Stalingrad Muharebesi, II. Dünya Savaşı'nın Doğu Cephesi’nde, Almanya’nın Sovyetler Birliği topraklarına yönelik saldırısının bir parçası olarak meydana gelen ve savaşın seyrini değiştiren kritik çatışmalardan biridir. Almanya'nın 22 Haziran 1941 tarihinde Sovyet topraklarına saldırısıyla başlayan süreç Sovyet literatüründe “Büyük Vatan Savaşı” olarak tanımlanmış ve savaşın bütün aşamalarında geniş halk seferberliği, ideolojik mücadele ve vatan savunması söylemi belirleyici olmuştur.
Stalingrad, bu genel savaş çerçevesi içinde Alman ordusunun Kafkasya petrol sahalarına ulaşma hedefi doğrultusunda stratejik bir geçiş noktası olarak seçilmiş, şehir üzerindeki kontrol mücadelesi askerî ve sembolik bir anlam kazanmıştır. Şehir ve çevresinde 1942 yazında başlayan çatışmalar, ilerleyen aylarda sokak sokak süren bir yıpratma savaşına dönüşmüş; sivil nüfus, askerî birliklerle birlikte kuşatma, yıkım, açlık ve ağır koşullar altında hayatta kalma mücadelesi vermiştir. Stalingrad Muharebesi, yalnızca sahadaki sonuçlarıyla değil, moral, propaganda, diplomasi ve uluslararası güç dengeleri üzerindeki etkileriyle de belirleyici olmuştur.
Stalingrad Muharebesine Dair Belgesel (WarsofTheWorld)
Muharebeye Giden Süreç
II. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Sovyetler Birliği ile Almanya arasındaki ilişki, 1939 tarihli saldırmazlık anlaşması ile birlikte diplomatik bir uzlaşı görüntüsü vermekteydi. Bu anlaşma kapsamında iki devlet Polonya’yı paylaşmıştı ve bu durum Almanya açısından sonrasında Sovyet topraklarına ilerlemeyi daha mümkün kılacak stratejik bir zemin oluşturmuştu. İki taraf arasındaki bu görünürdeki uyum geçici nitelikteydi; Hitler’in ideolojik hedefi Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldırmak ve ülkenin sahip olduğu geniş kaynakları ele geçirmekti.
Sovyetler Birliği ise savaşın başlangıç yıllarında olası bir Alman saldırısına dair çeşitli istihbarat bilgileri almasına rağmen, yapılan saldırmazlık anlaşması nedeniyle bu bilgilere tam olarak itimat etmemişti. Saldırı ihtimalinin giderek güçlenmesiyle birlikte Sovyet yönetimi sınır hattında Molotov Hattı olarak bilinen tahkimat hatlarını oluşturmaya ve birlik kaydırmaya başlamıştı. Bununla birlikte Sovyet ordusu, 1930’lu yıllarda gerçekleştirilen Büyük Temizlik hareketleri sonucunda çok sayıda deneyimli komutan ve askerin tasfiyesi nedeniyle zayıflamış, bu durum Alman stratejistlerinin Sovyet direncini olduğundan hafife almasına yol açmıştı.
Hitler’in saldırı planı, yalnızca Sovyet ordusunu imha etmeye değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik kaynaklarını ele geçirmeye de dayanmaktaydı. Sovyetler Birliği petrol, ham madde ve tahıl bakımından zengin bir ülke olarak Almanya’nın savaş ekonomisi açısından kritik bir hedef olarak görülmüştü. Ayrıca Almanya’nın savaş boyunca kullandığı kara ordusu stratejisinin hız ve derin taarruz üzerine kurulması, Sovyet topraklarını ideolojik ve stratejik bir hedef hâline getirmişti. Bu süreçte Sovyet toplumunda savaş algısı yalnızca askerî bir çatışma değil, vatan savunması ve faşizme karşı ideolojik bir mücadele olarak şekillenmişti. Savaşın başlamasıyla birlikte Sovyet halkı, kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımı olmadan topyekûn seferberlik hâline geçirilmiş; edebiyat, şiir ve propaganda araçları halkı direnişe yönlendirmek için aktif bir biçimde kullanılmıştı. Bu ideolojik seferberlik, devletin resmî söyleminde savaşın “Büyük Vatan Savaşı” olarak adlandırılmasıyla pekiştirildi.
