KÜRE LogoKÜRE Logo
Ai badge logo

Bu madde yapay zeka desteği ile üretilmiştir.

Otoriter Popülizm

Siyaset Ve Uluslararası İlişkiler+2 Daha
fav gif
Kaydet
kure star outline
square_format_no_text_a_large_crowd_gathered_in_a_public_square_with_a_powerful_leader_figure_addre_6ykglxb08xvonjs7zay8_1.png

Otoriter Popülizm (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur)

Temel Stratejiler
Lider KültüGüçler Ayrılığının ZayıflatılmasıDüşman OluşturmaMedya KontrolüKutuplaştırma.
İlk Kavramsallaştırma
Stuart Hall tarafından 1980'lerde Margaret Thatcher'ın iktidarını (Thatcherizm) tanımlamak için kullanıldı.
Örnekler
Margaret Thatcher (Birleşik Krallık)Viktor Orbán (Macaristan)Jair Bolsonaro (Brezilya)FilipinlerPolonyaHindistan.
Demokrasiyle İlişkisi
Demokrasiyi seçimlere indirgerliberal demokratik kurumları ve hukukun üstünlüğünü zayıflatırtoplumsal kutuplaşmayı derinleştirir.

Otoriter popülizm, siyaset biliminde, demokratik süreçler aracılığıyla iktidara gelen yönetimlerin zaman içerisinde otoriter eğilimler göstermesi ve buna rağmen toplumdaki desteğini koruması ya da artırması ile tanımlanan bir olgu olarak ele alınmaktadır. Bu kavram, özellikle seçimle iş başına gelen liderlerin ve partilerin demokratik meşruiyetlerini temel alarak siyasal gücü merkezileştirmeleri, kurumsal denetim mekanizmalarını zayıflatmaları ve muhalefetin etkisini sınırlamaları sürecine işaret eder. Otoriter popülizm uygulamalarında, güçler ayrılığı ilkesi giderek işlevsiz hâle gelirken, yürütme erkinin yasama ve yargı üzerindeki etkisi artar. Bu durum, hem hukukun üstünlüğünün gerilemesine hem de demokratik kurumların bağımsızlığının tartışmalı hâle gelmesine neden olmaktadır.


Bunun yanı sıra, otoriter popülist yönetimler lider kültünü öne çıkararak bireysel karizmaya dayalı bir siyasal meşruiyet biçimini teşvik eder. Lider, kendisini “halkın gerçek temsilcisi” olarak sunar ve çoğu zaman toplumu “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden kutuplaştırıcı bir söylemle yönetir. Bu söylem, destekçilerin bağlılığını güçlendirirken, muhalif kesimlerin dışlanmasına ve siyasal alanda daha derin ayrışmalara yol açabilir.


Siyaset bilimciler, otoriter popülizmin yalnızca belirli bölgelerde değil, küresel ölçekte yükselişte olduğunu vurgulamaktadır. Bu eğilim, farklı kıtalarda farklı tarihsel ve toplumsal koşullarda gözlemlenebilmekte, ancak temel özellikleri itibarıyla benzerlik göstermektedir. Akademik literatürde, otoriter popülizmin liberal demokrasiler için ciddi bir tehdit oluşturduğu, demokratik standartların gerilemesine yol açtığı ve uzun vadede toplumsal uzlaşma kültürünü zayıflattığı yönünde görüşler dile getirilmektedir.

Tarihsel Kökenler ve Kavramsallaştırma

Otoriter popülizm kavramı, siyaset bilimi literatüründe ilk kez 1980’li yıllarda tartışılmaya başlanmıştır. Bu alanda öncü çalışmalardan birini gerçekleştiren düşünür Stuart Hall, kavramı özellikle Birleşik Krallık’ta Margaret Thatcher liderliğindeki muhafazakâr hükümetin politikalarını analiz ederken gündeme getirmiştir. Hall, 1980’lerin başında Thatcher’ın uyguladığı neoliberal ekonomik reformlar ile toplumsal tabanını konsolide etme biçimlerini birlikte ele almış ve bu süreçte otoriter popülizm kavramının açıklayıcı gücüne dikkat çekmiştir.


