Nuri Killigil (Nuri Paşa), 1890 yılında Manastır’da doğan, Osmanlı Devleti’nin son döneminden Cumhuriyet dönemine uzanan süreçte askerî, siyasi ve sanayi alanlarında faaliyet göstermiş bir subay ve sanayicidir. Askerî kariyerinde Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kafkas İslam Ordusu Komutanlığı görevleriyle yer almış; Millî Mücadele döneminde Doğu Cephesi’nde görev yapmış; Cumhuriyet döneminde ise Zeytinburnu ve Sütlüce’de kurduğu fabrikalarla silah, mühimmat ve çeşitli askerî teçhizat üretimi gerçekleştirmiştir. 2 Mart 1949’da Sütlüce’deki fabrikasında meydana gelen patlama sonucunda hayatını kaybetmiş; cesedi tam olarak bulunamadığı için ölüm süreci resmî kayıtlarda patlamaya bağlanmıştır.
Nuri Killigil Belgeseli (TVNET)
Aile Kökeni, Soyu ve Çocukluk Yılları
Gagauz Kökeni
Nuri Killigil’in ailesi Gagauz Türklerindendir. Gagauzlar, Oğuz grubu içinde yer alan, tarih boyunca büyük ölçüde Ortodoks Hristiyan inancına mensup bir Türk topluluğu olarak tanımlanır. Ailenin kökeni, bu Gagauz topluluğuna mensup bir yemeniciye kadar götürülür.
Soy anlatımına göre, Kırım’da yaşayan ve Hristiyan olan bu yemenici, Kırım Hanlığı çevresine malzeme sağlayan kişilerden biridir. Saray çevresinden bir kadınla evlendikten sonra İslâmiyet’i kabul eder. Bu kişi, Killigil ailesinin Müslümanlaşmış ilk atası kabul edilir ve sonraki göçler bu çekirdek aile üzerinden takip edilir.
Gagauz kökenine ilişkin bilgiler, Killigil ailesinin hem etnik hem de kültürel zeminde Türk dünyasının Hristiyan-Gagauz koluna bağlandığını, daha sonra İslâmiyet’i kabul ederek Müslüman Türk toplulukları içinde yer aldığını göstermektedir.
Ailenin Kırım–Kilya–Abana Hattındaki Göç Süreci
Killigil ailesinin göç süreci Kırım’dan başlamaktadır. Ailenin Kırım’daki ikameti, Rus hâkimiyetinin yayılmasıyla birlikte kesintiye uğramıştır. Rusya’nın Kırım’ı işgali üzerine, aile Karadeniz’in kuzey sahillerinden ayrılmak zorunda kalmış ve Tuna ağzındaki Kilya şehrine göç etmiştir.
Kilya, Tuna Nehri’nin Karadeniz’e döküldüğü bölgede yer alan, stratejik konuma sahip bir liman yerleşimidir. Aile burada bir süre yaşamış, geçimini yemenicilik ve dokumacılık gibi zanaatlarla sağlamıştır.
Daha sonra Rusya’nın Romanya’yı işgali ve bölgedeki siyasî–askerî şartların değişmesi üzerine aile yeniden göç etmek durumunda kalmıştır. Bu ikinci göç, Karadeniz’in Anadolu kıyısına, Kastamonu sancağına bağlı Abana’ya doğrudur.
Abana’da yerleşen aile, burada da dokumacılık, yemenicilik ve denizcilikle uğraşmış, böylece Kırım’dan Kilya’ya, oradan da Abana’ya uzanan bir hat üzerinde yer değiştirmiştir. Killigil soyadının kökeni de bu süreci yansıtır; Kilya’da geçirilen dönem nedeniyle aileye “Killi / Killioğlu” nisbesi verilmiş, bu nisbe zaman içinde “Killigil” biçimini almıştır.
Baba Hacı Ahmet Bey, Anne Ayşe Hanım ve Kardeşleri
Nuri Killigil’in babası Hacı Ahmet Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. Ailenin bir önceki kuşağında, dedesi Hafız Kamil Bey, nenesi Hasene Hanım bulunmaktadır. Hafız Kamil Bey’in Hasene Hanım’dan olan çocukları şunlardır:
- Halil (Kut),
- Hacı Ahmet,
- Fuzuli,
- Halim,
- Melek,
- Şükriye.
Bu çocuklardan Hacı Ahmet Bey, ileride Nuri ve kardeşlerinin babası olacaktır.
Hacı Ahmet Bey ile eşi Ayşe Hanım’ın çocukları ise şöyledir:
- Enver (Paşa),
- Nuri (Paşa),
- Kamil,
- Ertuğrul,
- Hasene,
- Mediha.
Böylece, bir tarafta Hafız Kamil Bey’den gelen kardeşler (Halil, Hacı Ahmet ve diğerleri), diğer tarafta Hacı Ahmet–Ayşe çiftinin çocukları (Enver, Nuri ve kardeşleri) ile Killigil ailesi hem askerî hem sivil sahada etkin bir aile yapısına sahiptir. Enver ve Nuri kardeşler askerî alanda, Halil (Kut) ise hem askerî hem siyasi sahada bilinen isimler arasına girmiştir.
Aile Şeceresine İlişkin Ayrıntılar
Killigil ailesinin şeceresinde, Kırım’dan Anadolu’ya uzanan çizgide şu isimler yer almaktadır:
- Abdullah Killi,
- Koca Ağa Killi,
- Kahraman Ağa,
- Killioğlu Hüseyin Ağa,
- Hacı Mustafa Kaptan,
- Hafız Kamil Bey.
Bu silsile, ailenin Kırım ve Kilya döneminden itibaren bilinen erkek hat soyunu göstermektedir. “Killi” ve “Killioğlu” nisbesi, Tuna ağzındaki Kilya şehrindeki ikamete işaret eder. “Hacı” ve “Hafız” unvanları ise aile fertlerinin dinî hayat ve toplumsal itibarıyla ilgili sıfatlar olarak soy zincirinde yer alır.
Hafız Kamil Bey’den sonra gelen kuşak, Osmanlı Devleti’nin son döneminde farklı görevlere dağılmıştır. Halil (Kut) Bey, askerliğe yönelmiş, sonrasında çeşitli cephelerde görev almış; Hacı Ahmet Bey ise mühendislik ve bayındırlık hizmetlerinde, özellikle de Nafıa teşkilatı içinde görev yapmıştır. Bu görev, ailenin Manastır’a taşınmasında belirleyici olmuştur.
Killigil aile şeceresinin bu şekilde tespit edilmesi, Kırım’dan başlayan, Kilya ve Abana üzerinden Balkan coğrafyasına ve oradan da yeniden İstanbul’a uzanan bir aile çizgisini ortaya koyar.
Doğum Yeri Tartışması: Manastır–İstanbul Kayıtları
Nuri Killigil’in resmî nüfus kayıtlarında doğum yeri İstanbul (Dersaadet), doğum tarihi ise 5 Mayıs 1890 olarak geçmektedir. Nüfus kaydının Beşiktaş’ta bulunması, kaydın İstanbul’da tutulduğunu göstermektedir.
Buna karşılık, ailesinin ikamet ve görev çizelgesi incelendiğinde, fiilî doğum yerinin Manastır olduğu anlaşılmaktadır. Babası Hacı Ahmet Bey, Nafıa teşkilatında görevli olarak 1887 yılında Manastır’a tayin edilmiş ve aile bu tarihten itibaren Manastır’da yaşamaya başlamıştır.
Ağabeyi Enver Bey, Manastır Askerî Rüştiyesi ve İdadisi’nde öğrenim görmüş; kız kardeşi Mediha ise 1894 yılında Manastır’da doğmuştur. Ailenin bu tarihlerde Manastır’da ikamet ettiği açıktır. Nuri’nin doğum tarihi olarak kabul edilen 1890 yılı, ailenin Manastır’da bulunduğu döneme rastlamaktadır.
Bu nedenle, nüfus kaydında doğum yeri İstanbul görünse de, aile hayatı ve tayin bilgileri dikkate alındığında Nuri Killigil’in fiilen Manastır’da doğduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Nüfus kaydının İstanbul’da yapılması, dönemin uygulamaları çerçevesinde, babanın nüfusa kayıtlı olduğu yer esas alınarak gerçekleştirilmiş bir işlem olarak değerlendirilebilir.
Manastır’daki Çocukluk Yılları
Nuri Killigil’in çocukluk yılları Manastır’da geçmiştir. Ailenin 1887’den itibaren bu şehirde ikamet etmesi, çocukluk dönemi çevresini Manastır olarak şekillendirmiştir. Manastır, o dönemde hem askerî hem idarî açıdan önemli bir Osmanlı merkezidir. Şehirde askerî rüştiye ve idadi gibi eğitim kurumları bulunmaktadır. Nuri Killigil, ilk öğrenimini ve askerî ortaöğrenimini Manastır’da almıştır.
Abisi Enver Bey de Manastır Askerî Rüştiyesi ve İdadisi’nde eğitim görmüş, böylece iki kardeş aynı şehirde askerî eğitim sürecine başlamıştır. Ailenin Manastır’daki hayatı, hem sivil çevre hem de askerî okul ortamı bakımından yoğun bir askerî-idarî atmosfer içinde geçmiştir.
Nuri Killigil’in çocukluk dönemi, Manastır sokakları, burada bulunan okullar ve babasının görev çevresi etrafında şekillenmiş; daha sonra Kuleli Askerî Lisesi’ne gitmek üzere İstanbul’a geldiğinde, Manastır yılları tamamlanmıştır. Bu yıllar, hem aile içi ilişkiler hem de askerî disiplin ve eğitimle ilk karşılaşma bakımından hayatının ilk safhasını oluşturur.
Eğitim Hayatı
Manastır’daki Rüştiye ve İdadi Dönemi
Nuri Killigil’in örgün öğreniminin ilk safhası Manastır’da geçmiştir. İlk tahsilini bu şehirde tamamlamış, ardından askerî ortaöğrenim seviyesindeki okullara devam etmiştir. İlk ve askerî ortaokul eğitimini Manastır’da tamamladığı, ilköğrenimin ardından askerî karakterli rüştiye ve idadi kademelerinde öğrenim görmüştür.
Bu dönemde Manastır’da hem rüştiye hem idadi seviyesinde askerî okullar bulunmaktaydı. Nuri, çocukluk ve ilk gençlik çağını kapsayan bu yıllarda Manastır’daki bu askerî eğitim basamaklarını tamamlamış, böylece İstanbul’daki yüksek askerî okullara geçebilecek seviyeye gelmiştir. Manastır’daki eğitim hayatı, daha sonra Kuleli Askerî Lisesi ve Harp Okulu’nda sürdüreceği askerî öğrenimin temel safhasını oluşturmuştur.
Kuleli Askerî Lisesi
Manastır’daki ilk ve askerî ortaöğrenim devresinin ardından Nuri Killigil, 1903 yılında Kuleli Askerî Lisesi’ne girmiştir. Bu tarihten itibaren öğrenimini İstanbul’da sürdürmüştür. Kuleli’deki öğrenim süresi, verilen kronolojiye göre 1903–1906 yılları arasındadır.
Kuleli Askerî Lisesi, Harp Okulu’na öğrenci yetiştiren, programı askerî ve genel kültür derslerinden oluşan bir lise derecesi kurumdur. Nuri, burada üç yıllık bir eğitim döneminden geçmiş, bu dönemin sonunda Harp Okulu giriş şartlarını yerine getirerek bir üst kademeye geçmiştir.
Bu süreçte, Manastır’daki askerî ortaöğrenimden sonra Kuleli’de lise düzeyinde askerî eğitim görmüş; böylece askerlik mesleğine yönelen bir öğrenci için öngörülen klasik eğitim basamaklarını tamamlamıştır. Kuleli’deki öğrenim, Harp Okulu’na doğrudan geçişi sağlayan bir aşama olarak kaydedilmektedir.
Harp Okulu’na Girişi ve 1909 Mezuniyeti
Nuri Killigil, Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirdikten sonra 1906 yılında Harp Okulu’na (Mekteb-i Harbiye) girmiştir. Harp Okulu’nda geçirdiği süre üç yıldır ve bu üç yılın sonunda, 26 Ağustos 1909 tarihinde mezun olmuştur. Mezuniyet kaydında adı “Mustafa Nuri Efendi bin Ahmet Deraliye” şeklinde yazılmıştır. Mezuniyet rütbesi Piyade Mülâzım-ı Sani (teğmen)’dir.
Harp Okulu’na giriş tarihi ve mezuniyet tarihi birlikte ele alındığında eğitim süreci 1906–1909 yıllarını kapsamaktadır. Bu üç yıllık eğitim devresi boyunca Nuri, Harp Okulu programında yer alan askerî ve teknik dersleri takip etmiştir. Not çizelgesinde, sınıf başarı sıralamasında dördüncü sırada yer aldığı kaydedilmiştir. Çizelgede yer alan dersler arasında:
- Askerî terbiye,
- İstihkâm,
- Harita ve krokicilik,
- Seferî hizmet,
- Talim nazariyatı,
- Ahlâk,
- Almanca,
- Fransızca gibi dersler bulunmaktadır.
Bu derslere ait puanlar, Harp Okulu’ndaki genel başarı durumunu gösteren bir liste hâlinde kayıt altına alınmıştır.
