
“Makineler dünyayı ele geçirecek mi?” sorusunu bilim-kurgu meraklılarına bırakıp makinelerin bizim dışımızda bir dünyada yer almadığını, bilakis yaşam-dünyamızın en etkili belirleyicilerinden olduğunu görmek gerekir. O halde soru, “Makineler yaşam-dünyamızı nasıl etkiledi?” şeklinde düzeltilirse bir anlam ifade etmeye başlayacaktır. Özellikle 20. yüzyıldaki felsefi gelişmeler, dilin insan-dışı ortamda üretilebilmesini gündeme alarak fâilsiz bir faaliyetin imkânını soruşturmaya başlamıştır. Gündelik yaşamda kullandığımız yapay zeka araçlarının ve dil modellerinin arkasındaki bu düşünce, metafizik bir tartışmayı gerekli kılmaktadır. Ancak bu mesele, kendi gündelik deneyimimizi de soru haline getirme fırsatını, belki de gerekliliğini hissettirmektedir.
Tekniğin yapay zeka çağında kullanım nesnesi olarak beliren araçlar ve imkânlar bütünü, modern benliğin bilgilenme biçimini oldukça ilginç bir çehreye büründürmektedir. Bu yazıda, bilmenin antropolojisine dair birkaç örnek üzerinden yapay zekasal bilme biçiminin yeni bir habitus yaratarak benliği yeniden biçimlendirdiğini göstermeye çalışacağım. İtikaf meselesini ise söz konusu yeniden biçimlendirmenin panzehiri olarak gündeme getireceğim.
Bilme Biçimleri, Olma Biçimleri
Çok sevdiğiniz bir kişinin hastanede yattığını düşünün. Doktor gelip de hastanızın üç aylık ömrü kaldığını söylese, elbette aklınıza hastanızın ömrünün niçin bir hesaplama konusu olduğu gelmeyecektir.1 En masum ihtimalle, -böyle bir görevi olmasa da- doktorun sizi psikolojik olarak hazırlamak amacıyla bunu söylediğini düşünürsünüz. Merleau-Ponty’ye soracak olursak, buradaki hesaplama bilgisindeki durumun, “bir ormanın, bir çayırın veya bir ırmağın ne olduğunu öncelikle bize öğreten manzara karşısında coğrafya [bilimi]nin kaldığı durum gibi”2 olduğunu söyleyecektir. Bir adım daha ilerlediğimizde karşılaştığımız tablo, doktorun kullandığı araçlar ve bu araçların yarattığı cisimleşmiş duyarlılıklar itibarıyla hastayı bilme biçiminin onu belirli bir bedensel ve psikolojik karaktere büründürmesidir. Peki bilme biçiminin farklılaşması, gerçekten de karakteri bu denli değiştirebilir mi?
Orta çağda Hıristiyan keşişler, elyazması metinleri istinsah etmeyi oruç gibi kişiyi arındıran bir riyazet biçimi olarak görürlerdi.3 Söz konusu pratik, kişinin bedenini manastıra uygun bir beden haline getirerek belirli erdemlerin onda yerleşmesine olanak tanırdı. “Bilgilenme” sürecinin bir “olma” süreci olarak düşünüldüğü modern öncesi dönemde bu tür bir bilgilenme pratiği, kişinin belirli erdemleri kazanmasını sağlayarak onu dönüştürmeyi hedeflemekteydi. Böylece bilgi, enformasyonun kaydına bağlı olmayan ve sadece epistemoloji kategorisinin altında yer almayan, bilakis ontolojik ve etik bir konuma sahipti. Bu anlamda Hıristiyanca bilgilenme süreci, Hıristiyan olma süreciyle örtüşüyordu.
Benzer bir durumla Gazzâlî düşüncesinde karşılaşmak hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Belirli bir varoluş tarzını merkeze alarak sürekli gerilimler ekseninde erdemli bir benliğin oluşumunu ve bu itibarla Tanrı’ya ve onun yarattıklarına yönelmeyi hedefleyen Gazzâlîci benlik ekonomisi, nesne ile kurulan pratik faaliyet itibarıyla bilgi ile erdem arasındaki geçişliliği göz önüne çıkarır.4 Tam da bu sebeple Müslümanca bilgilenme süreci, hukuki kayıtların dışında kalan Müslüman benliğin gelenek içerisindeki oluşumunu sağlar.
