Hayatı
Nezih Uzel, 1938 yılında Bursa’nın Mudanya ilçesinde dünyaya geldi. Babası, Şumnu’nun Hocazâdeler ailesine mensup, Çanakkale Savaşı gazisi ve aynı zamanda bir hekimdi. 1915 yılında Haydarpaşa Tıbbiyye-i Şâhâne ve Gülhane Askerî Tıp Okulu’ndan mezun olan Doktor Mehmet Muhlis Bey, askerî görevlerinin ardından sivil hekimlik yaparak ailesine destek olmuştu. Annesi ise Fatih Medreseleri’nde eğitim görmüş, Sarıgüzel Camii imamı Filibe doğumlu Hüseyin Hüsnü Efendi’nin kızı Hacer İhsan Hanım’dır.
Ailevi kökleri itibarıyla hem ilim hem de geleneksel İslâm kültürüyle iç içe bir ortamda büyüyen Nezih Uzel, çocukluk yıllarını Mudanya’da geçirdikten sonra ailesiyle birlikte 1949 yılında İstanbul’a taşındı. Bu tarihten itibaren, Osmanlı son döneminden tevarüs eden bir İstanbul kültürünün ortasında büyüme imkânı buldu. İstanbul’daki ilk ve ortaöğrenimini tamamladıktan sonra, Galatasaray Lisesi’ne devam etti ve 1957 yılında mezun oldu. Henüz lise yıllarındayken şehrin entelektüel çevreleriyle temas kurmaya başlayan Uzel, bu yıllarda ileride hayatının büyük bölümünü şekillendirecek olan geleneksel sanatlara ve tasavvufî hayata da yöneldi. Kendi ifadesiyle, “yaşayan son Osmanlılar” ile doğrudan temas kurma şansı bulduğu bu dönemde İstanbul’un kültürel mirasının izini süren nadir gençlerden biri oldu.
Öğrenim hayatının ardından, klasik İslâm sanatları ve tasavvuf kültürüyle olan ilişkisini daha derinleştiren Nezih Uzel, İstanbul’un önemli sanatkâr ve mutasavvıflarıyla birebir temas kurdu. Ordinaryüs Profesör Süheyl Ünver’den tezhip, Necmeddin Okyay’dan hat, Mustafa Düzgünman’dan ebru dersleri aldı. Ayrıca neyzen Halil Can, kudümzenbaşı Sadettin Heper gibi musiki üstatlarının çevresinde bulundu. Bu temaslar, onun ilerleyen yıllarda hem Mevlevîlik hem de musiki alanındaki birikimini zenginleştirecekti.
Tasavvufî olarak ise en büyük etkilenmesini Yeni Kapı Mevlevîhanesi’nin son şeyhi Abdülbaki Efendi’nin oğlu Resuhi Baykara, tasavvuf tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı ve Şeyh Mithat Bahari Beytur gibi isimlerle kurduğu yakın ilişkilerle yaşadı. Ancak onun için belirleyici olan dönem, 1958 ile 1971 yılları arasında Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’nde yaşadığı süreçtir. Bu tekkede, son şeyh olan Necmeddin Özbekkangay’ın hizmetinde bulunarak Mevlevîliğin âdeta gündelik pratiğini ve ruhunu içselleştirdi. Özbekler Tekkesi çevresinde “sarı derviş” olarak tanındı. Bu süreç, onun bir müntesip olmaktan ziyade bir temsilci hâline gelişinin başlangıcı oldu. O yıllarda, haftanın neredeyse her günü farklı bir musiki ve tasavvuf meclisine katılırdı. Kudsi Erguner’in aktardığına göre; pazartesileri şeyhinin oğlunun evinde geniş bir ihvanla meclis kurulurdu. Neyler, bendirler, gazeller eşliğinde geceler geçerdi. Salıları Cahid Gözkan’ın evindeki musiki toplantılarına, çarşamba ve perşembeleri ise Eyüp’te Ümmî Sinan Tekkesi, Kocamustafapaşa’daki Sünbül Sinan Dergâhı ve Karagümrük’teki Nûreddîn-i Cerrâhî Tekkesi gibi çeşitli dergâhlarda düzenlenen zikir ve sohbet meclislerine katılırdı. Cumaları Karaköy Yeraltı Camii’nde hem namaz öncesi sohbet halkasında bulunur hem de şeyh efendinin ikram ettiği ayran ve su böreği eşliğinde Üsküdarlı Ali Efendi’den Kur’an kıraati dinlerdi. Cumartesi günlerini ise Özbekler Tekkesi’nde geçirerek pazar ayinlerinin hazırlığını yapardı. Pazar günleri ise bir bayram havasında geçen büyük zikir meclislerine katılırdı.