Harp Okulu’ndan mezun olduğu 26 Ağustos 1909 tarihi, hem okul hayatının hem de öğrenci statüsünün sona erdiği, aynı zamanda subaylık hayatına geçişin başlangıcıdır. Mezuniyet rütbesi ve sicil kaydı ile birlikte, Nuri Killigil artık Osmanlı ordusunda görev yapacak bir piyade teğmeni olarak kayıtlara geçmiştir.
Eğitimden İlk Görevlere Geçiş
Harp Okulu’ndan mezuniyetini takiben Nuri Killigil’in askerî görevlendirme çizelgesi, mezuniyetle iç içe geçen tarihlerle başlamıştır. Mezuniyetten sonra ilk tayini, 3. Ordu Karargâhı emrine olmuştur. Bu tayinle birlikte, okul eğitiminden fiilî hizmete geçmiştir.
Bu süreçte kaydedilen başlıca tarihler şunlardır:
- 26 Ağustos 1909 – Harp Okulu’ndan teğmen rütbesiyle mezuniyeti.
- Mezuniyeti müteakip, 3. Ordu Karargâhı emrine atanma.
- 9 Ocak 1910 – 3. Ordu 71. Alay 3. Tabur 3. Bölük’te göreve başlama.
- 12 Ekim 1910 – Padişahın Maiyet Piyade Bölüğü’ne tayin.
Bu tarihler, Harp Okulu eğitiminin bitişiyle başlayan ilk memuriyet devresini göstermektedir. Eğitim hayatı, 1903’te Kuleli’ye girişten 1909’da Harp Okulu’ndan mezuniyete kadar kesintisiz bir askerî öğrenim süreci olarak tamamlanmış; 1909 sonrasında ise aynı yıl içinde subay olarak fiilî görevlere geçilmiştir.
I. Askerlik Dönemi (1909–1911)
3. Ordu Görevi
Nuri Killigil, Harp Okulu’ndan piyade mülâzım-ı sani rütbesiyle mezun olduktan sonra 3. Ordu emrine atanmıştır. Bu atama ile birlikte Rumeli’de konuşlu 3. Ordu teşkilatı içinde görevlendirilmiş, merkezi bu bölgede bulunan ordunun kadrosuna dâhil olmuştur.
Atamadan sonra 3. Ordu’ya bağlı birliklerden birine tayini yapılmış ve 9 Ocak 1910 tarihinde 71. Alay 3. Tabur 3. Bölük’te göreve başlamıştır. Böylece karargâh emrinden çıkarak fiilen bir piyade alayında bölük subayı olarak hizmete girmiştir. Bu görev, kıta sevk ve idaresinin, talim ve iç hizmet işleyişinin doğrudan içinde bulunduğu ilk dönemdir.
Bu süreçte görev yeri 3. Ordu sahası içindeki birlikler olup, hizmeti piyade sınıfı üzerinden yürütülmüştür. Rumeli’deki bu görevlendirme, tayin kayıtlarında 3. Ordu, 71. Alay, 3. Tabur ve 3. Bölük şeklinde açık biçimde yer almaktadır.
Padişahın Maiyet Bölüğü’ne Tayini
Nuri Killigil’in görev çizelgesinde bir sonraki aşama, İstanbul’a dönüşünü ve saray merkezli bir birliğe geçişini göstermektedir. 3. Ordu’daki hizmetinin ardından 12 Ekim 1910 tarihinde Padişahın Maiyet Piyade Bölüğü’ne tayin edilmiştir.
Maiyet Piyade Bölüğü, padişahın maiyetinde bulunan, saray çevresinde konuşlanmış bir muhafız birliğidir. Nuri Killigil, bu tayinle birlikte Rumeli’deki 3. Ordu birliklerinden ayrılarak başkente gelmiş ve sarayla ilişkili bir askerî yapıda görev almıştır. Görevi, bu birlik içindeki piyade subaylığı kadrosu çerçevesinde yürütülmüştür.
Bu tayin, kayıtlı görev çizelgesinde 3. Ordu’daki birlik görevinin ardından gelen ikinci askerî görev adımı olarak görünmektedir. Tarih ve birlik adı, atama çizelgesinde açık olarak belirtilmektedir.
Halil Paşa ve Enver Paşa ile İlişkileri
Nuri Killigil’in bu dönemdeki askerlik hayatı, aile fertlerinin konumlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Babası Hacı Ahmet Bey’in kardeşi olan Halil (Kut) Bey, aynı yıllarda Osmanlı ordusunda üst kademelerde görev yapan bir subaydır. Padişahın Maiyet Bölüğü’nün teşkilinde ve yönetiminde Halil Bey’in bulunduğu, bu birliğin komuta kademesinde yer aldığı bilinmektedir. Nuri’nin bu bölüğe tayini, onun amcasının idaresindeki bir birlik içinde görev yapması sonucunu doğurmuştur.
Ağabeyi Enver Bey ise aynı dönemde Osmanlı ordusunda yükselen bir subay olarak farklı görevler üstlenmiştir. Trablusgarp Harbi öncesinde Berlin’de askerî ataşelik görevi yapmış, daha sonra Trablusgarp’a geçmiştir. Nuri Killigil, hem 3. Ordu’daki görevinde hem de Maiyet Bölüğü’ndeki hizmetinde Enver Bey’le aile bağı dolayısıyla irtibat hâlindedir.
Bu çerçevede Nuri, 1909–1911 arasındaki askerlik döneminde, bir yandan amcası Halil (Kut) Bey’in yer aldığı komuta çevresine, diğer yandan ağabeyi Enver Bey’in içinde bulunduğu askerî kadroya akrabalık bağları üzerinden bağlıdır. Görev yaptığı birliklerin komuta yapısı ile aile şeceresi bu dönemde iç içe geçmiştir.

Nuri Paşa ve Yeğeni Ali Enver Bey (Atilla Oral Arşivi)
31 Mart Sonrası Saray Muhafızlığı Bağlamı
31 Mart Vakası sonrasında İstanbul’da saray güvenliği yeniden düzenlenmiş, padişahın etrafında yeni muhafız birlikleri teşkil edilmiştir. Bu yeniden düzenleme çerçevesinde Padişahın Maiyet Piyade Bölüğü, saray ve padişah çevresinin korunması için oluşturulan birliklerden biri olmuştur.
Nuri Killigil’in 12 Ekim 1910’daki tayini, bu düzenlemenin uygulanmaya başladığı döneme rastlamaktadır. Böylece, 31 Mart sonrasında şekillenen saray muhafız teşkilatının içinde yer alan Maiyet Piyade Bölüğü’nde görev yapmaya başlamıştır.
Bu bağlamda Nuri Killigil’in görevi, saray bölgesinde nöbet ve iç hizmet vazifelerini yerine getiren, tören ve resmî kabul günlerinde padişahın maiyetini oluşturan, güvenlik ve protokol çerçevesinde faaliyet gösteren bir birlik içinde subaylık yapmayı kapsamıştır. 1909–1911 yılları arasındaki askerlik dönemi, 3. Ordu’daki kıta hizmetinden sonra bu saray muhafızlığı göreviyle devam etmiştir.
Trablusgarp Savaşı’na Kadar Olan Faaliyetleri
Trablusgarp’ın Tarihi Arka Planı
XIX. yüzyıl boyunca Kuzey Afrika kıyıları, Avrupa devletlerinin yayılma siyaseti çerçevesinde Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet alanından kademeli olarak ayrılmıştır. Fransa 1830’da Cezayir’i, 1881’de Tunus’u ele geçirmiş, böylece Osmanlı Devleti’nin “Garp Ocakları” olarak anılan bölgedeki toprakları daralmıştır. Bu gelişmelerden sonra Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki son büyük eyaleti Trablusgarp olarak kalmıştır.
İtalya’nın siyasî birliğini geç tamamlaması, diğer Avrupalı devletlerin sömürge bölgeleri elde etmesinden sonra bu devletin de Akdeniz’de bir toprak parçası talep etmesine yol açmıştır. Trablusgarp ve Bingazi, bu çerçevede İtalya’nın nüfuz alanı olarak hedeflediği bölgeler arasında yer almıştır. Osmanlı Devleti Trablusgarp eyaletinin idarî bütünlüğünü sürdürmekle birlikte, bölge merkezden uzaklığı ve deniz ulaşım imkânlarının sınırlılığı sebebiyle askerî bakımdan zayıf bir durumda bulunmuştur.
Savaşın Sebepleri, Gelişimi ve İlanı
XX. yüzyılın başlarında İtalya, Trablusgarp’ta imtiyazlar elde etmek, ekonomik ve siyasî nüfuz kurmak amacıyla Osmanlı Devleti’ne karşı çeşitli taleplerde bulunmuştur. Bu talepler reddedilince, iki devlet arasındaki gerginlik artmış ve İtalya, Trablusgarp’ı işgale yönelik hazırlıklarını hızlandırmıştır.
İtalyan donanmasının Akdeniz’de toplanmasının ardından 29 Eylül 1911’de savaş ilan edilmiş, kısa süre içinde Trablus ve Bingazi sahillerine çıkarma hareketleri başlamıştır. Trablus, Derne, Bingazi ve Tobruk gibi liman ve kıyı şehirleri topçu ateşiyle bombardıman edilmiş, ardından işgal kuvvetleri çıkarma yapmıştır.
Osmanlı Devleti, Boğazlar ve Akdeniz üzerindeki deniz hâkimiyetini kaybetmiş olduğu için düzenli ordu birliklerini deniz yoluyla Trablusgarp’a gönderememiş, bölgeye ancak küçük gruplar hâlinde gönüllü subaylar ve sınırlı sayıda personel, karadan ve üçüncü ülkeler üzerinden ulaştırılabilmiştir. Böylece savaşın askerî yapısı, düzenli birliklerden çok yerli kuvvetler ve gönüllü subaylar etrafında şekillenmiştir.
Trablusgarp Cephesine Gidişi
Trablusgarp Harbi başladığında Nuri Bey, padişah maiyetinde görevli bir subaydır. Ağabeyi Enver Bey’in Berlin’deki görevi nedeniyle izinli olarak bu şehirde bulunduğu sırada Trablus ve Preveze’nin bombardımanı haberi alınmıştır. Bu haber üzerine Enver Bey İstanbul’a dönme, Halil Bey de Trablusgarp’a gitme hazırlığına girişmiş, Nuri Bey de Trablusgarp’a gitmeye karar vermiştir.
Nuri Bey, savaş bölgesine geçebilmek için padişahtan izin istemiştir. İznin verilmesi üzerine gönüllü bir subay olarak Trablusgarp’a hareket hazırlıklarına başlamıştır.
İstanbul–Paris–Marsilya–Tunus güzergâhı ve Trablusgarp’a Geçiş Teşebbüsleri
İlk teşebbüste Nuri Bey, Halil Bey ve Ali (Çetinkaya) ile birlikte 15 Kasım 1911’de İstanbul’dan Orient Ekspres’e binerek Paris’e hareket etmiştir. Yolculuk, İstanbul’dan Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine, oradan Paris’e uzanmıştır. Paris’te kısa bir bekleyişten sonra Marsilya’ya geçilmiş, Marsilya’dan Tunus’a ulaşılmıştır.
Bu güzergâh, Trablusgarp’a deniz yoluyla doğrudan ulaşmanın mümkün olmaması nedeniyle tercih edilmiştir. Tunus üzerinden Trablusgarp’a geçiş amaçlanmış, ancak ilk teşebbüste istenen sonuç alınamamış, Trablusgarp topraklarına geçilememiştir. Bu girişimin başarısız olması üzerine grup tekrar Paris’e dönmüştür.
Nuri Bey ikinci teşebbüsünde yine Marsilya–Tunus hattını kullanmıştır. 15 Aralık 1911 tarihinde bu kez yalnız olarak yola çıkmış, Marsilya’dan vapurla Tunus’a gitmiş ve Tunus üzerinden çöl hattını takip ederek Trablusgarp’a geçmeyi başarmıştır. Bu yolculuk, yerel rehberler ve bölgedeki bağlantılar vasıtasıyla, sınır boylarından ve göç yollarından geçilerek gerçekleştirilmiştir.
Cephedeki Görevleri
Nuri Bey, Trablusgarp bölgesine girdikten sonra çöl içlerine doğru ilerleyerek Osmanlı subaylarının toplandığı noktalara ulaşmıştır. 10 Ocak 1912’de Aziziye’ye varmış, burada bir süre kalarak cephe düzenine dâhil olmuştur. Aziziye, gönüllü subayların ve yerli kuvvetlerin toplandığı bir merkez konumundadır.
Aziziye’den sonra 15 Ocak 1912’de Homs Merkez Cephesi’ne bağlı Margab Karargâhı’na gönderilmiş, Halil Bey’in emrindeki birliklere katılmıştır. Margab, Homs cephesinin merkezî noktasını oluşturan karargâhtır ve sahil ile iç hatlar arasındaki bölgede savunma ve taarruz hareketlerinin sevk edildiği bir mevkiidir.
