İstanbul’un Kumkapı semtinde Gedikpaşa’da dünyaya geldi. Bu sebeple Gedikpaşalı Nazîm diye anıldı. Sadece Atâ Bey onun Kasımpaşa’da doğduğunu zikreder. Kaynaklarda vefatında seksen yaşlarında olduğu belirtildiğine göre 1059 (1649) civarında doğduğu söylenebilir. Asıl adı Yahyâ olup aynı mahlası kullananlardan ayırt edilmek için Nazîm Yahyâ Çelebi ismiyle tanınmakta, sadece İsmâil Belîğ adını Mustafa, lakabını da Kürkçübaşızâde diye kaydetmektedir. Divanındaki bir tarih manzumesinden anlaşıldığına göre babası 1103’te (1692) vefat eden Ali Çelebi’dir. Şiir ve mûsikiye olan kabiliyetinin anlaşılması üzerine Enderun’a alındı ve burada iyi bir tahsil gördü, Arapça ve Farsça öğrendi. Daha sonra kilâr-ı hâssa nöbetçibaşılığına getirildi. Mûsiki ve edebiyattaki başarılarıyla dikkat çekti, IV. Mehmed devrinde İstanbul meyve hali pazarbaşılığı göreviyle saraydan ayrıldı ve hayatının sonuna kadar bu vazifede kaldı. Divanındaki bazı şiirlerinde yoksulluktan ve maaşının azlığından şikâyeti (s. 331) onun başka bir görev almadığını göstermektedir. Dönemlerini idrak ettiği IV. Mehmed, II. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa ve III. Ahmed, ayrıca Musâhib Mustafa Paşa, Fâzıl Ahmed Paşa, Amcazâde Hüseyin Paşa, Abdurrahman Abdi Paşa, Râmi Mehmed Paşa gibi kişiler için methiye ve tarihler yazdı, aldığı câizelerle geçimini sağlamaya çalıştı. Bilhassa kendisi gibi sanatkâr olan hâmisi Kırım Hanı Selim Giray’a ayrı bir yakınlık duyduğunu onun için yazdığı samimi ve çok sayıda methiyesi ortaya koymaktadır.
Gençlik yıllarında Mevlevî tarikatına intisap ederek üç yıl kadar Galata Mevlevîhânesi şeyhi Arzî Mehmed Dede’nin hizmetinde bulunduğu, daha sonra Edirne Mevlevîhânesi şeyhi Neşâtî Ahmed Dede’ye bağlandığı, onlardan edebiyat ve mûsiki konularında faydalandığı haklarında yazdığı methiyelerden anlaşılmaktadır. Edirne Mevlevîhânesi’nin Neşâtî Dede tarafından tamiri vesilesiyle söylediği bir tarihten hareketle onun postnişinlikte bulunduğu 1670-1674 yılları arasında Neşâtî’nin bir müddet Edirne’de yaşadığını söylemek mümkündür.