Bu dönem aynı zamanda Nezih Uzel’in yazı hayatına ilk adımlarını attığı yıllardı. Mevlevî kökenli yazar Ref’i Cevat Ulunay’ın teşvikiyle gazeteciliğe başladı. Zamanla Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Reşat Ekrem Koçu, Yaşar Kemal, Haldun Taner gibi yazarlarla ilişki kurdu. Yurt dışındaki tanışıklıkları da dikkat çekiciydi: Fransız gazeteci Raymond Cartier, düşünür Roger Garaudy, oryantalist Edward Said ve İslâm uzmanı Anna Marie Schimmel ile yazışmalar yaptı, bazı eserlerini Türkçeye çevirdi.
Hayatının hiçbir döneminde evlenmeyen Nezih Uzel, yalnız ve üretken bir yaşam sürdü. Özellikle İstanbul'daki Mevlevî kültürünün yeniden diriltilmesinde hem arşivlik hem uygulamalı çalışmalarıyla öne çıktı. 1 Mayıs 2012 günü, Üsküdar’daki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi, Selami Ali Camii’nde kılınan namazın ardından Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi.
Mevlevîlik ve Tasavvuf Faaliyetleri
Nezih Uzel’in Mevlevîlik eksenli tasavvuf faaliyeti, sadece bireysel bir inanç pratiği ya da tarihsel merakla sınırlı kalmamış; doğrudan katıldığı, yönettiği ve organize ettiği yapılarla kurumsallaşma düzeyine ulaşmıştır. Onun Mevlevîlikle ilişkisi, klasik bir müntesiplikten çok, yaşayan bir mirasın hem taşıyıcısı hem de aktarım aracısı olma biçiminde şekillenmiştir.
1970’li yıllarda, Türkiye’de tekkelerin kapatılmasından sonra yasal ve kültürel olarak geri çekilmiş bir Mevlevîlik geleneği varken, Nezih Uzel bu geleneğin hem müziğini hem semasını hem de adab ve erkânını modern bağlamda yeniden canlandırmak için uzun soluklu bir çalışma yürüttü. Bu bağlamda en önemli girişimlerinden biri, 1981 yılında semazenbaşı Ahmet Bican Kasaboğlu ile birlikte kurduğu İstanbul Sema Grubu’dur. Grup, ilk çalışmalarını Galata Mevlevîhanesi’nin (bugünkü Divan Edebiyatı Müzesi) fiziki sınırları içinde yürütmüştür. Bu mekân seçimi bilinçlidir; çünkü Galata Mevlevîhanesi, İstanbul’daki Mevlevî tarihinin simgesel merkezlerinden biri olarak kabul edilir.
İstanbul Sema Grubu, Türkiye’nin dört bir yanında ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde sema ayinleri düzenlemiş, semayı yalnızca folklorik bir unsur olarak değil, tasavvufî bir ibadet ve estetik bütünlük içinde takdim etmiştir. Bu grup yurt içinde ve Batı ülkelerinde yüze yakın konser ve sema gösterisi gerçekleştirdi. Yine bu oluşum sayesinde sema ayinleri, Galata Mevlevîhanesi dışında Üsküdar ve Kütahya’daki eski Mevlevîhanelerde de uzun aradan sonra ilk kez tekrar icra edilmiştir. Kütahya Mevlevîhanesi’nde 1987 yılında gerçekleştirilen sema, tekkelerin kapatılmasından sonra yapılan ilk icra olma özelliğini taşır.
Sadece Türkiye ile sınırlı kalmayan bu faaliyetler, uluslararası düzeyde de etkili oldu. Konya Belediyesi’nin 1987 yılında düzenlediği Uluslararası Mevlânâ İhtifali’nde İstanbul Sema Grubu hem müzik hem sema bölümünü üstlendi. Bu vesileyle grubun Mevlevî ayini, devletin resmî bir kültür etkinliği içerisinde yeniden yer bulmuş oldu.