Sovyet - Alman savaşının başlamasıyla birlikte cephedeki güç dengeleri yalnızca askerî sonuçlar doğurmamış, aynı zamanda bölgesel ve diplomatik ilişkileri de etkilemişti. Türkiye açısından savaşın ilk dönemlerinde iki büyük güç arasındaki çatışma kısa vadede bir rahatlama yaratmış, ancak ilerleyen dönemde Boğazlar üzerindeki talepler ve propaganda faaliyetleri nedeniyle Sovyet tehdidi yeniden belirginleşmişti. Bu durum Almanya ve Sovyetler Birliği'nin Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda konumlandırma çabalarını beraberinde getirdi.
Doğu Cephesinin Geniş Stratejik Çerçevesi
Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne yönelik saldırısı, Doğu Cephesi'ni II. Dünya Savaşı'nın en geniş çatışma alanına dönüştürmüş; bu cephede Moskova, Leningrad, Stalingrad ve Kursk gibi şehirler, savaşın dönüm noktalarını oluşturan büyük muharebelere sahne olmuştur. Bu muharebeler hem savaşın askerî seyrini belirlemiş hem de Sovyet halkının ideolojik, psikolojik ve toplumsal mobilizasyonunda kritik rol oynamıştır.
Doğu Cephesi’nin ilk büyük aşamalarından biri Leningrad Kuşatması'dır. Alman ordusu, bir yandan şehrin düşmesinin Moskova’ya yapılacak ilerlemeyi kolaylaştıracağını, diğer yandan önemli askerî sanayi tesislerini ele geçirmiş olacağını öngörmüştür. Kuşatma, açlık, soğuk ve ikmal kesintileri nedeniyle siviller için ağır kayıplara yol açmış, Ladoga Gölü üzerindeki "yaşam yolu" kentle dış dünya arasındaki tek bağlantı hâline gelmiştir. Bu kuşatma, Sovyet halkının toplu direnişinin sembollerinden biri haline gelmiş, savaşın ilerleyen safhalarında propaganda aracı olarak kullanılmıştır.
Ardından Moskova Muharebesi, Alman ilerleyişinin ilk kez durdurulduğu ve Sovyet ordusunun savunma kapasitesini dünya kamuoyuna gösterdiği kritik çatışma olarak öne çıkmıştır. Bu süreç, Sovyetlerin yalnızca geri çekilen değil, aynı zamanda karşı taarruz geliştirebilen bir güç olduğunu göstermiştir. Bu muharebelerin ardından Alman stratejisinin odağı Kafkasya’ya yönelmiştir. Burada amaç yalnızca toprak kazanımı değil, bölgedeki petrol kaynaklarına ulaşarak savaş ekonomisini uzun vadede güvence altına almak olmuştur. Bu harekâtın başarılı olabilmesi için Alman ordusunun Kafkasya’ya uzanan ikmal ve lojistik hattını güvence altına alması gerekmiş, bu nedenle Stalingrad şehrinin kontrolü stratejik bir zorunluluk hâline gelmiştir. Böylece Stalingrad, hem Kafkasya harekâtının yan hattı hem de ideolojik ve psikolojik açıdan Almanya ve Sovyetler için sembolik bir hedefe dönüşmüştür.
Doğu Cephesi'nin ilerleyen safhasında savaşın genel yönünü belirleyen bir diğer kritik nokta Kursk Muharebesi olmuştur. Bu muharebe, Stalingrad’dan sonra Sovyet ordusunun inisiyatifi ele geçirmesini sağlayan yeni bir aşamayı temsil etmiş ve Kızıl Ordu’nun saldırı kapasitesini kalıcı hâle getirmiştir. Böylece Stalingrad, yalnızca belirli bir şehir muharebesi olmaktan çıkarak Doğu Cephesi’nde stratejik üstünlüğün Mihver’den Müttefiklere geçtiği dönüm noktası haline gelmiştir.

