Sveti Stefan Kilisesi, Türkiye'nin İstanbul ilinin Balat semtinde, Haliç kıyısında yer alan ve yapısal özellikleri bakımından dünyanın sayılı demir kiliseleri arasında bulunan bir Bulgar Ortodoks kilisesidir. Halk arasında “Demir Kilise” olarak anılmaktadır. Yapı, 19. yüzyılda Osmanlı döneminde İstanbul’daki Bulgar cemaatinin bağımsız kilise kurma mücadelesinin simgesi olarak inşa edilmiştir.

Kilisenin Dış Görünümü (Fotoğraf: Duygu Şahinler)
Tarihçesi
19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan Bulgarlar, sayıları on binlerle ifade edilecek kadar kalabalık bir nüfusa ulaşmalarına rağmen, dinî kimlik bakımından Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne bağlı kabul ediliyorlardı. Bu durum, millet sistemi çerçevesinde, Bulgarların dinî, kültürel ve eğitimsel alanlarda Rum egemenliği altında kalmasına yol açmış; kilise, okul, mezarlık gibi kurumlar üzerinde de bu hâkimiyet hissedilmiştir. Bu bağlamda Bulgar cemaatinin Osmanlı yönetiminden bağımsız bir kilise ve dinî yapı talebi, aslında ulusal uyanışın ve kimlik inşasının önemli bir parçası olarak belirmiştir. 19. yüzyılın ortalarından itibaren Bulgar Eksarhlığı’nın kurulmasına yönelik çabalar hız kazanmış; bu çerçevede İstanbul'da bağımsız bir Bulgar kilisesi inşa etme düşüncesi doğmuştur.

Kilisenin Görünümü (Fotoğraf: Duygu Şahinler)
İlk adım olarak, dönemin nüfuzlu Bulgar tüccarlarından İstefanaki Bey, Haliç kıyısında, Balat’ta bulunan ahşap konağını ibadethane olarak kullanılmak üzere Bulgar cemaatine bağışlamıştır. Bu yapı 1849 yılında geçici bir kiliseye dönüştürülmüştür. Ancak bu yapı hem sembolik anlamda yetersiz kalmış hem de zamanla fiziksel olarak işlevini yerine getiremez hâle gelmiştir.
Artan talepler doğrultusunda yeni ve kalıcı bir yapıya duyulan ihtiyaç üzerine 1890’lı yılların başında yeni bir kilisenin inşasına karar verilmiştir. Bulgaristan'daki kilise bağımsızlık hareketlerinin Osmanlı nezdinde tanınmasından sonra, bu kilise Bulgar ulusal varlığının simgesi olarak görülmüştür.
Yeni kilisenin yapım sürecinde dikkat çeken önemli bir unsur, yapının tamamen prefabrik dökme demir parçalarla inşa edilmiş olmasıdır. Bu tercihin ardında, Haliç kıyısının bataklık yapısı nedeniyle geleneksel taş temelli bir yapının oturmasının zor olması yatmaktadır. Viyana merkezli Rudolf Philipp Waagner firması, yapının demir konstrüksiyonlarını üretmiş; parçalar Tuna Nehri üzerinden İstanbul’a taşınmış ve burada monte edilmiştir.
Yapının mimarı ise Osmanlı topraklarında doğmuş Ermeni asıllı bir mimar olan Hovsep Aznavur’dur. Aznavur, dönemin neogotik ve neobarok mimari eğilimlerinden ilham alarak, Bulgar kimliğini simgeleyecek zengin süslemelerle bezenmiş bir tasarım ortaya koymuştur.
İnşaat süreci 1892 yılında başlamış, yaklaşık altı yıl süren bu süreç sonunda kilise, 1898 yılında büyük bir törenle ibadete açılmıştır. Açılış törenine hem Bulgaristan’dan hem Osmanlı’dan yüksek rütbeli temsilciler katılmış, bu gelişme Bulgar toplumu tarafından büyük bir zafer olarak görülmüştür. Kilise aynı zamanda, Bulgar Eksarhlığı'nın İstanbul'daki ana temsil yapısı olarak da işlev görmüştür. Bu dönemde, kiliseye ek olarak bir Metoh Binası da inşa edilmiştir. Bu yapı, hem papazların konaklaması hem de eğitim-öğretim faaliyetleri için kullanılmış; bölgedeki Bulgar cemaati ile kilise arasında sosyal bağların kurulmasında önemli bir rol üstlenmiştir.

