıştır. Tripoliçe’nin kuzeyindeki kalelerde bulunan bazı Türk grupları, kent düşmeden hemen önce kayıklarla karşı kıyıya (Attika yakasına) kaçmayı başarmışsa da pek çoğu isyancılar tarafından takip edilip katledilmiştir. Tripoliçe’den sonra Mora’nın batısındaki Balya Badra (Patras) kalesine sığınan yaklaşık 15 bin kişilik Müslüman halk da şehir teslim olduktan sonra benzer bir akıbete uğramıştır​. Böylelikle 1821 ayaklanmasının ilk yılı sona ererken Mora’nın hemen her köşesinde Müslüman ahali büyük kıyımlarla yok edilmiştir.

Avrupalı Devletlerin ve Gönüllülerin Rolü

Mora İsyanı başlangıçta Osmanlı Devleti’nin iç meselesi gibi görünse de kısa sürede uluslararası bir boyut kazanmıştır. Rum isyancılar, özellikle Avrupa’daki entelektüel çevrelerden ve halklardan yoğun bir sempati ve destek görmüştür. “Filhelenizm” (Yunanseverlik) akımı etkisiyle Avrupalı edebiyatçılar, ressamlar ve siyasetçiler antik Yunan hayranlığını canlandırarak modern Yunan isyancılarını idealize etmişlerdir. Avrupa kamuoyuna yönelik yoğun propaganda faaliyetleri sonucu Rumların özgürlük mücadelesi, Osmanlı yönetiminin zulmüne karşı haklı bir direniş olarak sunulmuştur. Bu atmosfer içinde Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve hatta ABD’den çok sayıda maceracı gönüllü savaşçı, “kutsal dava” addettikleri Yunan isyanına katılmak için Mora’ya akın etmiştir.


Örneğin daha 1821’in ilk yılı bitmeden Avrupa’nın büyük şehirlerinde Yunan isyancılar için yardım kampanyaları düzenlenmiş, New York gibi metropollerde para ve mühimmat toplanıp gemilerle Mora’ya gönderilmiştir. Hatta Avrupa’da Yunan davasına destek olmak isteyenler arasında subaylar ve maceracılar için özel gönüllü birlikler kurulmuştur. Bu gönüllüler arasında ünlü İngiliz şair Lord Byron gibi isimlerin yanı sıra çeşitli Fransız, Alman ve İtalyan subaylar da bulunmuştur.


Ne var ki Mora’ya büyük ideallerle gelen Avrupalı gönüllüler, savaşın gerçekleriyle yüzleşince ciddi bir hayal kırıklığı yaşamışlardır. Rum isyancıların sivil halka yönelik katliam ve yağmaları, bu gönüllülerin bir kısmının gözlerini açmıştır. Nitekim 1822 yılında Mora’dan Marsilya’ya dönen birçok Fransız subay, yola çıkmaya hazırlanan yeni gönüllülere uyarılarda bulunarak Rumlar hakkında son derece olumsuz izlenimler aktarmışlardır. Eski Yunan’ın torunları olarak idealize edilen isyancıların, gerçekte korkak ve nankör davrandığını dile getiren bu subaylar, Mora’da bizzat şahit oldukları vahşet nedeniyle isyana duydukları sempatiyi yitirmişlerdir. Bir Prusyalı subay ise Rumların antik Atina’nın makul yasalarını bırakıp barbarlığa saplandıklarını ifade ederek, klasik Yunan erdemlerinin artık mevcut olmadığını belirtmiştir. Gönüllülerin bu türden tanıklıkları, Avrupa kamuoyundaki Yunan hayranlığını bir nebze azalttıysa da devletlerin politik çıkarları üzerinde fazla etkili olamamıştır.