Bilgilenmenin pratikle koşullandığı bu tür bir bilme biçiminde bilgi, Sokratesçi anlatıda olduğu gibi erdemle bir ve aynı şeye tekabül eder. Pratik, usandırıcı karakterine rağmen süreklilik talep etmekte ve en nihayetinde kişinin amaçlanan bilinç durumuna ulaşmasını sağlamaktadır. Bu anlamda bilgi, veri setine sahip olmak değil; benliğin bir amaca yönelik sürekli ve yeniden yöneliminin oluşturduğu bilinç durumu ve kişiye giydirdiği bedensel ve ruhsal erdemlerin bütünüdür.
Matbaa Neyi Değiştirdi, Yapay Zeka Neyi Değiştirir?
Alimler ile oturup kalkma, onların hayat hikayelerini dinleme ve bu hikayeleri elyazması olarak istinsah etmenin kişiyi arındıran bir süreç olduğunu düşünen Taşköprülüzâde Ahmed Efendi,5 sürekli anlatılagelen matbaanın Osmanlı topraklarına girişinin müstensihleri ve hattatları niçin rahatsız ettiği sorusunu aklımıza getirmektedir: Elimizin altındaki metinleri kağıt ve kalem kullanarak istinsah etmek yerine fotokopi makinesiyle çoğaltsak, yine kendimizi arındıracak bir faaliyet yapmış olur muyuz?
Matbaanın Osmanlı topraklarına girişinin müstensihleri ve hattatları niçin rahatsız ettiği, ChatGPT’nin bizleri neden rahatsız etmesi gerektiğiyle benzer bir anlama sahiptir. Pratik faaliyetin bir-erdem-olarak-bilgi oluşturucu ve karakter inşa edici mahiyeti, matbaanın Osmanlılar tarafından rahatsızlıkla karşılanmasının epistemik zeminini göstermektedir. Zira matbaa, ilgili kişilerin bilgilenme biçimlerini tersyüz edecek ve dolayısıyla farklı bir erdem ve karakter oluşturacaktı. Matbaanın nasıl bir erdem ve karakter oluşturduğuna dair bir inceleme, kendi tecrübemizden biraz uzaklaşmayı gerektirmektedir. Bu sebeple, bize daha yakın olan yapay zeka araçlarının nasıl bir erdem ve karakter oluşturmakta ve gündelik pratiğimizi nasıl değiştirmekte olduğuna odaklanmak gerekir.
Bu noktada, kutsal kitabı okuma biçiminin dönüşümüne dair kısa bir bahis açmak istiyorum. Müminler tarafından Tanrı’nın sözü olduğu kabul edilen Kur’ân’ın okunması, onun sözüne kulak vererek sesini işitme amacıyla bedenin ve ruhun terbiye edilmesiyle iç içedir. Bu anlamda Kur’ân, salt bir metin olarak okunmaz (read). Aksine kutsal kitap; ezberden okunan (recite), yani sadece informatif içeriğine dayalı olarak değil, Tanrı’yla bütünsel bir ilişki içerisine sesli bir şekilde okunan ve dinlenen bir kitaptır.6 Matbaa ile birlikte yayılan seri üretim mushafların, dinî meselelere ilgili Müslüman benliklerin Kur’ân’la kurduğu ilişkiyi, metin olarak inceleme nesnesiyle kurulan bir ilişkiye benzeştirdiği dikkatlerden kaçmamalıdır. Dahası, bugün artık Kur’ân, yapay zeka araçlarına tanıtılarak onun dolayımıyla okuyucusunu bulmaktadır. Hatta söz konusu yapay zeka, okuyucunun sorduğu sorulara cevaplar vererek onu dinî konularda bilgilendirmektedir. Bilgilenme biçiminin bu denli değişiminin, kutsal kitapla kurulan ilişkiyi tersyüz etmemesi beklenemez. Bu konu elbette daha uzun analizleri gerektirmektedir, ancak şu sorular bizi rahatsız etmesi için yeterlidir: Kutsal kitabın okuyucusu, yapay zeka dolayımıyla eriştiği kutsal kitabı artık yapay zeka gibi mi okumakla kayıtlanmıştır? İnformatif içeriğine vakıf olmak, Tanrı’yla bütünsel ilişki içerisinde okunması gereken bir kitabı gerçekten okumuş olmak anlamına gelir mi? Kutsal kitabı bilme biçimindeki değişimin yeniden düzenlediği habitus, okuyucuda ne tür bir bedensel ve psikolojik erdemler öngörmektedir?