Önceleri Halim mahlasını kullanan şaire (Safâyî, s. 660) daha sonra Neşâtî tarafından Nazîm mahlası verilmiştir. Neşâtî Dede hakkında söylediği bir manzumede, “Beni gûyâ eden bülbül gibi lutf-ı nigâhıdur” mısraı ile, “Beğendirdim Neşâtî gibi bir üstâda eş‘ârı” mısraı şairle Neşâtî arasındaki kuvvetli alâkaya işaret etmektedir. Ayrıca Nâilî’den de faydalanan Nazîm başarılarıyla zamanın önemli şairleri ve mûsikişinasları arasında yer aldı. Onun Hz. Peygamber’e olan sevgisi, bu konuda kaleme aldığı şiirleri hakkında çeşitli menkıbelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bunlardan birine göre gençliğinde Gedikpaşa meyhânelerinden çıkmadığı halde gördüğü bir rüya üzerine tövbe etmiş, bir diğerine göre ise hac için gittiği Medine’de, henüz müsvedde halinde olan bir na‘tını çok beğenen Resûl-i Ekrem’in ilhamı ile bu şiir Mescid-i Nebevî’de bir müezzin tarafından minarede okunmuştur. Na‘tları yanında huzurda yapılan birçok mûsiki faslına katılarak büyük takdir toplayan şair, “Dedi yâ hay göçtü Yahyâ-yı Nazîm” mısraının gösterdiği 1139’da (1727 [Cemâziyelâhir/Şubat]) vefat etti. Nerede vefat ettiğini kaynakların belirtmediği şairi yeterince tanımadığı anlaşılan tezkire sahibi Fatîn’in Edirne’de, Nûri Şeydâ Bey’in ise kaynak göstermeden zikrettiği 1137 (1725) yılında öldüğü şeklindeki kayıtları yanlıştır. Mûsiki talebelerinden önemli bir isim Nakşî şeyhi Mehmed Emin Tokadî’dir. İstanbul Beşiktaş’ta Muradiye mahallesinde bir sokağa Şair Nazîm adı verilmiştir.
Divan şiirinde çok na‘t yazan şairler (na‘t-gû) arasında önemli bir yeri bulunan Nazîm’in yegâne eseri beş ayrı divandan oluşan Dîvân-ı Belâgat-unvân-ı Nazîm’dir. Bizzat derlediği anlaşılan divanlarının bazılarındaki tarih manzumelerine göre ilki 1079 (1668) tarihini taşımakta, bu da Nazîm’in şiire genç yaşlarda başladığını göstermektedir. Diğer divanları ise 1089 (1678), 1093 (1682) ve 1098’de (1687) tertip edilmiştir. İkisi hemen bütünüyle na‘tlardan oluşan, diğerlerinde de pek çok na‘tın yer aldığı bu hacimli eserde na‘tlar kaside, gazel, mesnevi, kıta, murabba, muhammes, müseddes, müsemmen, müstezad, terkibibend ve müfred gibi nazım şekilleriyle yazılmıştır. Ebûishakzâde Esad Efendi, Atrabü’l-âsâr’da onun her yıl bir na‘t yazmayı âdet edindiğini söylüyorsa da divanında 300’e yakın na‘t bulunduğuna göre bu bilgi şairin ilk divanındaki bir na‘tta yer alan, “Armağan olsun kusûr-ı acz ile dergâhına / Tâ Nazîm’e her sene bir na‘t ola sâlyânesi” beytinden çıkarılmış görünmektedir. 1257’de (1841) İstanbul’da yayımlanan (I, 1-155; II, 156-194; III, 195-248; IV, 250-334; V, 336-500), oldukça sade ve samimi bir üslûbun gözlendiği 500 sayfalık divan için döneminde söylenen, “O divan değil bir berât-ı gufrandır” sözü muhtevaya yönelik önemli bir değerlendirmedir. Lâle Devri’nin velûd şairlerinden sayılan Nazîm’in, çeşitli konulardaki tarihlerle beraber içinde İstanbul hayatını yansıttığı manzumeler ve mesneviler de bulunan divanının Türkiye kütüphanelerinde birçok yazma nüshası vardır (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2707, Hâlet Efendi, nr. 654, Hafîd Efendi, nr. 364, Hamidiye, nr. 1122; İÜ Ktp., TY, nr. 2817). Matbu nüsha üzerinde Nevin Gümüş (I, 1992), Aynur Çağlı İşlek (II, 1991), Menderes Coşkun (III, 1995), Ahmet Kurban (IV, 1992) ve Şaziye Kayhan Ertürk (V, 1996) birer yüksek lisans tezi hazırlamıştır (EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).