Büyük Avrupa devletleri başlangıçta Osmanlı ile diplomatik dengeleri gözetmeye çalışsa da zamanla Yunan isyanına doğrudan müdahil olmuşlar.dır. 1820’lerin ortasına gelindiğinde Osmanlı Devleti, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın askerî yardımıyla Mora’daki isyanı büyük ölçüde bastırma aşamasına gelmiştir. Ancak Rumların tamamen yenilgiye uğratılması ihtimali, Yunan bağımsızlığını destekleyen İngiltere, Fransa ve Rusya gibi güçleri harekete geçirmiştir. Bu devletler, Osmanlı’ya ültimatom vererek Mora’daki çatışmaların durdurulmasını istemişlerdir. Osmanlı tarafının direnişi sürdürmesi üzerine üç büyük donanma, 20 Ekim 1827’de Navarin Limanı’nda demirli Osmanlı-Mısır donanmasını ani bir saldırıyla imha etmiştir. Tarihe Navarin Baskını olarak geçen bu olay, Osmanlı Devleti’ni deniz gücünden mahrum bırakarak isyanın kaderini değiştirmiştir. Ertesi yıl Fransız ordusuna bağlı birlikler Mora’ya çıkarma yaparak yarımadayı fiilen işgal etmiş ve Osmanlı kuvvetlerinin bölgeden çekilmesini sağlamışlardır. Öte yandan Rusya da 1828’de Osmanlı’ya savaş ilan ederek doğudan baskı kurmuştur.


Osmanlı Devleti, Avrupa’nın doğrudan müdahalesi karşısında Mora üzerindeki hakimiyetini tamamen kaybetmiştir. 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması ile Yunanistan özerk bir prenslik olarak tanınmıştır. 1830 Londra Protokolü ve 1832 Londra Antlaşması ile de tam bağımsız bir Yunan Krallığı kurulması uluslararası alanda kabul edilmiştir. Avrupa devletlerinin askerî ve diplomatik desteği olmadan başarı şansı zayıf olan Mora İsyanı, bu sayede bir devlet kurma hedefine ulaşmıştır. Ancak bu süreçte Mora’nın kadim Müslüman halkı büyük bedeller ödeyerek yurtlarından sürülmüş veya hayatlarını kaybetmişti.

Katliamın Boyutu, Yöntemleri ve Tanıklıklar

Mora İsyanı esnasında ve sonrasında yaşanan katliamların boyutu, dönemin kayıtları ve tanıklıklarıyla belgelenmiştir. 1821-1822 yıllarında Mora Yarımadası’nda Müslüman ahaliye yönelik şiddet, sistematik ve planlı bir imha harekâtı niteliğindeydi. Rum isyancılar sadece silahlı Osmanlı birliklerine karşı değil, köylerdeki savunmasız sivil halka karşı da toplu kıyımlara giriştiler. Ele geçirdikleri yerleşim birimlerinde camileri, medreseleri, hatta mezarlıkları tahrip ederek Osmanlı-Müslüman kültürel mirasını silmeye çalıştılar. Bu açıdan bakıldığında Mora Katliamı, modern anlamda bir etnik temizlik veya bazı tarihçilerin deyimiyle soykırım boyutlarına ulaşmıştır.


Prof. Justin McCarthy gibi araştırmacılar, Mora’daki şiddetin kapsamını değerlendirirken bunun yalnızca bir savaş değil, aynı zamanda belirli bir halkı tümüyle yok etmeye matuf bir hareket olduğunu vurgulamışlardır.


Katliamın sayısal boyutlarına ilişkin farklı kaynaklarda çarpıcı veriler mevcuttur. Yunan ve Avrupalı bazı kaynaklar, 1821 başlarında isyan bölgesinde (Mora ve Orta Yunanistan’da) toplam 90 bin civarında Türk nüfusunun yaşadığını belirtmektedir. Bu sayının yaklaşık 50 bini Mora Yarımadası’ndaki Müslüman erkek nüfustur. İsyanın sonucunda bu nüfusun akıbeti korkunç bir şekilde neticelenmiştir. Öyle ki bazı eserlerde isyan sonunda Mora’da “bir tek Türk dahi kalmadığı” ifade edilir. Tripoliçe’de kısa sürede 40 bin civarında insanın yok edildiği dikkate alınırsa genel olarak Mora’da hayatını kaybeden Türk ve diğer Müslümanların toplam sayısının on binlerle ifade edildiği anlaşılır.