Thatcher hükümeti, bir taraftan işçi sınıfının ekonomik, kültürel ve politik haklarını sınırlayan neoliberal politikalar yürürlüğe koyarken, diğer taraftan tam da bu kesimlerden kayda değer bir toplumsal destek sağlamayı başarmıştır. Hall’un analizine göre bu çelişkili durum, popülizmin duygusal ve ideolojik araçları ile açıklanabilir. Thatcher, milliyetçilik, vatanseverlik ve geleneksel değerler gibi popüler-milliyetçi söylemleri etkin biçimde kullanarak toplumun farklı kesimlerini kendi siyasal projesine dâhil etmiştir. Özellikle 1982 Falkland Savaşı, birlik ve yurtseverlik söylemlerini güçlendiren bir kırılma noktası olmuş, bu atmosferde Thatcher yönetimi iç politikada yaşanan büyük madenci grevleri gibi olayları bir tür “iç düşman” tehdidi üzerinden konumlandırmıştır. Böylece, ekonomik çıkarları iktidarın uygulamalarıyla çelişmesine rağmen, işçi sınıfının önemli bir bölümü hükümete destek vermeye devam etmiştir.


Hall, bu olguyu açıklarken Louis Althusser’in “çağırma” (interpellation) kavramına başvurmuştur. Althusser’e göre kapitalist sistem, normal koşullarda bireyin özerkliği üzerine inşa edilmiş gibi görünse de, kriz dönemlerinde toplumsal bütünlüğü sağlamak amacıyla “millet”, “halk” ve “vatanseverlik” gibi kolektif ve duygusal kategorileri devreye sokar. Bu ideolojik çağrı, bireyleri kendi özgül sınıfsal çıkarlarından uzaklaştırarak hâkim ideolojiye yönlendirir. Eğer bu hâkim ideolojiye karşı bir alternatif geliştirilmemişse, kitleler bu çağrıya direnemez. Hall, Thatcherizm’in başarısını, işçi sınıfının milliyetçi ve muhafazakâr değerler aracılığıyla yeniden konumlandırılmasına ve bu yolla hegemonik bir iktidar tarzının kurulmasına bağlamıştır.


Thatcher’ın muhafazakâr Viktoryen değerleri “sağduyunun şaşmaz ölçütleri” olarak sunması, özellikle alt-orta sınıflar ve işçi sınıfının belirli bir kesiminde güçlü bir karşılık bulmuştur. Böylece, ekonomik çıkarları ile siyasal tercihler arasındaki çelişkiler ideolojik düzeyde dengelenmiş ve iktidarın sürekliliği sağlanmıştır. Thatcher’ın 1985 yılında “Tarihî olarak ‘Thatcherizm’ iltifat olarak görülecektir” sözleri, bu siyasal tarzın yalnızca dönemsel bir olgu değil, geleceğe uzanan bir potansiyel taşıdığını göstermesi bakımından önemlidir. Nitekim 2000’li yıllarda farklı ülkelerde Thatcherizm’in çeşitli versiyonlarının siyasal sahnede popüler hâle gelmesi, Hall’un analizini doğrulayan bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.

Otoriter Popülizm ve Demokrasi İlişkisi

Otoriter popülizm ile demokrasi arasındaki gerilim, 21. yüzyıl siyasetinin en önemli çatışma eksenlerinden biri hâline gelmiştir. Otoriter popülistler, demokrasiyi genellikle seçim kazanmaktan ibaret bir süreç olarak görürler. Seçimleri kazandıktan sonra, "milli irade" adına hareket ettiklerini iddia ederek ülkeyi istedikleri gibi yönetme hakkına sahip olduklarına inanırlar. Bu anlayış, liberal demokrasinin temelini oluşturan güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler gibi ilkeleri göz ardı eder. Aksini savunanlar, "milli iradeye ihanet etmekle" suçlanır.


Bu rejimler, neo-liberal politika araçlarını da kullanarak kendilerine yakın buldukları kişi ve kesimleri kollarken, diğerlerini kaynaklardan ve fırsat eşitliğinden mahrum bırakır. Bu durum, toplumsal gerilimlerin ve çatışmaların daha da tırmanmasına neden olur. Günümüzde otoriter popülist partiler ve iktidarlar, sadece kendi ülkelerinde faaliyet göstermekle kalmaz, aynı zamanda uluslararası düzeyde ittifaklar kurarak birbirleriyle fikir, görüş ve deneyim alışverişi yaparlar. Hatta müttefiklerini desteklemek amacıyla başka ülkelerin iç siyasetine müdahale edebilirler. Bu nedenle, popülistlerle demokrasiyi savunanlar arasındaki mücadele küresel bir nitelik kazanmış ve otoriter popülizm, dünya barışı ve istikrarı için büyük bir tehdit hâline gelmiştir.

