Vampir figürü, kan içen, ölümsüz olan ve gece yaşayan varlık olarak özellikle Batı kültüründe tanınmış olsa da bu figürün Türk mitolojisinde çok daha eski ve çeşitli formlarda ortaya çıktığı görülmektedir. Türk mitolojisinde vampir benzeri varlıklar yüzyıllar boyunca hortlak, obur, cadı, alkarısı, yalmovuz, yek, yek içgek, kara koncolos gibi çeşitli adlarla anılmıştır.
Bu varlıklar yalnızca Türk halk inanışlarında değil, tarihî belgelerde, seyahatnamelerde, fetvalarda, edebî eserlerde, sinema ve tiyatro gibi sanat eserlerinde de yaşamaya devam etmiştir.
Günümüzdeki Türk sineması ve tiyatrosunda yer alan bazı vampir konulu yapımlar ise şunlardır:
1. Drakula İstanbul'da (1952)

Drakula İstanbul'da Filmi (1952)
2.Laz Vampir Tirakula (2012)

Laz Vampir Tirakula Filmi (2012)
3.Kutsal Damacana Dracoola (2011)

Kutsal Damacana Dracoola Filmi (2011)
4.Dracula (2025)

Dracula (2025) tiyatro gösteriminden bir görsel (AA)
5.Dracula (2025)

Dracula (2025) tiyatro oyununun afişi
Vampir Kelimesinin Kökeni ve Yayılışı
Vampir kelimesi yalnızca Slav dillerinde bulunmaz. Türkçeye ve özellikle Türk halk inanışlarına dayanır. Kelimenin ilk biçimi olan “upır” ya da “ubır”, Türkçedeki “obur” ve “ubır” gibi sözcüklerle benzerlik gösterir. Bu kelimeler, Türk mitolojisinde “kan emici, hortlak, şeytani varlık” anlamında kullanılmıştır. Bu da Türkçenin, Avrupa kültürüne etki eden bir kelime üretme ve taşıma potansiyelini göstermektedir.【1】
Türk halk inançlarında yer alan “ubır” ve “obur” figürleri, vampir mitinin ilk biçimlerini andırmaktadır. Kan emici doğaüstü varlıklar, mezardan çıkan hortlaklar ve insanlara musallat olan kötü ruhlar bu şekilde değerlendirilmektedir.
Kelimenin Kazan Tatarcası, Başkurtça, Çuvaşça gibi çeşitli Türk lehçelerinde benzer biçimlerde bulunması (ubır, obur, vupĭr gibi), bu kavramın Türkçenin geniş coğrafi etkisini yansıtması bakımından dikkat çekicidir.【2】
Türk Mitolojisinde Vampir Türleri
- Yek / Yek İçgek / İçgek: En eski ve yaşlı vampirlerdir. Karanlıkla, ölümle, kanla ilişkilendirilir.【3】
- Obur: En bilinen vampir benzeri varlıktır. Ölüp mezarda çürümeyen, zaman zaman mezardan çıkıp yaşayanlara musallat olan bir figürdür. Oburun geceleri hortlayarak canlıların kanını emdiğine inanılır. Halk arasında "hortlak" tabiriyle de anılır.【4】
- Yalmavuz / Celmoğuz: Orta Asya Türklerinde bu isimle bilinen korkunç yaratıktır. Çocukları ve savunmasızları kaçırıp yiyen bir varlık olarak tanımlanır. Vampir gibi hem korku hem de olağanüstülük unsuru taşır.【5】
- Cadı: Büyü, kötülük ve kanla ilişkilidir. Kimi anlatılarda vampir benzeri güçlere sahiptir. Cadılar topraktan veya mezardan kalkıp çok yüksek bir sesle korkunç bir şekilde kendilerini gösterirler ve cesetlerdeki kanlarla beslenirler. Cumartesi günleri mezarlarını terk edemezler ve cumartesi günleri cadıcılar tarafından cadının cesetinin tam orta yerine kazık çakılır ve kireç dökülerek cadının bedeni yakılır. Bir cadıyla mücadele edip cadı alt edilmezse, kontrolden çıkarak kan emen bir varlığa dönüşür ve daha çok çocuğun kanını ayaklarının altından emerek öldürür. Kan emen bu tip cadılara ”Vırkalak” denir.【6】
- Albastı: Yeni doğum yapmış kadınlara musallat olarak onların ruhunu emdiğine inanılan bir varlıktır. Kan, ölüm, korku temalarıyla vampirlerle örtüşür.【7】