Trablusgarp’taki görev süresi boyunca Nuri Bey, Trablusgarp’ın doğu ve orta kesimlerinde yer alan çeşitli cephelerde bulunmuştur. Bu çerçevede:
- Derne,
- Bingazi,
- Tobruk,
- Homs,
- Mısrata
hatlarında yerli kuvvetlerle birlikte İtalyan birliklerine karşı faaliyet göstermiştir. Bu faaliyetler; mevziî muharebeler, baskınlar, savunma tertipleri, ikmal yollarının korunması ve kıyı bölgelerinden iç kesimlere doğru ilerleyen düşman birliklerine karşı durdurma girişimlerini kapsamıştır.
Gönüllü Subay Hareketi ve Sahadaki Yerel Kuvvetler
Trablusgarp Harbi, düzenli Osmanlı birliklerinin deniz yoluyla bölgeye sevk edilememesi nedeniyle büyük ölçüde gönüllü subaylar ve yerli kuvvetler eliyle yürütülmüştür. İstanbul’dan ve çeşitli garnizonlardan kendi imkânlarıyla yola çıkan subaylar, farklı güzergâhları kullanarak Trablusgarp’a ulaşmış, yerli halktan oluşturulan birliklerin başına getirilmiştir.
Nuri Bey de bu gönüllü hareketin içinde yer almış, Trablusgarp’a geçişini kendi teşebbüsü ve padişahtan aldığı izin çerçevesinde gerçekleştirmiştir. Tunus üzerinden çöl hattına geçen Nuri Bey, bölgedeki yerel aşiret ve kabile kuvvetleriyle irtibat kurmuş, bu kuvvetlerin toplandığı karargâhlarda görev yapmıştır.
Sahada; Trablus, Derne, Bingazi, Tobruk, Homs ve Mısrata çevresinde yaşayan yerli kabileler, savaş süresince mücahit birlikleri şeklinde teşkilatlandırılmıştır. Gönüllü subaylar, bu birliklerin sevk ve idaresi, kumanda düzeni, savunma ve taarruz planlarının uygulanması ile ilgilenmiştir. Nuri Bey’in Margab Karargâhı’ndaki görevi de bu genel yapı içinde yer almaktadır.
Uşi Antlaşması ve İstanbul’a Dönüş
Trablusgarp Harbi, Osmanlı Devleti ile İtalya arasında yürütülen müzakerelerin ardından 15 Ekim 1912’de imzalanan Uşi Antlaşması ile sona ermiştir. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi üzerindeki fiilî idaresini sona erdirmiş, buna karşılık hilâfet makamının dinî nüfuzunun devam edeceği hükme bağlanmıştır.
Antlaşmanın imzalanmasından sonra Trablusgarp’taki gönüllü subaylara ve Osmanlı personeline geri dönmeleri için emir verilmiş, Nuri Bey de savaş bölgesinden ayrılarak İstanbul’a dönmüştür. Böylece Trablusgarp’taki ilk cephe tecrübesi, 1911 sonundan 1912 sonbaharına kadar süren bir dönem içinde tamamlanmış; bundan sonraki süreçte Balkan Savaşları ve askerî-diplomatik görevler safhasına geçilmiştir.
Balkan Savaşları ve Diplomatik Görevler (1912–1914)
Çatalca Muharebelerine Katılım
Trablusgarp’tan İstanbul’a dönüşünün ardından Balkan Savaşları başlamış, Osmanlı ordusu Balkan ittifakı devletleriyle savaş hâline girmiştir. Bu sırada Nuri Bey, kıta görevi için yeniden birlik emrine verilmiştir. Balkan Harbi içinde, özellikle Birinci ve İkinci Çatalca Muharebeleri sırasında, İstanbul’un savunulması amacıyla teşkil edilen birlikler arasında yer almıştır.
Nuri Bey, bu dönemde İstanbul Selimiye’de konuşlu birliğe bağlı olarak görevlendirilmiş, Çatalca savunma hattında Bulgar kuvvetlerine karşı mevzilenmiş birlikler arasında bulunmuştur. İlgili kayıtlar, onun 1. Kolordu 6. Alay 1. Tabur 3. Bölük kadrosunda yer aldığını göstermektedir. Çatalca hattı, Balkan kuvvetlerinin İstanbul’a yaklaşmasını önlemek amacıyla düzenlenmiş savunma hattıdır ve bu hatta bağlı birlikler, başkentin doğrudan savunulması için konuşlandırılmıştır.
Bu süreçte Nuri Bey, mevzilerin hazırlanması, savunma hatlarının düzenlenmesi, ileri ve geri hatlar arasındaki intikallerin yürütülmesi, birliklerin muharebe düzenine sokulması gibi görevlerin içinde yer almıştır. Çatalca hattındaki muharebeler sırasında kolorduya bağlı birlikler, savunma mevzilerinde yoğun topçu ve piyade ateşi altında bulunmuş, Nuri Bey de bu muharebe safhalarında görevini sürdürmüştür.
Balkan Savaşları’nın ilk safhasında yaşanan geri çekilmeler sonrasında Çatalca hattı, Osmanlı ordusunun tutunabildiği son büyük savunma hattı olmuş, bu hattın korunmasında görevlendirilen birlikler arasında Nuri Bey’in de yer aldığı alay ve tabur görülmüştür. Bu dönemdeki hizmeti, Trablusgarp’taki cephe tecrübesinin ardından Rumeli sahasında düzenli ordu muharebesine katıldığı ikinci askerî safhayı oluşturur.
Roma ve Viyana Askerî Ataşelikleri
Balkan Savaşları sonrasında Osmanlı Devleti, Avrupa devletleriyle askerî ve diplomatik ilişkilerini yeniden düzenleme sürecine girmiştir. Bu çerçevede bazı subaylar, Avrupa başkentlerindeki Osmanlı sefareti nezdinde askerî ataşelik ve ataşe muavinliği görevlerine atanmıştır. Nuri Bey de bu görevlendirmeler arasında yer almıştır.
Önce rütbesi terfi etmiş, ardından yurt dışı görevine atanmıştır. 6 Kasım 1913 tarihinde yüzbaşılığa yükselmiş, aynı tarihlerde Roma Askerî Ataşe Muavinliği görevine tayin edilmiştir. Bu görevlendirme ile İtalya’nın başkenti Roma’daki Osmanlı sefareti nezdinde askerî temsilcilik kadrosuna dâhil olmuştur. Roma’da bulunduğu süre zarfında, İtalya ordusunun yapısı, teşkilatı ve askerî gelişmeleri takip eden, aynı zamanda elçilik faaliyetleri çerçevesinde yürütülen askerî temaslarda yer alan bir subay olarak görev yapmıştır.
Roma’daki görevinin ardından Nuri Bey’in ikinci yurt dışı görevi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarındadır. 15 Haziran 1914 tarihinde Viyana Sefareti Askerî Ataşe Muavinliği’ne tayin edilmiştir. Bu tayinle birlikte Avusturya-Macaristan’ın başkenti Viyana’da, Osmanlı Devleti’nin askerî temsilcisi konumundaki ataşenin yardımcısı olarak görev üstlenmiştir.
Viyana’daki görevi sırasında Avrupa’da siyasi ve askerî gerilimin arttığı, Birinci Dünya Savaşı’na giden sürecin hızlandığı bir dönem yaşanmıştır. Nuri Bey, bu dönemde sefarete bağlı askerî kadro içinde görev yaparken, Avrupa’daki askerî hareketlilik ve devletler arası dengelerle ilgili gelişmelerin yakından izlenmesi faaliyetleri içinde yer almıştır. Böylece Balkan Savaşları’nda cephede görev alan bir subay olarak başladığı askerlik hayatı, kısa süre içinde Roma ve Viyana’da yürütülen askerî-diplomatik temsil görevleriyle devam etmiştir.
Harbiye Nezareti Makam Yaverliği
Nuri Bey’in yurt dışı görev safhası, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde sona ermiştir. Viyana’daki görevini sürdürürken, Osmanlı Devleti’nin askerî teşkilatında yapılan yeni düzenlemeler kapsamında merkeze çağrılmıştır.
Bu çerçevede 15 Ağustos 1914 tarihinde Harbiye Nezareti Makam Yaverliği görevine atanmıştır. Harbiye Nezareti Makam Yaverliği, dönemin askerî idaresinin merkezinde, Harbiye Nazırı’nın maiyetinde yürütülen bir görevdir. Nuri Bey, bu tayinle birlikte İstanbul’a dönmüş, merkezî karar ve sevk-idare mekanizmasının bulunduğu Harbiye Nezareti bünyesinde çalışmaya başlamıştır.
Bu dönemde Osmanlı Devleti, kısa süre içinde Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olacak, askeri sevk ve idare büyük ölçüde Harbiye Nezareti üzerinden yürütülecektir. Nuri Bey’in makam yaveri sıfatıyla burada görev alması, onu hem merkez teşkilat ile doğrudan temas hâlinde bulunan bir konuma getirmiş, hem de ileride üstleneceği cephe görevleri ve özel misyonlar için hazırlayan bir safha oluşturmuştur.
1912–1914 yılları arasındaki bu dönem, Nuri Bey’in Trablusgarp ve Balkan cephelerindeki sahra görevlerinden sonra, Avrupa başkentlerinde askerî ataşe muavinliği ve nihayet Harbiye Nezareti Makam Yaverliği görevleriyle, cephe ile merkez, saha ile diplomasi arasında geçen bir askerlik safhası olarak ortaya çıkmaktadır.
I. Dünya Savaşı’nda Trablusgarp ve Bingazi Faaliyetleri (1914–1918)
Savaşın Başlaması ve Libya’ya Görevlendirme
Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı Devleti, Süveyş Kanalı’na yönelik bir harekât planlamış, bu harekât için 4. Ordu Komutanlığı Cemal Paşa’ya verilmiştir. Cemal Paşa 1914 Aralık ayı başlarında Şam’a gelerek Kanal Harekâtı hazırlıklarına başlamış, amaç olarak İngilizleri İsmailiye istikametinde gafil yakalayıp Mısır’da tutmak ve Mısır’da bir hareketlenme meydana getirmeyi öngörmüştür.
Harbiye Nazırı Enver Paşa, Süveyş yönündeki taarruzla eş zamanlı olarak İngiliz kuvvetlerini bölmek ve Kanal üzerindeki baskıyı azaltmak için Mısır batı sınırında ikinci bir cephe açılmasını istemiş, bu amaçla Senusi liderlerinden Şeyh Ahmet’in Sollum üzerinden Mısır’a taarruz etmesini planlamıştır. Ancak Şeyh Ahmet ve kuzeni Seyit İdris bu taarruz fikrine karşı çıkmıştır.
Enver Paşa, bu direnci kırmak ve bölgedeki kuvvetleri tek elden yönetmek üzere kardeşi Yüzbaşı Nuri Bey’i Afrika’daki kuvvetlerin başına komutan olarak görevlendirmiştir. Nuri Bey’in görevi, Şeyh Ahmet’i Mısır istikametinde harekâta ikna etmek ve Trablusgarp’taki kuvvetleri emir ve komuta altına almaktır. Bu görevlendirme yapılırken Nuri Bey, 15 Ağustos 1914’ten beri İstanbul’da Harbiye Nezareti Makam Yaverliği görevini yürütmektedir.
Afrika görevine tayini üzerine Nuri Bey, bir Yunan kaçakçı gemisiyle Şubat 1915’te Bingazi’nin Tobruk–Sollum arasındaki Defne kıyısına çıkmıştır. Yanında Binbaşı Cafer el-Askerî ile bazı subaylar da bulunmaktadır. Böylece Trablusgarp ve Mısır batı hududundaki askerî faaliyetlerin sevk ve idaresi için resmen sahaya geçmiş, Birinci Dünya Savaşı boyunca sürecek Libya merkezli görevlerine başlamıştır.
Afrika Grupları Komutanlığı Yetkisi
Nuri Bey’in Trablusgarp ve Bingazi bölgesine gelişiyle birlikte bölgede mevcut emir–komuta yapısı yeniden düzenlenmiştir. Trablusgarp valisi Süleyman el-Baruni, daha önce yerel mücahit kuvvetleri ve idari yapı üzerinde tasarrufta bulunmakta iken, yeni düzenlemede Nuri Bey ile doğrudan ilişki içine girmiştir.
Kısa süre sonra Afrika Grupları Komutanlığı adı altında yeni bir komuta yapısı oluşturulmuş, Nuri Paşa bu komutanlığın başına getirilmiştir. Vali’nin yanında müşavir sıfatıyla bulunan Kurmay Yarbay Abdurrahman Nafiz Gürman, bu düzenlemeden sonra Afrika Grupları Kurmay Başkanı unvanıyla Nuri Paşa karargâhına bağlanmış, vali de Afrika Grupları Komutanlığı emrine girmiştir.
Bu çerçevede bölgede konuşlu birlikler Sudan, Fizan, Bingazi ve Trablusgarp Grupları şeklinde teşkil edilmiştir. Bu grupların içinde nizamiye birlikleri, mücahit kolları ve karma (nizamiye–mücahit) kollar yer almıştır. İkmal şubesine bağlı olarak fişek ve barut yapım evleri, silah onarım evleri ile donatım ve giysi yapım evleri oluşturulmuş, karargâh yardımcı kadrosunda Pertev Tevfik ve Mısırlı Abdurrahman Azam gibi sivil görevliler yer almıştır.