Temel Özellikleri ve Stratejileri

Otoriter popülist rejimler, farklı coğrafyalarda ve tarihsel bağlamlarda ortaya çıksalar da, belirgin ortak özellikler ve tekrarlayan siyasal stratejiler sergiler. Bu rejimlerin en karakteristik yönü, iktidara demokratik yollarla geldikten sonra gücü merkezîleştirme, denetim mekanizmalarını zayıflatma ve toplumsal desteği sürdürmek için kutuplaştırıcı söylemler kullanma eğiliminde olmalarıdır. Siyasal literatürde, bu eğilimlerin hem demokratik kurumların işleyişini aşındırdığı hem de hukukun üstünlüğünü tartışmalı hâle getirdiği vurgulanmaktadır.

Güçler Ayrılığının Ortadan Kaldırılması

Otoriter popülizmin en belirgin özelliklerinden biri, güçler ayrılığı ilkesinin sistematik biçimde ortadan kaldırılmasıdır. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki denge ve denetim mekanizmaları zayıflatılarak fiili bir güçler birliği tesis edilir. Bu süreçte özellikle yargı, yürütmenin bir uzantısına dönüştürülür; yargı mensupları bağımsız aktörler olmaktan çıkarılarak iktidarın politik ajandasını uygulayan bürokratlar gibi davranmaya zorlanır. Böylece hukukun üstünlüğü zedelenir ve liderin ya da iktidar partisinin kararları sorgulanamaz hâle gelir. Muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları üzerindeki baskı artar, kamusal tartışma alanı daraltılır.

Lider Kültü ve Mesih İnancı

Otoriter popülist rejimlerde lider figürü siyasetin mutlak merkezine yerleştirilir. Lider, yalnızca bir siyasal aktör değil, aynı zamanda sembolik ve ideolojik bir figür hâline gelir. Macaristan’da Viktor Orbán bu lider tipinin önemli örneklerinden biri olarak görülür. Bu modelde liderin kararlarının sorgulanmaması beklenir; bürokrasi ve danışman kadrolar yalnızca bu kararları uygulayan ikincil aktörlere indirgenir. Brezilya’da Jair Bolsonaro örneğinde görüldüğü gibi, lider bazen kendisini ülkeyi krizlerden kurtaracak bir “Mesih” konumunda sunar. Bu söylem, özellikle dini topluluklar veya muhafazakâr tabanlar nezdinde güçlü bir yankı uyandırır. Lider, “iyi” ile “kötü” arasındaki mücadelenin rehberi olarak takdim edilir ve bu kişisel liderlik algısı kitle mobilizasyonunun temel araçlarından biri hâline gelir.

Düşman Oluşturma ve Kutuplaştırma

Otoriter popülist liderlerin sıklıkla başvurduğu stratejilerden biri de toplumsal desteği güçlendirmek amacıyla sürekli “düşman” figürleri üretmektir. Bu düşmanlar kimi zaman muhalefet partileri, gazeteciler, aydınlar ya da akademisyenler olurken, kimi zaman etnik veya dini gruplar da hedef alınır. Thatcher’ın madencileri “iç düşman” olarak konumlandırması ya da Bolsonaro’nun siyasi muhalifleri “suçlu” ilan etmesi bu stratejinin örnekleri arasında sayılabilir. Bu tür bir antagonizma, toplumu kutuplaştırarak liderin kendisini “halkın gerçek temsilcisi” olarak sunmasını kolaylaştırır. Aynı zamanda muhalif sesler “hain”, “yabancı” veya “tehlikeli” olarak damgalanarak siyasal alanın dışına itilmek istenir.

