Realizm Teorisi, uluslararası ilişkileri devletlerin güç mücadelesi ekseninde açıklayan ve anarşik uluslararası sistemde her devletin kendi güvenliğini ve çıkarlarını öncelediğini savunan bir paradigmadır. Bu yaklaşıma göre, uluslararası arenada çatışma kaçınılmazdır ve devletler rasyonel aktörler olarak hayatta kalma hedefiyle hareket eder. Uluslararası İlişkiler disiplininin önemli paradigmalarından biri olan Realizm (Gerçekçilik), tarihsel kökenlerinin derinliği, teorik tutarlılığı ve açıklama kapasitesiyle öne çıkmaktadır. Bu kuramsal çerçeve, egemen devletlerin uluslararası sistemin temel ve rasyonel aktörleri olduğunu postüla eder.【1】 Realizme göre bu aktörlerin ontolojik önceliği, ulusal güvenliklerini tahkim etmek, hayati çıkarlarını korumak ve göreli güçlerini maksimize etmektir. Realist optikten bakıldığında, devletler herhangi bir üst otoritenin bulunmadığı anarşik bir uluslararası yapıda hareket ederler. Bu yapısal durum, uluslararası siyaseti doğası gereği sürekli bir rekabet, öngörülemezlik ve potansiyel çatışma alanına dönüştüren bir kendi kendine yardım (self-help) sistemini zorunlu kılar.【2】
Tarihsel Arka Plan
Realist paradigma, yalnızca modern uluslararası sistemi değil, Thukididis'in Peloponnez Savaşları anlatısından günümüze dek uzanan tarihsel süreçleri de kendi kavramsal aparatı aracılığıyla anlamlandırır.【3】 İttifakların kurulması ve bozulması, savaşların patlak vermesi, diplomatik krizler, merkantilist politikalar ve hegemonya mücadeleleri gibi olgular, realist teorinin merkezine yerleştirdiği güç-eksenli siyasetin (power politics) tarihsel tezahürleri olarak yorumlanır. İnsan doğasına ilişkin karamsar bir antropolojik varsayımı (Hobbesçu "insan insanın kurdudur" anlayışı) temel alan Klasik Realizm, tıpkı bireyler gibi devletlerin de doğaları gereği bencil (egoist) ve güç peşinde koşan aktörler olduğunu ileri sürer.【4】
Realist Teorinin Erken Dönem Düşünürlerinden Thukididis (Yapay Zeka Tarafından Oluşturulmuştur.)
Realist teorinin yirminci yüzyılda disiplin içindeki hegemonik konumunu pekiştirmesinde, I. Dünya Savaşı sonrası döneme damgasını vuran idealist paradigmanın tarihsel başarısızlığının belirleyici bir rolü olmuştur. Özellikle Woodrow Wilson'ın öncülüğünde, uluslararası hukuk, kolektif güvenlik ve ahlaki normlar aracılığıyla barışçıl bir dünya düzeni inşa etme vizyonuyla şekillenen İdealizm, 1930'larda artan agresyon ve II. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla öngörü ve açıklama gücünü yitirmiştir. Savaşın yol açtığı yıkım, devlet davranışlarının yalnızca normatif ve hukuki düzenlemelerle kısıtlanamayacağını, uluslararası siyasetin dinamiklerini anlamak için gücü merkeze alan analitik bir çerçeveye ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Bu tarihsel kırılma noktasında, E.H. Carr gibi düşünürlerin öncülüğünde Realizm, İdealizmin "ütopyacılığına" karşı "gerçekçi" bir alternatif olarak akademik ve siyasi çevrelerde itibar kazanmıştır.
Realizm Teorisinin Prensipleri
Realist düşünürler, idealist yaklaşımları, bilimsel temelden yoksun ve uluslararası politikanın doğasını anlamakta yetersiz bulmuşlardır. Bu eleştirel zemin üzerine inşa edilen modern Realizm, özellikle Hans J. Morgenthau'nun Uluslararası Politika (Politics Among Nations) adlı eseriyle sistematik bir teorik çerçeveye kavuşturulmuştur. Morgenthau, Realizmi altı temel ilke etrafında formüle etmiştir. Onun formülasyonuna göre uluslararası siyaset, kökleri insan doğasının değişmez özelliklerinde yatan nesnel ve evrensel yasalara tabidir.
Morgenthau’nun geliştirdiği Klasik Realizm teorisinin altı temel ilkesi şu şekilde özetlenebilir:【5】
- Nesnel Yasalar: Politika, insan doğasından kaynaklanan nesnel yasalar tarafından yönetilir. Bu yasaları anlamak, rasyonel bir dış politika teorisi geliştirmeyi mümkün kılar.
- Güç Olarak Tanımlanan Çıkar: Realist teorinin anahtarı, "güç" olarak tanımlanan "çıkar" kavramıdır. Devlet adamları bu çıkar doğrultusunda hareket eder ve dış politika analizcisi de onların eylemlerini bu mercekten değerlendirmelidir.