Osmanlı resmî tarihçisi Ahmed Cevdet Paşa, Mora ayaklanması sırasında uğranılan kayıpların büyüklüğünü vurgulayarak daha ilk safhada 35 bin Türk’ün katledildiğini yazar. Romen tarihçi Nicolae Iorga da yalnız Tripoliçe ve civarında 32 bin Türk’ün öldürüldüğünü, bunun Osmanlı döneminde isyanlar sırasında ölen Rumların sayısından kat kat fazla olduğunu belirtir. Yine çeşitli şehir ve kalelerde öldürülen Müslümanlara dair rakamlar dönem kaynaklarında yer alır: Örneğin Gördüs (Korditsa) Kalesi’nde 500, Vostitza ve Kartina’da 100’er, Argos’ta 170, Navarin’de 180, Koron ve Modon’da 200’er, Gastuni’de 300, Arkadya (Kyparissia) ve Mezistre’de 400’er, Benefşe’de (Vanezza) 500 ve Anabolu (Nauplion) çevresinde Türk ve Yahudi toplam 750 kişinin katledildiği kayıtlıdır. Bu veriler, isyanın ilk yılı içinde Mora genelinde Müslüman ahaliye yönelmiş toplu şiddetin büyüklüğünü ortaya koymaktadır.


Mora’daki katliamlar son derece acımasız yöntemlerle icra edilmiştir. Rum isyancılar birçok yerde teslim olan Müslümanları dahi kılıçtan geçirmişler, kadınlara ve çocuklara tecavüz ve işkence ettikten sonra öldürmüşlerdir. Bu bilgilere sıkça rapor edilen belgelerden ulaşılmaktadır. Tripoliçe’de ellerine düşen insanların başlarına gelenler, diğer yerler için de bir ibret tablosu oluşturmuştur. Öldürülen Türklerin cesetleri günlerce sokaklarda bırakılmış, kuyular insan cesediyle doldurularak zehirlenmiş, sular içilemez hâle getirilmiştir. Hatta Müslümanların mezarları bile açılıp kemikleri çıkarıldıktan sonra yakılarak, ölülere dahi saygı gösterilmemiştir. Bu uygulamalar, isyancıların sadece canlı nüfusu değil, geçmişin izlerini de yok etme niyetinde olduklarını gösterir. Rumlar tarafından esir alınan bazı önemli şahıslar fidye umuduyla bir süre sağ bırakıldıysa da birçoğu daha sonra katkedilmiştir. Örneğin Tripoliçe Kadısı Halim Efendi’nin, ibret olsun diye kalabalık önünde üzerindeki elbiseler yakılarak canlı canlı katledilmesi, vahşetin boyutunu gösteren olaylardandır.


Yaşananlara dair görgü tanıkları ve çağdaş gözlemciler geriye sarsıcı kayıtlar bırakmıştır. Tripoliçe katliamına şahit olan Avrupalıların anlattıkları, o dönem Avrupa’da yayımlanan bazı eserlere de yansımıştır.


Amerikalı misyoner Rufus Anderson, Rumların haklı gördüğü bağımsızlık davasının Tripoliçe’de işlenen vahşetle gölgelendiğini, bu olayın uzun süre örtbas edilmeye çalışıldığını ifade eder. Avrupa’da Yunan davasına en başta destek veren isimlerden biri olan Lord Byron bile Yunan isyancılarının sergilediği vahşet karşısında hayal kırıklığına uğramış, “Yunanlılar gerçeği kavrama yeteneğinden yoksunlardır” diyerek onların bu katliamlara girişmesini eleştirmiştir. Öte yandan Osmanlı tarafının çağrıları Avrupa’da yeterince karşılık bulmamıştır. Osmanlı hükûmeti, Mora’da Hıristiyanların değil, Türklerin sistematik bir imhaya maruz kaldığını uluslararası topluma duyurmaya çalıştıysa da dönemin Helen yanlısı propagandası bu gerçekleri perdelemiştir. Avrupa basını ve kamuoyu, Yunan isyanını destekleyen romantik anlatılarla meşgul olduğundan, Mora’daki Türk katliamlarına büyük ölçüde kayıtsız kalınmıştır. Nitekim 1821 yılı boyunca Yunanistan’da bulunan tarafsız yabancı sayısının çok az olması nedeniyle, bölgeden dışarıya aktarılan haberlerin çoğu isyancılarla iş birliği içindeki Yunan sempatizanları tarafından kaleme alınmış ve tek yanlı olmuştur. Bu durum, Mora Katliamı’nın uluslararası ölçekte yeterince bilinmemesine ve uzun yıllar boyunca göz ardı edilmesine neden olmuştur.

