Türkiye'de kentleşme, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hız kazanan, toplumsal, ekonomik, kültürel ve mekânsal boyutları olan çok yönlü bir değişim sürecidir. Salt bir nüfus hareketinden ziyade, sanayileşme, ekonomik gelişme, toplumsal yapıda artan iş bölümü ve uzmanlaşma ile insan davranış ve ilişkilerindeki değişimleri de içeren bir nüfus birikim süreci olarak tanımlanır. Türkiye'nin kentleşme deneyimi, küresel eğilimlerle paralellikler göstermekle birlikte, kendine özgü dinamikler ve tarihsel kırılmalarla şekillenmiştir.

Köyden Kente Ve Metropole Uzanan Kentleşme Süreci (Yapay Zeka İle Üretilmiştir)
Tanım ve Kavramsal Çerçeve
Kentleşme olgusunu anlamak için temel kavramların tanımlanması gereklidir:
Kent
Tarımsal olmayan üretimin yapıldığı, bu üretimin dağıtım ve denetim işlevlerinin toplandığı, belirli bir nüfus büyüklüğüne, heterojenliğe ve bütünleşme düzeyine ulaşmış toplumsal yerleşim birimidir. Aynı zamanda, uzmanlaşmış bir iş bölümünün, akrabalık ilişkilerinin zayıfladığı ve kitle iletişim araçlarının rol oynadığı bir yaşam tarzını ifade eder. Yönetimsel bir birliktelikten doğan ve kendi kendini yöneten bir topluluğun örgütlendiği bir mekân olarak da nitelendirilir. Türkiye'de kent tanımı, kurumlar arasında farklılık göstermektedir. 442 sayılı Köy Kanunu'na göre nüfusu 20.000'den fazla olan yerler şehir kabul edilirken , Devlet Planlama Teşkilatı bu sınırı 20.000, Devlet İstatistik Enstitüsü (günümüzdeki TÜİK) ise il ve ilçe merkezlerinin belediye sınırlarını kent olarak tanımlamaktadır.
Kentleşme
Sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının ve mevcut kentlerde yaşayan nüfusun artması sürecidir. Bu süreç, yalnızca demografik bir artışı değil, aynı zamanda toplum yapısında örgütlenme, iş bölümü ve uzmanlaşma gibi yapısal değişimleri de beraberinde getirir.
Kentlileşme
Kentleşme sürecinin bireysel ve kültürel boyutunu ifade eder. Bireylerin kentsel yaşam biçimlerine, davranış kalıplarına ve değer sistemlerine uyum sağlama sürecidir. Türkiye'de kentleşmenin hızlı ve sanayileşmeden kopuk seyretmesi, "kentlileşemeden kentleşme" olarak tanımlanan bir durumu ortaya çıkarmıştır.
Türkiye'de Kentleşmenin Tarihsel Gelişimi
Türkiye'nin kentleşme süreci, 20. yüzyıl içinde farklı dinamiklerin etkisiyle üç ana dönemde incelenebilir:
1950 Öncesi Dönem
Cumhuriyet'in kuruluşundan 1950'ye kadar olan dönemde Türkiye'de güçlü bir kentleşme hareketinden söz edilemez. Kentleşme hızı oldukça yavaş olup , kentlerdeki nüfus artışı büyük ölçüde kırdan kente göçlerden ziyade kentlerin kendi iç dinamiklerine (doğal nüfus artışı) bağlı olarak gerçekleşmiştir. Nitekim 1950'ye kadar ülke toplam nüfusu ile kentsel nüfus artış hızları arasında belirgin farklar yoktur. İdari ölçüte göre kentsel nüfus oranı 1927'de %24,2 iken, 1950'de yalnızca %25 seviyesine ulaşmıştır.
Bu dönemin en belirgin istisnası, 1923'te başkent ilan edilmesiyle yoğun göç alan Ankara'dır. Ankara, idari merkez olma fonksiyonunun getirdiği çekim gücüyle, bu dönemde nüfusu yıllık %6'nın üzerinde artan tek kent olmuştur. Bu dönemde planlama faaliyetleri, yabancı uzmanlar aracılığıyla yürütülmüştür. Hermann Jansen Ankara'nın, Henri Prost ise İstanbul'un planlamasında rol almıştır.

