ERKEN DÖNEM TÜRK MÜZİĞİ
Türk müzik kültürü, yaklaşık MÖ 3000’den itibaren geleneksel Altay müziği ile birlikte oluşmaya ve belirginleşmeye başlamıştır. Türk tarihinin ilk müzisyenleri olan şamanların yaptığı dinsel ve büyüsel törenler bu dönemin üretim ve icra ortamları olmuştur. MÖ 2000’den itibaren Altaylıların ilk yurtları olan Altay Dağları yöresinden çıkıp Orta Asya’ ya yayılmaları ile birlikte Altay müziği geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
MÖ 3. yüzyıla gelindiğinde ise tarih sahnesine çıkmaya başlayan Hunlarla birlikte Hun müziği, MS 6. yüzyıldan itibaren de Göktürklerle birlikte Göktürk müziği ortaya çıkmıştır. Daha sonra göçebe hayattan yerleşik hayata geçen Uygurlarla Türk müzik kültürü daha fazla gelişme göstermiştir. Hun, Göktürk ve Uygur dönemlerinde müzik, dinî müziğin dışına çıkarak geniş kapsamlı bir hâl almıştır. Şamanların (kam, kaman) yaptığı halk arasındaki farklı dinî müzikler, kopuz çalan ozanların yaptığı; kahramanlık, oyun, eğlence müzikleri, tuğ takımıyla yapılan askerî müzik, Türk müziğinin üretim ve icra ortamlarını oluşturmuştur.
İSLAMİ DÖNEM VE SONRASINDA TÜRK MÜZİĞİ
Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte Karahanlılar’da Türk-İslam müzik kültürünün oluşmaya başladığı, Gazneliler’de Türk müziğinin Arap, Fars ve Hint müzikleriyle etkileşimde bulunduğu, Selçuklular’da müzik kültürünün ve makamlarının çeşitlendiği görülmüştür.
Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu dönemlerinde tablhane ve nevbet takımlarıyla yapılan askerî müzik, tekkelerdeki dinî müzik, saraylarda icra edilen Türk sanat müziği, Türk müziğinin üretim ve icra ortamlarını oluşturmuştur. Sonraki dönemde Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu müzik kültürlerinin harmanlanmasıyla Türkiye Selçukluları ve Osmanlı müzik kültürü meydana gelmiştir. Türk coğrafyasına yüzyıllarca komşuluk eden Çin, Bizans, Hint, Arap ve Fars kültürlerinin de Türk müziğine büyük etkisi olmuştur.
Türklerin Anadolu’ya yerleşiminden günümüze kadar Türk müziğinin üretim ve icra ortamları varlığını sürdürmüştür. Köy ve kasabalarda âşıklar ve saz şairleri, şehirlerde ise saray, enderun, konak, meşkhane gibi mekânlarda önemli bestekârlar, saz üstatları Türk müziğinin üretim ve gelişimini sağlamışlardır. Bunlarla birlikte tekkeler de özgün yapılarıyla kendi müzik üretim ve icra ortamlarını oluşturmuştur.
Türkler tarih sahnesine çıktıkları ilk günden bu yana sanata, özellikle musikiye önem vermişler ve kurmuş oldukları medeniyetlerin en önemli unsurlarından biri olarak görmüşlerdir. Türklerin ”Kopuz” ile başlayan musiki macerası, bulundukları coğrafi alanlarda da özünü koruyarak sürekli bir gelişim kaydetmiştir. Sosyal hayatın çeşitli kesimlerine hitap edecek şekilde çeşitlenen Türk musikisi, günümüze tüm birikimi ve ihtişamı ile gelmiştir.
Klasik Türk musikisi ile ilgili bilimsel çalışmaların geçmişi çok eskiye dayanmaktadır. Safiyüddin Abdülmümin Urmevi’nin, Şerefiye ve Kitâbü’l Edvarı bu çalışmaların ilki olarak değerlendirilmektedir. Daha sonra özellikle de 19.y.y. sonu 20.y.y. başlarından itibaren nazariyat çalışmaları hız kazanmış, bu konuda birçok çalışma yapılmış ve bu çalışmalar çeşitli şekilde yayımlanmıştır. Günümüzde ise hemen hemen musiki eğitimi yapılan her yerde hiçbir resmî dayatma olmaksızın ve kendiliğinden AREL-EZGİ- UZDİLEK sistemi kabul görmüştür.
Elbette ki “Tavır, Üslup ve Aralık” temeline dayalı olan Türk musikisini kâğıt üzerine aktarmanın çeşitli boyutta zorlukları vardır. Bu nedenle Türk musikisi “meşk” silsilesi ile devamlılığını sağlamış ve en sağlıklı yolu benimseyerek kendini koruma altına almıştır.