Yurtdışında ise Kahire Mevlevîhanesi 1998 yılında Prof. Guiseppe Fanfoni tarafından restore edildiğinde, açılış töreninde sema gösterisini yine Nezih Uzel’in yönettiği grup yaptı. Bu adım, Mevlevîliğin tarihî merkezlerinden biri olan Kahire’nin sembolik olarak yeniden Mevlevî dairesine dâhil edilmesi anlamına gelir. Aynı şekilde Girit (Hanya), Lübnan (Trablusşam) ve Kudüs Mevlevîhaneleri de İstanbul Sema Grubu’nun ilgisi ve etkinlik planı içine dahil edilmiştir.
Nezih Uzel’in Mevlevîlik alanındaki faaliyetleri sadece sema gösterileriyle sınırlı kalmadı. Sema grubu aracılığıyla yetiştirilen semazenler, bu disiplinin yeni kuşaklara aktarımında önemli rol oynadı. On sekiz yıl süren çalışmalar sonucunda yaklaşık otuz semazen yetiştirildi. Bu kişilerin bir kısmı sonraki yıllarda kendi gruplarını kurarak faaliyetlerini sürdürdü.
Ayrıca Uzel’in bu alandaki girişimleri, Batı Avrupa’da kurulan bazı derneklere de ilham kaynağı oldu. Paris’te kurulan Association Mevlâna, Londra’daki Rumi Society ve Finlandiya’da faaliyet gösteren Nefes Derneği, doğrudan Nezih Uzel’in çalışmaları ve sema organizasyonlarından etkilenerek kurulan yapılardır. Bu örgütlenmeler, Mevlevîliğin evrensel değerlerinin Türk sınırlarının ötesine taşındığının ve çağdaş kültürel diyaloğun bir parçası haline geldiğinin göstergesi olmuştur.
Nezih Uzel’in Mevlevîlik alanında önemsediği bir başka unsur da arşiv ve belge toplamaktı. Mevlevîlikle ilgili pek çok yazılı kaynak, musiki notası, fotoğraf, ses kaydı ve hatırayı topladı, katalogladı ve bazılarını yayımladı. Bu arşiv, bugün hâlâ hem akademik çalışmalar hem de kültürel faaliyetler için önemli bir başvuru kaynağı olarak değerlendirilmektedir.
Gazetecilik ve Yayıncılık Faaliyetleri
Nezih Uzel’in yazı hayatı, tasavvufî ilgilerinden bağımsız bir mecrada değil, doğrudan bu ilgi alanlarının içinden filizlenmiş bir çabanın ürünüdür. Onun gazetecilik kariyeri, sıradan bir meslek tercihi değil; kültürel, tarihî ve musiki mirasın kamuya aktarılması yönündeki iradeli bir seçimin uzantısı olarak gelişmiştir.
Gazeteciliğe, 1960’lı yıllarda dönemin etkili yazarı Ref’i Cevat Ulunay’ın yönlendirmesiyle başladı. Bu ilk temas, onu sadece basın dünyasına değil, dönemin edebiyat ve kültür çevresine de taşıdı. Özellikle 1960’ların ortalarından itibaren İstanbul basınında muhabirlik, köşe yazarlığı ve kültür sanat yazarlığı yaptı. Hem haber üreticisi hem yorumcu olarak çeşitli mecralarda kendine yer bulan Uzel, yazılarını zamanla belirli bir alana yöneltti: musiki, tasavvuf tarihi, tekkeler ve Osmanlı kültür mirası.