Havadan Yedikule (1931-1937) - Walter Mittelholzer (ETH Library Zurich)
Kırdan Kente Göç ve Sanayileşme (1950-1980)
1950'li yıllar, Türkiye'de kentleşmenin çok hızlandığı bir dönemin başlangıcıdır. Bu tarihten sonra kentsel nüfus artışı, büyük ölçüde kırsal alanlardan kentlere yönelik yoğun göçlerle şekillenmiştir. Nitekim kentsel nüfus oranı 1950'de %25 iken, 1980'de %43,9'a yükselmiştir. Bu hızlı göç dalgasının temel nedenleri şunlardır:
- Kırsal Alanın İtici Faktörleri: Tarımda makineleşmenin başlamasıyla tarımsal iş gücüne duyulan ihtiyacın azalması , kırsal kesimdeki hızlı nüfus artışı , toprak mülkiyetindeki dengesizlikler ve toprağın miras yoluyla parçalanması gibi faktörler, kırsal nüfusu kentlere iten temel etkenler olmuştur.
- Kentlerin Çekici Faktörleri: Sanayi yatırımlarının genellikle İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana gibi büyük kentlerde yoğunlaşması, bu kentleri birer çekim merkezi haline getirmiştir. Kentlerin sunduğu daha iyi eğitim, sağlık ve yaşam koşullarına sahip olma isteği de göçü teşvik etmiştir.
Bu dönemde kentleşme, sanayi faaliyetlerinin geliştiği merkezlerde yoğunlaşmıştır. Petrol rafinerisinin kurulmasıyla Batman, savunma sanayi yatırımlarıyla Kırıkkale, demir-çelik fabrikalarıyla Ereğli ve Karabük, dönemin nüfusu en hızlı artan kentleri olmuştur. Ancak bu süreç, sanayileşmenin yarattığı istihdam olanaklarının göçle gelen nüfusu karşılayamaması nedeniyle, Batı ülkelerindeki gibi "sağlıklı" bir kentleşme olmamış, "çarpık kentleşme" veya "sanayileşmesiz kentleşme" olarak nitelendirilmiştir.

Ankara Kalesi'nden Atıfbey Mahallesi'nin Görünümü - Ali Öz - (Salt Araştırma)
Yeni Dinamikler ve Kentleşme Modelleri (1980 Sonrası)
1980 sonrası dönem, Türkiye'de kentleşme dinamiklerinin çeşitlendiği bir süreçtir. Bu dönemde, geleneksel sanayi odaklı göçün yanı sıra yeni kentleşme modelleri ortaya çıkmıştır:
- Sanayi Kaynaklı Kentleşme: Geleneksel model varlığını sürdürmüştür. Özellikle Marmara Bölgesi'nde İstanbul-İzmit-Bursa hattı ile İstanbul'un batısındaki Çorlu ve Çerkezköy gibi merkezler, sanayi faaliyetleriyle büyümeye devam etmiştir.
- Turizm Kaynaklı Kentleşme: 1980'lerden sonra turizm sektöründeki gelişmeler, özellikle Akdeniz ve Ege kıyılarında yeni bir kentleşme dalgası yaratmıştır. Antalya, Alanya, Marmaris, Fethiye ve Manavgat gibi merkezler, turizmin yarattığı istihdam olanaklarıyla yoğun göç alarak hızla büyümüştür.
- Terör Kaynaklı Kentleşme: 1980'lerin sonu ve 1990'larda Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun kırsal kesiminde yoğunlaşan terör olayları, can güvenliği nedeniyle bölge halkını kitlesel olarak göç etmeye zorlamıştır. Bu göçler, büyük ölçüde bölge içindeki Van, Şırnak, Diyarbakır, Hakkari gibi il merkezlerine yönelmiştir. Bu modelin diğerlerinden farkı, göç alan kentlerin bu yoğun nüfusu kaldıracak ekonomik potansiyele sahip olmamasıdır.

Beyoğlu Helikopter Fotoğrafları (2000) (İstanbul Şehir Planlama Müdürlüğü)
Bu dönemde ayrıca, küresel ekonomiyle bütünleşen ve "Anadolu Kaplanları" olarak adlandırılan Kayseri, Gaziantep, Denizli gibi kentler de sanayi ve ticaretle büyüyerek önemli çekim merkezleri haline gelmiştir.
