logologo

Uluslararası Hukukta Devlet Kişiliği

Hukuk+1 Daha
fav gif
Kaydet
viki star outline

Uluslararası hukuk kişiliği, genel bir norm tarafından düzenlenmemiştir ve bu nedenle tartışmalı bir nitelik taşır. Bu kişiliğin belirlenmesi, teori ve pratiğin ışığında yapılmalıdır.

Uluslararası hukuk kişiliği için iki temel kriter belirlenmiştir:

1. Uluslararası hukuktan kaynaklanan haklara ve yükümlülüklere sahip olabilme.

2. Uluslararası hukuktan doğan haklarını uluslararası düzeyde doğrudan koruyabilme ve uluslararası arenada savunabilme. (Bu organın yargı organı olması şart değildir.)


Bazı hukukçular, uluslararası hukuk kişiliğinin ancak tanıma ile kazanılabileceğini savunur. Bu görüşe göre, bir devlet veya örgüt, diğer devletler tarafından tanınmadıkça kişilik haklarına sahip olamaz. Diğer bir görüş, kişiliğin tanıma ile değil, uluslararası hukukun genel kuralları çerçevesinde otomatik olarak kazanıldığını öne sürer. Bu yaklaşım, tanınmamış devletlerin bile uluslararası hukuka tabi olabileceğini kabul eder. Bazı yazarlar, uluslararası hukuk kişiliğinin mutlak olmadığını ve farklı kategorilerde değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Bu yaklaşım, özellikle bireyler ve uluslararası örgütler için geçerlidir.

Tarihçe

Uluslararası hukuk kişiliği, tarihsel süreç içinde devlet merkezli bir yapıdan daha geniş bir aktör yelpazesine evrilen dinamik bir kavramdır. Antik Çağ'da Eski Mısır, Mezopotamya ve Roma gibi uygarlıklar arasında yapılan antlaşmalar uluslararası ilişkilerin temelini oluştururken, Orta Çağ'da feodal düzen ve dini otoritelerin etkisiyle bu gelişim sınırlı kalmıştır. 1648 Westphalia Antlaşmaları ile modern egemen devlet anlayışı pekişmiş ve Hugo Grotius gibi düşünürlerin katkılarıyla uluslararası hukukun teorik temelleri atılmıştır. 19. yüzyılda Viyana Kongresi ile devletlerarası düzeni koruma çabaları artmış, 1864 Cenevre Sözleşmesi ile savaş hukukuna dair ilk uluslararası düzenlemeler yapılmıştır. 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı, devletlerin yanı sıra uluslararası örgütlerin de hukuk sahnesine çıkmasına neden olmuş, 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler ile küresel hukuki sistem kurumsallaşmıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi belgeler, bireylerin de uluslararası hukuk sürecinde taraf olabileceğini gösterirken, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi yapılar bireylerin doğrudan yargılanabilmesine imkân tanımıştır. Günümüzde uluslararası hukuk, yalnızca devletleri değil, uluslararası örgütleri, bireyleri, çok uluslu şirketleri ve sivil toplum kuruluşlarını da kapsayan geniş bir yapıya dönüşmüştür.

Uluslararası Hukukun Özneleri

Düzenleyici özneler: Devletler ve uluslararası (hükümetlerarası) örgütlerdir.

Muhatap: Bireyler, uluslararası hukukun muhatabıdır ancak düzenleyici değildir. Bireyler doğrudan uluslararası normları oluşturamazlar, ancak var olmalarıyla birlikte uluslararası hukukun öznesi kabul edilirler.

DEVLETLER

Devletlerin Tanınma Türleri

De Jure Tanınma (Hukuken Tanınma): Bir devletin veya hükümetin uluslararası hukukun tüm hüküm ve sonuçları çerçevesinde tam olarak tanınmasını ifade eder.