Çalıştığı gazeteler arasında Yeni Sabah, Tercüman ve Yeni İstanbul gibi dönemin etkili gazeteleri yer alır. Bu yayın organlarında özellikle “kayıp İstanbul”a dair yazılar kaleme aldı. Mevlevîhaneler, tekkeler, hazireler, mezar taşları, musiki meclisleri ve unutulmuş sanatçılar üzerine yaptığı araştırmalar, yalnızca nostaljik değil; aynı zamanda belgeleyici bir işlev de taşıdı. Bu yazılar, dönemin kültürel hafızasını diri tutan nadir metinler arasında değerlendirildi. Uzel’in gazeteciliği salt bilgi aktarmakla sınırlı değildi; aynı zamanda yazılı mirasın modern dile aktarılması konusunda da çaba sarf etti. Özellikle Mevlevîlikle ilgili kaynakların Latin harflerine aktarımı, sadeleştirilmesi ve dipnotlandırılması konusunda yaptığı çalışmalar sayesinde bir dizi yayın faaliyetine öncülük etti. Bu yönüyle gazetecilikten akademik yayıncılığa doğru bir geçiş hattı oluşturdu.
1970’li ve 80’li yıllarda, sadece Türkiye’de değil, yurt dışında da serbest gazetecilik (freelance journalism) yaptı. Fransa, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın farklı ülkelerinde çıkan bazı dergi ve gazetelere Türk tasavvuf geleneği, Mevlevîlik tarihi ve sema ayinleri hakkında makaleler yazdı. Bu yazıların bir kısmı, daha sonra kitaplarına da kaynaklık etti.
Nezih Uzel’in dergicilik faaliyeti ise ayrı bir dikkat konusudur. Türkiye’de Tasavvuf, Türk Musikisi, Semâ gibi konulara eğilen çeşitli dergilerde hem kurucu hem yazar hem de editör olarak yer aldı. Bu dergiler aracılığıyla hem musiki geleneğini hem de dervişlik adabını farklı bir kuşakla buluşturmayı hedefledi. Bir dönem TRT ile iş birliği içinde yürütülen “Tasavvuf Musikisi” temalı radyo programlarına da danışmanlık yaptı ve bazı programların metinlerini hazırladı.
Uzel’in gazetecilik alanındaki en ayırt edici yönlerinden biri, metinlerini birebir saha deneyimiyle desteklemesidir. O sadece kaynak tarayan bir yazar değil, eski tekkelerin izini süren, şeyh torunlarıyla görüşen, musiki aletlerini icra eden ve arşivlerde yıllarca çalışmış bir isimdi. Bu yaklaşımı, onun yazılarına hem otantiklik hem de derinlik kazandırmıştır.
Uluslararası düzeyde ise kültür ataşelikleriyle ve bazı müzikoloji enstitüleriyle ilişkiler kurarak sema ve tasavvuf musikisi üzerine bilgi alışverişi yapmıştır. Yurt dışında verdiği seminer ve konuşmalar, onu Türkiye’nin “yaşayan arşivi” konumuna taşımış; bu birikimini yaygınlaştıran bir yazılı platforma dönüştürmüştür.
Gazetecilik faaliyeti ile tasavvufî kimliği arasındaki bu geçişkenlik, Nezih Uzel’i modern Türkiye'de hem geleneksel hem çağdaş alanlara hitap edebilen az sayıdaki isimden biri hâline getirmiştir. Yazıları, arşiv değeri taşıyan belge niteliğiyle halen araştırmacılar tarafından başvuru kaynağı olarak kullanılmaktadır.
Musiki Çalışmaları
Nezih Uzel’in hayatı boyunca en istikrarlı ve derinlikli şekilde sürdürdüğü faaliyet alanlarından biri musikidir. Onun musikiye olan ilgisi yalnızca bir dinleyici ya da meraklı düzeyinde kalmamış; icracı, araştırmacı, derleyici ve eğitici boyutlara ulaşmıştır. Uzel için musiki, Mevlevîliğin ve genel anlamda tasavvufun ayrılmaz bir parçasıydı. Bu nedenle müziği yalnızca estetik bir alan değil, aynı zamanda ibadet ve terbiye vasıtası olarak görmüştür.
Uzel’in musikiyle doğrudan ilişkisi, İstanbul’da tanıdığı büyük ustalar sayesinde şekillendi. Özellikle Sadettin Heper, Halil Can, Neyzen Ulvi Erguner, Kani Karaca gibi isimlerle kurduğu birebir temas, onun musiki dağarcığını hem geleneksel çizgide derinleştirdi hem de onu bir okul gibi şekillendirdi. Bu ustalarla birlikte, ayin meşklerine katılmış, kudüm ve bendir çalmış, bazı durumlarda ney ve kudüm meşklerine eşlik etmiştir. Aynı zamanda Halil Can’ın kudüm icralarına eşlik ederek bu enstrümanın âdeta güncel temsilcisi hâline gelmiştir.
