Ali Kuşçu, XV. yüzyılda yaşamış ve Osmanlı’da astronomi öğretiminin kurucularından biri olarak kabul edilen seçkin bir bilgin, matematikçi ve gözlemcidir. Semerkant’ta doğduğu, babasının Uluğ Bey’in kuşçubaşısı (doğancıbaşısı) olduğu için “Kuşçu” lakabıyla tanındığı kabul edilir. Genç yaşta dönemin en gelişmiş bilim merkezlerinden biri olan Uluğ Bey Rasathanesi’nde eğitim almıştır. Burada Kadızâde-i Rûmî ve Cemşîd el-Kâşî gibi bilginlerden matematik, astronomi ve geometri dersleri görmüştür. Bu ortam, gözleme dayalı bilimsel yöntemi ve hesaplamaları esas alan bir araştırma kültürüne sahipti. Ali Kuşçu burada trigonometrik ölçümler, astronomik tablolar ve gözlem aletleri üzerine çalışarak derin bir uzmanlık kazanmıştır.

Ali Kuşçu Temsili (Yapay Zeka ile Oluşturmuştur)
Fatih’in Daveti ve İstanbul’a Bilimsel Bir Yolculuk
Uluğ Bey’in ölümünden sonra Semerkant’taki ilmi çevre zayıflamış, bunun üzerine Ali Kuşçu önce Tebriz’e, ardından Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın sarayına gitmiştir. Ancak onu bilim tarihinde özel kılan, Fatih Sultan Mehmed’in davetiyle Osmanlı topraklarına gelişi olmuştur. Fatih’in Ali Kuşçu’yu bizzat karşılaması, dönemin bilim anlayışında bilgiye verilen değerin göstergesidir. Sultan, ona hem maddi hem de manevi destek sağlamış; Ayasofya Medresesi’nde astronomi eğitimi için özel bir kadro oluşturmuştur. Böylece Osmanlı’da astronomi, ilk kez müstakil bir öğretim alanı hâline gelmiştir. Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi yalnızca bir bilginin göçü değil, Osmanlı bilim geleneğinin yönünü değiştiren bir dönüm noktası olmuştur.
Eserlerinde Eleştirel ve Yenilikçi Bir Bakış
Ali Kuşçu’nun en önemli astronomi eseri el-Fethiyye fi’l-Hey’e’dir. Farsça kaleme aldığı Risâle der Heyʾe adlı eserini genişleterek Arapça yazdığı bu eser, gök cisimlerinin hareketleri, yıldızların konumları, gezegenlerin yörüngeleri ve küresel trigonometrik hesaplamalar hakkında kapsamlı bilgiler içerir. Eser, klasik Batlamyus sisteminin geometrik modeline bağlı kalmakla birlikte gözleme dayalı verilerle bu modeli yeniden yorumlamıştır. Ayrıca Fâide fî Eşkâli Utarid adlı risalesinde Batlamyus’un Merkür gezegeni modelindeki bazı hataları eleştirerek önemli bir katkı yapmıştır. Bu yönüyle Kuşçu, eleştirel gözlem geleneğinin Osmanlı’ya taşınmasında öncü bir isimdir.
Osmanlı’da Astronominin Kurumsallaşması
İstanbul’da bulunduğu süre boyunca yalnızca bir müderris değil, aynı zamanda bir bilim aktarıcısı ve kurumsallaştırıcı olarak da etkili olmuştur. Ayasofya Medresesi’ndeki görevinin yanı sıra, Molla Hüsrev ile birlikte Sahn-ı Seman Medreseleri’nin eğitim programını (nizamnamesini) hazırlamıştır. Matematik alanında, Fatih’e ithafen yazdığı ve uzun süre okutulan er-Risâletü’l-Muhammediyye fi’l-Hisâb en bilinen eseridir. Kelam ve mantık alanında ise, Nasîrüddin-i Tûsî’nin eserine yazdığı Şerhu’t-Tecrîd ile de etkili olmuştur.
Semerkant’tan Osmanlı’ya Aktarılan Bir Bilim Geleneği
Onun Osmanlı’ya taşıdığı Semerkant mirası, yalnızca teorik bilgiyle sınırlı kalmamış; rasathane geleneği, alet yapımı ve gözlem teknikleri de bu sayede İstanbul’a aktarılmıştır. Bu yönüyle Ali Kuşçu, İslam astronomisi tarihinin Doğu’dan Batı’ya geçişinde köprü rolü oynamıştır.
Bugün bilim tarihi literatüründe onun oluşturduğu bu bilgi aktarımı, “ikinci Semerkant etkisi” olarak anılmaktadır.
Mirası ve Son Yılları
Ali Kuşçu, 16 Aralık 1474’te İstanbul’da vefat etmiştir. Ölümünden sonra bıraktığı öğrenciler ve eserleri, Osmanlı’da bilimsel gökbilimin kurumsallaşmasını sağlamış, rasathaneler ve medreselerde okutulan derslerin içeriğine yön vermiştir. Ali Kuşçu’nun mirası, bilginin sınır tanımayan doğasını ve bilim insanlarının kültürler arası köprüler kurmadaki rolünü hatırlatmaya devam etmektedir.