Türkiye'de Kentleşmenin Sonuçları ve Özellikleri
Türkiye'de yaşanan hızlı ve büyük ölçüde plansız kentleşme süreci, bir dizi yapısal sorunu beraberinde getirmiştir:
Çarpık Kentleşme ve Gecekondu Olgusu
Türkiye kentleşmesinin en belirgin özelliklerinden biri, sanayileşme ile paralel ilerlemeyen "çarpık" veya "sağlıksız" yapısıdır. Kentlere gelen nüfusun barınma ihtiyacını karşılayamaması, özellikle büyük kentlerin çevresinde, kamu arazileri üzerine izinsiz olarak inşa edilen ve "gecekondu" adı verilen konut alanlarının yaygınlaşmasına yol açmıştır. 1950'de 50.000 olan gecekondu sayısı, 1995'te 2 milyona, gecekondularda yaşayan nüfus ise 250.000'den 10 milyona yükselmiştir. Bu durum, kentlerin altyapıdan yoksun, sağlıksız ve hukuk dışı yapılarla kuşatılmasına neden olmuştur. Zamanla çıkarılan imar afları ile bu yapılar yasallaştırılmıştır.
Mekânsal ve Toplumsal Ayrışma
Hızlı kentleşme, kentlerde mekânsal ve toplumsal ayrışmayı derinleştirmiştir. Bir yanda gecekondu ve sefalet mahalleleri oluşurken , diğer yanda özellikle 1980'lerden sonra yüksek gelir grupları için korunaklı siteler ortaya çıkmıştır. Göçle gelen grupların belirli mahallelerde yoğunlaşması, "gettolaşma" olarak adlandırılan ve bu bölgelerin kendi içine kapalı alt kültürler oluşturduğu bir yapıya yol açmıştır.
Ekonomik ve Altyapı Sorunları
Kentlere yönelik yoğun göç, işsizlik, altyapı yetersizliği, ulaşım, çevre kirliliği ve suç oranlarında artış gibi bir dizi sorunu beraberinde getirmiştir. Özellikle büyük metropoller, hem barındırdıkları fırsatlar hem de içerdikleri sorunlar açısından karmaşık bir yapı sergilemektedir.
Bölgesel Dengesizlikler
Kentleşme süreci, Türkiye'de bölgesel dengesizlikleri artırmıştır. Sanayi, ticaret ve nüfusun büyük oranda ülkenin batısında, özellikle Marmara Bölgesi'nde yoğunlaşması, Doğu ve Batı bölgeleri arasında bir gelişmişlik farkı yaratmıştır.
Kentleşme ve Planlama Politikaları
Türkiye'de kentleşme sürecine paralel olarak, kentlerin gelişimini yönlendirmeyi ve sorunlarını çözmeyi amaçlayan planlama politikaları ve yasal düzenlemeler, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi koşullara göre dönemler içinde farklılıklar göstermiştir. Bu politikalar, merkeziyetçi ve modernist yaklaşımlardan, zamanla yerel yönetimlerin ve piyasa aktörlerinin öne çıktığı daha esnek ve proje odaklı modellere doğru bir evrim geçirmiştir.
Modernist Planlama ve Ulus-Devletin İnşası (1923-1950'ler)
Cumhuriyetin ilk yılları, yeni kurulan ulus-devletin kimliğini yansıtan modern kentler yaratma idealiyle şekillenmiştir. Bu dönemde Osmanlı'dan kalan mevzuat değiştirilerek yeni bir kurumsal ve yasal çerçeve oluşturulmuştur. Planlama, daha çok mimarlığın bir alanı olarak görülmüş ve "güzel kent" anlayışı çerçevesinde, var olan kent dokularına saygılı olmayan modernist bir yaklaşımla ele alınmıştır.
Yasal ve Kurumsal Düzenlemeler
- 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu, modern kentin inşa sürecinde belediyelerin rolünü tanımlamış ve nüfusu 2000'in üzerindeki tüm yerleşimlerde belediye örgütünün kurulmasını sağlamıştır. Yasa, imar planlarının hazırlanması ve uygulanmasını belediyelerin zorunlu görevleri arasında saymıştır.
- Belediyelerin planlama ve altyapı faaliyetlerini finanse etmek amacıyla 1933'te Belediyeler Bankası kurulmuş, bu kurum 1945'te İller Bankası'na dönüştürülmüştür.
- 1933'te çıkarılan 2290 sayılı Yapı ve Yollar Kanunu gibi düzenlemelerle imar faaliyetleri yasal bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır.
Planlama Yaklaşımı ve Uygulamaları
- Bu dönemin planlama anlayışı, Batı'daki "bahçe kent" (garden city) ütopyasından etkilenmiş ve yeni yerleşim bölgelerinde bahçeli ev düzenleri önerilmiştir.