Afrika Grupları Komutanı sıfatıyla Nuri Paşa, Trablusgarp, Bingazi, Sudan ve Fizan’daki Osmanlı ve yerli birliklerin komutasını yürütmüş, Trablusgarp valisinin bu komutanlık emrine girmesiyle birlikte askerî yetkisine idari bir sorumluluk da eklenmiştir. Böylece Birinci Dünya Savaşı boyunca Trablusgarp cephesinde Osmanlı ve yerel kuvvetlerden oluşan teşkilat, tek merkezli bir yapı hâlinde onun emrine bağlanmıştır.
İngilizlere Karşı Mısır–Sollum Harekâtı
Trablusgarp cephesindeki ilk safha, İngilizlere karşı Mısır batı hududunda yürütülen harekâtla başlamıştır. Enver Paşa’nın talimatı doğrultusunda Nuri Paşa, Şeyh Ahmet’i Mısır yönünde harekâta ikna etmeye çalışmış ve Senusi güçleriyle birlikte İngiliz kuvvetlerine karşı saldırı hazırlıklarına girişmiştir.
Bu çerçevede Bingazi, Tobruk, Sollum ve Mısır sınır hattında çeşitli hareketler gerçekleştirilmiş, özellikle Sollum yönünde İngiliz birlikleri hedef alınmıştır. Nuri Paşa’nın İngazali ve Cidabiye gibi noktalarda yürüttüğü hazırlıklar, İngiliz kuvvetlerini Mısır içinde tutma ve Kanal bölgesine kuvvet sevkini sınırlama amacına yönelik olmuştur.
Ancak ikmal imkânlarının yetersizliği ve geniş arazi şartları, Trablusgarp–Mısır sınırındaki harekâtı güçleştirmiştir. Bu dönemde Alman denizaltılarıyla bölgeye para ve malzeme gönderilmesi planlanmış, fakat deniz şartları ve diğer nedenlerle sevkiyat düzenli biçimde sürdürülememiş, harekât zaman zaman yavaşlamıştır.
Nuri Paşa’nın Mısır yönündeki taarruzları sonuçta İngilizlerin Sollum’u tekrar ele geçirmesiyle farklı bir safhaya girmiştir. İngilizler, Mısır toprakları içinde Nuri Paşa ve Senusi kuvvetlerini geri atmış, bu süreçten sonra bölgede Seyit İdris ön plana çıkmış, İngiliz ve İtalyanlarla görüşmeler yürütmüş, Trablusgarp ve Bingazi hattında yeni bir siyasî denge ortaya çıkmıştır.
İtalyanlara Karşı Mücadele
Mısır–Sollum hattındaki harekâttan sonra Nuri Paşa’nın faaliyeti ağırlıklı olarak İtalyan işgal bölgelerine yönelmiştir. İtalyan kuvvetleri, Trablusgarp kıyı şeridinde Homs, Trablus ve Zuvara çevresinde tahkimli mevzilerde üç grup hâlinde konuşlanmıştır. Buna karşılık Trablusgarplı mücahitler, bu mevzilerin karşısında mevzilenmiş, aynı zamanda Sirt bölgesinde Senusilerle devam eden çatışmalar nedeniyle iki cepheli bir durumla karşı karşıya kalmıştır.
Nuri Paşa’nın batı bölgesine gelişiyle birlikte İtalyanlara karşı kara savaşları Trablusgarp sahasında yoğunluk kazanmış, Mısrata merkezli bir karargâh yapısı içinde Homs ve çevresindeki İtalyan mevzileri üzerinde keşif ve taarruz hazırlıkları yapılmıştır. Homs cephesindeki incelemeler sırasında İtalyan mevzilerine kadar yaklaşılmış, gözetleme kuleleri ve savunma tertipleri yerinde görülmüştür.
Trablusgarp vilayeti dâhilinde Nisan 1917’den Ocak 1918’e kadar geçen süre içinde Nuri Paşa’nın emrindeki birlikler, bölgede yerel aşiret kuvvetleriyle birlikte İtalyan birliklerine karşı çeşitli muharebeler yürütmüştür. Aynı dönemde bu kuvvetler, Trablusgarp ve Mısır batı hududundaki muharebelerin yanı sıra Sudan’da İngilizlerle, Tunus, Cezayir ve Nijer sınırlarında Fransız birlikleriyle de çatışmalara girmiştir.
Bu süreçte Trablusgarp ve Bingazi bölgelerinde İtalyan işgal hattı ile iç kesimler arasında cereyan eden çarpışmalar, sahil merkezleri etrafında İtalyan tahkimatına karşı iç bölgedeki mücahit kuvvetlerinin ve Afrika Grupları Komutanlığı’na bağlı birliklerin faaliyetleri çerçevesinde sürmüştür.
Rütbe Terfileri ve Aldığı Madalyalar
Nuri Paşa, Birinci Dünya Savaşı sırasında Trablusgarp ve Bingazi bölgesinde yürüttüğü görevler dolayısıyla çeşitli nişan ve madalyalarla taltif edilmiştir.
29 Temmuz 1916’da Almanya İmparatoru tarafından Birinci Rütbeden Demir Salip Madalyası verilmiştir. 22 Kasım 1916 (9 Teşrinisani 1332) tarihinde ise Osmanlı Padişahı tarafından Osmanlı Altın Liyakat Madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Bu dönemde rütbe terfileri de gerçekleşmiş; asıl rütbesi yüzbaşı olan Nuri, 24 Aralık 1916 (11 Kânunuevvel 1332) tarihinde binbaşılığa yükseltilmiş, 28 Şubat 1917 (15 Şubat 1332) tarihinde ise kendisine bir yıl kıdem verilmiştir.
Nuri Paşa, İstanbul’a dönüşünden sonra Trablusgarp ve Bingazi bölgesindeki çalışmaları dikkate alınarak 6 Şubat 1334 (1918) tarihinde Üçüncü Rütbeden Kılıçlı Osmanî Nişanı ile de taltif edilmiştir.
Bu terfi ve nişanlar, Birinci Dünya Savaşı süresince Trablusgarp cephesindeki görevlerinin resmî kayıtlara yansıyan askerî karşılıklarıdır.
Karargâhtaki Anlaşmazlıklar ve İstanbul’a Çağrı
Afrika Grupları Komutanlığı karargâhında zamanla çeşitli görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Karargâhta Kurmay Başkanı olarak görev yapan Yarbay Abdurrahman Nafiz Gürman ile Nuri Paşa arasında, özellikle Senusi liderleriyle ilişkilerin yürütülmesi ve Trablusgarp’taki aşiretler arası dengelerin nasıl ele alınacağı konusunda farklı görüşler oluşmuştur.
Seyit İdris’in Osmanlı idaresine mesafeli tutumu, Seyit Ahmet ile arasındaki çekişme ve Trablusgarp ile Bingazi’de bağımsızlık iddiaları, bölgede karmaşık bir yapı ortaya çıkarmıştır. Nuri Paşa, Trablusgarp’ta etkin olabileceğini düşündüğü Seyit Ahmet’le birlikte hareket etmeyi, Trablusgarp valisinin kendi komutasına bağlanmasını ve bu çerçevede Senusi güçleriyle koordineli bir yapı kurmayı tasarlamıştır. Bu yaklaşım, Ramazan Bey ve bazı aşiret önderleriyle arasında gerilimlere yol açmıştır.
Merkezde yapılan değerlendirmeler sonucu, Trablusgarp’taki bu durumun bölgedeki genel dengeyi olumsuz etkileyebileceği kanaatine varılmış, Başkomutanlık, Afrika Grupları Komutanlığı’nda değişiklik yapılmasına karar vermiştir. Bu karar uyarınca Nuri Paşa’nın görevden alınması, yerine Sultan Murad’ın torunu Şehzade Osman Fuat’ın Afrika Grupları Komutanlığına atanması kararlaştırılmıştır.
Nuri Paşa, Kurmay Yarbay Abdurrahman Nafiz Gürman’ın karargâhtan ayrılışından yaklaşık beş ay sonra, Ocak 1918 başlarında bir Alman denizaltısıyla Trablusgarp’tan ayrılmış, Mısrata–Pola yolu üzerinden İstanbul’a dönmüştür.
İstanbul’a dönüşünden sonra, Birinci Dünya Savaşı’nın son safhasında yürütülecek Kafkasya harekâtı kapsamında Kafkas İslâm Ordusu Komutanlığına atanmıştır. Böylece 1914–1918 döneminde Trablusgarp ve Bingazi’de yürüttüğü görevler sona ermiş, askerlik hayatında yeni bir cephe ve görev devresi başlamıştır.
Kafkas İslam Ordusu Komutanlığı (1918)
Bolşevik İhtilâli, Brest–Litovsk ve Kafkasya’daki Durum
1917’de Rusya’da meydana gelen Bolşevik İhtilâli sonucunda Çarlık orduları cephelerden çekilmeye başlamış, Kafkasya’da askerî ve siyasî otorite büyük ölçüde dağılmıştır. Rus ordularının çekilmesiyle Gürcü, Ermeni ve Azerbaycanlı unsurların oluşturduğu Transkafkasya Komiserliği ve sonrasında kurulan Transkafkasya Seym’i, bölgedeki boşluğu doldurmaya çalışmış, ancak kısa sürede bu yapı içinde görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır.
3 Mart 1918’de imzalanan Brest–Litovsk Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin 1878’de elinden çıkan Kars, Ardahan ve Batum’u yeniden elde etmesini sağlamış ve Osmanlı ordularının Kafkasya’ya ilerlemesinin hukuki zeminini oluşturmuştur. Şehirler birer birer teslim alınmış; Kafkasya’daki güç dengesi köklü biçimde değişmiştir.
Bu dönemde Bakü’de, Bolşeviklerle Ermeni Taşnak unsurlarının birlikte yer aldığı Bakü Sovyeti (Stefan Şaumyan liderliğinde) kurulmuş ve Mart 1918’de Azerbaycan Türklerine karşı Bakü Katliamı (Mart Olayları) meydana gelmiştir. Bu olaylarda binlerce Azerbaycan Türkü hayatını kaybetmiş, bölgedeki otorite krizi daha da derinleşmiştir. Bu gelişmeler, Azerbaycan hükümetinin Osmanlı Devleti’nden askerî yardım istemesine yol açmıştır.
Komutanlığa Atanması ve Padişah Fermanı
Azerbaycan’dan yapılan yardım talebi üzerine Osmanlı Devleti, Kafkasya’ya gönderilecek kuvvetlerin başına bir komutan atanmasına karar vermiştir. Görev, bu tarihten önce Trablusgarp ve Bingazi’de komutanlık yapan Nuri Bey’e verilmiştir.
Atama işlemi Padişah VI. Mehmed Vahdeddin tarafından çıkarılan ferman ile resmî hâle getirilmiş, Nuri Bey’e “Kafkas İslam Ordusu Komutanı” unvanı verilmiştir. Bu ordu, hem Osmanlı birliklerinden hem de yeni kurulacak yerli Azerbaycan birliklerinden oluşacak şekilde planlanmıştır. Atamanın ardından Nuri Bey’e geniş askerî yetkiler tanınmış, Kafkasya’ya gönderilecek kuvvetlerin teşkilatlanması da onun uhdesine bırakılmıştır.
Musul’dan Gence’ye Geçiş
Komutanlığa atanmasının ardından Nuri Paşa, önce Musul’a gitmiş, burada yanına verilecek birliklerin hazırlanmasını sağlamıştır. Musul’dan hareket eden birlikler önce Hakkâri–Van hattı üzerinden İran içlerine, oradan da Hoy–Dilman–Culfa güzergâhını takip ederek Kafkasya sınırlarına ilerlemiştir.
Bu yolculuk sırasında coğrafi şartlar güç olmuş; birlikler İran’ın dağlık bölgelerinde uzun intikaller yapmıştır. Daha sonra Nahçıvan–Ordubad hattı geçilmiş, Nuri Paşa ve birlikleri Gence’ye ulaşmıştır. Gence, Azerbaycan’ın o dönemdeki hükümet merkezi olup, Osmanlı kuvvetlerinin teşkilatlanmasında ilk karargâh noktası olarak seçilmiştir.
Ordu Teşkili: Osmanlı Birlikleri ve Yerli Kuvvetler
Nuri Paşa, Gence’ye ulaştıktan sonra Kafkas İslam Ordusu’nun teşkili için çalışmalar yürütmüştür. Ordu iki ana unsurdan oluşmuştur:
- Osmanlı birlikleri:
- Bu birlikler arasında 5. Kafkas Tümeni’nin unsurları, 15. Fırka’dan bazı birlikler, gönüllü kuvvetler ve destek birlikleri yer almıştır.
- Azerbaycan yerli kuvvetleri:
- Gence’de Azerbaycan hükümeti tarafından oluşturulmaya başlanan millî birlikler, aşiret güçleri ve gönüllü gençlerden oluşmuştur. Bu birlikler ordu teşkilatına dâhil edilmiştir.
Bu dönemde ordunun ihtiyaçları; silah, cephane, lojistik malzemeleri ve iaşe gibi unsurlar Osmanlı Devleti tarafından sağlanmış, yerli kuvvetlerin teşkili ve eğitimi ise Nuri Paşa ve kurmay heyeti tarafından yürütülmüştür.