Hz. Peygamber’e karşı coşkun hislerle kaleme aldığı selis na‘tları yanında Nazîm’in tanınmış şiirlerinden biri de türünün önemli örneklerinden olan ramazâniyyesidir. Kırım Hanı Selim Giray vasfında yazdığı kasidenin nesîbinde yer alan on iki beyitlik ramazâniyye, oruç ve ramazanla ilgili belli başlı âyet ve hadislerin nazma çekilmiş metinleri denebilecek kadar sağlam bir dinî muhtevaya sahip oluşuyla dikkat çekmektedir. Ayrıca mi‘râciyye ve muharremiyye gibi dinî türlerde de dikkat çekici şiirler yazmıştır.
Kasidelerinde Nef‘î, gazellerinde Neşâtî’nin tesirleri görülen ve her iki şair yanında Fehîm-i Kadîm’e de nazîreler yazan Nazîm divan edebiyatında şarkı türünün de ilk örneklerini vermiştir. Onun Niznâm Yûsuf Çelebi tarafından rast makamında bestelenen, “Âfitâb-ı subh-i mâ evhâ habîb-i kibriyâ” mısraıyla başlayan na‘tı, bestesi de kendisine ait hüseynî makamında, “Ey ledün mektebinin hâce-i ümmî-lakabı” mısraıyla başlayan na‘tı ile Şikârîzâde Ahmed Efendi tarafından arazbar ve nühüft makamlarında bestelenen, “Fahr-i âlem mahrem-i râz olduğu şebdir bu şeb” tevşîhi çok tanınmış eserlerindendir.
Bestekârlığının yanı sıra tiz ve etkili sesiyle dönemin önde gelen hânendelerinden olan Nazîm devrin na‘thanları ve dinî edebiyatın önemli şairleri arasında hakkıyla yer almış değerli bir sanatkârdır. Kaynaklarda mûsikideki hocaları hakkında bilgi bulunmamakla birlikte Nefîrî Ahmed Çelebi, Hâfız Post ve Itrî gibi mûsikişinaslardan faydalanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Esad Efendi’nin Atrabü’l-âsâr’ında 500’den fazla beste, semâi ve şarkısı olduğunu söylediği Nazîm’in eserlerinden 300’e yakınının güftesi güfte mecmualarında tesbit edilmiştir. Ayrıca çoğunun güftesi kendisine ait olan bestelerinden na‘t, beste ve semâi formunda günümüze ulaşan on dört eserinin listesini Yılmaz Öztuna kaydetmiş, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu repertuvarında ise altı beste ile birer semâi ve şarkısı yer almıştır. Güfte mecmualarında bayatî makamında yirmiden fazla beste ve onu aşkın semâisine rastlanması onun bu makama olan ilgisini gösterir. Eski bestekârlardan farklı bir melodik yapı ve estetik anlayışla bestelediği eserleri arasında, “Gönül düşüp ham-ı gîsû-yi yâre kalmıştır” mısraıyla başlayan muhayyer murabba bestesiyle, “Dîdem yüzüne nâzır, nâzır yüzüne dîdem” mısraıyla başlayan şehnaz nakış ağır semâisi günümüzde de sevilen eserler arasındadır. Nazîm’in şiirleri pek çok bestekâr tarafından bestelenmiştir. Bunlar arasında Itrî, Küçük İmam Mehmed Efendi, Tab‘î Mustafa Efendi, Ebûbekir Ağa, Dellâlzâde İsmâil Efendi, Sultan III. Selim, Hacı Fâik Bey, Kazasker Mustafa İzzet Efendi ve Zekâi Dede özellikle zikredilmelidir.
IV. Mehmed devrinde ün yapmış Nazîm adlı bir sanatkâr daha vardır. İstanbul’da doğup yaşayan, Şeyhülislâm Bahâeddin Efendi’nin Fetva Emini Şeyhzâde Mehmed Efendi’nin oğlu olan bu Nazîm müderris, hattat, şair ve bestekârdır. Ebûishakzâde Esad Efendi onun on beş civarında eser bestelediğini, aynı zamanda hânende olduğunu ve birçok sazı iyi derecede çalabildiğini söyler.

