Osmanlı Devleti, yalnızca siyasi ve askerî kurumlarıyla değil, sosyal bilimlerde oluşturduğu güçlü gelenekle de dikkat çeker. Medreseler aracılığıyla gelişen bu bilgi sistemi, İslam düşünce mirasını devralarak felsefe, kelam, mantık, psikoloji ve hukuk alanlarında özgün katkılar üretmiştir. Osmanlı düşüncesinin temelinde, bu disiplinler arasında kopukluk değil, bütünlük vardır. Bu nedenle Osmanlı sosyal bilimleri hem teorik hem de pratik boyutlarıyla toplumsal düzeni şekillendiren önemli bir zemin sunmuştur.
Bilim, hakikatin soyut bir arayışı olarak değil; aynı zamanda bir “problem çözme faaliyeti” olarak da tanımlanır. Osmanlı filozofları toplumun karşılaştığı meseleleri çözmek için yöntem geliştirmiş ve bu yöntemler epistemolojik ve ontolojik kriterlerle şekillenmiştir. Bilim-hakikat ilişkisi, metodolojik ilkeler ve paradigma anlayışı çerçevesinde değerlendirilmiş; hangi bilginin “bilim” sayılacağı tarihsel bağlamda tartışılmıştır. Bilimin bir problem çözme faaliyeti olarak tanımlanmış olması ve bu açıdan toplum yaşantısında hayat bulması sosyal bilimlerin etkinliğini ispatlar niteliktedir.
Osmanlı Düşüncesinde Felsefe
Felsefe, Osmanlı düşünce dünyasında rasyonel sorgulamanın merkezinde yer almıştır. İslam filozoflarının (Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd) mirası Osmanlı âlimlerince yorumlanarak özellikle Hocazade ve Ali Tûsî arasındaki Tehâfüt tartışmaları, felsefenin Osmanlı medreselerinde nasıl canlı bir şekilde işlendiğini göstermektedir.【1】 Bu tartışmalar, felsefe ile kelam arasında derin bir diyalog zemini de oluşturmaktadır.
Osmanlı düşünce dünyasında Farabi’nin etkisi sosyolojik açıdan gözlemlenebilmektedir. Farabi'nin ilimleri tasnif ederken “medeni ilimler” kavramına yer vermesi dikkat çekicidir; toplumsal hayatın, iradi fiillerin ve davranışların incelenmesini bu ilimler arasında görmesi, felsefe ile sosyal bilimlerin Osmanlı düşüncesinde nasıl iç içe geçtiğini ortaya koymaktadır.【2】
Osmanlı'da felsefe alanında tartışan düşünürlerin tasviri. (Görsel yapay zekâ ile oluşturulmuştur.)
Osmanlı’da felsefe, yalnızca teorik değil, aynı zamanda toplumsal düzeni güçlendiren bir araçtır. Medreselerde okutulan metafizik, ahlak ve siyaset felsefesi dersleri, bireyin ahlaki sorumlulukları ile toplumun adalet anlayışını bütünleştirmiştir. Böylece felsefe, kelamın teolojik temellerini desteklerken hukukun rasyonel altyapısına da katkı sağlamıştır.
Osmanlı filozofları toplumun karşılaştığı meseleleri çözmek için yöntem geliştirmiş ve bu yöntemler epistemolojik ve ontolojik kriterlerle şekillenmiştir. Bilim-hakikat ilişkisi, metodolojik ilkeler ve paradigma anlayışı çerçevesinde değerlendirilmiş; hangi bilginin “bilim” sayılacağı tarihsel bağlamda tartışılmıştır. Bilim tarihi ile felsefe arasındaki bağ, özellikle “bilimin ne olduğu” sorusu üzerinden şekillenmektedir. Bilim yalnızca teknik yöntemlerin toplamı değil, aynı zamanda ontolojik ve epistemolojik esaslara dayalı bir etkinlik olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle bilim tarihinin, bilim felsefesinden bağımsız bir şekilde ele alınması eksik kalır; çünkü “bilim nedir?” ve “bilim nasıl yapılmıştır?” soruları birbirinden ayrı düşünülemez.