Askerî Harekât: Gökçay – Salyan – Aksu – Kürdemir – Şamahı
Kafkas İslam Ordusu, Bakü yolundaki askerî harekâtına Gence’den doğuya doğru başlamıştır.
Gökçay Harekâtı
İlk çarpışmalar Gökçay hattında meydana gelmiştir. Bu bölgede Bolşevik–Ermeni kuvvetleri güçlü savunma mevzilerine sahip olduğundan harekât yoğun çatışmalarla geçmiştir.
Salyan Bölgesi
Salyan’da hem nehri hem de çevredeki bataklık arazileri aşmak gerekmiş, bu bölgedeki ilerleme yerel unsurların da desteğiyle sürdürülmüştür.
Aksu ve Kürdemir
Aksu hattında direniş kırıldıktan sonra Kürdemir yönünde ilerlenmiş, Kürdemir çevresinde hem demiryolu hem karayolu kontrol altına alınarak Bakü istikameti için önemli bir stratejik üstünlük sağlanmıştır.
Şamahı
Şamahı, Mart Olayları sırasında büyük yıkıma uğrayan şehirlerden biri olup, Bolşevik–Taşnak birliklerinin yoğun bulunduğu bir bölgeydi. Kafkas İslam Ordusu, Şamahı’yı bu hattın kontrolü için önemli bir merkez kabul ederek bölgeyi ele geçirmiştir.
Bu harekâtların her biri, Bakü’ye yaklaşan ordunun ilerleme güzergâhını oluşturan aşamalar olup, her aşamada coğrafi şartlar, lojistik sorunlar ve düşman direnci nedeniyle çetin çarpışmalar yaşanmıştır.
Birinci ve İkinci Bakü Taarruzları
Birinci Bakü Taarruzu, Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü kapılarına ulaştığı ilk büyük harekâttır. Bu taarruzda şehir henüz Bakü Sovyeti ve Ermeni Taşnak unsurlarının kontrolündeydi. İlk taarruzda güçlü savunma hattı nedeniyle şehir alınamamış, ordu geri çekilerek yeniden tertiplenmiştir.
İkinci Bakü Taarruzu, İngiliz General Dunsterville komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin Bakü’ye girmesinden sonra gerçekleştirilmiştir. Bu dönem, Kafkas İslam Ordusu’nun en yoğun muharebeleri yürüttüğü süreçtir. İngiliz destekli Bakü savunması ordunun ilerleyişini zorlaştırmışsa da ikinci taarruz planlı bir biçimde yürütülerek şehir tamamen kuşatma altına alınmıştır.
Bakü’nün Alınması (15 Eylül 1918)
15 Eylül 1918 tarihinde Kafkas İslam Ordusu Bakü’ye girmiştir. Şehirdeki kuvvetler geri çekilmek zorunda kalmış, böylece Bakü’nün idaresi Azerbaycan hükümetine devredilmiştir.
Bakü’nün ele geçirilmesi, Kafkasya’daki güç dengelerini değiştirmiş; Azerbaycan Millî Hükümeti’nin Bakü’ye taşınmasının önü açılmıştır. Nuri Paşa, Bakü’nün alınmasından sonra şehirde askerî düzen ve güvenlik konularıyla ilgilenmiş, Kafkas İslam Ordusu birliklerinin şehre yerleşmesini sağlamıştır.
Karabağ ve Dağıstan Harekâtı
Bakü’nün alınmasının ardından Kafkas İslam Ordusu faaliyetlerine Karabağ ve Dağıstan bölgelerinde devam etmiştir. Bu dönemde ordunun bir kısmı Azerbaycan’ın batısına yönlendirilmiş, Karabağ bölgesinde asayişin sağlanması ve çeşitli silahlı unsurların etkisiz hâle getirilmesi amacıyla harekâtlar yürütülmüştür.
Aynı şekilde Dağıstan’da yerel hükümetlerin Osmanlı Devleti’nden yardım talepleri üzerine Nuri Paşa bölgeye birlikler göndermiş, Dağıstan'ın çeşitli şehirlerinde Kafkas İslam Ordusu birlikleri görünmüştür. Bu faaliyetler, Bakü’nün alınmasından sonra bölgenin askeri ve siyasi açıdan istikrara kavuşması amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Kafkas İslam Ordusu’nun Azerbaycan’daki Etkisi
Kafkas İslam Ordusu’nun faaliyetleri Azerbaycan tarihinde önemli bir yer tutmuştur. Ordu, Bakü’nün alınmasıyla birlikte Azerbaycan Millî Hükümeti’nin başkente taşınmasını sağlamış, bölgedeki Osmanlı yönetimiyle Azerbaycan hükümeti arasında askerî ve idarî bir iş birliği dönemi oluşmuştur.
Gence ve Bakü’de kurulan karargâhlar aracılığıyla Azerbaycan ordusunun teşkili desteklenmiş, yerel güvenlik teşkilatları yeniden düzenlenmiş, askeri eğitimler ve idari organizasyonlar yapılmıştır.
Kafkas İslam Ordusu’nun Kafkasya’daki varlığı, 1918 Kasım ayına kadar sürmüş; Mondros Mütarekesi sonrası Osmanlı birliklerinin bölgeden çekilmesiyle Kafkas İslam Ordusu da resmî olarak görevini tamamlamıştır.
Mondros Sonrası Dönem ve İngiliz Esareti (1918–1919)
Batum’da Tutuklanması
Mondros Mütarekesi’nden sonra Nuri Paşa, Kafkasya’dan ayrılarak 12 Aralık 1918’de Batum’a geçmiştir. Buradan 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’ya yazdığı mektupta İstanbul’a gitmek üzere yola çıktığını bildirmiştir. Batum’un İngiliz kuvvetleri tarafından kontrol altına alınması üzerine olası bir kötü muamele ihtimaline karşı maiyetindeki subaylarla birlikte Artvin–Ardahan üzerinden Kars’a gitmiş, burada Yakup Şevki Paşa ile görüşmüştür.
Kars’tan Erzurum–Bayburt yoluyla Trabzon’a geçmiştir. Harbiye Nezareti ile 9. Ordu Komutanlığı arasındaki telgraflar, 1919 Ocak ayı sonunda Nuri Paşa’nın Trabzon’da bulunduğunu göstermektedir.
Trabzon’dan deniz yoluyla İstanbul’a gelmiş, iskeleye çıkışta polis tarafından tutuklanarak Harbiye Nezareti’ne götürülmüş, bir gün Bekirağa Bölüğü’nde tutulduktan sonra İngilizlere teslim edilmiştir. Ardından yeniden Batum’a götürülmüş, burada Ardahan Kışlası’nda beş ay, İvanovka tabyasında bir ay tutulmuştur. General Milne’nin 19 Şubat 1919 tarihli raporunda, Nuri Paşa’nın Batum’da bir İngiliz divan-ı harbi tarafından yargılanacağının bildirilmesi, bu dönemdeki tutukluluğunu doğrulamaktadır.
Bu safha Gence’den başlayarak Batum, Kars, Trabzon ve İstanbul hattında ilerleyen bir tutuklanma ve geri gönderilme süreci şeklinde yaşanmıştır.
Ardahan Kışlası’ndan Kaçışı
Nuri Paşa, Batum’da tutulduğu süreçte İngilizlerin kullandığı Ardahan Kışlası’nda beş ay, İvanovka tabyasında bir ay hapiste kalmıştır.
Ardahan Kışlası’ndan kaçışı ile ilgili olarak, kendisine yardım eden bir grubun, bir “çoban” görünümü altında kışla çevresine girdiği; Nuri Paşa’ya ipuçları içeren bir not ulaştırdığı; bunun üzerine Nuri Paşa’nın muhafızların güvenini kazanarak gezinti alanını genişlettiği; bir gün muhafızlarıyla beraber dışarı çıkarıldığında ormanlık alandan açılan ateşle iki İngiliz subayı ve üç çavuşun öldürüldüğü; oluşan karışıklıkta kışla dışındaki grubun yardımıyla ormana çekildiği bilgileri yer almaktadır.
Kaçışın tarihi, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın 12 Ağustos 1919 tarihli telgrafında netleşmektedir. Telgrafta, Nuri Paşa’nın tutulduğu Ardahan Kışlası’nın 8/9 Ağustos 1335 (1919) gecesi baskına uğradığı, iki İngiliz subayı ile dört neferin öldürüldüğü ve Nuri Paşa’nın kaçırıldığı bildirilmektedir. Aynı telgrafta, kaçış sonrasında uçak ve torpidolarla yapılan aramalara rağmen iz bulunamadığı belirtilmektedir.
Kaçıştan sonra Nuri Paşa, Artvin ve Ardanuç üzerinden Oltu bölgesine bağlı Urucu’ya ulaşmış ve burada 9 Eylül 1919’da Kazım Karabekir Paşa’ya telgraf çekerek durumunu bildirmiştir.
Azerbaycan ve Dağıstan’da Tekrar Giriştiği Mücadele
Ardahan Kışlası’ndan kurtulduktan sonra Nuri Paşa, Doğu Anadolu’da Kazım Karabekir Paşa ile temas kurmuş, ardından yeniden Kafkasya’ya dönmüştür. Erzurum’da yapılan görüşmeler sonrasında Bakü’ye yeniden gitmesi, burada Anadolu’daki Millî Mücadele’ye destek sağlanması için teşkilatlanma yürütmesi kararlaştırılmıştır.
Kafkasya’da bulunduğu dönemde, Kuzey Kafkasya’daki siyasal ve askerî yapı ile bağlantılar kurmuş, Kuzey Kafkasya Komitesi tarafından bölgedeki Müslüman birliklerin komutanlığına getirilmiştir. Bu çerçevede, özellikle Dağıstan bölgesinde çeşitli kuvvetlerin başında faaliyet göstermiştir.
Aynı dönemde Anadolu’daki Millî Mücadele’ye para desteği sağlanması gündeme gelmiş; Kazım Karabekir Paşa, Azerbaycan’dan para yardımı temini ve Gence’de bir telsiz istasyonu kurulması konularında temaslar yapılmasını istemiştir. Bu talepler de Nuri Paşa üzerinden yürütülen temaslar kapsamında ele alınmıştır.
Bolşevik Kuvvetleriyle Çatışmalar
Nuri Paşa’nın Dağıstan’daki faaliyetleri sırasında bölgede önce General Denikin (Beyaz Ordu) güçleri etkin durumdaydı. Nuri Paşa’nın başında bulunduğu Müslüman birlikler, bu dönemde Kızıl Ordu ile birlikte Denikin kuvvetlerine karşı harekât yürütmüştür.
Denikin kuvvetlerinin yenilgiye uğramasından sonra bölgede güç dengesi değişmiş, bu kez Bolşevik kuvvetleriAzerbaycan ve Dağıstan’da hâkimiyet kurmaya başlamıştır. Bu gelişme üzerine Nuri Paşa, elinde bulunan birliklerle savunma pozisyonuna geçmiş, bölgedeki direnişi sürdürmeye çalışmıştır. Kafkasya’da Bolşevik hâkimiyetinin genişlemesi nedeniyle giderek zorlaşan bir mücadele yürütmüştür.
Kazım Karabekir Paşa, bu dönemde gönderdiği mektuplarda Bolşeviklerin Türk sınırına kısa sürede ulaşmasının siyasî şartlar gereği gerekli olduğunu belirtmiş; buna karşılık Nuri Paşa bölgedeki birlikleriyle Dağıstan’da bir süre daha direnişini sürdürmüştür.
Karabağ’da Son Faaliyetler
Nuri Paşa’nın Kafkasya’daki son askerî hareketlerinden biri Karabağ bölgesinde görülmüştür. Bu hareket, bölgedeki güç boşluğu, Azerbaycan ile Ermeni silahlı unsurları arasındaki çatışmalar ve Bolşevik ilerleyişiyle bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır. İngiliz kuvvetleri, Bakü’ye girdikten sonra Karabağ’a ilişkin idari düzenlemeler kapsamında Şuşa’ya girmiş; daha sonra Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğunu kabul ederek bölgenin Azerbaycan kanunlarına göre yönetilmesine karar vermiş ve Hüsrev Bey Sultanov’u tam yetkili vali olarak atamıştır. Bu gelişmeler bölgedeki askerî ve siyasi süreci etkilemiştir.
Bu dönemde Nuri Paşa’nın Karabağ’daki harekâtta etkin olduğu, yerel kuvvetlerin başında faaliyet gösterdiği; Şeki, Cevanşir, Ağdam atlı birlikleri, Bakü Yaya Alayı ve iki topçu birliğinin bulunduğu, toplam mevcudun yaklaşık 6.000 kişiye ulaştığı belirtilmektedir. Hareket, Ağdam, Berde ve Terter çevresinde etkili olmuş, Şuşa ve çevresinde askerî eylemler yürütülmüştür.
Bölgedeki silahlı unsurlar üzerinde hâkimiyet kurma çabaları, Bolşeviklerin ilerleyişiyle birlikte kısa sürede güçleşmiş, Karabağ’daki hareket bastırılmış, Nuri Paşa da bölgeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu süreç, onun Kafkasya’daki son askerî faaliyetlerini oluşturmaktadır.