Kilise Bahçesinde Yer Alan Stefan Bogoridi Heykeli (Fotoğraf: Duygu Şahinler)

Kilise Bahçesinde Yer Alan Mezarlar (Fotoğraf: Duygu Şahinler)
Mimari Özellikleri
Sveti Stefan Kilisesi, dünyanın sayılı dökme demirden yapılmış ibadet yapılarından biridir ve bu yönüyle mimarlık tarihinde eşine az rastlanır bir örnek teşkil eder. Kilisenin bu özelliği, hem yapının inşa edildiği arazi koşulları hem de dönemin mimari eğilimleriyle yakından ilişkilidir.
Yapım Teknolojisi ve Malzeme Seçimi
Balat sahilinin bataklık niteliğindeki zemin yapısı, taş ya da tuğla gibi geleneksel yapı malzemeleriyle yapılacak büyük ölçekli bir binanın zamanla oturmasına ve yapısal sorunlara yol açmasına neden olabilirdi. Bu nedenle 19. yüzyılda, Avrupa'da giderek yaygınlaşan prefabrik demir yapı teknolojisi, hem dayanıklılık hem de modernlik anlamında uygun bir çözüm olarak görülmüştür.
Kilisenin tüm taşıyıcı sistemi, süslemeleri, iç mekân unsurları ve cephe kaplamaları dahil olmak üzere tamamı demir malzeme kullanılarak üretilmiştir. Yapının her bir parçası, Viyana'daki R. Ph. Waagner fabrikasında üretilmiş ve Tuna Nehri yoluyla İstanbul’a taşınmıştır. Parçalar, Balat’ta kurulan bir montaj sahasında birleştirilmiş ve yapı yerinde monte edilmiştir. Bu özellik, onu adeta "demirden inşa edilmiş bir lego yapı" gibi tanımlanabilir kılmaktadır.
Mimari Stil ve Üslup Özellikleri
Kilisenin mimarı Hovsep Aznavur, yapıda neogotik ve neobarok etkilerin bir sentezini yansıtmıştır. Bu stil tercihleri, dönemin Avrupa mimarisinde etkili olan tarihselci eğilimlerin bir yansımasıdır. Özellikle cephelerde görülen aşırı süslemeler, ince uzun kemerler, rozet pencereler, gotik tonozlar, korint başlıklı sütunlar ve melek motifleri, yapının anıtsal bir görünüm kazanmasını sağlamıştır.

Kilisenin İçinde Bulunan Dua Köşesi (Fotoğraf: Duygu Şahinler)
Yapının dış cephesi ve çatı örtüsü de dahil olmak üzere tamamı dökme demirden üretilmiştir. Bu durum, cephe düzeninde simetriye ve ritme dayalı bir kompozisyon yaratılmasını sağlamış, her elemanın önceden tasarlanarak kalıplanmış olması sayesinde detaylarda yüksek bir işçilik seviyesi yakalanmıştır. Kilisenin çatı örtüsü, beşik tonoz biçiminde kurgulanmıştır ve iç mekândaki taşıyıcı kolonlarla uyum içinde yükselir.

Kilisenin İç Görünümü (Fotoğraf: Duygu Şahinler)
İç Mekân Düzeni ve Süsleme Detayları
Kilisenin iç mekânı, üç nefli bazilikal plan tipindedir. Orta nef, yan neflerden daha yüksek ve geniştir; üzeri kasetli beşik tonozla örtülüdür. Galeri katı, kuzey ve güney yönlerinde uzanır ve bu kat, dinî törenlerde hem akustik avantaj hem de izleyici kapasitesi açısından önem taşır.
En dikkat çekici iç mekân unsurlarından biri, ahşaptan yapılmış ve yoğun biçimde ikonografik süslemelerle bezenmiş olan ikonostasis (ikona duvarı) yapısıdır. Bu bölümde, başta Aziz Stefan, Meryem Ana, İsa, Aziz Kiril ve Metodius gibi figürlerin yer aldığı zengin ikonalar sergilenmektedir. Kraliyet kapısı üzerinde ise kutsal ruhu temsil eden güvercin motifi bulunur.
Duvarlarda ve tavanlarda bulunan bitkisel motifler, melek yüzleri, frizler, yumurta dizileri, kornişler ve kaburgalı tonozlar, yapının hem yapısal hem estetik anlamda dikkat çekmesini sağlar. Sütun başlıklarında Latin haçı, melek başları, askı çelenk motifleri gibi detaylar yer alır. Bu süslemeler, sadece sembolik değil, aynı zamanda yapıya özgün bir karakter kazandıran ögelerdir.

Kilisenin Üst Katında yer Alan Vitray Süslemeli Pencere (Fotoğraf: Duygu Şahinler)

Kilisenin İçinde Yer Alan Vitray Süslemeleri (Fotoğraf: Duygu Şahinler)
Akustik ve İşlevsel Kullanım
Yapı, demirden yapılmış olmasına rağmen iç yüzeylerinde kullanılan malzemeler sayesinde akustik açıdan da dikkate değer bir performans sergilemektedir. Ancak yapılan ölçümler, özellikle yankılanma süresinin (RT) yüksek olduğunu, bu nedenle konuşma anlaşılırlığının bazı bölümlerde düşük seviyelerde kaldığını ortaya koymuştur. Bu bağlamda, önerilen çeşitli akustik iyileştirme müdahaleleri ile yapı, hem ibadet hem de müzik etkinlikleri için daha uygun hâle getirilmiştir.
Kentteki Yeri ve Değişim Süreci
Balat’ın çok kültürlü yapısı içinde önemli bir simge olan kilise, zamanla yaşanan kentsel dönüşümler ve altyapı müdahaleleri sonucu eski bağlamından kopmuştur. Kilise, bir dönem toplulukla iç içe bir ibadet alanı iken, günümüzde daha çok turistik bir anıt yapı niteliğindedir.