- Erlik Han (Güney Sibirya): Yer altı dünyasının efendisidir. Ölüm, karanlık, kan gibi kavramlarla doğrudan ilişkilidir. Mitolojik olarak vampir benzeri özelliklere sahiptir.【8】
- Celbegen (Altay Dağları): Mezardan çıkan ve insan eti yiyen yaratıktır. Tam anlamıyla bir vampir figürü gibi davranır.【9】
- Emegen (Kafkasya): Türk dünyası anlatılarında, özellikle Karaçay - Malkar Türklerinin anlatılarında sıklıkla yer alır. Emegenler bir dev tipi olarak kan içerler ve uzun ömürlüdürler.【10】
Osmanlı'da Vampir Algısı
Osmanlı kültüründe cadı kavramı, halk inanışlarıyla iç içe geçmiş, özellikle doğaüstü güçlere sahip olduğuna inanılan kadın figürler üzerinden şekillenmiştir. Cadılar, yalnızca büyü yapabilen bireyler değil, aynı zamanda kötücül varlıklarla iletişime geçebilen, toplum düzenini tehdit eden kişiler olarak algılanmıştır. Bu bağlamda, cadı kavramı ile vampir benzeri yaratıklar arasında işlevsel ve sembolik bağlar kurmak mümkündür.
Osmanlı'da cadı algısının şekillenmesinde sözlü kültürün, halk hikâyelerinin ve efsanelerin büyük rol oynadığı görülmektedir. Cadı, yalnızca bireysel bir tehdit değil, aynı zamanda toplumun ortak korkularının ve bastırılmış bilinçaltının dışavurumu olarak da yorumlanabilir. Bu yönüyle Osmanlı’daki cadı anlayışı, Batı’daki cadı yargılamalarından farklı bir zeminde gelişmiş, daha çok halk inançları ve mitolojik birikim içinde evrilmiştir.
Osmanlı literatüründe doğrudan "vampir" terimi yerine "cadı", "hortlak", "kara koncolos" gibi kavramlar kullanılmıştır. Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru “cadı” kavramı, Batı’daki vampir anlayışına paralel olarak anlam genişlemesine uğramıştır. Bu dönüşümün sözlük tanımlarına ve basılı kaynaklara yansıdığı görülmektedir. Örneğin, Redhouse’un 1890 tarihli sözlüğünde “cadı” kelimesi “ölü kişinin vampir olarak dünyaya döndüğü batıl inanç” biçiminde tanımlanmıştır.【11】 Osmanlı toplumunda cadıların ölümden sonra hortladıklarına, bedenlerinin bozulmadığına, taş atma, eşyanın yerini değiştirme, hayvanlara musallat olma gibi eylemlerle toplumsal huzuru bozduklarına inanılmıştır. Onları etkisiz hâle getirmenin çaresinin ise kalbe kazık çakma, başını kesme, yakma ve hatta nehre atma gibi pratikler olduğu düşünülmüştür.【12】
Fetvalar ve Masarif Defterleri
Osmanlı’daki resmî kayıtlarda vampirliğe dair örnekler mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu, mezarlardan çıkan ölülerle ilgili halk inanışlarına karşı ciddi bir şekilde müdahale etmiş, zaman zaman fetvalar çıkararak bu varlıkların ortadan kaldırılmasını istemiştir. Özellikle 16. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı’daki kadı sicilleri, cinler ve hortlaklar gibi doğaüstü varlıklarla ilgili davaların işlenmesine dair kayıtlar mevcuttur.
Osmanlı fetvalarında, öldükten sonra yeniden dirilen ve insanları rahatsız eden ölülerin mezarlarının açılmasına dair hükümlere rastlanır. Bu tür vakalarda cesetlerin üzerine kazık çakılması veya yakılması işlemi yapılır. Örneğin, bir köyde ölülerin mezarlarından kalkıp halkı korkutması üzerine, yerel kadılar bu ölülerin "vampir" olarak tanımlanarak yakılmalarına karar vermiştir. Kadı sicillerinde, “Yeni ölmüş kişiler geri dönerse, kan içer ve kötülük yaparsa bunların öldürülmesi gerekir.” şeklinde ifadeler geçmektedir.