Millî Mücadele Yılları (1919–1923)
Erzurum’a Gelişi ve Kazım Karabekir Paşa ile Temas
Nuri Paşa, Kafkasya ve Karabağ’daki faaliyetlerinden sonra beraberinde getirdiği birliklerle 1920 yılı yaz sonuna doğru Erzurum’a gelmiştir. Ağustos 1920 içinde yürütülen görüşmeler sırasında, Erzurum’a ulaşarak 15. Kolordu (Doğu Cephesi Komutanlığı) emrine girdiği kaydedilmektedir.
Erzurum’a gelişinden sonra Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa ile temas kurmuş, Doğu Cephesi teşkilatı içine alınmıştır. Bu dönemde bölgede Ermenilerin Türk birliklerine ve köylere yönelik taarruzlarının devam ettiği, Erzurum ve çevresinin askerî açıdan yoğun bir harekât hazırlığı içinde bulunduğu ifade edilmektedir.
Nuri Paşa, Doğu Cephesi kadrosuna bu safhada Azerbaycan’dan getirdiği süvari birlikleri ile katılmış, bu birlikler 12. Tümen emrinde değerlendirilmiştir.
Doğu Cephesi’ne Katılışı
Erzurum’a geldiği sırada Doğu Cephesi’nde Ermeni birliklerinin saldırıları devam etmekteydi. Bu saldırılar karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, meseleyi askeri yollarla çözmek üzere 20 Eylül 1920 tarihinde taarruz kararı almış ve aynı gün bu karar Doğu Cephesi Komutanlığı’na bildirilmiştir.
Doğu Cephesi Komutanlığı, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 27/28 Eylül 1920 gecesi taarruza geçmiş; 9. Kafkas Tümeni ve 12. Piyade Tümeni ile Sarıkamış istikametinde ileri harekât başlatılmıştır. Bu harekât düzeni içinde Nuri Paşa’nın bulunduğu Azerbaycan Süvari Alayı, 12. Piyade Tümeni’nin emrinde görev yapmıştır.
Bu safhadan itibaren Nuri Paşa, Millî Mücadele’nin Doğu Cephesi’nde fiilen yer almış; komutası altındaki süvari alayı ile Doğu Cephesi harekât planı çerçevesinde ileri hatlarda bulunmuştur.
Sarıkamış’ın Geri Alınmasındaki Rolü
Doğu Cephesi taarruzu kapsamında Sarıkamış istikametindeki harekât, 27/28 Eylül 1920 gecesi başlamış, 12. Piyade Tümeni Sürphaç Dağı–Handere sırtları hattına kadar ilerlemiştir.
28/29 Eylül 1920 gecesi Sarıkamış ve cephe hattından Ermeni birliklerinin çekilmesi üzerine, taarruza devam eden birlikler içinde yer alan Azerbaycan Süvari Alayı, 29 Eylül 1920 günü saat 05.00’te Sarıkamış’a girmiş ve Sarıkamış’ı muharebesiz olarak işgal etmiştir.
Sarıkamış’ta ele geçen ganimet, Azerbaycan Süvari Alayı tarafından kurulan bir heyet aracılığıyla tespit edilmiş, ayrıca bu alay Sarıkamış’ın savunulması safhasında da görev almıştır.
Daha sonraki resmî yazışmalarda, Nuri Paşa’nın Azerbaycan’dan getirdiği kıta ile 12. Tümen emrinde Sarıkamış’ın geri alınması için yapılan harekâta gönüllü olarak katıldığı ve bu harekâtta görev aldığı açık biçimde belirtilmiştir.
Erzurum ve Kars’taki Askerî Fabrikalarda Yürüttüğü Teknik Çalışmalar
Sarıkamış harekâtına katılışından sonra Nuri Paşa, Doğu Cephesi komutasında fabrika ve imalathanelerin kurulması ve işletilmesi alanında görevlendirilmiştir. Resmî kayıtlarda, Şark Cephesi Komutanlığı emrinde fabrika ve imalathanelerin kurulmasında ve çalıştırılmasında görev aldığı ifade edilmektedir.
Bu çerçevede Kars ve Erzurum’da kurulan tamirhane ve askerî fabrikalarda çalışmış, ele geçirilen silah ve malzemeyi kullanılır hâle getirmek üzere faaliyet yürütmüştür. Doğu Cephesi’nde çeşitli muharebelerde ele geçirilen silah, cephane ve makina parçalarının bu tesislerde onarıldığı ve tekrar hizmete sokulduğu, Nuri Paşa’nın da bu süreçte görev aldığı belirtilmektedir.
Daha sonraki çalışmalarda, bugün Erzurum Firdevsoğlu Kışlası içinde yer alan askerî fabrikanın kurulması ile ilgili olarak Nuri Paşa’nın adının geçtiği, Ermenistan ve Rus birliklerinden elde edilen silah, cephane ve makine parçalarıyla bir atölye kurduğu, bu atölyede onarım ve yeniden kullanım amacıyla teknik faaliyetler yürüttüğü bilgisi de yer almaktadır.
Bu faaliyetler, Millî Mücadele’nin Doğu Cephesi safhasında Nuri Paşa’nın sadece cephe hattında değil, aynı zamanda askerî teknik altyapının oluşturulması ve eldeki malzemenin yeniden kullanıma kazandırılması alanında da görev üstlendiğini göstermektedir.
İstiklal Madalyası
Doğu Cephesi’ndeki hizmetleri sonrasında Nuri Paşa hakkında Millî Savunma Bakanlığı tarafından resmî bir değerlendirme yapılmış, bu amaçla Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’dan bilgi istenmiştir. Verilen cevapta, Nuri Paşa’nın Azerbaycan’dan süvari alayıyla gelerek Sarıkamış’ın geri alınmasında bulunduğu, daha sonra da cephe imalathanelerinde görev yaptığı bildirilmiştir.
Bu cevap doğrultusunda Nuri Paşa’nın hizmet süresi ve rütbe durumu ele alınmış; “Piyade Kaymakamı (Yarbay)” rütbesiyle, 09 Kasım 1921 tarihinden geçerli olmak üzere 04 Aralık 1928 tarihinde emekli edilmesine karar verilmiştir. Emeklilik kararnamesi Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Başvekil İsmet İnönü ve Millî Savunma Bakanı Mustafa Abdülhalik Renda tarafından imzalanmıştır.
Bu işleme dayanarak Nuri Paşa’ya İstiklal Madalyası verilmesi uygun görülmüş, 15260 numaralı İstiklal Madalyası, 29 Şubat 1929 tarihinde Ankara Merkez Komutanlığı tarafından kendisine teslim edilmiştir.
Böylece Nuri Paşa’nın Millî Mücadele yıllarındaki faaliyetleri, Doğu Cephesi’nde Sarıkamış harekâtına katılışı, Erzurum ve Kars’taki askerî fabrika ve imalathanelerde yürüttüğü çalışmalar ve bu hizmetleri dolayısıyla kendisine verilen İstiklal Madalyası ile resmî kayıtlara geçmiş bulunmaktadır.
Cumhuriyet Dönemi Faaliyetleri
Ticaret Hayatına Geçiş
Nuri Killigil, askerlikten ayrıldıktan sonra Cumhuriyet döneminde faaliyetlerini sivil alanda sürdürmüştür. Emeklilik işlemi 09 Kasım 1921 tarihinden geçerli olmak üzere 04 Aralık 1928 tarihinde “piyade kaymakamı (yarbay)” rütbesiyle tamamlanmış, bu tarihten sonra bir süre Ankara’da kaldıktan sonra İstanbul’a geçmiş ve sanayi–ticaret alanına yönelmiştir.
Bu yeni dönemde, demir eşya üretimi, silah ve mühimmat imalatı ile maden işletmeciliği temel çalışma alanlarını oluşturmuştur. İstanbul’da Zeytinburnu ve Sütlüce’de fabrikalar kurmuş; ayrıca İzmir Karaburun’da cıva madeni işletmeye başlamıştır. Bu tesislerde imal ettiği demir eşya, silah, mühimmat ve cıvayı hem yurt içinde hem de yurt dışında pazara sunmuştur.
Zeytinburnu Demir Eşya Fabrikası’nın kuruluşu (1933)
Nuri Killigil, askerlikten ayrılıp sivil hayata geçtikten sonra İstanbul’a gelmiş ve 1933 yılında Zeytinburnu Demir Eşya Fabrikası’nı kurmuştur.
Bu fabrika, adından da anlaşılacağı üzere başlangıçta “demir eşya” ağırlıklı üretim yapan bir tesis olarak teşkil edilmiştir. İlerleyen yıllarda hem demir eşya hem de silah ve mühimmat alanında çalışan karma bir yapıya dönüşmüştür. Fabrika faaliyetini 1946 yılına kadar Zeytinburnu’nda sürdürmüş, bu tarihten sonra tezgâhlar Sütlüce’ye nakledilmiştir.
Zeytinburnu Fabrikası’nda yalnızca harp malzemesi değil, çeşitli sivil nitelikli metal ürünler de imal edilmiş, böylece fabrikanın üretim programı çok çeşitli bir içerik kazanmıştır.
Üretim: Silah, Matara, Tapa, Mermi, Soba vb.
Zeytinburnu Demir Eşya Fabrikası’nda başlangıçtan itibaren çok farklı kalemlerde üretim yapılmıştır. Kayıtlarda, fabrikanın ilk dönem üretimi için şu ürünler zikredilmektedir:
- Matara,
- Demir çubuk,
- Soba,
- Tuğla,
- Kumbara gibi demir ve madeni eşyalar,
- Bunlarla birlikte silah, tapa ve mermi.
Ayrıca Zeytinburnu Fabrikası’nda, silah ve mühimmatın yanı sıra, boş zamanlarda Alman modeli çift cidarlı “Meller tipi” soba imal edildiği, fabrika bünyesinde ateş tuğlası ve seramik imaline de önem verildiği, ateş tuğlası fırınlarında yakıt olarak katran kullanıldığı, seramik fırınının işçiler arasında özel bir adla anıldığı kaydedilmektedir.
Bu dönemde Nuri Killigil’in zaman zaman motor imalatına teşebbüs ettiği, özellikle dizel motor üretimi üzerinde durduğu da belirtilmektedir.
Böylece Zeytinburnu Demir Eşya Fabrikası, hem sivil nitelikli demir ve madeni eşyalar hem de silah–mühimmat üretimi yapan karma karakterli bir fabrika olarak faaliyet göstermiştir.
Sütlüce Madeni Eşya ve Silah Fabrikası’nın Satın Alınması (1938)
Nuri Killigil, Zeytinburnu’ndaki fabrikası faaliyette iken, ikinci bir tesis olarak Sütlüce’deki Madeni Eşya Fabrikası’nı devralmak üzere girişimde bulunmuştur.
Bu fabrikanın geçmişine dair kayıtlarda, tesisin 1933 yılında bir limited şirket mülkiyetinde, Şişli Ergenekon Caddesi’nde kok kömürü imalatı yapan bir fabrika iken daha sonra madeni eşya fabrikasına dönüştürüldüğü, 1936 yılında Sütlüce’ye nakledildiği, 1937’de dökümhane, 16 tezgâh ve bir pres ilavesiyle boş kovan, soba ve döküm işleri yapmaya başladığı belirtilmektedir.
1938 yılında söz konusu limited şirket tasfiye edilmiş ve madeni eşya fabrikası, Teşviki Sanayi Kanunu’na göre 2251 numaralı muafiyet ruhsatnamesiyle Nuri Killigil’e devredilmiştir.
Nuri Killigil, 31 Mart 1939 tarihinde fabrikanın dahili talimatnamesini tasdik ettirmek üzere Ekonomi Bakanlığı’na başvurmuş; ruhsatnamede fabrikanın unvanı “Madeni Eşya Fabrikası” olarak zikredilmiş, ancak birinci maddede fabrikanın harp malzemesi de imal edebileceği açıkça belirtilmiştir.
Bu devirden sonra Sütlüce’deki fabrika, hem madeni eşya hem de harp malzemesi üretimi yapan bir tesis hâline gelmiş, daha sonraki yıllarda Zeytinburnu’ndaki tezgâhların da buraya taşınmasıyla Nuri Killigil’in sanayi faaliyetlerinin ana merkezi konumuna gelmiştir.
Üretim Kapasitesinin Genişletilmesi
Sütlüce’deki fabrikanın devralınmasından sonra Nuri Killigil, hem Zeytinburnu hem Sütlüce tesislerinde üretim kapasitesini artırmaya yönelik yatırımlar yapmıştır. Fabrikalara yeni motor ve tezgâhlar ilave edilmiş, üretim imkânları genişletilmiştir.
Tabanca (“Nuri tabancası”)
Sütlüce’deki fabrikanın geliştirilmesiyle birlikte Nuri Killigil, tabanca imalatına başlamıştır. Kayıtlarda, “Nuri tabancası” veya “Killigil Tabancası” olarak bilinen, 9 mm çapında bir tabancanın seri imalatını gerçekleştirdiği, bu tabancanın bir örneğinin İstanbul’daki Askerî Müze’de sergilendiği belirtilmektedir.
Ayrıca subay tabancalarının imalatının da Nuri Killigil’in fabrikasına verildiği, bu üretim için gerekli süre uzatımının resmî kararnamelerle tanındığı kaydı bulunmaktadır.