El Bombası Atmak Üzere Bir Sovyet Askeri (Store Norse Leksikon)【1】
Stalingrad’a Doğru: 1942 Yaz Harekatı
1942 yılına gelindiğinde Doğu Cephesi, önceki yılın ani Alman ilerleyişi ardından yeni bir stratejik aşamaya girmiştir. Alman ordusu, Moskova önlerinde durdurulması ve kış şartlarının etkisiyle geri çekilmek zorunda kalmasının ardından hedefini kuzeyden merkeze değil, Güney Rusya ve Kafkasya’ya çevirmiştir. Bu değişim yalnızca yeni bir cephe düzeni değil, savaşın stratejik amaçlarında da yeniden konumlanmayı beraberinde getirmiştir. Kafkasya’ya yönelik harekâtın temel amacı, bölgedeki petrol ve tahıl kaynaklarına ulaşarak savaş ekonomisini sürdürülebilir hâle getirmekti. Bu kapsamda yürütülen saldırı planı, Kafkasya’ya ilerleyen birliklerin ikmal hatlarının güvenliği için Volga üzerindeki Stalingrad’ın kontrol altına alınmasını zorunlu kılmıştı.
Şehrin düşmesi, Almanya açısından hem enerji kaynaklarına kesintisiz ulaşım sağlayacak hem de Sovyet stratejik derinliğini doğrudan tehdit edecekti. Ayrıca şehrin, doğrudan Stalin'in adını taşıması da savaşın psikolojik seyri için önemli kabul ediliyordu. Böylece Stalingrad, başlangıçta doğrudan hedef olmasa da Kafkasya harekâtının yan kanadı olarak kilit bir stratejik noktaya dönüşmüştür. Bu dönemde Sovyet yönetimi, geri çekilme sırasında “yakıp yıkma” (scorched earth) politikasını uygulayarak Alman ordusunun ilerlediği bölgelerde altyapı, üretim tesisleri ve lojistik kaynakları kullanılmaz hâle getirmiştir. Stalin aynı zamanda fabrikaların ve iş gücünün Ural bölgesine taşınması talimatını vermiş, bu ekonomik ve askerî üretim transferi Sovyetlerin savunma kapasitesini savaşın sonraki aşamalarında da sürdürmesini sağlamıştır.
Şehir Muharebesinin Başlaması
1942 yaz sonundan itibaren Stalingrad’da çatışmalar, geniş cephe hareketlerinden kentsel alanda yoğunlaşan yıpratma savaşına dönüşmüştür. Alman ordusunun şehre yönelmesinin temel nedeni, yürüttüğü Kafkasya harekâtının lojistik kanadını güvenceye almak ve Volga hattındaki stratejik geçişi kontrol etmektir. Bu amaç doğrultusunda Stalingrad, artık yalnızca bir şehrin ele geçirilmesi meselesi olmaktan çıkmış; savaşı sürdürme kapasitesini belirleyecek askerî ve siyasi bir hedef hâline gelmiştir.
Sovyet yönetimi, Alman kuvvetlerinin ilerleyişi karşısında geri çekilirken savunmayı şehir içinde örgütlemiş, savaşın her sokağa, hatta her binaya yayılmasına neden olan direniş hatları oluşturmuştur. Savaşın bazı devrelerinde aynı apartman içindeki farklı evlerin Almanlar ve Sovyetler arasında bölündüğü görülmüştür. Sivil halk, saldırı karşısında yalnızca savaşın dolaylı mağduru değil, aktif bir savunma unsuruna dönüşmüştür. Şehir savunması, kadın ve erkeklerin seferber edilerek siper, engel ve tahkimat çalışmalarında yer almasıyla kitlesel bir mücadele niteliği kazanmıştır.
Şehir muharebesi siviller için ağır sonuçlar doğurmuş; altyapı tahribatı, açlık, soğuk ve bombardıman koşulları kente büyük kayıplar getirmiştir. Kuşatma altındaki şehirlerde daha önce Leningrad örneğinde olduğu gibi açlık ve ikmal sorunları kritik bir tehdit oluşturmuş; bu deneyim Stalingrad savunmasının toplumsal hafızasında benzer biçimde yer etmiştir. Bu koşullar altında Stalingrad, artık yalnızca savaşın geçtiği bir coğrafya olmaktan çıkarak Sovyet direnişinin sembolik merkezlerinden biri hâline gelmiştir.
Sovyet Karşı Taarruzu ve Kıskaç
Stalingrad’daki savunma hattı, 1942 yılının ilerleyen aylarında Alman kuvvetlerini şehir merkezinde yıpratma stratejisiyle durdurmuş; bu süre zarfında Sovyet komutanlığı karşı taarruz için gerekli hazırlıkları yürütmüştür. Savunma fazı yalnızca mevcut alanı korumaya yönelik değil, geniş çaplı bir karşı harekâtın ön koşullarını oluşturmayı amaçlayan geciktirici bir strateji olmuştur.