Vampir olarak tanımlanan varlıkların halk arasında korku yaratması, aynı zamanda dinî ve kültürel açıdan da tehdit olarak görülmüştür. Fetvalarda, bu tür durumların, dinî ve toplumsal düzeni tehdit ettiğine dair uyarılar bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu varlıkların yok edilmesi, sadece halk sağlığını korumak değil, aynı zamanda toplumsal düzenin sağlanabilmesi için de gerekli görülmüştür.
Tırnova Cadıları Vakası
1826’da Osmanlı'da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması ve sonrasındaki sosyal kaos, vampirizmin politik bir araç olarak kullanılmasına yol açmıştır. Tırnova Cadıları Vakası, Osmanlı'da vampirizmin halk ve yönetim açısından nasıl algılandığını gösteren örneklerden biridir. Bu dönemde, Yeniçeri Ocağı'nın kapatılmasının ardında yatan bir diğer sebep, "vampirleşmiş" yani şiddet yanlısı, yerleşik düzeni bozan ve orduyu isyana teşvik eden eski Yeniçeri üyelerinin ölüleri olarak sunulmasıdır.
Yeniçeri Ocağı'nın sonlandırılması, halkta ve yönetimde büyük bir tepki doğurmuştur. Bu tepkiyi yatıştırmak için, eski Yeniçeri üyeleri "vampir" olarak tanıtılmış ve bu kişilerin, Osmanlı toplumu için bir tehdit oluşturdukları, halkı bozmaya ve isyana teşvik ettikleri anlatılmıştır. Bu anlatılarda, eski Yeniçerilerin dirildiği ve insan kanı içerek gücünü kazandığına dair halk arasında uydurulan anlatılar, toplumu ve yönetimi birleştirme amacına hizmet etmiştir.
Tırnova Cadıları, bu bağlamda, halk arasında korku uyandırmak için kullanılan metaforlardan biri hâline gelmiştir. Vampirizmin politik bir figür olarak kullanılması, toplumsal düzeni sağlama amacı taşırken, aynı zamanda Osmanlı yönetiminin, halkı ve orduyu kontrol altında tutmak için kullandığı bir araç işlevi görmüştür. Yeniçeri Ocağı'nın feshedilmesi, halk nezdinde ciddi bir korku yaratırken "vampirleşmiş" Yeniçeriler ile toplumda "tehdit oluşturan unsurlar" ayrımı yapılmıştır.【13】
Evliya Çelebi’de Vampir ve Hortlak Anlatıları
Evliya Çelebi, Kafkasya'da Çerkezlerin yaşadığı Hatukay bölgesindeki Pedsi (Fedz) köyünde meydana gelen doğaüstü olaylardan bahseder. Burada Abaza ve Çerkez cadılarının savaşından söz edilir. Bu anlatılarda geçen “vud” adlı varlıklar, genellikle yaşlı kadın (kocakarı) suretinde tasvir edilir ve hayvana dönüşebilme yetenekleriyle dikkat çeker. Onlarla başa çıkabilen özel kişilere ise “tsışhu” denir. Bu figürler, kan içme özelliğine sahip olmamakla birlikte, öldükten sonra yaşayan ve gece ortaya çıkan hortlaklar olarak tanımlanır.【14】
Evliya Çelebi, Seyahatname'de geçen bir ifadesinde “obur” kavramını şöyle aktarır:
“Lisan-ı Tatar’da ‘obur’, cadūya ve sihirbaz avrete ve mezarda dirilere derler.”