Osmanlı Düşüncesinde İslam İnanç Esasları: Kelam
Kelam ilmi, Osmanlı düşüncesinde akıl ile vahiy arasındaki ilişkinin düzenlenmesinde belirleyici bir yere sahiptir. Bilim tarihine dair tartışmalarda vurgulanan noktalardan biri, kelamın yalnızca teolojik bir savunma aracı değil, aynı zamanda bilgi felsefesinin taşıyıcısı olmasıdır. “Hakikat” ve “bilgi” kavramları, kelamî zeminde epistemolojik bir bağlam kazanmış; bu sayede Osmanlı entelektüel geleneğinde kelam, felsefe ile sürekli bir etkileşim içinde kalmıştır.
Osmanlı'da İslam inanç esaslarını tasvir eden bir minyatür. (Görsel yapay zekâ ile oluşturulmuştur.)
Kelam, Osmanlı düşünce sisteminin en önemli disiplinlerinden birisidir. Hocazade’nin Gazali’nin Tehâfütü’l-Felâsife’sine【3】 karşı kaleme aldığı reddiyeler, felsefi sorgulamanın İslam’ın temel inanç esaslarıyla nasıl uyumlu hale getirildiğini göstermektedir. Bu durum, Osmanlı kelamcılarının hem dini inançları korumak hem de rasyonel açıklamalar geliştirmek için felsefeyle sürekli etkileşim içinde olduklarını ortaya koymaktadır.
Osmanlı Düşüncesinde Mantık İlmi
Mantık, Osmanlı medrese sisteminde en temel derslerden birisi olmuş; düşüncenin ve ilmin yöntembilimi olarak görülmüştür. Aristo ve Farabi’den miras alınan mantık anlayışı, yalnızca teorik akıl yürütme için değil, aynı zamanda bütün ilimler için yöntemsel bir omurga işlevi görmüştür. Mantık, kelamcıların argümanlarını güçlendirmek, fıkıhçıların (hukukçuların) doğru çıkarımlara ulaşmasını sağlamak ve felsefi tartışmaları sistematik hale getirmek için kullanılarak, bilginin hakikatle uyumlu olabilmesi için gerekli bir disiplin olarak kabul edilmiştir.
Medrese müfredatında mantığın merkezi rolü, Osmanlı’da bilgi üretiminin rastgele değil, belirli kurallara bağlı olarak geliştiğini göstermektedir. Mantığın ders programlarındaki ağırlığı, Osmanlı’nın bilimsel geleneğinde “usul ve yöntem”e verilen önemi ortaya koyar. Ayrıca mantık derslerinde yalnızca kıyas ve tanım yöntemleri değil, aynı zamanda tartışma ve delillendirme teknikleri de öğretilmiştir.
Mantık, hem felsefe hem de kelam için metodolojik bir çerçeve sunduğu gibi, hukuk ve psikoloji gibi disiplinlerde de akıl yürütmenin en önemli dayanağı olmuştur. Paradigma ve problem çözme faaliyetinin mantıksal temelleri, Osmanlı bilgi kültüründe bilimin meşruiyetini sağlamada önemli rol oynamıştır.
Mantık ilmiyle ilgilenen bir düşünür tasviri. (Görsel yapay zekâ ile oluşturulmuştur.)
İlmü’n-Nefs: Psikoloji
Osmanlı’da “ilmü’n-nefs” adı altında insan ruhunun yapısı, aklın işleyişi, duygular ve ahlaki gelişim üzerine çalışmalar yapılmıştır. Bu alan, hem felsefenin hem de tasavvufun etkisiyle şekillenmiş, insanın nefsini kontrol etmesi, ahlaki kemale ulaşması ve toplum içinde erdemli birey olması kaygılarını taşımıştır. Osmanlı filozofları insanın ruhsal yapısını hem dini hem de felsefi çerçevede anlamlandırmaya çalışmış, böylece bireysel düzeydeki psikolojik çözümlemeler toplumsal düzenin anlaşılmasıyla birleşmiştir.