Zorunlu Göç ve Sonrası

Mora İsyanı ve katliamlar sonucunda hayatta kalabilen az sayıdaki Mora Müslümanı için tek çare, ata yurtlarını terk etmek olmuştur. 1821–1829 yılları arasında süren çatışmalardan kaçabilen Türkler kitleler hâlinde Osmanlı Devleti’nin güvenli gördükleri diğer bölgelere göç etmişlerdir. Katliamdan kurtulanların önemli bir kısmı Ege adalarına, Osmanlı kontrolündeki çevre adalara, Batı Anadolu’nun sahil şehirlerine (özellikle İzmir ve çevresine) ve İstanbul’a sığınmıştır. Mora’daki Müslüman varlığı asırlar sonra katliam sonucu son bulurken, yerini muhacir kafilelerinin göç hikâyeleri almıştır.


Göç eden Mora Türkleri, büyük maddi kayıplara uğramış ve temel ihtiyaçlarından mahrum vaziyette yollara düşmüşlerdir. Osmanlı Devleti bu muhacirlerin durumunu hafifletmek için çaba sarf etmiştir. II. Mahmud, Mora’dan gelen mazlumların yeniden iskânı ve geçimlerinin sağlanması konusunda talimatlar vermiştir. Padişah, yerel idarecilere emirnâmeler göndererek bu insanların barınma, yiyecek ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasını istemiştir. Osmanlı toplumunda “müsaferet hukuku” ve “uhuvvet-i İslâmiye” (İslam kardeşliği) kavramları gereği, göçmenlere ellerinden gelen yardımı yapmaları konusunda halk da teşvik edilmiştir. Bu sayede muhacirler, yeni vardıkları Osmanlı topraklarında akraba topluluklar tarafından olabildiğince misafirperverlikle karşılanmışlardır.


Mora’dan ayrılan Türk nüfusun önemli bir bölümü, Batı Anadolu ve Rumeli topraklarına yerleştirilmiştir. Özellikle İzmir kenti ve çevresindeki kazalar, Mora muhacirlerinin yoğun olarak geldiği yerler arasındadır. Nitekim 1830-31 (H.1246) ve 1843-44 (H.1259) yıllarına ait Osmanlı nüfus defterlerinde, İzmir (Sığla) Sancağı dahilinde bulunan Mora’dan gelme Türk aileleri ayrıntılı biçimde kayıt altına alınmıştır. Bu kayıtlarda İzmir merkez (nefs-i İzmir) ile Çeşme, Seferihisar, Kuşadası ve Söke kazalarında yerleşen Mora muhacirlerinin isimleri, yaşları, meslekleri ve fiziksel özellikleri dahi belirtilmiştir. Ayrıca kayıtlar, bu göçmenlerin geldikleri yerleri de not düşmüştür: “Moralı (Moravî)”, “Anabolulu”, “Navarinli”, “Eğribozlu”, “Benefşeli”, “Atinalı” gibi ibareler, söz konusu muhacirlerin Mora Yarımadası ve civarından olduklarını göstermektedir. Bu sayede Mora İsyanı sonrasında İzmir ve havalisine gelen ilk Türk muhacirlerinin demografik profili bugün ayrıntılı olarak bilinmektedir.