Örneğin: Kosova 100'den fazla ülke tarafından de jure olarak tanınmaktadır. Bu ülkeler Kosova'nın bağımsızlığını ve egemenliğini resmen kabul etmiştir. ABD Birleşik Krallık Fransa gibi ülkeler Kosova'yı de jure olarak tanımıştır. Bu ülkeler Kosova'nın bağımsızlığını resmen kabul etmiştir.


De Facto Tanınma (Fiilen Tanınma): Bir devletin veya hükümetin fiilen var olduğu ancak bu durumun hukuken tam olarak tanınmadığı durumları ifade eder. Bu tanınma türü geçici ve sınırlı bir nitelik taşır.

Örnek: Kosova bazı ülkeler tarafından de facto olarak tanınmaktadır. Bu ülkeler Kosova'nın fiilen var olduğunu kabul ederken hukuki tanınma konusunda çekincelerini korumaktadır.Örneğin Sırbistan Kosova'nın bağımsızlığını tanımamakta ancak fiili durumu kabul etmektedir.

1933 Montevideo Sözleşmesi ve Devletin Unsurları

1933 Montevideo Sözleşmesi, devletin unsurlarını tanımlamış olup, günümüzde teamül hukukunun bir parçası olarak kabul edilmektedir. Sözleşmenin 16 tarafı bulunmaktadır, ancak Brezilya, Peru ve ABD çekince koyarak toplamda 19 devlet tarafından imzalanmıştır.

"Devlet, uluslararası hukuk bakımından aşağıdaki unsurlara sahip olan bir kişiliktir:

  1. Daimi bir nüfus,
  2. Belirli bir toprak,
  3. Etkin bir hükümet,
  4. Diğer devletlerle ilişkiye girme kapasitesi." (1933 Montevideo Sözleşmesi 1.maddesi)


Bu dört unsur, bir devletin uluslararası hukukta devlet olarak tanınması için temel kriterler olarak kabul edilir. Bu unsurların varlığı, bir devletin bağımsız bir uluslararası hukuk kişisi olarak kabul edilmesini sağlar. Montevideo Sözleşmesi'nin 1. maddesi, devlet olmanın objektif kriterlerini belirlemesi nedeniyle uluslararası hukukta sıkça referans alınır. Ancak, bu kriterlerin uygulanması pratikte bazı tartışmalara yol açabilir, özellikle tanınma süreçlerinde siyasi faktörler de devreye girebilir.

Sözleşme, 'etkin hükümet' kavramını açıkça tanımlamasa da, uluslararası hukukta devletin işlevselliğini sağlayan bir hükümet yapısının bulunması gerektiği kabul edilmektedir. Ayrıca, Montevideo Sözleşmesi'ne göre "tanınma", devlet olmanın kurucu unsurlarından biri değildir. Burada bahsedilen devlet kavramı, 1648 Westphalia Anlaşması sonrası modern uluslararası devlet anlayışına dayanmaktadır.

1- Sürekli Bir Nüfusun Olması

Uluslararası hukuk, bir devletin nüfusunun minimum veya maksimum ne kadar olması gerektiğini belirlemez. Aynı şekilde, metrekare başına düşen kişi sayısı gibi nüfus yoğunluğuna ilişkin bir kriter de öngörmemektedir. Örneğin, yalnızca 27 kişilik nüfusa ve 550 m² yüzölçümüne sahip Sealand ve yaklaşık 500 kişilik nüfusu ile İtalya’nın Roma şehri içinde yer alan Vatikan, bu duruma örnek gösterilebilir.

Bununla birlikte, uluslararası hukuk, bir devletin nüfusunun niteliğine (yerleşik veya göçebe olup olmamasına) doğrudan müdahale etmez. Örneğin, Türkiye’nin Almanya’ya göç vermesi, Türkiye’nin devlet olma statüsünü etkilemez. Çünkü bir devlet olarak tanındıktan sonra gerçekleşen göç hareketleri, onun varlığını sona erdirmez veya devlet olma kriterlerini ortadan kaldırmaz.