Sovyet yönetimi bu süreçte stratejik kaynaklarını yeniden düzenlemiş, askerî üretim tesislerini doğuya taşıyarak savaş kapasitesini korumuş; toplumun tüm kesimlerini üretim, savunma ve lojistik süreçlere dahil etmiştir. Böylece şehirde verilen direniş, cephe gerisinde yürütülen seferberlikle birleşerek Sovyet karşı taarruzunun lojistik temelini oluşturmuştur. Bu aşamada Sovyetler, savaşın yalnızca cephede değil yaşamın her alanında sürdüğü bilinciyle; edebiyat, sanat, basın ve propagandayı savaşın moral boyutunu destekleyen araçlar hâline gelmiştir.
Savaş dönemi eserlerinde kahramanlık, fedakârlık ve vatanseverlik temaları öne çıkarılarak cephedeki askerler ve halk arasında ortak bir motivasyon oluşturulmuştur. Stalingrad çevresinde yürütülen karşı saldırı, dönemin yazılı basın ve edebiyatında Sovyet toplumunun savaş iradesinin somutlaşması olarak değerlendirilmiştir. Sovyet direnişi, savaş teorisinde "kırılma noktası" olarak kabul edilen bu muharebede Alman ilerleyişini durdurmuş ve inisiyatifi kendi lehine çevirmiştir. Karşı taarruz sonrası oluşan kıskaç hareketi, savaşın genel yönünü değiştirmiş ve ilerleyen süreçte Kursk gibi yeni cephelerde Sovyet saldırı kapasitesinin temelini atmıştır.

1942'de Stalingrad'da Ruslara Teslim Olan Alman Askerleri (Ali Çakır)【1】
Muharebenin Sonuçları
Stalingrad Muharebesi'nde yaşanan insan kaybı, muharebenin askerî ve siyasi sonuçlarını belirleyen temel unsurlardan biri olmuştur. Yalnızca 15 Kasım – 11 Aralık 1942 tarihleri arasında 169.000 Alman askeri öldürülmüş, 75.000’i esir alınmıştır.【2】 Daha geniş kapsamlı kayıp değerlendirmelerinde ise Alman ordusunun toplam kaybının yaklaşık 1,5 milyon kişi, Kızıl Ordu kaybının ise 1,13 milyon kişi olduğu belirtilmektedir.【3】 Bu rakamlar, muharebenin II. Dünya Savaşı'nın en yüksek kayıp oranlarına sahip çatışmalarından biri olduğunu göstermektedir.
Stalingrad’daki yenilgi, Almanya açısından yalnızca askerî değil, moral ve stratejik kırılma yaratmış; Mihver kuvvetlerinin Doğu'da ilerleyişi durmuştur. Buna karşılık Sovyetler Birliği, Stalingrad zaferi sonrası Kursk gibi cephelerde saldırı inisiyatifini eline almış ve savaşın ilerleyen aşamalarında “taarruz eden taraf” konumuna geçmiştir. Bu gelişmeler, savaşa dışarıdan bakan devletlerin konumunu da etkilemiştir.
Türkiye açısından Stalingrad Muharebesi, iki büyük güç arasındaki dengelerin değiştiği bir eşik yaratmış, Almanya’nın savaşın erken dönemlerinde sahip olduğu etki, yerini Sovyet ve Müttefik baskısına bırakmıştır. Türkiye savaş boyunca tarafsızlık politikasını korusa da yeni güç dengeleri Boğazlar üzerinden yürütülen diplomatik baskıları artırmıştır.
Muharebenin uluslararası propaganda boyutu da kritik olmuştur. Türk basınında Stalingrad’a ilişkin haberler, gazetelere göre değişen taraflılık göstergeleri taşımış; Berlin ve Moskova merkezli haberler, editoryal tercih, puntolar ve görsel kullanımı açısından farklı vurgular yaratmıştır. Dönem haberlerinde resmi ajans kaynaklarının yaygınlığı ve devlet denetimi, Türkiye’nin dış politikasındaki tarafsızlık çizgisiyle uyumlu şekilde basın yansımalarını şekillendirmiştir.