Bu tanımda “obur” hem büyücü kadın hem sihirbaz hem de “mezarda diri kalan” varlıkları kapsar. Yani obur, Evliya Çelebi'nin anlayışında hem cadı hem de hortlak/vampir niteliği taşır. Mezarda çürümeyip yaşayan, gece ortaya çıkan ve insanlara zarar veren bu varlıklar, vampir kavramıyla büyük ölçüde örtüşmektedir.【15】
Ayrıca Evliya Çelebi’nin anlatılarında, halk arasında “cadı” olarak tanımlanan varlıkların da “vampir”, “karakoncolos” ve “hortlak” ile eşanlamlı kullanıldığı görülmektedir. Şemseddin Sami’nin Kâmus-ı Türkî adlı sözlüğünden aktarılan bilgilerle, halk arasında cadılar “gece cin gibi gezen, korkunç surette ortaya çıkan ve insanlara zarar veren varlıklar” olarak kabul edilmektedir.【16】
19. Yüzyıl Osmanlı Basınında Vampir (Cadı) Algısı
19. yüzyıl mizah basınında, özellikle Diyojen, Tiyatro, Hayal ve Latife gibi dergilerde “cadı” olayları parodileştirilmiş ve toplumsal gerçeklik üzerinden yorumlanmıştır. Karaferye’de yaşanan iki cadı vakası (1872 ve 1874), halk arasında korku yaratmış; ancak mizah basını bu vakaları ironik biçimde ele alarak aslında olayların ne kadar inanılmaz olduğunu ortaya koymuştur. Bu bakış açısı, toplumsal bilinçte vampir benzeri figürlerin nasıl şekillendiğini ve ciddiyetle alay arasında bir yerde konumlandığını göstermektedir.【17】
Türk kültüründe vampir kavramına dair çeşitli yayınlar yapılmaktadır:

(İletişim Yayınları Web Sitesi)

(Karakum Yayınları Web Sitesi)
Ali Rıza Seyfi’nin Kazıklı Voyvoda Romanı ve Türk Vampir Edebiyatının Başlangıcı
Ali Rıza Seyfi’nin Kazıklı Voyvoda (1928) adlı romanı, Türk edebiyatının ilk vampir romanı olarak kabul edilir. Eser, Bram Stoker’ın Dracula (1897) romanının serbest bir uyarlamasıdır. Ancak bu uyarlama, yalnızca metinsel bir çeviri değil, aynı zamanda kültürel, ideolojik ve tarihî bir dönüşümdür. Seyfi, Transilvanyalı vampir figürünü Osmanlı ve Cumhuriyet sonrası Türk kimliğiyle harmanlayarak bir “yerli vampir” tipi yaratmıştır.
Tarihî kişilik Vlad Țepeș (Kazıklı Voyvoda), Osmanlılarla savaşan Eflak (bugünkü Romanya) prensi olarak tanınır. Sert cezalandırma yöntemleri nedeniyle bu unvanı almıştır. 15. yüzyılda yaşamış bu figür, Osmanlı ve Balkan anlatılarında korku objesi olmuştur. Seyfi’nin romanında ise Vlad, Batı’nın karanlık ötekisi değil, Türk milletinin kanına susamış düşmanı olarak yeniden kurgulanır.
Romanın Konusu ve Yerel Unsurları
Roman, bir Osmanlı subayı olan Azmi Bey'in Transilvanya'ya gitmesiyle başlar. Burada karşılaştığı Kont Drakola'nın aslında Kazıklı Voyvoda olduğu ve İstanbul’a musallat olduğu anlaşılır. Eserde dikkat çeken yerelleştirme örnekleri şunlardır:
Dracula’ya karşı kullanılan haç, sarımsak ve kutsal su gibi Hristiyan motifleri yerine Kur’an-ı Kerim, En’am-ı Şerif muskası, Peygamber kabir toprağı gibi objeler tercih edilmiştir.
Romanın sonunda Dracula’nın yüreğine saplanan silah Hristiyan haçı değil, Dağıstan kamasıdır, yani Türk kahramanlık geleneğine ait bir öğedir. Vampir figürü, Türk milletine yönelik “dış tehdit” metaforu olarak kullanılır. Doktor Resuhi, vampirin Türk kanına olan susuzluğunu “milletin damarlarına sızan düşmanlık” olarak yorumlar.
Seyfi’nin romanı, sadece korku edebiyatı değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Türk milliyetçiliğini yansıtan bir metindir. Kont Drakula burada “tarihten gelen bir düşman” ve “Türk milletinin kanına susamış bir bela”dır. Kahramanlar, İstiklal Savaşı’ndan çıkmış idealize Türk gençleridir. Vampirin öldürülmesi, sembolik olarak Batı'nın, sapkınlığın ve ahlaki yozlaşmanın alt edilmesidir.
