Birey kavramında ortaya çıkan üçlü tasavvurun temelinde hem bireyin hem de birey dışındaki nesnelerin dayandığı bir kaynak fikri vardır. Bu yüzden önce “kaynak” üzerinde duralım.
Kaynak Nedir?
Türkçede “kaynak,” bir şeyin çıkış yeri, başlangıcı ya da sebebi anlamına gelir. Bir nehrin doğduğu pınar gibi. Kaynağından koparılmadıkça, o şeyin varlığı da sona erdirilemez. Bu yüzden “kaynak,” sadece durağan bir dayanak değil, aynı zamanda hareket eden ve akış sağlayan bir şeydir. Bir pınar gözünden suyun kaynaması gibi, kaynak hem sabit görünür hem de sürekli akar.
Klasik felsefede kullanılan “cevher,” “öz,” “töz” ya da Grekçedeki ousia, hypostasis gibi kavramlar daha çok “altta duran” ve hareketsiz olan dayanağı ifade eder. Oysa Türkçedeki “kaynak” hareketi, akışı ve kaynamayı da içerir. Bu nedenle “kaynak” düşüncesi, sadece bir tercüme meselesi değil, Türkçede düşünmenin imkânlarına işaret eden özgün bir kavramdır.
Fiil ve Fail İlişkisi
Üçlü tasavvurda hem kişi hem de kozmos için kaynağı anlamanın yolu, onların fiillerine ve hareketlerine bakmaktır.
- Kişi açısından sorun, fiil ile failin (yapanın) tam olarak örtüşmemesidir.
- Kozmos açısından sorun ise nesnelerin değişimlerinin ardında onları sabitleyen bir dayanağın bulunamamasıdır.
Bir örnek: Düşünme bir fiildir. Düşünmeyi yapan bir “düşünen” olmalıdır. Eğer düşünen ile düşünme fiili tamamen aynı şey olsaydı, ortada failden bağımsız, “failsiz” bir fiil olurdu ki bu imkânsızdır. Çünkü her fiil, bir sabit noktaya dayanır. Düşünme fiilinde bu sabit nokta, düşünendir. Ancak düşünce tek başına ne fiile ne de faile varlık verebilir. Bu yüzden fiil-fail ilişkisi göründüğünden çok daha karmaşıktır.
Gündelik hayatta da aynı durum vardır. Birinin öfkeyle saldırması, kaçması ya da sevgi göstermesi sadece dışarıdan görülen fiillerdir; fakat çoğu kez kişinin bile farkında olmadığı sebeplere dayanır. Bu da fiil ile failin uyumunun ne kadar muğlak olduğunu gösterir.
Hareket ve Sebep
Her şey değişir: bir çiçek solar, bir kitap eskir, bir kalem kırılır. Biz bu değişimlere “hareket” diyoruz. Ancak değişimin her zaman bir sebebi vardır. İnsan çoğu zaman görünürdeki sebebi yeterli görür fakat bu sebep değişimin asıl kaynağı değildir. Asıl sebep bilinmediğinde birey kendini yanıltır ve yanılsama üzerine bir varlık tasavvuru kurar.
İşte bireyin “ferd” olamaması, yani hakiki bir varlık kazanamaması da buradan doğar. Kaynağını bulmayan birey, kendi hakkını da savunamaz; çünkü hakkını bilmeyen, aslında var değildir.
Tanrı Düşüncesi ve Sebep
Tanrı düşüncesi de tarih boyunca çoğu kez bir sebep düşüncesi olarak ortaya çıkmıştır.
- Çok tanrılı inançlarda “yıldırım tanrısı,” “sevgi tanrısı” gibi isimler, belli olayların sebebi olarak görülmüştür.
- Tek tanrılı inançlarda ise tüm sebeplerin ardında tek bir tanrı düşünülür.
- Aristoteles “hareket etmeyen hareket ettirici”den söz eder【1】 ; Spinoza ise Tanrı’yı “kendinin sebebi” (causa sui) olarak tanımlar【2】 .
Bütün bu yaklaşımlarda ortak nokta, Tanrı’yı bir sebep olarak düşünmektir. Fakat burada sorun, “sebep” kavramının ne olduğu ve hangi tasavvura göre belirlendiğidir. “Hareket”i nasıl tanımlıyorsak, “hareketsiz hareket ettirici” düşüncesi de ona göre şekillenir. Yani Tanrı’yı anlama biçimi, sebep kavramını nasıl kurduğumuza bağlıdır.
Antropomorfizm Tartışması
Tarih boyunca Tanrı çoğu kez insana benzetilerek (antropomorfik) tasvir edilmiştir. Bu durum eleştirilmiş hatta küçültücü bulunmuştur. Ancak gerçekte insan, kaynağı ancak kendisi üzerinden anlayabildiği için Tanrı’yı da kendi benzetmeleriyle tasvir etmiştir.
Ksenofanes, “Eğer atların tanrıları olsaydı, onları atlara benzer çizerlerdi”【3 diyerek bu eleştiriyi dile getirmiştir. Spinoza da peygamberleri “hayal gücüne dayalı antropomorfik Tanrı anlayışı” yüzünden eleştirmiştir. Ama Spinoza’nın kendi Tanrı’sı da aslında zihinsel bir yapıya, yani insanın kendi özüne dayanır. Bu nedenle onun Tanrı tasavvuru da temelde antropomorfiktir.
Esas mesele, Tanrı’nın insana benzetilmesi değil, “insan nedir?” sorusudur. İnsan özü doğru anlaşılmadan Tanrı hakkında yapılan her tasavvur eksik kalır.
Kaynakla İrtibat ve “İz”
İnsanın kaynağa bağlanabilmesi için kendi içinde bir “iz” bulması gerekir. Bu iz, kaynağa işaret eden ama aynı zamanda ondan farklı olan bir bağlantıdır. Bu yüzden Tanrı’yı tamamen insana benzetmek de tamamen farklı görmek de meseleyi çözmez. Doğru yol, bu “iz” üzerinden hem benzerliği hem de benzemezliği dikkate almaktır.
Sonuç: Teomorfik İnsan
Bireyin kaynağı açığa çıkmadıkça, insan ferd olamaz. Antropomorfik tasavvurlar Tanrı’yı küçültür ama asıl mesele, insanın gönlünü bulamamasıdır. Gönül esasındaki insan, bütün antropomorfik Tanrı anlayışlarının ötesindedir. Bu yüzden gerçek insan, ancak teomorfik (Tanrı’ya gönül bağıyla yönelen) insandır. İnsanın kaynağa ulaşması, gönül yoluyla ve kelâm ile mümkündür.