Türkiye Açısından Stalingrad Muharebesi
Stalingrad Muharebesi, Türkiye açısından yalnızca Doğu Cephesi’ndeki askerî güç dengesini değiştiren bir gelişme değil, aynı zamanda ülkenin savaş boyunca izlediği dış politikanın yeniden konumlanmasını etkileyen diplomatik bir dönüm noktasıdır. 1942 yılına gelindiğinde Türkiye, hem Almanya’nın Kafkasya hatları üzerinden güneye ilerlemesi hem de Sovyetler Birliği’nin bölgedeki tarihsel talepleri nedeniyle çift yönlü bir jeopolitik baskı altında bulunmaktaydı.
Almanya’nın Sovyet topraklarına saldırısı, Türkiye için başlangıçta kısa süreli bir güvenlik rahatlaması yaratmış, zira iki büyük gücün birbirini yıpratması Ankara’nın doğrudan hedef hâline gelmesini geciktirmiştir. Ancak Almanya’nın hem Sovyet petrolüne ulaşma hedefi hem de Orta Doğu’ya ilerleme planları nedeniyle Türkiye, Almanya’nın stratejik güzergâh hesaplarında kritik bir konumda yer almaya devam etmiştir.
Türkiye’nin savaş boyunca dış politikası temel olarak tarafsızlık ilkesine dayanmıştır. Bu tarafsızlık yalnızca genel bir diplomatik tutum değil; tehdit ve fırsat algılarıyla şekillenen zorunlu bir güvenlik stratejisidir. Türkiye, savaş boyunca gerek Mihver gerekse Müttefik devletlerin kendisini, kendi safına çekme yönündeki baskılarıyla karşı karşıya kalmış; bu süreçte iki tarafın da diplomatik girişimleri Türkiye’nin karar mekanizmalarında etkili olmuştur
Stalingrad Muharebesi’nin sonucu bu dengeleri önemli ölçüde değiştirmiştir. Alman ilerleyişinin durması ve Sovyet zaferi, savaşın ilerleyen aşamalarında Türkiye üzerindeki Alman baskısını azaltmış, buna karşılık Sovyet ve Müttefik baskısını artırmıştır. Özellikle Boğazlar meselesi, Stalingrad sonrası dönemde Türkiye'nin güvenlik algısında Sovyet yönlü tehdit yaklaşımını yeniden güçlendirmiştir.
Stalingrad Muharebesi Sırasında Türkiye’nin Sovyet Rusya ve Almanya ile Olan İlişkisi
Stalingrad Muharebesi döneminde Türkiye, hem Sovyet Rusya hem de Almanya’nın stratejik hesaplarında önemli bir konumda yer almış; her iki devlet Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda etkileyerek savaşa dâhil etmeye çalışmıştır. Türkiye ise modernleşme sürecini sürdürmekte olan yeni kurulmuş genç bir cumhuriyet olarak tarafsız kalma politikasını korumayı temel güvenlik stratejisi olarak benimsemiştir.
Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki ilişkiler, Montreux Sözleşmesi'nden itibaren hassas ve güvensizlik temelli bir çerçevede gelişmiştir. 1941–1943 döneminde Sovyetlerin Türkiye’ye yönelik talepleri zaman zaman açıkça gündeme getirilmiş, Boğazlar meselesi iki ülke arasında merkezî ihtilaf başlığı hâline gelmiştir. Ayrıca Sovyet propagandası, Almanya'nın Balkanlarda askerî hazırlık yaptığı iddiasını kullanarak Türkiye’yi kendi safına çekmeye çalışmış; Türkiye buna karşı ortak tebliğ yayımlayarak savaş dışı kalacağını duyurmuştur. Sovyet Rusya, özellikle Alman ilerleyişi dönemlerinde Türkiye’nin fırsatçı davranarak toprak talep edebileceği endişesini taşımış; Hopa–Trabzon hattında alınan askerî tedbirler Moskova’da kuşku yaratmıştır. Buna rağmen Sovyet yönetimi, Müttefik ilişkilerini güçlendirirken Türkiye’nin güvenliğini uluslararası anlaşmalarla teyit etmeye de yönelmiştir. Bu dönemde Türkiye’nin Sovyet politikasını belirleyen ana unsur Boğazlar üzerinde egemenlik ve Sovyet genişleme şüphesi olmuştur.