Medya Kontrolü ve Propaganda

Basın özgürlüğü, otoriter popülist rejimlerde en hızlı şekilde hedef alınan kurumlardan biridir. Muhalif medya kuruluşları ekonomik baskılar, yasal yaptırımlar veya siyasi müdahaleler aracılığıyla susturulur; bazıları iktidar yanlısı sermaye gruplarına devredilir. Bu süreç sonunda medyanın geniş bir bölümü hükümet kontrolü altına girer. Tek yönlü bir propaganda mekanizması kurularak kamuoyunun sürekli olarak iktidar söylemlerine maruz kalması sağlanır. Alternatif bilgi kaynaklarına erişimin kısıtlanması, seçmenlerin eleştirel düşünme kapasitesini azaltır ve iktidarın her seçimde avantajlı konumda kalmasına imkân verir.

Toplum Mühendisliği ve Değerler Siyaseti

Otoriter popülist iktidarlar, yalnızca devlet aygıtı üzerinde değil, toplumsal yapı üzerinde de dönüştürücü bir etki kurmayı amaçlar. Bu süreç, literatürde “toplum mühendisliği” olarak tanımlanır. Burada “değerler” siyasetin en önemli aracı hâline gelir. Sosyal teorisyen Richard Sennett’in belirttiği gibi, “değer” kavramı oldukça muğlak bir içerik taşır ve siyasal manipülasyona açık bir niteliktedir. Otoriter popülistler, “milli ve manevi değerler” ya da “aile yapısı” gibi söylemleri kullanarak kendi politikalarını meşrulaştırır. Bu değerlere uymayan gruplar ise “yozlaşmış” veya “yabancı” olarak etiketlenir. Böylece toplumsal kimlikler üzerinde ideolojik bir homojenlik oluşturulmaya çalışılır ve iktidarın hegemonik konumu pekiştirilir.

Dünyadan Örnekler ve Stratejiler

Otoriter popülizm, yalnızca belirli bir bölgeye özgü bir olgu olmayıp, dünyanın farklı coğrafyalarında benzer dinamiklerle ortaya çıkmaktadır. Kavramın siyasal literatürde görünürlük kazanmasında 1980’lerde İngiltere’de Margaret Thatcher döneminin özel bir yeri olmakla birlikte, bu yönetim tarzı özellikle 21. yüzyılda küresel ölçekte yaygınlık kazanmıştır. Macaristan’da Viktor Orbán, Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), Filipinler’de Rodrigo Duterte, Hindistan’da Narendra Modi, Brezilya’da Jair Bolsonaro ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump, otoriter popülizmin farklı biçimlerdeki tezahürleri arasında sayılmaktadır. Bu örneklere ek olarak Endonezya, Güney Afrika ve Tayland gibi ülkelerde de benzer eğilimlerin gözlemlenmesi, olgunun küresel bir siyasal trend hâline geldiğini göstermektedir.


Macaristan’da Orbán yönetimi, “illiberal demokrasi” kavramını öne çıkararak, demokratik kurumların biçimsel varlığını sürdürürken içerik bakımından otoriter bir yönetime evrilmenin tipik örneklerinden birini sunmaktadır. Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi, özellikle yargı reformları üzerinden güçler ayrılığını zayıflatmış ve medya alanında yoğun kontrol mekanizmaları kurmuştur. Filipinler’de Duterte, organize suçla mücadele ve uyuşturucu karşıtı savaş söylemini kullanarak olağanüstü sert güvenlik politikalarını meşrulaştırmıştır. Hindistan’da Modi liderliğindeki Hindistan Halk Partisi (BJP), Hindu milliyetçiliğini siyasal mobilizasyonun temel dayanağı hâline getirmiştir. ABD’de Donald Trump’ın başkanlığı, “halkın gerçek sesi” söylemi üzerinden elit karşıtlığını öne çıkarmış, göçmenler ve medyayı hedef alan sert kutuplaştırıcı bir siyasal iletişim tarzı sergilemiştir.