Örneğin İzmir’e gelen bu ilk muhacirler arasında, Balya Badra (Patras) ve Tripoliçe havalisinden kalabalık aileler olduğu, bazılarının Kiraz, Ödemiş gibi Ege’nin iç kesimlerine kadar giderek tarımsal faaliyetlere giriştiği anlaşılmaktadır. Osmanlı arşiv belgeleri, Mora’dan göç edenlere uygun arazilerin tahsis edildiğini, boşalan evlere geçici olarak yerleştirildiklerini ve çiftçilik yapmaları için kendilerine kredi sağlandığını ortaya koymaktadır. Ancak muhacirlerin uyumu her yerde kolay olmamıştır. Bazı bölgelerde yerli halk ile sürtüşmeler yaşandığı görülür. Örneğin bir kısım Mora muhaciri önce Varna civarına yerleştirilmişse de yerli halkla geçinemeyince Filibe (Plovdiv) ve Edirne taraflarına nakledilmişlerdir.


Mora’yı yıllar boyunca vatan tutmuş olan Türkler, isyan sonrası Osmanlı ülkesinin dört bir yanına dağılarak yeni bir hayat kurmaya çalışmışlardır. Bu süreçte devletin ve halkın yardımıyla bir kısmı Anadolu ve Rumeli şehirlerine yerleşip uyum sağlamış, bir kısmı ise mücadelenin zorlukları içinde eriyip gitmiştir.

Yunanistan’ın Bağımsızlığı ve Mora Türklerinin Silinişi

1829 Edirne Antlaşması ve akabinde 1830 Londra Protokolü ile bağımsızlığı uluslararası düzeyde tanınan Yunanistan Krallığı, Mora Yarımadası ve Orta Yunanistan’ı kapsayan bir coğrafyada kuruldu. Yeni kurulan bu devletin sınırları içinde kalan Türk-Müslüman nüfus ise yok denecek kadar azalmıştı. Mora İsyanı ve sonrası gelişmeler, bölgedeki Türk varlığını neredeyse tamamen ortadan kaldırmıştı. Bazı çağdaş kaynaklar, 1821 isyanı öncesinde Mora ve civarında 90 binin üzerinde Türk yaşadığını bildirirken, 1830’lara gelindiğinde Mora’da bir tek Müslüman dahi kalmadığı belirtilir.


Ali Fuat Örenç’in tespitine göre Mora Yarımadası’nda isyan öncesi yaklaşık 50 bin Müslüman erkek nüfus bulunmaktaydı ve bunların 40 bine yakını Tripoliçe’deki katliamda yok edilmişti. Geriye kalanlar da takip eden yıllarda ya başka katliamlarda öldürülmüş ya da canını kurtarmak için bölgeyi terk etmişti. 1830’larda Yunan Krallığı topraklarında kalan Müslümanların oranı, Rum nüfusuna kıyasla onda bir gibi önemsiz bir düzeye indi. Hatta Mora Yarımadası’na komşu adalarda (örneğin Eğriboz/Evia, Kiklad Adaları vb.) Osmanlı döneminde var olan küçük Türk toplulukları bile tamamen ortadan kaldırılmıştı.


Yunanistan’ın toplam nüfusu 1821’de 938.000 civarındayken 1838’e gelindiğinde 752.000’e düşmüştü; yaklaşık 186 bin kişilik bu azalmanın büyük kısmı, Mora Türklerinin yok edilmesi ve göç etmesiyle açıklanmaktadır. Dolayısıyla Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı süreç, aynı zamanda Mora Türkleri için bir tarih sahnesinden siliniş anlamına gelmektedir.


Mora Türklerinin silinişi sadece demografik açıdan değil, kültürel açıdan da olmuştur. 1821–1832 döneminde Rum isyancılar, Mora’da yüzlerce yıllık Osmanlı eserlerini, cami ve medrese gibi kurumları tahrip etmişlerdir. Ayakta kalan birkaç cami, kiliseye çevrilerek İslami kimliklerinden arındırılmıştır. Türklerin arazileri, evleri ve vakıf malları isyancılar tarafından yağmalanmış veya yeni kurulan Yunan devleti tarafından el konulmuştur. Bu nedenle Mora Yarımadası, bağımsızlık sonrasında Osmanlı-Türk geçmişine dair izlerin silindiği homojen bir Hıristiyan coğrafyası hâline getirilmiştir. Hayatta kalan az sayıdaki Müslüman ise 1830’ların başında Yunan topraklarını topluca terk etmek zorunda bırakılmıştır. Osmanlı hükûmeti ile Yunan makamları arasında yapılan düzenlemelerle, Mora ve Atina gibi bölgelerde kalan birkaç yüz kişilik Müslüman nüfus da can güvenliği karşılığında Osmanlı ülkesine gönderilmiştir.