Türkiye, Almanya’nın Sovyet topraklarına saldırısı sonrası kısa süreli bir güvenlik rahatlaması yaşamış; iki büyük gücün çatışması Türkiye’nin hedef hâline gelmesini geciktirmiştir. Bununla birlikte Almanya’nın Orta Doğu ve petrol bölgelerine uzanan planları, Türkiye’yi potansiyel saldırı güzergâhı hâline getirmiştir. Almanya ayrıca Boğazlar meselesini Türkiye ile Sovyetler arasında güvensizlik yaratmak için propaganda aracı olarak kullanmıştır. Savaşın seyri Stalingrad sonrasında değişince, Almanya’nın Türkiye üzerindeki baskısı azalmış, propaganda etkisi zayıflamıştır.
Türkiye Stalingrad Muharebesi boyunca hem Mihver hem Müttefik baskısı altında kalmış; ancak tarafsızlık politikasını sürdürmüştür. Bu baskılar karşısında devlet sıkıyönetim uygulayarak iç güvenlik önlemleri almıştır. Türkiye’nin temel yaklaşımı, "mecbur kalmadıkça savaşa girmemek ve taraflardan eşit mesafede durmak" olmuştur.
Türk Kamuoyunda Stalingrad Muharebesi
Stalingrad Muharebesi, Türkiye kamuoyunda geniş yer tutmuş ve savaşın gelişmeleri, dönemin iki önemli gazetesi olan Son Posta ve Vakit üzerinden yoğun biçimde takip edilmiştir. 01.07.1942–01.04.1943 tarih aralığında Stalingrad'a ilişkin Son Posta’da 101, Vakit’te 43 haber yayımlanmıştır.【4】 Bu tarih aralığı, muharebenin başlamasından bir ay öncesini ve bitişinden bir ay sonrasını kapsaması bakımından süreklilik göstermektedir. Bu haberlerin önemli bir kısmı Anadolu Ajansı (AA) kaynaklı olup ajansın aktardığı haberlerin kaynağı çoğunlukla Almanya veya Sovyet başkentlerinde bulunan muhabirlere dayanmaktadır. Tek kaynak kullanılan haberlerde taraflılık, haberin geldiği başkentin siyasi konumuna göre belirlenmiş; Berlin merkezli haberler Almanya yanlısı, Moskova merkezli haberler Sovyet yanlısı olarak kodlanmıştır. Çok kaynaklı haberlerde ise yanlılık ölçütleri daha detaylandırılmış; hangi haberin önce verildiği, başlık puntoları, kullanılan fotoğraflar ve görsel hiyerarşi gibi parametreler temel alınmıştır.
Gazetelerin haber üretiminde farklı editoryal tutumlar da tespit edilmiştir. Her iki gazete de dönem boyunca devletin tarafsızlık politikasına paralel bir söylem benimsemiş olmakla birlikte, haber aktarım yöntemleri zaman zaman farklılaşmıştır. Basın üzerindeki denetim de haber aktarımını şekillendiren önemli bir faktördür. Savaş yıllarında hükûmet, dış politika haberlerinde kontrol mekanizmasını sıkı tutmuş; muharebe döneminde her iki gazete de zaman zaman yayımdan men edilmiştir. Son Posta 1941’de üç gün, 1942’de yedi gün; Vakit ise 1941’de on iki, 1942’de dört gün kapatılmıştır.【5】

Son Posta’da Stalingrad Muharebesinin Bittiğini İlan Eden Haber, 04 Şubat 1943 (Badegül Can)【6】
Stalingrad Muharebesi'nin Rus Edebiyatına Etkisi
Stalingrad Muharebesi, Rus edebiyatını yazar kimliği, tür seçimi, estetik anlayış ve devlet–sanat ilişkisi bakımından köklü biçimde dönüştürmüştür. Savaşın şiddeti ve toplumsal yıkım, dönemin edebî üretimini soyut estetik kaygılardan uzaklaştırarak doğrudan savaş deneyimine dayalı, realist ve tanıklığa dayanan bir anlatı geleneği doğurmuştur.
Savaştan önce rejim tarafından eserleri sansürlenen, yayınlanması engellenen ya da sürülmüş yazar ve şairler, savaşın başlamasıyla birlikte halkı birlik ve direnişe çağırmak için resmî olarak göreve çağrılmıştır. Sanatçılara millî konuları işlemeleri ve vatan sevgisini güçlendiren eserler üretmeleri için izin ve destek verilmiştir. Edebiyat bu dönemde bir “cephe görevi” üstlenmiş ve halkın moral gücünü ayakta tutma aracı olarak görülmüştür.