2- Belirli Bir Toprak Parçasının Olması

Gerek iç hukukta gerekse uluslararası hukukta yerleşmiş görüşe göre, bir devletin ülkesi; kara, deniz ve hava sahasından oluşmaktadır. Devletin kara ülkesi, ana kara parçasını ve varsa adalarını kapsar. Adaların da kara ülkesine dâhil edilmesi, uluslararası hukukta bunların "doğal olarak oluşan bir kara parçası" olarak tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca kara ülkesi, üzerindeki göller, akarsular ve diğer iç suları da içermektedir. Bir devletin kara ülkesi yalnızca yüzeyle sınırlı olmayıp yer altına da uzanmaktadır. Devletin kara ülkesi, ülkesinin temel unsurunu oluşturur; kara ülkesi olmadan deniz ve hava sahasına sahip olması mümkün değildir. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı, 18 Aralık 1951 tarihli İngiltere-Norveç Balıkçılık Davası kararında, kara sınırlarının kara ülkesiyle sıkı bağımlılığına vurgu yapmıştır. Kıyı devletine, kıyılarını çevreleyen sınır üzerinde hak tanıyan unsur, kara ülkesidir.


Bir devletin varlığı için belirli bir toprak parçasına sahip olması temel bir unsurdur. Ancak bu unsur, bazı istisnai durumlar ve sorunlarla karşılaşabilir. Özellikle çevresel değişimler ve siyasi gelişmeler, devletlerin toprak bütünlüğü konusunda çeşitli zorluklar yaşamasına neden olabilir. Örneğin, deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle özellikle Hollanda gibi ülkeler büyük risk altındadır. Hollanda, kıyı bölgelerinde su seviyesinin yükselmesini önlemek için geniş kapsamlı baraj sistemleri inşa etmiş olmasına rağmen, bu durum gelecekte ülkenin kara topraklarını tehdit edebilir.


Bunun yanı sıra, bir devlet tamamen adalardan oluşabilir. Örneğin, Endonezya dünyanın en büyük takımada devletidir. Japonya da tamamen adalardan oluşan bir diğer örnektir. Bu durum, devlet olmanın temel şartlarından biri olan "belirli bir toprak parçasına sahip olma" ilkesine aykırılık teşkil etmez. Toprak büyüklüğü açısından herhangi bir minimum veya maksimum sınır bulunmamaktadır. Vatikan gibi oldukça küçük yüz ölçümüne sahip bir devlet de uluslararası hukuk açısından egemen bir devlet olarak kabul edilirken, Rusya dünyanın en büyük yüz ölçümüne sahip devleti konumundadır. Benzer şekilde, Monako da yüz ölçümü açısından oldukça küçüktür ancak egemen bir devlettir.


Bazı devletler, kara bağlantısı olmadan başka bir devlet tarafından tamamen çevrelenmiş olabilir. San Marino tamamen İtalya ile çevrili iken, Lesotho tamamen Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından çevrelenmiş bir devlettir. Bu durum, onların egemen devlet statüsünü etkilememektedir. Sınır anlaşmazlıkları, bir devletin varlığını doğrudan sona erdirmez, ancak uluslararası tanınmasını ve diplomatik ilişkilerini etkileyebilir. Örneğin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki süregelen sınır anlaşmazlıkları, KKTC'nin uluslararası tanınmasını sınırlayan bir faktör olmuştur.