- Çıkarın Evrenselliği ve Değişkenliği: Güç olarak tanımlanan çıkar kavramı evrensel bir geçerliliğe sahip olsa da içeriği ve anlamı, siyasi ve kültürel bağlama göre değişkenlik gösterebilir.
- Ahlak ve Siyaset Ayrımı: Realizm, siyasi eylemin ahlaki öneminin farkındadır ancak evrensel ahlak ilkelerinin, devletlerin eylemlerine doğrudan uygulanamayacağını savunur. Devlet adamları için en yüksek erdem, soyut ahlaki kurallara bağlılık değil, ihtiyat (prudence), yani eylemlerin siyasi sonuçlarını öngörebilmektir.
- Özerk Siyasal Alan: Realizm, siyasal alanın özerkliğini savunur. Bir devlet adamının eylemleri değerlendirilirken hukuki, ahlaki veya ekonomik standartlar yerine "siyasi standartlar" (devletin gücüne etkisi) esas alınmalıdır.
- Devlet-Merkezcilik (State-centrism): Uluslararası sistemin ana ve en önemli aktörü, egemen ulus-devlettir. Uluslararası örgütler, çok uluslu şirketler veya sivil toplum kuruluşları gibi devlet-dışı aktörler, devletlerin gücü ve çıkarları karşısında ikincil (tali) bir role sahiptir.
Bu ilkeler doğrultusunda Realizm, uluslararası sistemi insanlık tarihi boyunca değişmeyen bir güç mücadelesi sahnesi olarak tasavvur eder. Bu mücadelede devletler için en rasyonel davranış biçimi, ulusal çıkarlarını öncelemek ve bu amaca ulaşmak için askeri, diplomatik ve ekonomik tüm araçları etkin bir şekilde kullanmaktır. Realizme göre tarih, barışçıl ideallerin değil, güç arayışlarının ve bu arayışın doğurduğu kaçınılmaz çatışmaların bir kaydıdır.
Realizm Teorisinin Modern Anlamda Gelişimi
Realist teori, zamanla kendi içinde farklılaşarak çeşitli alt dallara ayrılmıştır. Analiz düzeyindeki farklılıklara göre temel bir ayrım ortaya çıkmıştır:
- Klasik Realizm (Morgenthau): Çatışmanın ve güç mücadelesinin temel nedenini insan doğasındaki güç istencine (animus dominandi) dayandırır (Birinci Analiz Düzeyi).
- Yapısal Realizm veya Neorealizm (Kenneth Waltz): Güç mücadelesinin kaynağını insan doğasında değil, uluslararası sistemin anarşik yapısında arar (Üçüncü Analiz Düzeyi). Waltz'a göre sistemdeki merkezi bir otoritenin yokluğu, devletleri güvenliklerini kendilerinin sağlamak zorunda bırakan bir "self-help" ortamı yaratır. Bu yapı, devletlerin niyetlerinden bağımsız olarak, onları güç rekabetine ve güvenlik ikilemine (security dilemma) sürükler; bir devletin savunma amaçlı attığı adımlar, diğer devletler tarafından tehdit olarak algılanarak bir silahlanma sarmalına yol açabilir. Neorealizm de kendi içinde devletlerin temel motivasyonlarına ilişkin farklı yaklaşımlar geliştirmiştir:
- Defansif (Savunmacı) Realizm (Waltz, Walt): Devletlerin öncelikli amacının güçlerini maksimize etmek değil, güvenliklerini sağlamak olduğunu savunur. Devletler, hayatta kalmaları için yeterli miktarda güç arayışındadır ve genellikle tehditlere karşı dengeleme (balancing) politikaları izlerler.
- Ofansif (Saldırgan) Realizm (John Mearsheimer): Anarşik yapının devletleri sürekli olarak güçlerini maksimize etmeye ve bölgesel veya küresel hegemonya kurmaya zorladığını ileri sürer. Bu yaklaşıma göre, güvenlik arayışının en rasyonel yolu, potansiyel rakipler üzerinde ezici bir güç üstünlüğü kurmaktır.
Realizm, uluslararası ilişkilerin temel dinamiklerini açıklamak üzere geliştirilmiş önemli geleneklerden biri olmayı amaçlamaktadır. Özellikle devletlerin dış politika stratejilerini, büyük güç rekabetini, savaşların nedenlerini ve ittifak sistemlerinin mantığını çözümlemede sağlam bir analitik çerçeve sunar. Güç, çıkar, güvenlik, anarşi ve egemenlik gibi temel kavramları merkeze alarak uluslararası politikanın "olması gereken" değil, "olan" yüzünü ortaya koyma iddiasındadır. Günümüzde liberalizm, konstrüktivizm ve diğer eleştirel teoriler tarafından meydan okumalarla karşılaşsa da Realizm, değişen aktörlere ve araçlara rağmen uluslararası sistemin temel yapısını ve mantığını kavramada entelektüel ve kuramsal mirasını korumaktadır.