Nuri Killigil'in Fevzi Çakmak İçin Ürettiği 9 mm'lik Nuri Tabanca (Anadolu Ajansı)
81 mm Havan
Nuri Killigil, 81 mm piyade havanı imalatı için Millî Savunma Bakanlığı ile bir sözleşme yapmış, 21 Ocak 1939 tarihli mukavele ile 480 adet 81 mm havan üretimini üstlenmiştir. Sözleşmede öngörülen süre içinde teslim yapılamayınca, savaş şartları ve parça teminindeki zorluklar gerekçe gösterilmiş; bu nedenle 24 Ekim 1942 ve 19 Şubat 1943 tarihlerinde teslim süresi iki kez uzatılmıştır.
Bu çerçevede Nuri Killigil’in fabrikasında 81 mm havan üretimi, 1939’dan itibaren resmî siparişler çerçevesinde yürütülen bir faaliyet olarak kayıtlıdır.
Uçak Bombaları
Sütlüce Fabrikası’nda çeşitli ağırlıklarda uçak bombaları da imal edilmiştir. Kayıtlarda, İzmir Enternasyonal Fuarı’na gönderilen ürünler arasında 250 kg, 50 kg, 10 kg ve 1 kg’lık tayyare (uçak) bombaları, ayrıca top ve havan mermileri, tapalar, tabancalar ve diğer malzemelerin bulunduğu belirtilmektedir.
Ayrıca Sütlüce Fabrikası’nın harp malzemesi üretimi arasında uçak bombası ve tahrip kalıpları da açıkça sayılmaktadır.
Uçaksavar Mühimmatı
Nuri Killigil’in fabrikaları, uçaksavar topları için mühimmat ve tapa üretimi de yapmıştır. Kararname kayıtlarında, donanmada bulunan 40 mm uçaksavar toplarının hassas tapaları ile bu silah sistemleri için gerekli tahrip danelerinin Nuri Killigil’in fabrikasında imal edilmesi için pazarlık usulüyle ihale yapıldığı görülmektedir. Ayrıca bu kapsamda top, havan ve uçaksavar mermi ve tapalarının da üretildiği ifade edilmektedir.
Bu üretimler sırasında, savaş yıllarında temin edilen çeşitli makine ve teçhizatın da kararname gereğince Nuri Killigil’in fabrikalarına verildiği, bunların 2490 sayılı kanun çerçevesinde pazarlıkla satışına karar verildiği kaydı bulunmaktadır.
Karaburun’daki Cıva Madeni ve İhracat
Nuri Killigil, demir eşya ve silah–mühimmat imalatının yanı sıra İzmir Karaburun’da cıva madeni işletmiştir. Bu tesiste çıkarılan cıva hem iç piyasaya hem de dış piyasalara satılmıştır.
Mektup kayıtlarında, Karaburun’daki cıva tesisinde üretilen cıvanın Belçika’da faaliyet gösteren bir firma tarafından istenmesi üzerine numune olarak 100 gram cıvanın gönderilmesinin talep edildiği, ayrıca bir Japon firmasının 95 şişe cıva satın almak için hükümetten izin aldığı, Nuri Killigil’in de bu siparişin ne kadar sürede hazırlanacağını sorduğu görülmektedir.
Cıva tesisleri için kompresör ve santrifüj tulumba gibi makinaların Fransa ve Almanya’dan temin edilmeye çalışıldığı, cıva üretimi sırasında ortaya çıkan atık suların zararsız hâle getirilmesi için kullanılacak kireç miktarına dair talimatların verildiği de mektuplarda yer almaktadır.
Bu bilgiler, Karaburun’daki cıva madeni işletmesinin hem teknik donanımı hem de dış ticaret bağlantılarıyla birlikte yürütülen bir faaliyet olduğunu göstermektedir.
Mısır, Pakistan, Suriye’ye Yapılan Silah İhracatı
Nuri Killigil, Zeytinburnu ve Sütlüce fabrikalarında imal ettiği silah ve mühimmatın bir bölümünü Millî Savunma Bakanlığı’na, bir bölümünü ise yurt dışındaki ülkelere satmıştır. Kayıtlarda, özellikle Mısır, Suriye ve Pakistan’dan siparişler aldığı ve bu ülkelere silah ve mühimmat sattığı belirtilmektedir.
TBMM tutanaklarına yansıyan bilgilerde, Nuri Killigil’in 1948 yılında Suriye, Mısır ve Pakistan için sipariş müsaadesi talebinde bulunduğu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye ve Mısır için koyduğu yasak nedeniyle bu ülkelere izin verilmediği, Pakistan için ise herhangi bir yasak olmadığından bu ülkeye ihracata müsaade edildiği ifade edilmektedir.
Silah ve mühimmat ihracatının kapsamına ilişkin olarak; Nuri Killigil’in fabrikalarında üretilenler arasında havan topları, çeşitli çapta top ve havan mermileri, uçak bombaları, tapalar, tabancalar ve diğer harp malzemelerinin bulunduğu; özellikle İzmir Enternasyonal Fuarı’na bu ürünlerin sergilenmek üzere gönderildiği kayıtlıdır.
Böylece Cumhuriyet döneminde Nuri Killigil’in Zeytinburnu ve Sütlüce’deki fabrikaları ile Karaburun’daki cıva tesisleri, iç piyasaya satışla birlikte Mısır, Suriye, Pakistan ve çeşitli diğer ülkelere yönelik ihracat faaliyetleri yürüten sanayi ve ticaret merkezleri hâlinde çalışmıştır.

Nuri Paşa (Killigil) Sütlüce Fabrikası'nda Ürettiği Uçak Bombalarıyla (Anadolu Ajansı)
Arap–İsrail Savaşı ve Filistin’e Yönelik Destek Faaliyetleri
1948 Arap–İsrail Savaşı’nın Başlaması ve Orta Doğu’dan Gelen Talepler
1948 yılında Arap–İsrail Savaşı’nın başlaması üzerine Orta Doğu ülkeleri çeşitli kaynaklardan silah ve mühimmat teminine yönelmiştir. Bu dönemde Nuri Killigil’in Sütlüce’deki fabrikası da bölgedeki bazı aktörlerin ilgi alanına girmiştir. Fabrikanın, Millî Savunma Bakanlığı için yürüttüğü üretimlerin yanı sıra, dış ülkelere harp malzemesi ihracatıyla da meşgul olduğu dönemde Orta Doğu’daki gelişmeler ile fabrikada üretilen silah ve mühimmat arasında bağlantılı talepler ortaya çıkmıştır.
Bu çerçevede Nuri Killigil, Orta Doğu’daki çatışmaların yoğunlaştığı dönemde bölgeden gelen talepler üzerine silah ve mühimmat üretimini artırmış, üretimin bazı kalemleri dış ülkelerdeki alıcılara yönelik hâle gelmiştir. Bu faaliyetler fabrikanın ihracat programı içinde yer almaktadır.
Filistin’e Yönelik Harp Malzemesi Sevkiyat Hazırlıkları
1948 yılı içinde Filistin cephesinde bulunan Arap kuvvetleri için silah ve mühimmat teminine yönelik taleplerin Nuri Killigil’e ulaştığı; bu talepler doğrultusunda fabrikanın belirli kalemlerde üretim yaptığı ifade edilmektedir. Bu üretimler arasında tabanca, havan mühimmatı, uçak bombaları ve tapa çeşitleri bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Sütlüce fabrikasında üretilen harp malzemelerinin bir kısmının Orta Doğu’ya sevk edilmek üzere hazırlandığı, sevkiyatın düzenlenmesi için nakliye ve gümrük işlemlerinin gündeme geldiği görülmektedir. Üretilen harp malzemeleri, dönemin ihracat izin süreçlerine dâhil edilmiştir.
Orta Doğu Ülkeleriyle Yazışmalar ve İzin Süreçleri
Dış ülkelere silah satışı, dönemin mevzuatı uyarınca Millî Savunma Bakanlığı ve ilgili hükümet makamlarının iznine tabidir. TBMM tutanaklarında, 1948 yılında Suriye, Mısır ve Pakistan için silah satış izni taleplerinin hükümet tarafından değerlendirildiği kayıtlıdır. Bu süreçte:
- Suriye ve Mısır için izin verilmediği,
- Pakistan için ihracat izni verildiği açık biçimde belirtilmiştir.
Bu veriler, Nuri Killigil’in dış ülkelere yönelik harp malzemesi ihracat faaliyetlerinin resmî kayıtlarda yer aldığını, bu süreçlerin hükümet tarafından kontrol edildiğini ve izinlerin ülke bazında ayrı ayrı verildiğini göstermektedir.
Üretim Kalemlerinin Filistin Cephesi ile Kesişen Yönleri
Sütlüce Fabrikası’nın üretim listelerinde, Orta Doğu’daki savaş ihtiyaçlarıyla doğrudan bağlantılı sayılabilecek şu ürünler yer almaktadır:
- Tabancalar,
- 81 mm havan mermileri,
- Uçak bombaları (250, 50, 10 ve 1 kg),
- Top ve uçaksavar mühimmatı,
- Tapalar.
Bu ürünler aynı dönemde hem Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçları için hem de ihracat süreçlerinde yer almıştır. İzmir Enternasyonal Fuarı’na gönderilen ürün listesinde bu harp malzemeleri ayrıntılı şekilde sayılmış ve üretimin çeşitliliği belgelenmiştir.
Filistin cephesiyle bağlantılı olarak, bu ürünlerin bir bölümünün Arap kuvvetlerinin talebi üzerine fabrikada hazırlandığı, sevkiyat için fabrikada yoğun bir üretim döneminin yaşandığı anlaşılmaktadır.
Sevkiyat Girişimlerinin Sütlüce Patlamasıyla Kesintiye Uğraması
1948–1949 döneminde yürütülen bu faaliyetler, 2 Mart 1949’da Sütlüce’de meydana gelen büyük patlama ile kesintiye uğramıştır. Patlamada fabrikanın büyük bir bölümü tamamen tahrip olmuş, üretim imkânı ortadan kalkmış ve sevkiyat hazırlıkları duranmış, mevcut harp malzemeleri enkaz altında kalmıştır.
Patlama sonrasında fabrikanın yeniden faaliyete geçirilememesi, dış ülkelere yapılacak sevkiyatları da fiilen durdurmuştur. Bu nedenle Filistin cephesine ilişkin üretim ve sevkiyat hazırlıkları Sütlüce patlamasıyla sonuçlanan süreç içinde tamamlanamamış, Nuri Killigil’in ölümüyle birlikte yürüttüğü dış satış bağlantıları da sona ermiştir.
Siyasi Kişiliği ve Türkçülük Faaliyetleri
Türkçülük Düşüncesi
Nuri (Killigil) Paşa’nın siyasal düşünce dünyası, askerlik hayatı boyunca görev yaptığı coğrafyalar ve temas ettiği çevrelerle bağlantılı olarak Türkçülük ve Turancılık ekseninde şekillenmiştir. Trablusgarp, Kafkasya ve Doğu Cephesi görevleri, özellikle de Kafkas İslam Ordusu Komutanlığı sırasında Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya’daki Müslüman–Türk topluluklarıyla kurduğu ilişkiler, bu yönelimin fiilî zeminini oluşturmuştur. Bakü, Gence, Karabağ ve Dağıstan hattında yürüttüğü askerî faaliyetler, onu yalnız Osmanlı sınırları içindeki değil, Osmanlı dışındaki Türk topluluklarıyla da temas hâline getirmiştir.
Cumhuriyet döneminde de bu çizgi devam etmiştir. İstanbul’a yerleşip sanayi ve ticaret alanında faaliyete başladıktan sonra, Türk dünyasıyla ilişkili isimlerle temaslarını sürdürmüştür. Çeşitli çalışmalarda, Zeki Velidi Togan, Kazım Taşkent, Cevat Rıfat Atilhan gibi Türkçü–Turancı fikirlere sahip isimlerin, Nuri Paşa’nın fabrikasını ziyaret edenler arasında sayıldığı ve bu çevreyle fikir alışverişi içinde bulunduğu belirtilmektedir.
Aynı metinlerde, Nuri Paşa’nın düşünce çizgisi için, “Türkçü ve Turancı fikirde olduğu” ifadesi kullanılmakta; buna karşılık etnik bir daraltmaya dayalı bir yaklaşım yerine, “Her ‘Türküm’ diyen Türktür.” sözünü kullandığı aktarılmaktadır. Bu ifade, Nuri Paşa’ya atfedilen Türk anlayışının kapsamını göstermesi bakımından siyasi ve fikrî kimliğiyle birlikte anılmaktadır.
Bu çerçevede Nuri Paşa’nın siyasi kişiliği, bir yandan Osmanlı son döneminde Kafkasya ve Kuzey Afrika sahalarındaki askerî görevleri, diğer yandan Cumhuriyet devrinde Türk dünyasıyla irtibatlı aydın ve subay çevreleriyle ilişkileri üzerinden Türkçülük ve Turancılıkla bağlantılı bir çizgide tanımlanmaktadır.