Devletler, farklı yollarla birleşerek tek bir siyasi yapı oluşturabilir. Örneğin, Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesiyle günümüz Almanya’sı ortaya çıkmıştır. Ancak bu birleşme, yeni bir devletin kurulması şeklinde değil, Doğu Almanya’nın Batı Almanya’ya katılımı şeklinde gerçekleşmiştir. Bazı devletler, ana kara bağlantısına sahip olmadan da varlığını sürdürebilir. Örneğin, Alaska, ABD’nin bir eyaleti olmasına rağmen ABD ana karası ile doğrudan kara bağlantısı bulunmaz; ancak Kanada ile sınırı vardır. Bu tür durumlar, devlet olma kriterlerini ihlal etmez. Bununla birlikte, yapay olarak oluşturulmuş yapılar veya deniz üzerindeki platformlar devlet statüsü kazanamaz. Örneğin, kendisini bağımsız bir devlet olarak ilan eden Sealand, uluslararası hukuk tarafından egemen bir devlet olarak kabul edilmemektedir. Çünkü Montevideo Sözleşmesi’nde belirtilen dört temel kriterden özellikle "etkin hükümet" ve "uluslararası ilişkiler kurabilme kapasitesi" koşullarını sağlayamamaktadır.


Uluslararası hukuk, devletler arasındaki sınır değişimlerini ancak barışçıl yollarla gerçekleştiği sürece tanır. Ancak kuvvet kullanılarak yapılan ilhaklar hukuka aykırı kabul edilir ve uluslararası toplum tarafından geçersiz sayılır. Bunun en önemli örneklerinden biri, Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgal ederek ilhak etmeye çalışmasıdır. Bu durum Birleşmiş Milletler tarafından kınanmış ve 1991 yılında uluslararası askeri müdahale sonucunda Irak birlikleri Kuveyt’ten çıkarılmıştır.

3- Etkin Hükümet

Örgütlenmiş bir kamu otoritesinin varlığı, bağımsız bir siyasal yönetimin temel unsurlarından biridir. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı’nın 16 Ekim 1975 tarihli Batı Sahra konusundaki danışma görüşünde de belirtildiği gibi, İspanyol sömürgesi altına girmeden önce bu bölgedeki insan toplulukları, uluslararası hukuk açısından devlet ya da herhangi bir uluslararası birim niteliği taşımamakla birlikte, askeri, siyasal ve toplumsal bir örgütlenmeye sahip olmaya başlamışlardır. Ancak bir topluluğun devlet statüsüne ulaşabilmesi için bu örgütlenmenin, toplumun kendi kendini yönetebilecek bir düzeye erişmesi gerekmektedir.


Bu bağlamda, Uluslararası Adalet Divanı’nın 11 Temmuz 1950 tarihli Güney-Batı Afrika'nın statüsü konusundaki danışma görüşü, Milletler Cemiyeti tarafından kurulan vekalet (manda) rejimi altındaki toplulukların bir devlet oluşturmalarının önündeki en büyük engelin, henüz tam anlamıyla kendi kendilerini yönetme kapasitesinden yoksun olmaları olduğunu ortaya koymuştur. Divan, aynı kararında, vekalet (manda) rejimi kapsamında vekil devletlere uluslararası bir yönetim görevinin verildiğini de vurgulamaktadır.

Etkin hükümet, devletin işleyişini sağlayabilecek bir idari yapıyı ifade eder. Uluslararası hukuk, hükümetin şekli veya yönetim biçimi hakkında müdahalede bulunmaz. Yani, hükümetin diktatörlük veya başka bir otoriter biçimde olmasına karışmaz. Etkin hükümetin, ülkenin hatırı sayılır bir kısmında kontrolü sağlayabilen bir idari kurumun mekanizması olması gerekir. Bu, yönetim biçiminin ne olduğu veya şeklinin nasıl olduğu konusunda uluslararası hukukun bir müdahalesi olmadığını gösterir.