Kazıklı Voyvoda, sadece Türk vampir anlatısının başlangıcı değil, aynı zamanda global gotik anlatı geleneği içinde yerel bir örnektir. Louise Walsh’un belirttiği gibi vampir figürü, kültürler arası dolaşımı olan gotik bir figürdür. Seyfi bu figürü, Batı’nın oryantalist bakışını tersyüz ederek, yerli korku unsurlarından ve tarihî anlatılardan besleyerek yeniden üretmiştir. Eserdeki vampir figürü yalnızca Batı’dan devşirilmiş değildir. Seyfi’nin çocuklukta duyduğu Karadeniz cadıları, hortlak anlatıları, mezardan çıkan ve kan emen varlıklar gibi Türk folklorunun öğeleri de romanın içinde doğrudan yer bulur.
(Kazıklı Voyvoda'yı Konu Alan Deliler Filmi Fragmanı (2018)
Türk Çocuk Edebiyatında Vampir
Nazlı Eray’ın “Naz ve Köşkteki Vampir” adlı eserindeki vampir karakter, geleneksel ürkütücü özelliklerinden arındırılmış; aristokrat, zarif, hoşsohbet ve kültürlü bir figür olarak sunulmuştur. Bu, vampirin çocuk edebiyatında korku nesnesi olmaktan çıkarılıp sevimli, dost canlısı bir figüre dönüştürüldüğünü gösterir.
Vampir figürü, Türk çocuk edebiyatında fantastik unsurlardan biri olarak yer almakta; uçma, zamanlararası geçiş, görünmezlik gibi olağanüstü özelliklerle çocukların hayal dünyasını beslemektedir. Bu da vampirin eğlendirici ve eğitici bir unsur hâline geldiğini gösterir. Eserde vampir karakteri aracılığıyla dostluk, yardımseverlik, saygı gibi insani değerler işlenmiştir. Bu bağlamda vampir, sadece fantastik bir varlık değil; aynı zamanda çocuklara değer aktarımında kullanılan bir araçtır.
Türk kültüründeki “obur”, “yek” gibi vampir türleri modern çocuk edebiyatında doğrudan yer almasa da bu kültürel kodların modern anlatılarda dolaylı etkiler taşıdığı gözlemlenmektedir.【18】
Türk kültüründe vampir figürü, yalnızca Batı menşeli bir korku unsuru olarak yer almaz. Çok daha derin ve köklü bir geçmişe sahip yerli bir mitolojik unsurdur. “obur”, “ubır”, “yek”, “alkarısı”, “cadı”, "hortlak" gibi adlarla yüzyıllar boyunca halk inanışlarında, edebiyatta, dinî metinlerde ve sanatta yer bulan bu figür, Türk mitolojisinin zengin ve çok katmanlı doğasını yansıtır. Vampir benzeri varlıkların yalnızca bireysel korkulara değil, toplumsal, siyasi ve kültürel kaygılara da karşılık geldiği görülmektedir.
Osmanlı döneminde cadılar ve hortlaklar üzerinden şekillenen vampir imgesi, halkın bilinçaltındaki korkulara ve yönetimin kontrol mekanizmalarına aracılık etmiştir. Cumhuriyet döneminde ise Ali Rıza Seyfi’nin Kazıklı Voyvoda romanı, bu figürü millî kimlik, tarihî bellek ve Batı karşıtlığıyla yeniden inşa ederek Türk edebiyatına yerli bir vampir kazandırmıştır. Modern dönemde sinema, tiyatro ve çocuk edebiyatında ise bu figür, zaman zaman parodiye dönüştürülmüş, zaman zaman dost canlısı bir karaktere evrilmiş ve böylece farklı yaş gruplarına ve dönemsel ihtiyaçlara göre yeniden yorumlanmıştır. Bu çerçevede vampir, Türk kültüründe sadece korku öğesi değil, aynı zamanda tarihî, mitolojik, ideolojik ve pedagojik bir araç hâline gelmiştir. Vampir mitinin bu çok yönlü evrimi, Türk toplumunun değişen değerlerini, korkularını ve hayal gücünü anlamak açısından önemli bir göstergedir.