1966 yılında İstanbul Belediyesi Konservatuvarı Türk Musikisi İcra Heyeti’ne kudümzen olarak kabul edildi. Bu kurumsal katılım, onun yalnızca meşk çevrelerinde değil, resmî sahnelerde de etkin olmasını sağladı. Aynı yıl İstanbul Radyosu’nda da görev aldı. Böylece hem icra hem kayıt alanında faaliyet göstermeye başladı. İstanbul Radyosu’ndaki çalışmaları sırasında klasik Mevlevî ayinlerinin stüdyo ortamında kaydedilmesi ve arşivlenmesi konusunda çaba sarf etti. Bu kayıtlar bugün hâlâ TRT arşivinde bulunmaktadır ve akademik araştırmalarda da sıklıkla kullanılmaktadır.
Uzel’in musiki alanındaki bir diğer önemli katkısı ise derleme ve arşivcilik boyutundadır. Hayatının büyük bölümünü, klasik Türk musikisinin özellikle de Mevlevî ayinlerinin nota ve sözlü gelenek yoluyla korunmuş versiyonlarını toparlamaya adamıştır. Kendi evinde oluşturduğu arşivde yüzlerce nota, el yazması, kaset ve CD bulunmaktadır. Bu arşiv yalnızca Mevlevî müziğine değil, genel anlamda tasavvuf musikisine dair geniş bir kaynak sunar. Bu doğrultuda, 1980’li yıllardan itibaren hem bireysel hem kurumsal düzeyde çok sayıda plak, kaset ve CD üretimine öncülük etti. Tasavvuf müziğini içeren 28 albüm yayımladı. Bu albümler arasında özellikle “Mevlevî Ayinleri”, “Şathiye ve Gazeller”, “Eski İstanbul İlahileri”, “Kaside ve Duraklar” gibi çalışmalar hem kültürel mirasın taşınması hem de genç kuşaklara aktarımı açısından dikkat çekicidir. Çoğu zaman bu kayıtlar yalnızca birer müzik eseri değil; tarihî bir dönemin belgeleri olarak değerlendirilmiştir.
Nezih Uzel, aynı zamanda klasik Türk musikisinin eğitim sürecine de katkıda bulundu. İstanbul Sema Grubu bünyesinde sadece semazen değil, aynı zamanda hanende ve sazende olarak da gençleri yetiştirdi. Bu çalışmalar kapsamında musiki meşkleri yapılmış, repertuvar çalışmaları yürütülmüş ve genç icracıların sahne deneyimi kazanmalarına imkân sağlanmıştır. Özellikle bendir ve kudüm gibi vurmalı çalgıların kullanımı konusunda verdiği pratik dersler, bu çalgıların günümüzde daha bilinçli icra edilmesini sağlamıştır. Musikiye dair teorik birikimini de yazıya döken Uzel, çeşitli dergilerde yayımladığı makalelerde Türk musikisinin makam yapısı, usûl bilgisi, ayin formları ve bestekâr biyografileri üzerine yazılar kaleme aldı. Bu yazılar daha sonra bazı kitaplarında derlenerek yayımlandı.
Bütün bu çalışmalar, Nezih Uzel’i sadece bir musiki icracısı değil; aynı zamanda bir musiki tarihçisi, arşivcisi ve eğiticisi konumuna taşımıştır. O, Mevlevî musikisinin yaşayan hafızası olarak kabul edilmiştir. Bu hafıza yalnızca kulağına değil, kalemine, arşivine ve yetiştirdiği insanlara da sirayet etmiştir.
Eserleri, Vefatı ve Mirası
Nezih Uzel’in kaleme aldığı metinler, hem sahaya dayalı gözlemlerin hem de uzun yıllara yayılan bir kültürel birikimin izdüşümüdür. Yazın hayatında temel olarak Mevlevîlik, tasavvuf tarihi, tekkeler, sema, dervişlik ve tasavvuf musikisi temalarını işlemiş; bu alanlarda hem kaynak niteliğinde hem de gündelik okura hitap eden eserler vermiştir. Toplamda 25’i aşkın kitap yayımlamıştır.