- Özellikle yeni başkent Ankara'nın ve ekonomik merkez olan İstanbul'un planlanması için uluslararası yarışmalar düzenlenmiş ve yabancı uzmanlar davet edilmiştir. Hermann Jansen, Ankara'nın planlamasını; Henri Prost ise İstanbul'un imar faaliyetlerini uzun yıllar yönetmiştir. Bu planlar, kentin bütününe yönelik modernist müdahaleleri içermiştir.
Hızlı Kentleşme Dönemi (1950'ler-1980)
1950'lerden itibaren hızlanan kırdan kente göç, kentlerde büyük bir barınma ve altyapı sorunu yaratmış ve bu durum planlama politikalarında yeni arayışları zorunlu kılmıştır. Bu dönem, planlamanın daha merkezi ve teknik bir içerik kazandığı bir süreçtir.
Yasal ve Kurumsal Çerçeve
- 1956 yılında çıkarılan 6785 sayılı İmar Kanunu ve 1958'de İmar ve İskân Bakanlığı'nın kurulması, hızlı kentleşme sorunlarına merkezi düzeyde müdahale etme çabasının bir sonucudur.
- 1960 askeri darbesinin ardından "planlı kalkınma" modeline geçilmiş ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur. Beş Yıllık Kalkınma Planları aracılığıyla ekonomik ve sosyal politikalarla birlikte kentsel gelişme de yönlendirilmeye çalışılmıştır.
- Gecekondu olgusunun yaygınlaşması üzerine, 1966'da çıkarılan 775 sayılı Gecekondu Yasası, bu yapıları ilk kez yasal olarak tanımlamış ve çözüm için önleme, ıslah ve tasfiye gibi yöntemler öngörmüştür.
Planlama Anlayışındaki Değişim
- 1960'lı yıllarda, önceki dönemin fiziki biçimlendirme odaklı planlaması yerini, çok disiplinli araştırmalara dayanan "kapsamlı rasyonel planlama" anlayışına bırakmıştır.
- İmar ve İskân Bakanlığı bünyesinde İstanbul, Ankara ve İzmir için Metropoliten Planlama Büroları kurulmuş ve bu kentler için arazi kullanımı ve ulaşım modellerini de içeren bilimsel planlama çalışmaları yapılmıştır.
- Spekülasyonu önlemek ve planlı gelişme için arazi üretmek amacıyla 1969'da Arsa Ofisi kurulmuştur.
Neoliberal Dönem (1980 Sonrası)
1980'li yıllar, Türkiye'nin dışa açık ve liberal ekonomi politikalarına geçtiği, bu değişimin planlama anlayışını ve kentsel mekânın üretimini kökten değiştirdiği bir dönemdir. Planlamada merkeziyetçi yaklaşım zayıflamış, yerel yönetimler ve özel sektör daha etkin aktörler haline gelmiştir.
Yasal ve İdari Reformlar
- "Büyükşehir Belediyesi Uygulaması", 1981'den itibaren 3030 sayılı yasa ile hayata geçirilmiştir. Bu düzenleme, büyük kentlerin idari sınırlarını genişleterek çevre yerleşimleri de kapsamasını sağlamış, bu da kent nüfuslarında yapay bir artışa neden olmuştur.
- 1985 yılında çıkarılan 3194 sayılı yeni İmar Kanunu, planlama yetkilerinin büyük ölçüde yerel yönetimlere bırakılmasını sağlayarak ademi merkeziyetçi bir yapı oluşturmuştur.
- Toplu Konut İdaresi (TOKİ) kurulmuş ve özellikle 2000'lerden sonra konut üretiminde ve kentsel dönüşüm projelerinde başat bir rol üstlenmiştir.
Yeni Planlama Araçları ve Yaklaşımlar
- Bu dönemde kapsamlı planlama anlayışı terk edilerek, daha esnek ve piyasa odaklı planlama araçları öne çıkmıştır. Sermayenin birikim aracı olarak kentsel arsa ve projelere yönelmesiyle "kentsel dönüşüm" ve "megaprojeler" temel planlama müdahaleleri haline gelmiştir.
- 2981 sayılı "İmar Affı Kanunu" gibi düzenlemelerle gecekondu alanlarına yeni imar hakları tanınmış, bu da bu bölgelerin müteahhitler aracılığıyla piyasaya entegre edilmesini ve apartmanlaşmasını hızlandırmıştır.
- Planlama, giderek kamu yararı odaklı bir düzenleme faaliyetinden, özel sektörle ortaklıklar kurarak kenti pazarlayan ve "marka kent" yaratmayı hedefleyen bir yönetim aracına dönüşmüştür.

