Peride Celal’in Üç Yirmidört Saat adlı romanı, Türk edebiyatında modernist anlatım tekniklerinin öne çıktığı; zaman-mekân ilişkisini sorgulayan ve bireyin iç dünyasını toplumsal yapılarla buluşturan bir yapıttır. Roman, yaşlı bir kadının hastanede geçirdiği son üç günü konu alır. Bu sınırlı zaman dilimi içinde gelişen olaylar yalnızca fiziksel bir ölüm sürecini değil; belleğin, kadınlık kimliğinin, aile bağlarının ve kuşaklar arası ilişkilerin çözümlemesini içerir. Zaman çizgisel değil, parçalı bir yapıda ilerler; rüyalar, anılar ve içsel monologlarla geçmiş-şimdi sınırı sürekli aşılır.
Karakterler
Romanın merkezinde üç kuşağa ait kadın karakter yer alır: Ölüm döşeğinde olan büyükanne, onun kızı ve torunu. Her biri farklı tarihsel, kültürel ve toplumsal koşullar içinde şekillenmiş kadınlık deneyimlerini temsil eder. Büyükanne daha geleneksel ve suskun bir kuşağın temsilcisidir; hastalıkla birlikte iç dünyasında hesaplaşmalar yaşar. Kızı, arada kalmış ve aidiyet sorunları yaşayan bir figürdür; toplumsal rollerle kişisel arzuları arasında sıkışmıştır. Torun ise daha bireyci ve mesafeli bir tutum içindedir; yeni kuşağın yabancılaşmış tavrını yansıtır.
Yardımcı karakterlerden hizmetçi Dilber, romanın sınıfsal katmanlarını açığa çıkarır. Onun varlığı yalnızca mekânsal değil, düşünsel bir karşıtlık da üretir: Ev içi hiyerarşi, görünmeyen emek ve sınıf farkı gibi temalar bu karakter üzerinden temsil bulur. Roman boyunca karakterlerin iç sesleri ve bilinç akışları aracılığıyla kimlik, bastırılmışlık, suçluluk ve kırılganlık gibi duygular detaylı biçimde aktarılır. Bu yönüyle roman, bireyin kendi benliğiyle yüzleştiği bir psikolojik iç anlatıya dönüşür.
Temalar
Kuşaklar Arası Gerilim ve Modern Yalnızlık
Roman, üç kuşak kadın arasındaki duygusal kopuklukları sadece bir aile dramı olarak değil, tarihsel ve sosyolojik bir dönüşüm süreci olarak işler. Büyükanne ile torun arasındaki uzaklık, geleneksel kadınlık rollerinin çözülmesini ve bireyselleşmiş yeni kuşağın yabancılaşmasını sembolize eder. Bu bağlamda eser, modern bireyin aidiyet yoksunluğunu öne çıkarır.
Zamanın Kırılması ve Anlatının Parçalanması
Roman, klasik anlatının zaman ve mekân sürekliliğini bozarak modernist bir kurgu oluşturur. Geçmiş ve şimdi iç içe geçer; iç monologlar, rüyalar, hatıralar ve bilinç akışıyla anlatı yapısı parçalanır. Zaman, düz ilerleyen bir çizgi değil, içsel deneyime göre şekillenen bir bilinç alanına dönüşür.
Kadınlık Deneyimi ve Kimlik Arayışı
Kadın karakterlerin farklı sınıf ve kuşaklardan gelen deneyimleri aracılığıyla “kadın olma” halinin tarihsel, toplumsal ve bireysel katmanları gözler önüne serilir. Büyükanne geleneği, kızı geçiş sürecini, torunu ise bireyci kuşağı temsil eder. Bu yapı, kadının kamusal ve özel alanlardaki yükünü çok boyutlu biçimde açımlar.
Sınıfsal Gerilimler
Hizmetçi Dilber üzerinden hizmetçi-hanım ilişkisi sorgulanır. Bu sorgulama yalnızca ekonomik değil; kültürel ve duygusal sınırları da kapsar. Sınıfsal farklılıkların içselleştirilmiş biçimleri, toplumsal hiyerarşilerin görünmez mekanizmalarına işaret eder.
Hastalık, Ölüm ve Yabancılaşma
Yaşlı kadının ölümü, yalnızca fiziksel bir son değil; bireyin geçmişiyle ve ailesiyle hesaplaştığı varoluşsal bir sınırdır. Yabancılaşma, hem topluma hem de aileye yönelik mesafe biçiminde belirir.
Düşünsel ve Sosyal Bağlam
Roman, bireyin toplumsal yapılar karşısındaki yalnızlığını ve kırılganlığını kadın kimliği üzerinden işlerken, modernleşmenin çelişkilerine de dikkat çeker. Geleneksel aile yapısının çözülüşü ile birlikte modern yaşam tarzı da bireye yeni bir “aidiyetsizlik” duygusu yükler. Bu yönüyle roman, yalnızca bireysel bir içsel yolculuk değil, modernleşen toplumun ruhsal haritası niteliğindedir.
Karakterlerin toplumsal normlarla kişisel arzular arasında sıkışmış halleri, hastane odasında geçen üç gün boyunca Türkiye’nin sosyal dönüşümünü, sınıfsal ayrışmasını ve aile yapısının çözülüşünü alegorik bir biçimde yansıtır. Roman boyunca bireyin parçalanmış benliği, modernist anlatı biçimiyle birlikte güçlü biçimde hissedilir.