Yunanistan’ın bağımsızlığı, Mora Türklerinin toplumsal varlığının sona ermesi pahasına gerçekleşmiştir. Bu durum, Yunan ulus-devletinin kuruluş sürecinde etnik-dini homojenleşmenin nasıl şiddet yoluyla sağlandığını gözler önüne sermektedir.

Tarihî Bellek ve Günümüz Etkileri

Mora Katliamı, taraflar arasında tamamen zıt şekillerde hatırlanan bir tarihî olgu olarak Türk-Yunan ortak hafızasında yer edinmiştir. Yunanistan’da, 1821’de başlayan bağımsızlık mücadelesi ulusal tarih yazımının merkezinde yüceltilirken bu mücadele sırasında gerçekleşen Türk ve Müslüman katliamları genellikle ya haklı bir intikam olarak meşrulaştırılmış ya da görmezden gelinmiştir. Yunan tarihsel anlatısında, Osmanlı yönetimi altında yüzyıllarca yaşamanın getirdiği kin ve intikam duygusunun 1821’de patlak verdiği ve isyancıların işledikleri şiddetin “Türk zulmünün intikamı” olarak görüldüğü söylemi yaygındır.


Türk tarafının hafızasında Mora Türklerinin trajedisi uzun süre yeterince yer almamıştır. Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan diğer büyük felaketler (Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, mübadele vb.) Mora’da yok edilen Türklerin hatırlanmasını arka plana itmiştir. Bu nedenle Türkiye toplumunda Mora Katliamı’nın detayları, akademik araştırmalar başlayıncaya kadar çok bilinmemiş, ancak son yıllarda tarihçilerin konuyu ele almasıyla gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.


Yunanistan ise bu olayı kendi millî kahramanlık hikâyesinin bir parçası olarak işlemeyi ihmal etmemiştir. Nitekim Tripoliçe katliamına katılan isyancıların önderliğini yapan Kolokotronis gibi isimler, Yunanistan’da ulusal kahramanlar olarak anılmıştır. Hatta Mora’daki katliamları öven bazı dizeler, Yunan bağımsızlık destanlarında yer bulmuştur.


Örneğin Yunan Millî Marşı olarak kabul edilen Dionysios Solomos’un Eleftheria İmnosu (Özgürlük İlahisi) adlı şiirinde, Tripoliçe zaferine atıfla düşmandan (Türklerden) “intikam alındığı” teması işlenmiştir. Ali Fuat Örenç’in belirttiği üzere, Tripoliçe katliamını övgüyle anan bir Yunan destanının millî marş haline getirilmiş olması, Yunan kolektif hafızasında bu olaya atfedilen önemi göstermektedir. Günümüzde her yıl 25 Mart tarihinde Yunanistan’da kutlanan Bağımsızlık Günü, 1821 isyanının başlangıcını yâd ederken dolaylı olarak Mora’daki “zaferleri” de hatırlatmaktadır. 2021 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığının 200. yılı büyük törenlerle anılırken bu kutlamalarda Mora İsyanı’nın kanlı yönüne dair herhangi bir yüzleşme yaşanmamıştır. Aksine, Avrupalı liderler ve Rusya temsilcileri bu kutlamalara övgü mesajlarıyla katılmış, 19. yüzyıldaki “özgürlük mücadelesi” yüceltilmiştir.


İki ülkenin resmî tarih anlatılarındaki farklılık, Mora Katliamı’nın günümüz Türk-Yunan ilişkilerine de dolaylı etkileri bulunmaktadır. Yunan tarafı için 1821–1830 dönemi ulusal bir zafer ve doğuş efsanesiyken Türk tarafı için aynı dönem travma ve kayıp yıllarıdır. Bu nedenle karşılıklı algılarda köklü bir ayrışma söz konusudur. Örneğin Yunanistan’da okul kitaplarında Mora İsyanı kahramanlıkla anılırken Türkiye’de yakın zamana kadar bu konuya sınırlı yer verilmiştir. Son dönem Türk tarih yazımında Mora Türklerinin akıbetine dair çalışmalar artmaya başlamış, böylece bu tarihî gerçeğin daha geniş kitlelerce bilinmesi sağlanmıştır.