Yayımladığı eserler arasında özellikle dikkat çekenler şunlardır:
- "Tasavvuf Musikisi" adlı çalışması, Mevlevî ayinleri, ilahiler ve usuller hakkında temel bir başvuru kaynağı hâline gelmiştir. Müzikolojik ayrıntılarla zenginleştirilmiş bu kitap, aynı zamanda hem icracılara hem araştırmacılara hitap eder.
- "Mevlevîlikte Sema", sema ritüelinin tarihsel gelişimi, sembolleri, fiziksel düzeni ve anlam dünyasına odaklanır. Kitapta, semanın müzikal yapısıyla birlikte mimarî bağlamı da değerlendirilir.
- "İstanbul'da Gündelik Hayat ve Dervişler", modernleşme sürecinde kaybolan şehir geleneklerini, dervişlerin yaşama biçimini, İstanbul’un tekkelerini ve bu yapılarda sürdürülen âdetleri aktarır.
- "Osmanlı’dan Günümüze Mevlevîhaneler", hem tarih hem mekân odaklıdır. İçinde yer alan görseller, gravürler, hat levhaları ve planlar kitaba belgesele yakın bir nitelik kazandırır.
Bu kitaplar dışında çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarından oluşan derlemeler, arşiv katalogları ve el yazması notlarıyla desteklenen özel baskılar da bulunmaktadır. Ayrıca bazı kitaplarında, kendi çektiği fotoğrafları ve tuttuğu saha notlarını da okuyucuya sunmuştur.
Uzel’in yayıncılıktaki yaklaşımı yalnızca yazmak değil; aynı zamanda unutulan bilgi ve belgeleri derleyerek gelecek nesillere aktarmaktır. Bir yazar olarak değil, aynı zamanda bir muhafaza edici ve nakledici olarak hareket etti. Bu tavır, onu özellikle tasavvuf tarihi ve Mevlevîlik alanında çalışan araştırmacılar için eşsiz bir kaynak haline getirdi.
Vefatı ve Mirası
Nezih Uzel, uzun süredir devam eden sağlık sorunlarının ardından, 1 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul Üsküdar’daki evinde hayatını kaybetti. Son yıllarında yaşadığı şeker hastalığına bağlı olarak bazı organ rahatsızlıkları yaşamış; tıbbî müdahaleler geçirmişti. Ölüm sebebi kalp krizi olarak kayda geçti.
Cenazesi, 3 Mayıs 2012 Perşembe günü Üsküdar Selami Ali Camii’nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda defnedildi. Törene kültür-sanat camiasından, Mevlevî çevrelerden ve akademik dünyadan çok sayıda isim katıldı. Mezarı, sade ama dikkat çekici bir kitâbe ile işaretlenmiştir.
Vefatının ardından hakkında çok sayıda anma yazısı kaleme alındı. TRT başta olmak üzere çeşitli radyo ve televizyon kanallarında anısına özel programlar düzenlendi. İstanbul’daki Mevlevîhanelerde ve Konya’da adına sema gösterileri yapıldı. Kimi öğrencileri, onun kurduğu sema grubunu yaşatmaya devam etti. Mirası yalnızca kitaplarıyla değil, kaydettiği musiki eserleri, yönettiği sema ayinleri, yetiştirdiği derviş ve musikişinaslarla da yaşatılmaktadır. Kişisel arşivi bugün hem fiziksel hem dijital olarak özel araştırmacıların erişimine açılmıştır. Arşivinde yer alan binlerce belge, nota, fotoğraf, kaset ve mektup, ilerleyen yıllarda düzenlenecek bir katalog çalışmasıyla tasnif edilmeyi beklemektedir.
Bugün Nezih Uzel, sadece bir Mevlevî olarak değil; Türkiye’de geleneksel musiki, tasavvuf mirası ve dervişlik kültürünü arşivleyen, icra eden ve aktaran çok yönlü bir figür olarak değerlendirilmektedir. Onun adı, Mevlevî kültürünün yakın dönem temsilcileri arasında en belirleyici halkalardan biri olarak anılmaktadır.