Brezilya’daki Jair Bolsonaro örneği, otoriter popülist stratejilerin nasıl işlediğini göstermesi bakımından aydınlatıcıdır. Bolsonaro’nun yükselişinde üç temel stratejinin öne çıktığı belirtilmektedir: yerelcilik, Mesih inancı ve komploculuk. Yerelcilik, “yerel olmayan” her unsurun —küresel kurumlar, yabancı şirketler ya da Batılı değerler— ulusal kimlik ve çıkarlar için tehdit olarak görülmesini beraberinde getirmiştir. Mesih inancı, liderin kendisini ülkenin kurtarıcısı, krizleri aşabilecek tek aktör olarak konumlandırmasını sağlamıştır. Komploculuk ise, karmaşık ekonomik ve toplumsal sorunlara basit ve çoğu zaman düşmanlaştırıcı açıklamalar getirerek belirsizlikleri azaltmış, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiştir.


Bu stratejiler, Bolsonaro’nun siyasal söyleminde sürekli bir kriz hâli yaratmasına ve bu krizi yalnızca kendisinin çözebileceği iddiasıyla toplumsal desteğini pekiştirmesine hizmet etmiştir. Benzer biçimde, diğer otoriter popülist liderler de kriz retoriğini kullanarak siyasal meşruiyetlerini güçlendirmiş, muhalif sesleri “tehdit” ya da “düşman” olarak kodlayarak demokratik rekabeti sınırlamışlardır. Böylece otoriter popülizm, farklı ulusal bağlamlarda farklı içerikler kazansa da, benzer araç ve stratejiler üzerinden işleyen bir siyasal model olarak öne çıkmaktadır.

Toplumsal Tabanlar ve Seçmen Davranışı

Otoriter popülizmin başarısını yalnızca liderlerin söylem ve stratejileriyle açıklamak yeterli değildir; bu yönetim tarzlarının geniş kitleler tarafından neden desteklendiğini anlamak için toplumsal tabanların ve seçmen davranışlarının da incelenmesi gerekir. Literatürde, otoriter popülist hareketlere verilen desteğin farklı sınıfsal, kültürel ve ideolojik motivasyonlara dayandığı vurgulanmaktadır.


Birinci olarak, ekonomik dönüşümlerden olumsuz etkilenen kesimlerin desteği öne çıkar. Küreselleşme, sanayisizleşme veya iş güvencesinin zayıflaması gibi süreçler, belirli toplumsal grupların ekonomik ve sosyal kayıplar yaşamasına yol açar. Bu kesimler, popülist liderlerin sunduğu korumacı, milliyetçi ve anti-elitist söylemlere yönelerek kendilerini güvende hissetmeye çalışırlar.


İkinci olarak, kültürel değerler ve kimlik siyaseti belirleyici rol oynar. Göçmen karşıtlığı, dini muhafazakârlık veya milliyetçilik gibi unsurlar, seçmenlerin siyasal tercihlerinde güçlü etki yaratır. Liderlerin, “milli değerler”, “aile” ya da “gelenek” gibi kavramlar üzerinden yürüttükleri kampanyalar, özellikle kırsal ve muhafazakâr tabanlarda geniş yankı bulur.


Üçüncü olarak, siyasal iletişimde kullanılan kriz ve güvenlik retoriği, seçmenlerin otoriter popülist liderlere yönelmesini kolaylaştırır. Sürekli bir tehdit algısı üzerinden inşa edilen siyasal atmosfer, seçmenlerin “güçlü lider” arayışını besler. Bu bağlamda, dış politika krizleri, terör tehdidi veya ekonomik belirsizlikler, liderin kendisini “tek çözüm odağı” olarak sunmasına zemin hazırlar.


Son olarak, demokratik kurumlara olan güvenin zayıflaması da seçmen davranışlarını şekillendirir. Yasama ve yargı gibi kurumların etkinliğine yönelik inancın azalması, bireylerin demokratik denetim yerine doğrudan lider otoritesine yönelmelerine neden olabilir. Bu durum, otoriter popülizmin yalnızca siyasal elitlerin stratejilerinden ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumun belirli kesimlerinde karşılık bulan bir talep olduğunu göstermektedir.

Liberal Demokrasi Üzerindeki Etkileri

Otoriter popülizmin yükselişi, yalnızca tek tek ülkelerdeki siyasal dengeleri değil, aynı zamanda liberal demokrasinin evrensel ilkelerini de doğrudan etkilemektedir. Bu etki, hem kurumsal yapıların işleyişinde hem de demokratik kültürün toplumsal düzeyde içselleştirilmesinde ciddi sonuçlar doğurmaktadır.