Günümüzde tarihçiler, Mora Katliamı’nı uluslararası literatüre de taşımaya çalışmakta ve bu olayın bir “unutulmuş soykırım” örneği olduğu tezini dile getirmektedirler. Tarihçilerin bu çabası, Mora Katliamı'nın dijital içeriklere dönüşmesine ve kamuoyuna tanıtılmasına sebep olmuştur.


Mora Katliamını Anlatan Dijital İçerik (GZT)


Mora Katliamı’nın anısı, iki ülke arasındaki politik ve kültürel ilişkilerde alttan alta etkili olmaya devam etmiştir. Aradan iki asır geçmesine rağmen yaşananların bıraktığı duygusal miras tamamen silinmiş değildir. Yunanistan’da 1821 isyancıları ulusal onurun sembolleri olarak saygı görürken Türkiye’de özellikle milliyetçi çevreler bu isyancıların işlediği katliamları unutmaz. Bu durum zaman zaman siyasi söylemlerde ve tarihî polemiklerde kendini gösterir.


Örneğin Türk-Yunan ilişkilerinde gerginlik anlarında, geçmişte yaşanan Mora trajedisi Türk basınında yeniden hatırlatılmakta, Yunan tarafında ise Osmanlı dönemindeki isyan bastırmalar sırasında yaşanan Rum kayıpları gündeme getirilmektedir. Tarihî travmaların kuşaklar arası aktarımı, ulusların bilinçaltında yaşamaya devam eder. Ali Fuat Örenç bu duruma dikkat çekerek üzerinden yüzyıllar geçmiş acıların ve zafer anlatılarının kolektif zihinde hâlen etkili olduğunu, bunların Türk-Yunan ilişkilerini derinden etkilemeyi sürdürdüğünü vurgulamaktadır.


Mora Katliamı, sadece geçmişte kalan bir olay olmayıp, bugün bile iki komşu ulusun hafızasında farklı şekillerde yaşatılan ve karşılıklı anlayışı zorlaştıran bir tarihsel miras konumundadır.

Kaynakça

GZT Youtube Kanalı. "Tarih kitaplarından silinen Türk katliamı." Son Erişim: 2.4.2025. https://www.youtube.com/watch?v=houHGKLoHR0


Menekşe, Metin. “Mora İsyanı Sonrasında İzmir (Sığla) Sancağı’na Gelen İlk Türk Muhacirlerinin Nüfus Bilgileri (H.1246/M.1830-31 – H.1259/M.1843-44 Yıllarına Ait Nüfus Kayıtlarına Göre).” Uluslararası Türk-Yunan İlişkileri ve Balkanlar Sempozyumu Bildirileri (2024): 229–250.


Menekşe, Metin. “Mora Müslümanlarının Hazin Hikâyesi: İsyan, Zorunlu Göç ve İskân (1821–1832) Sürecine Genel Bir Bakış.” Tarih Okulu Dergisi 13, no. XLV (Nisan 2020): 784–832.


Örenç, Ali Fuat. “200. Yılında Mora’da Tripoliçe Katliamı (5 Ekim 1821).” Bildiri, 1821 Yunan İsyanı’nın 200. Yılı Sempozyumu, 2021. (Yayınlanmış hali: 2024, Türk Tarih Kurumu Yayınları, ss. 1–26.)


Örenç, Ali Fuat. “Yunanistan’ın Bağımsızlığı Sürecinde Yok Edilen Mora Türkleri.” Uluslararası Suçlar ve Tarih, no. 11/12 (2011): 5–27.


TRT Haber. "200 Yıllık Acı Mora Katliamı." Son Erişim: 2.4.2025. https://www.trthaber.com/haber/turkiye/200-yillik-aci-mora-katliami-558416.html

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
Ana YazarDuygu Şahinler2 Nisan 2025 11:19
KÜRE'ye Sor