Devlet tanımında, iki önemli ilke akla gelmelidir:

1. Uti Posidetis Juris

(Mevcut sınırların korunması ilkesi) – Mevcut sınırların, egemenlik hakkına sahip devletler tarafından tanınması gerektiğini ifade eder. İlk uygulandığı yer Latin Amerika sonrasında Afrika'dır. Dekolonizasyon sürecinde uygulanmıştır. Daha sonrasında bu sürecin dışında da uygulama alanı buldu. Örnek olarak, Uluslararası Adalet Divanı'nın Burkina Faso-Mali sınır uyuşmazlığına ilişkin kararı verebiliriz. Bu ilke sömürge olmayan yerlerde de uygulanmıştır. Örneğin Yugoslavya dağıldığında uygulanmıştır. Dolayısıyla Avrupada da uygulanmıştır. Bu ilke, Avrupa'da da uygulanarak devletlerin sınır bütünlüğünü koruma açısından istikrarlı bir hukuki çerçeve oluşturmuştur.

2. Self-determination

(Kendi kaderini tayin hakkı) – Halkların kendi siyasi statülerini özgürce seçme hakkını ifade eder. Self-determination ilkesi, Birleşmiş Milletler ve uluslararası sözleşmeler tarafından korunmuş, uluslararası alanda halkların kendi geleceğini belirleme hakkı güvence altına alınmıştır. Ancak bu ilke, bazen devletler arasındaki ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğü gibi ilkelerle çatışabilir.

4- Diğer Devletlerle İlişkiye Girme Kapasitesi

Bu kriter, bir devletin uluslararası ilişkilerde aktif rol alabilme yeteneğini ifade eder. Devletlerarası diplomasi, ticaret anlaşmaları, antlaşmalar yapma, savaş ilan etme veya barışı sağlama gibi uluslararası işlevleri yerine getirme kapasitesine sahip olmalıdır. Bu, devletin bağımsızlığı ve egemenliğinin bir göstergesidir. Aynı zamanda, devletin diğer devletler ile dış ilişkiler kurarak egemenliğini tanıtması gerekir.

Kaynakça

Montevideo Konvansiyonu, "Devletlerin Hak ve Yükümlülükleri Üzerine," 26 Aralık 1933, Montevideo.

Uluslararası Adalet Divanı, "Birleşmiş Milletler Hizmetinde Uğranılan Zararın Tazmini Davası," Danışma Görüşü, 1949.

Kayğusuz Akbay, Dr. Öğr. Ü. Mehtap, Uluslararası Hukuk Ders Notları, İstanbul Üniversitesi, 2023-2024 Güz Dönemi.

Kaya, G. (2020). Uluslararası hukukta kişilik. Yayınlanmamış doktora tezi. Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.


Uluslararası Adalet Divanı. (1950). Güney-Batı Afrika'nın Statüsü Danışma Görüşü (International Status of South-West Africa Advisory Opinion), 11 Temmuz 1950. ICJ Raporları, 1950, 128. Erişim adresi: https://www.icj-cij.org/en/case/10


Uluslararası Adalet Divanı. (1951). İngiltere ve Norveç arasındaki Balıkçılık Davası kararı (Fisheries Case, United Kingdom v. Norway), 18 Aralık 1951. ICJ Raporları, 1951, 116. Erişim adresi: https://www.icj-cij.org/en/case/5


Süzen, B. (Ed.). (2014). Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi (Cilt 9, Sayı 119-120, ss. 167-193). Bahçeşehir Üniversitesi.


Danilyuk, P. (2021). Anlaşma avukat müşteri el sıkışmak. Pexels. https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/anlasma-avukat-musteri-el-sikismak-8112172/


Glenn, K. (2018, March 17). Desk globe on table. Unsplash. https://unsplash.com/photos/desk-globe-on-table-nXt5HtLmlgE


Pazarcı, Hüseyin. Uluslararası Hukuk Dersleri II. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1989. (Yayın No: 571), ss. 1-25. ISBN 975-482-024-2.

Uluslararası Adalet Divanı. (1975). Batı Sahra Danışma Görüşü (Western Sahara Advisory Opinion), 16 Ekim 1975. ICJ Raporları, 1975, 12. Erişim adresi: https://www.icj-cij.org/en/case/61

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
Ana YazarHabibe Arapkirli9 Şubat 2025 21:46
KÜRE'ye Sor