Savaş sırasında bizzat cephede savaşan askerler, yaşadıkları deneyimleri yazıya dökerek yeni bir yazar kuşağı oluşturmuşlardır. Bu kesim edebiyata kasıtlı olarak değil, yaşanan yıkımı anlatma ihtiyacıyla katılmıştır. Bondarev, Baklanov, Vasilyev, Bıkov, Vorobyev gibi isimler doğrudan cepheden yazmış; kendi kuşaklarını temsil etme ve deneyimi kayda geçirme hedefiyle eser üretmişlerdir.【7】 Bu nedenle savaş edebiyatı biyografik, tanıklığa dayalı ve gerçeklik merkezlidir.
Savaş yıllarında Rus edebiyatında öne çıkan ilk tür şiir olmuştur; çünkü şiir hem kitlelere hızla ulaşma hem de moral ve umut söyleminin taşıyıcısı olma potansiyeline sahipti. A. Tvardovskiy, A. Surkov, K. Simonov, S. Kirsanov, İ. Sel’vinskiy, S. Sçipayev, A. Ahmatova, O. Bergol’ts, V. İnber, A.Jarov, İ.Utkin, S. Mihalkov gibi şairler savaş temalı şiir yazan şairlerden başlıcalarıdır.【8】
Savaştan sonra ise odak, roman ve öyküye kaymış; cephe deneyimini işleyen "General Nesri" ve "Teğmen Nesri" gibi alt türler ortaya çıkmıştır. Bu eserler, savaşın birey üzerindeki psikolojik etkilerini ve toplumsal çözülmeyi merkeze almıştır.
Savaş edebiyatının etkisi yalnızca 1940’larla sınırlı kalmamış, sonraki kuşaklara da aktarılmıştır. Savaş deneyimini anlatan eserler, ulusal kimlik ve edebî gelenek için temel referans hâline gelmiş ve “kuşak borcu” bilinciyle yazılmıştır.
Stalingrad Zaferinin Rusya’da Anılması ve 80. Yıl Dönümü Kutlamaları
Stalingrad Muharebesi, çağdaş Rusya’da ulusal hafızanın önemli referans noktalarından biri olmaya devam etmekte ve her yıl resmî törenler, anma etkinlikleri ve sembolik programlarla hatırlanmaktadır. Zaferin yıl dönümü olan 2 Şubat, Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası ve müttefiklerine karşı kazandığı askeri başarı olarak anılmakta; bu tarih, savaşın hafızada canlı tutulmasına yönelik devlet ve toplum düzeyinde bir kimlik ögesi işlevi görmektedir.

80. Yıl Kutlamaları (Anadolu Ajansı)
Muharebenin 80. yıl dönümü, 2 Şubat 2023 tarihinde Rusya’nın Volgograd kentinde çeşitli törenlerle kutlanmış, etkinlikler şehrin sembolik mekânlarında gerçekleştirilmiştir. Anma programlarının odak noktalarından biri, Stalingrad savunmasının simgesi hâline gelen “Anavatan Çağırıyor” (Rodina Mat Zovyot) heykelinin bulunduğu alan olmuştur. Etkinliklere dair ulusal ve uluslararası haberlerde bu heykel özellikle vurgulanmış ve savaşın hafıza mekânı olarak sembolik işlevi öne çıkmıştır. Kutlamalar, zaferin Sovyet askerî mücadelesi bağlamında hatırlandığını vurgulayan söylemlerle gerçekleştirilmiştir.

Şehrin Sembolü Olan Anavatan Çağırıyor Heykeli (Anadolu Ajansı)
80. yıl dönümü anmaları, Stalingrad’ın güncel Rus kamusal hafızasında yalnızca tarihsel bir muharebe olarak değil, faşizme karşı ulusal direnişin ve kurucu savaş mitolojisinin merkezî simgesi olarak konumlandığını göstermektedir. Etkinliklerin resmî ve kolektif nitelikte gerçekleşmesi, Stalingrad’ın hem devlet politikası hem de toplumsal bellek açısından süreklilik taşıyan bir anlam yüküne sahip olduğunu ortaya koymaktadır.