İlk olarak, kurumsal erozyon dikkat çekmektedir. Yasama, yargı ve yürütme arasındaki denge ve denetim mekanizmalarının zayıflaması, liberal demokrasilerin temelini oluşturan güçler ayrılığı ilkesini işlevsiz hâle getirir. Bu durum, hükümetlerin keyfi karar alma kapasitesini artırırken, vatandaşların hak ve özgürlüklerini güvence altına alan yargı mekanizmalarını da bağımlı hâle getirir.


İkinci olarak, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü üzerinde sistematik baskılar ortaya çıkar. Medyanın tek yönlü propaganda aracı hâline getirilmesi, alternatif görüşlerin kamusal tartışmalardan dışlanmasına neden olur. Bu da kamusal alanın çoğulculuğunu ortadan kaldırarak, vatandaşların doğru ve çeşitli bilgiye ulaşma hakkını kısıtlar. Uzun vadede bu durum, demokratik tartışma kültürünün zayıflamasına ve kamusal alanın tek sesliliğe indirgenmesine yol açar.


Üçüncü olarak, sivil toplumun rolü aşınır. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar veya akademik kurumlar üzerinde uygulanan baskılar, liberal demokrasilerdeki katılımcı boyutu zayıflatır. Otoriter popülist rejimler, bu aktörleri “elitler” veya “halk düşmanları” olarak kodlayarak meşruiyetlerini sorgular ve bağımsız örgütlenmeleri işlevsizleştirmeye çalışır.


Son olarak, toplumsal kutuplaşma liberal demokrasiler için yapısal bir sorun hâline gelir. Sürekli düşmanlaştırma üzerinden işleyen siyasal iletişim, farklı toplumsal kesimler arasında kalıcı güvensizlik ilişkileri doğurur. Bu da uzlaşma kültürünü zayıflatır ve demokratik rekabetin asgari normlarının ortadan kalkmasına neden olur.


Bu etkiler, liberal demokrasilerin yalnızca mevcut işleyişini değil, uzun vadeli sürdürülebilirliğini de tehdit etmektedir. Dolayısıyla siyaset bilimi literatüründe otoriter popülizm, “demokrasinin gerilemesi” (democratic backsliding) kavramıyla birlikte ele alınmakta ve küresel ölçekte liberal demokratik düzenin karşı karşıya olduğu en önemli meydan okumalar arasında değerlendirilmektedir.

Kaynakça

Bauer, Michael W., ve Stefan Becker. “Democratic Backsliding, Populism, and Public Administration.” Perspectives on Public Management and Governance 3, no. 1 (Mart 2020): 19–31. Erişim Tarihi: 9 Eylül 2025. https://doi.org/10.1093/ppmgov/gvz026.

Cooper, Luke. “Authoritarian Protectionism and the Post-Neoliberal Transition: Learning from Stuart Hall’s Method of Articulation.” Frontiers in Political Science (2025). London: LSE IDEAS, London School of Economics and Political Science. Erişim Tarihi: 9 Eylül 2025. https://www.frontiersin.org/journals/political-science/articles/10.3389/fpos.2025.1455768/full.

Hall, Stuart. “Authoritarian Populism: A Reply.” New Left Review 151 (1985). Erişim Tarihi: 9 Eylül 2025. https://newleftreview.org/issues/i151/articles/stuart-hall-authoritarian-populism-a-reply.pdf.

“Democracy in the Shadow: The Global Rise of Authoritarian Populism.” Carr Center, Harvard Kennedy School. Erişim Tarihi: 9 Eylül 2025. https://www.hks.harvard.edu/centers/carr-ryan/our-work/carr-ryan-commentary/democracy-shadow-global-rise-authoritarian-populism.

“Trump’s Attacks on Press Freedom Are Paving the Way for Authoritarianism.” Vanity Fair. Erişim Tarihi: 9 Eylül 2025. https://www.vanityfair.com/news/story/trump-press-freedom-authoritarianism.

Sur, Pramod Kumar. “The Legacy of Authoritarianism in a Democracy.” arXiv, 2023. Erişim Tarihi: 9 Eylül 2025. https://arxiv.org/abs/2202.03682.

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
Ana YazarÖmer Said Aydın18 Temmuz 2025 09:44
KÜRE'ye Sor