Osmanlı toplumunda ruh sağlığı, yalnızca tıbbî değil, aynı zamanda holistik bir bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Dârüşşifâ ve bîmâristan gibi kurumlarda ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde yalnızca ilaç değil, mimari düzenlemeler, su sesi, doğa ile temas, sağlıklı beslenme, müzik, koku ve aromaterapi gibi unsurlar da tedaviye dâhil edilmiştir. Bu uygulamalar, ruh-beden bütünlüğünü gözeten çok yönlü bir yaklaşımın ürünüdür.
Osmanlı'da ruh sağlığı alanında yapılan çalışmalar ve tedavi görenlerin tasviri. (Görsel yapay zekâ ile oluşturulmuştur.)
Psikoloji, Osmanlı düşünce geleneğinde bağımsız bir disiplin olmasa da, felsefe, kelam ve tıpla güçlü bir ilişki içinde varlığını sürdürmüştür. Bu bağlamda felsefenin ve kelamın epistemolojik tartışmaları birlikte ele alınarak, insanın hakikat arayışındaki konumu tartışılmıştır. Aynı zamanda bireyin iç dünyası açıklanırken, hukuk ve kelamla bağlantı içinde çalışılmıştır. Çünkü psikoloji insanın iradesi, sorumlulukları ve davranışları açısından hukukun işleyişini, ahlaki öğretiler ve inanç esasları açısından kelamın toplumsal işleyişini kapsayan ve etkileyen bir alandır.
Osmanlı'da Hukuk Sistemi
Osmanlı’da hukuk, sosyal bilimlerin en pratik ve toplum düzenini belirleyen alanıydı. Hukuk sistemi, şer‘î (İslam hukukuna dayalı) ve örfî (devletin koyduğu kanunlar) boyutlarıyla dengelenmişti. Bu yapının temelinde “adalet” ilkesi yer aldı. Osmanlı’da adalet, yalnızca hukuki bir kavram değil, devletin meşruiyetini sağlayan temel bir dinamikti.
Hukuk, Osmanlı toplumunda yalnızca ceza ve mülkiyet ilişkilerini düzenlemekle kalmamış; ahlaki ve sosyal düzenin de taşıyıcısı olmuştur. Adaletin sağlanması, bireylerin haklarının korunması kadar toplumun bütünlüğünü de garanti altına alıyordu. Bu noktada adalet, yalnızca mahkeme kararlarında değil, aynı zamanda yönetim pratiğinde, vergi düzeninde ve sosyal yardımlaşma mekanizmalarında da görünür hale gelmiştir.
Osmanlı'da hukuk ihtisası yapan talebelerin tasviri. (Görsel yapay zekâ ile oluşturulmuştur.)
Hukukun teorik temeli felsefe ve kelamdan beslenirken, mantık yoluyla sistematize edilmiştir. Psikolojinin birey davranışlarına dair sunduğu kavrayış da, hukukçuların toplumsal düzenlemeleri daha gerçekçi yapmalarına katkı sağlamıştır. Bu bütünlük, Osmanlı’da sosyal bilimlerin birbirinden kopuk değil, tamamlayıcı disiplinler olarak geliştiğini ortaya koymaktadır.
Disiplinlerarası Bilgi Mirası
Osmanlı’da sosyal bilimler, bütüncül bir entelektüel sistemin parçaları olarak gelişmiştir. Felsefe, insan ve toplum üzerine akıl yürütmeyi sağlarken; kelam, dini inançların rasyonel savunusunu üstlenmiştir. Mantık, bu iki alanın sistematik yöntemini oluşturmuştur. Psikoloji, bireyin davranışlarını ve ruhsal yönünü toplumsal düzenle ilişkilendirmiş; hukuk ise tüm bu birikimi adalet merkezli bir toplumsal yapıya dönüştürmüştür.
Bu disiplinler arasındaki bağlantı, Osmanlı’nın sosyal bilimlerdeki başarısının tesadüf değil, köklü bir geleneğin ürünü olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Osmanlı’da sosyal bilimler, hem geçmişteki entelektüel mirası geleceğe taşıyan hem de günümüz sosyal bilimlerine ilham veren bir zenginliktir.
Osmanlı'da bir filozof. (Görsel yapay zekâ ile oluşturulmuştur.)