Elbette mesele yalnızca dinî alanla sınırlı değildir. Herhangi bir metni yapay zekaya tanıttığımızda bizi metnin ana tezlerine ve destekleyici iddialarına kısa bir sürede ulaştırması işten bile değildir. Ancak söz konusu aracın bizi, metin okuma pratiğinin metnin iddialarını aşkın anlamına ulaştırması beklenemez. Metin okuma pratiği, metnin içeriğinden başkadır. Daha gündelik bir örnekle yemek yeme pratiğini düşünebiliriz. Yemeğin içerdiği besin değerine sahip bileşenleri damardan vücuda zerk etme yoluyla gerekli gıdayı temin etmek mümkündür. Ancak bu durumda yemek yeme pratiğini kaybetmiş oluruz. Kaybettiğimiz pratik, yalıtılmış anlamıyla bir pratik olsaydı ve bir-erdem-olarak-bilgi oluşturucu, bedeni ve psikolojik durumu dizayn edici ve karakter inşa edici özelliği olmasaydı, hayatımız oldukça kolaylaşırdı.
Benzer bir şekilde, izlediğimiz bir videonun ileri alınabilir veya hızlandırılabilir olması fikrinin, bu fikre sahip olmayanlardan farklı bir beden tekniğine ve psikolojik yapılanmaya sebep olması ve dolayısıyla cisimleşmiş ahlaki duyarlılığımızı yeniden şekillendirmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Bir videonun çekildiğinden daha hızlı tüketilmesi olanağı veya yapay zeka araçlarına sorulan sorunun anında cevaplanması, her türlü erdem kazanma sürecinin olmazsa olmaz koşulu olan sabrın ve bunun toplumsal karşılığı olan tahammül ve hoşgörünün yavaş yavaş kaybolmasına neden olmaktadır. Oysa kadim “kendine ihtimam gösterme” erdemi, benliğin iyi, doğru ve güzel ekseninde sürekli olarak ve sabırla yeniden işlenmesini gerektirmektedir. Hıza odaklı bilgilenme biçiminin bireyin kendisiyle, başkasıyla ve dış dünyayla ilişkisini de hız ekseninde ve hemen sonuç almaya yönelik kavramasına sebep olmakta ve bireysel ve toplumsal kaygının kolaylıkla tetiklenmesini olanaklı hâle getirmektedir. Yapay zekasal bilme biçiminin hız-bağımlı karakterlere dönüştürdüğü ve saniyeler içinde onlarca içeriği tüketip başkasının hikayesini kaydırarak geçen benlikler, kendine ihtimamın varlıksal koşullarından olan odaklanmayı ve başkasıyla ilişkiyi gerçekçi bir ilişki haline getiren emek göstermeyi -en hafif tabiriyle- unutmaktadır. Bu anlamda acının sekülerleşmesi de, dirsek çürütmeyi itibarsızlaştırarak bedensel fedakarlık erdemini muhayyel internet kotasını feda etmeye dönüştürmektedir. Dolayısıyla canlı beden, artık kendisinin hayalet uzvu haline gelen yapay zekanın öngördüğü bilme biçimiyle dolayımlanarak yepyeni bir karakteri işlemektedir.