Teşkilat-ı Mahsusa İçindeki Yeri
Nuri Paşa’nın askerî kariyeri içinde yer alan bazı görevler, özellikle Trablusgarp ve Bingazi ile Kafkasya safhaları, Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyet alanlarıyla kesişmektedir. Trablusgarp Harbi sırasında Trablus, Derne, Bingazi, Tobruk, Homs ve Mısrata hattında yerli kuvvetlerin teşkilatlanması, gönüllü subayların sahaya intikali ve İtalyan birliklerine karşı yürütülen gerilla tipi muharebeler, dönemin gizli teşkilatlanma yapılarıyla iç içe yürütülmüştür.
Birinci Dünya Savaşı’nda Afrika Grupları Komutanlığı görevini üstlenmesi, Senusi hareketiyle koordinasyon içinde Mısır batı sınırı ve Libya içlerinde İngiliz ve İtalyan kuvvetlerine karşı yürütülen harekâtın sevk ve idaresini kapsamıştır. Bu çerçevede Trablusgarp, Fizan, Sudan ve Bingazi grupları, nizamiye birlikleriyle yerel mücahit kuvvetlerini bir araya getiren karma bir yapı hâlinde düzenlenmiş; kurmay başkanlığı ve ikmal–onarım şubeleriyle birlikte sahada otonom bir komutanlık teşkil edilmiştir.
Kafkasya safhasında ise, Kafkas İslam Ordusu Komutanı sıfatıyla Gence ve Bakü merkezli askerî harekât yürütmüş; yerli Azerbaycan birliklerinin teşkili, Karabağ ve Dağıstan’daki Müslüman kuvvetlerin örgütlenmesi ve Kuzey Kafkasya’daki komitelerle ilişkiler, gizli ve yarı resmî yapılanmalarla kesişmiştir. Kuzey Kafkasya Komitesi’nin, Dağıstan’da Türk ve Müslüman birliklerin komutasını Nuri Paşa’ya vermesi, bu tür teşkilatlanmalar içindeki yerini gösteren bir örnek olarak zikredilmektedir.
Teşkilat-ı Mahsusa ile olan bağ, doğrudan örgüt şemasını gösteren resmî bir listeyle değil, Trablusgarp, Afrika ve Kafkasya sahalarında yürütülen gizli ve yarı resmî nitelikli askerî-siyasi faaliyetlerin içinde yer alması ve bu faaliyetlerin Teşkilat-ı Mahsusa’nın görev alanıyla örtüşmesi üzerinden ortaya konulmaktadır.
II. Dünya Savaşı Yıllarında Alman Yetkililerle Görüşmeleri
Esir Türklerden Ordu Kurma Projesi
II. Dünya Savaşı yıllarında, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı yürüttüğü savaş sırasında çok sayıda Türk ve Müslüman kökenli Sovyet askeri Alman ordusuna esir düşmüştür. Bu esirlerin bir kısmının, Almanya’nın kontrolünde Türk veya Türkistan birlikleri hâlinde teşkil edilmesi fikri, savaşın ilerleyen safhalarında gündeme gelmiştir.
Bu bağlamda, Nuri Paşa’nın Berlin’e giderek Alman askerî ve siyasi makamlarıyla görüştüğü, esir Türklerden bir ordu veya birlikler teşkil edilmesi konusunu ele aldığı belirtilmektedir. Görüşmelerin çerçevesi, Almanya’nın elindeki Türk ve Müslüman esirlerden oluşturulacak birliklerin, Doğu cephesinde veya Orta Asya istikametinde kullanılmasına ilişkindir.
Çalışmalarda, bu teşebbüsün yalnız askerî değil, aynı zamanda Türk dünyasıyla ilgili siyasi hedeflerle bağlantılı olduğu, Nuri Paşa’nın yeni bir Türk ordusu veya lejyonu fikri üzerinde durduğu ve bu maksatla Alman yetkililerle müzakerelerde bulunduğu kaydedilmektedir.
Müzakerelerin Kesilme Süreci
Almanya ile yapılan temaslar, savaşın gidişatı ve taraflar arasındaki beklentiler nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Esir Türklerden teşkil edilecek birliklerin statüsü, sevk ve idaresi, hangi cephede ve hangi siyasi hedefler doğrultusunda kullanılacağı gibi konularda tam bir mutabakata varılamadığı; ayrıca savaşın ilerleyen yıllarında Almanya’nın askerî durumunun değişmesi üzerine bu projenin fiilen rafa kalktığı ifade edilmektedir.
Mevcut bilgiler, Nuri Paşa’nın II. Dünya Savaşı sırasında yürüttüğü bu girişimlerin, Berlin’de yapılan görüşmeler ve esir Türklerden birlik teşkiline dair tasarı düzeyinde kaldığını, sahada fiilen uygulanmış kalıcı bir askerî yapılanmaya dönüşmediğini göstermektedir.
Sütlüce Patlaması ve Ölümü (2 Mart 1949)
Patlamanın Perçekleşme Biçimi
Nuri (Killigil) Paşa, İstanbul Sütlüce’de kurduğu madeni eşya ve silah fabrikasında, 2 Mart 1949 tarihinde meydana gelen patlama sonucu hayatını kaybetmiştir. Patlama, saat 16.50 sıralarında gerçekleşmiş ve fabrikanın büyük kısmını tahrip etmiştir.
Olay günü, fabrikanın bazı bölümlerinde yangın çıktığı, yangının özellikle kimyevî maddelerin bulunduğu kısımlarda etkili olduğu, işçilerin büyük bölümünün dışarı çıkarıldığı, Nuri Paşa’nın ise patlayıcı maddelerin depolandığı kısma yöneldiği belirtilmektedir. Kısa bir süre sonra bu depolarda bulunan infilak maddelerinin yanmakta olan bölüme sirayeti sonucunda güçlü bir patlama meydana gelmiş, patlamayla birlikte fabrika binası çökmüş, makine ve tezgâhların büyük kısmı kullanılamaz hâle gelmiştir.
Patlamanın şiddeti, yalnız fabrika binasını değil, Haliç çevresindeki yapıları da etkilemiş; çevredeki binalarda sarsıntı ve cam kırılmaları meydana gelmiş, olay kısa sürede İstanbul kamuoyuna yansımıştır.
Cesedin Bulunamaması
Patlama sonrasında enkazda yapılan aramalarda Nuri Paşa’nın bütün hâlde bir cesedine ulaşılamamıştır. Olay yerinde kendisine ait olduğu tespit edilen bazı kişisel eşyalar bulunmuş, ancak bedeninin tamamı tespit edilememiştir.
Patlama sonrasında Haliç’te yapılan aramalarda, vücuduna ait olduğu bildirilen bir parçaya patlamadan yaklaşık on gün sonra ulaşılmıştır. Bu bulgu, ölümün resmen tespiti bakımından esas alınmış; buna rağmen cesedin tamamına ulaşılamadığı için klasik anlamda bir cenaze töreni icra edilememiştir.
Defin işlemi, bu şartlar altında gerçekleştirilmiştir. İlgili anlatımlarda, cenaze merasimi sırasında tabutun içinde bütün bir naaşın bulunmadığı, defin işleminin sembolik nitelik taşıdığı ifade edilmektedir.

Şehit Nuri Paşa'ya Saygı Duruşu (Atilla Oral Arşivi)
Kaza–Sabotaj İhtimalleri
Sütlüce’de 2 Mart 1949’da meydana gelen patlamanın sebebi, resmî kayıtlarda “sebebi kesin olarak tespit edilemeyen bir infilak” olarak yer almıştır. Patlamanın ardından yapılan teknik incelemelerde, fabrikanın kimyevî maddelerle çalışan bölümlerinde başlayan yangının, patlayıcı maddelerin depolandığı kısma sirayet etmesiyle büyük bir infilaka yol açtığı yönünde tespitler bulunmakla birlikte, olayın kesin nedeni hakkında bağlayıcı bir sonuç raporu ortaya konmamıştır.
Sonraki yıllarda kaleme alınan bazı metinlerde, patlamanın kaza sonucu meydana gelmiş olabileceği, bazı çalışmalarda ise sabotaj ihtimalinin gündeme getirildiği belirtilmektedir. Bununla birlikte, bu tür sabotaj iddialarını doğrulayacak mahiyette resmî belge veya yargı kararı gösterilmemektedir. Mevcut bilgiler, patlamanın resmî kayıtlarda kesin sebebi belirlenememiş bir olay olarak geçtiğini ortaya koymaktadır.
Patlamadan Sonraki Soruşturmalar
Patlama sonrasında adlî ve idarî merciler tarafından olayla ilgili soruşturma başlatılmış, fabrika enkazında teknik incelemeler yapılmış, tanıkların ifadeleri alınmıştır. İncelemeler sırasında, fabrikada kullanılan kimyevî maddelerin cinsi, patlayıcı depolarının durumu, yangının başlamasında ve patlamaya dönüşmesinde rol oynayan unsurlar üzerinde durulmuştur.
Yapılan incelemelerin sonucunda olay, “fabrikada meydana gelen patlama” şeklinde resmî kayıtlara geçirilmiş; soruşturma evrakında, patlamanın kaynağına ilişkin kesin bir tespitten ziyade, yangın ve infilakın zincirleme biçimde geliştiğine dair teknik gözlemler yer almıştır. Patlama ile ilgili cezai sonuç doğuracak nitelikte açık bir kast veya dış müdahale yönünde delil ortaya konamamış, dosya bu çerçevede tamamlanmıştır.
Patlamanın ardından fabrikanın üretim faaliyeti tamamen durmuştur. Sütlüce’deki bina, patlama sonucu kullanılamaz hâle geldiği için yeniden faaliyete geçirilmemiş; silah ve mühimmat imalatı ile ilgili çalışmalar bu tarihten sonra aynı çatı altında devam ettirilememiştir.
Defin Süreci ve Mezarının Yıllar Sonra Onarılması
Nuri Paşa’nın ölüm tarihi resmî kayıtlarda 2 Mart 1949 olarak yer almakta; ölüm yeri Sütlüce’deki fabrika olarak gösterilmektedir. Patlamadan sonra cesedin bütününe ulaşılamaması nedeniyle cenaze töreni olağan usullerin dışında gerçekleşmiş; anlatımlarda, defin günü için cenaze namazının fiilen kılınmadığı ifade edilmiştir.

Nuri Paşa'nın Cenazesinin Kılınmayacağını Bildiren Gazete Küpürü (Atilla Oral Arşivi)
Nuri Paşa için hazırlanan mezar, İstanbul Edirnekapı Şehitliği’nde bulunmaktadır. Mezar, uzun yıllar boyunca herhangi bir kapsamlı tadilat veya onarım görmeden aynı şekilde kalmış; mezar taşında ve çevresinde zamanla tahribat meydana gelmiştir.
2016 yılında, mezarın onarılması ve çevre düzenlemesinin yapılması amacıyla bir çalışma başlatılmıştır. Bu çerçevede kabir taşı yenilenmiş, mezar çevresi düzenlenmiş, Edirnekapı Şehitliği’nde Nuri Paşa için ayrı bir tören icra edilmiştir. Törende, daha önce kılınmadığı belirtilen cenaze namazı telafi edilmek üzere yeniden kılınmış; Nuri Paşa’nın kabrine Bakü ve Kastamonu’dan getirilen topraklar serpilmiştir.
Onarım ve anma programına, Türkiye’den ve Azerbaycan’dan çeşitli resmî ve sivil temsilciler ile vatandaşlar katılmış; tören sırasında Nuri Paşa’nın Trablusgarp, Kafkasya ve Cumhuriyet dönemi faaliyetlerine değinilmiş, Edirnekapı Şehitliği’ndeki mezarı bu tarihten itibaren daha düzenli bir görünüm ve ziyaret imkânına kavuşmuştur.
Nuri Killigil'in Hatırasına Dair (T.C. İletişim Başkanlığı)
Mirası
Nuri Killigil’in mirası, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde üstlendiği askerî görevler ile Cumhuriyet devrinde yürüttüğü sanayi faaliyetlerinin bütününe dayanmaktadır. Kafkas İslam Ordusu Komutanı olarak 1918’de Bakü ve çevresinde yürüttüğü harekât, Azerbaycan tarih yazımında yer alan kalıcı bir unsur hâline gelmiş; Türkiye–Azerbaycan ilişkilerinde tarihsel bir referans noktası oluşturmuştur. Cumhuriyet döneminde Zeytinburnu ve Sütlüce’de kurduğu fabrikalarda tabanca, havan, uçak bombası, tapa ve çeşitli mühimmat türlerinin üretimi, erken dönem yerli savunma sanayisi girişimleri içinde özel sektörün temsil edildiği örnekler arasında sayılmıştır. Bu tesislerdeki üretim programı, hem Millî Savunma Bakanlığı siparişlerini hem de dış ülkelere yönelik satış ve sevkiyat girişimlerini kapsamış; Karaburun’daki cıva madeni işletmesi bu sanayi faaliyetlerini tamamlayıcı nitelikte olmuştur. 1949’da Sütlüce’de meydana gelen patlama sonucu hayatını kaybetmesiyle faaliyetleri sona ermiş olsa da, Türkiye’nin savunma sanayisi tarihindeki konumu ve Kafkasya’daki askerî rolü, biyografik ve tarihsel çalışmalarda müstakil başlıklar altında anılmaya devam etmektedir.