Panzehir: İtikaf
Dinî literatürde belirli bir ameli belirli bir şekilde ve ilahi varlığa yaklaşmak amacıyla ifa etmek anlamına gelen itikaf, esasen Tanrı ile durma (el-ikâme me‘allâh) eyleminin süreklilik kazanmasıdır.7 İtikafta, benliğin kendisini hergünküleştiren meşgalelerden uzaklaşarak sıradan kaygılarından kurtulması ve başkalarının gündemiyle ilgilenmeyerek odağını ilahi varlığa yöneltmesi amaçlanmaktadır.8
Genellikle Ramazan’ın son on gününde bir müddet camiye kapanarak icra edilen itikaf, pasif bir deneyimden ziyade arzuyu, tutkuyu ve niyeti terbiye eden aktif bir durma eylemdir. Bu da ancak yirmi günlük sabırla örülmüş orucun sonunda icra edilmektedir. Buradaki aktif durma eylemi; aceleciliğe, sabırsızlığa, tahammülsüzlüğe ve hoşgörüsüzlüğe karşı bir direnci varsayar. İtikaf, yapay zekanın öngördüğü bilme ve bilgilenme biçiminin yeniden şekillendirdiği habitusta, kendine dönme ve kendini hesaba çekme deneyimiyle bedensel ve psikolojik yetilerin yeniden yönlendirilmesini amaçlar. Bu minvalde gerçek bir insanî özne olmanın dayanağı olan kendine ihtimam göstermenin ve toplumsallığın içsel dinamiği olan başkasına emek vermenin odaklanma, süreklilik, sabır, hoşgörü ve dikkat gibi erdemleri talep etmesi, hız ve veri endeksli yapay zeka araçlarının dolayımında gündelik yaşamını sürdüren benlikleri sürekli bir itikafa davet etmektedir.
“Yapay zeka bizim gibi bilebilir mi?” sorusu burada gündem dışıdır ama bizim yapay zeka gibi bilmeye başladığımız olgusal bir gerçekliktir. Sorun, yapay zekanın sahip olduğu bilme biçiminden kaynaklı olarak belirli bir karakter kazanabilecek bir benlikten yoksun olması, buna mukabil insanın tam da böyle bir benliğe sahip olmasıdır. İtikaf, belki de en azından yapay zekasal bilgilenme biçiminin ne tür sonuçları haiz olduğu ve bunlara karşı erdemi amaçlayan benliğin ne tür bir aksiyon alması gerektiğini fark ettirebilecek bir imkândır.
M. Burak Bakır
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve KÜME'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
- Bu tip bir kişisel deneyim yaşayarak zamansallığın hesaplayıcı seküler düşünme itibarıyla nasıl bir dönüşüme uğradığını anlatan ilginç bir çalışma için bkz. Abou Farman, “Terminality”, Social Text 35-2/131 (2017): 93-118. https://doi.org/10.1215/01642472-3820569.
- Maurice Merleau-Ponty, Algının Fenomenolojisi, çev. Emine Sarıkartal ve Eylem Hacımuratoğlu (İstanbul: İthaki Yayınları, 2017), 12.
- Jean Leclercq, The Love of Learning and The Desire for God: A Study of Monastic Culture, trans. Catharine Misrahi (New York: Fordham University Press, 1982), 122.
- Gazzâlî, Mîzânü’l-‘amel (Beyrut: Dârü’l-minhâc, 1439/2018), 130-133.
- Taşköprülüzâde, el-Lüccetü’z-zâhire fî sa‘âdeti’d-dünyâ ve’l-âhire (İstanbul: Beyazıt Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 3268), vr. 250a.
- Angelika Neuwirth, “Qur’anic literary structure revisited: Surat al-Rahman between Mythic Account and Decodation of Myth”, Story-telling in the Framework of Non-Fictional Arabic Literature, ed. S. Leder (Wiesbaden: Harrassowitz, 1998), 388-420.
- Muhyiddîn İbnü’l-‘Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, thk. Ahmed Şemsüddîn (Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1420/1999), II, 414-415.
- İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-me‘âd fî hedyi hayri’l-‘ibâd, thk. Şu‘ayb el-Arnavûd ve Abdulkâdir el-Arnavûd (Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1430/2009), 203.