Yavuz Sultan Selim Şam Vakfiyesi, 927 Safer (1518) tarihinde Şam’ın Salihiyye semtinde, Muhyiddin İbn Arabi adına inşa edilen cami, türbe ve imaretten müteşekkil bir külliye olup, Osmanlı vakıf sisteminin Suriye’deki ilk kurumsal tezahürü ve Osmanlı idari-sosyal yapısının bölgeye entegrasyonunun önemli bir göstergesidir. Bu vakıf müessesesi, Osmanlı Devleti'nin bölgedeki hakimiyetinin önemli bir göstergesi olmuştur. Osmanlı vakıf sisteminin Ortadoğu'daki ilk önemli örneklerinden biri olan bu külliyenin kurulumu ve işleyişini detaylandıran vakfiye belgeleri, hem dönemin sosyo-ekonomik yapısına hem de Osmanlı idari düzenlemelerine dair kıymetli bilgiler sunmaktadır.
Vakfın Tarihsel Arka Planı ve Kurulumu
Yavuz Sultan Selim döneminde (1512-1520), Osmanlı Devleti'nin doğu sınırları Fırat Nehri'ne kadar ulaşmış, ancak Güneydoğu Anadolu'da Memluk hakimiyeti devam etmekteydi. Hicaz su yolları meselesi, Dulkadırlılar üzerindeki nüfuz mücadelesi ve Çukurova'daki rekabet, Osmanlı ile Memluk devletleri arasında kaçınılmaz bir çatışmaya yol açmıştı. Memluk Sultanı Kansuh Gûri'nin Osmanlı-Safevî mücadelesi sırasında Şah İsmail yanlısı bir politika izlemesi, Osmanlı-Memluk gerilimini artırdı. Ayrıca, Memluk ülkesindeki halkın ağır vergiler nedeniyle hükümdardan hoşnutsuz olması ve Halep Valisi Hayırbay ile Canberdi Gazâlî gibi ümeranın Osmanlılarla ikili ilişkilere girmesi, Yavuz Sultan Selim'in Suriye ve Mısır üzerine yürümesinin önemli nedenlerindendi.
Mısır seferi, 5 Haziran 1516'da Osmanlı ordusunun İstanbul'dan hareketiyle başladı. Ordu hızla ilerleyerek 28 Temmuz 1516'da Malatya'ya ulaştı. Ardından Antep ve Halep'e geçen Osmanlı ordusu, 24 Ağustos 1516'da Mercidâbık'ta Memluk ordusunu mağlup etti ve Kansuh Gûri öldürüldü. Bu zaferin ardından Osmanlı ordusu Hama ve Hums üzerinden Şam'a hareket etti; şehir direniş göstermeden teslim oldu. Padişah, Şam dışında Mastaba denilen yerde otağını kurdu ve 12 gün burada kaldıktan sonra 9 Ekim 1516'da Şam'a girdi. Osmanlı ordusu ve Yavuz Sultan Selim, 28 Eylül'den 16 Aralık'a kadar yaklaşık 80 gün Şam'da ikamet etti. Bu süre zarfında Mısır seferi için gerekli hazırlıklar ve idari düzenlemeler yapıldı. 22 Ocak 1517'de gerçekleşen Ridaniye Savaşı'nın kazanılmasıyla Memluk Devleti yıkıldı ve Mısır Osmanlı hakimiyetine girdi.
Yaklaşık sekiz buçuk ay Mısır'da kalan Yavuz Sultan Selim, 13 Eylül'de Kahire'den ayrılarak tekrar Şam'a yöneldi. Padişah, 21 Ramazan 923 (17 Ekim 1517) tarihinde Şam civarına geldi ve şehir dışında bir çadırda kaldı. Ramazan Bayramı namazını Ümeyye Camii'nde kıldıktan sonra beş gün daha çadırda bekledi ve 22 Ekim'de Şam şehrine girerek bir saraya yerleşti. Şam'da bulunduğu bu ikinci ikameti sırasında padişah, bölgede tahrir (arazi ve nüfus sayımı) yapılmasını emrederek askeri ve idari düzenlemelere girişti.
Bu dönemde Yavuz Sultan Selim'in en önemli ilgilendiği hadiselerden biri de, Şam'ın Salihiyye bölgesinde büyük mutasavvıf Muhyiddin İbn Arabi'nin kabrinin bulunduğu yere bir külliye inşası oldu. Osmanlı kaynaklarında, özellikle Celâl-zâde Mustafa'nın Selim-nâme'sinde bu durumdan bahsedilir. Selim-nâme'ye göre, Şam'ın fethinden sonra padişah, Muhyiddin İbn Arabi'nin nurlu mezarı üzerine bir türbe ve yakınında bir imaret yaptırarak fakir fukaraya yemek dağıtılmasını emretti.
İbn Tulun'a göre, Yavuz Sultan Selim Mısır dönüşünde, Şam'da Melik Zahir'in Yeşil Meydan'daki sarayında kurduğu divanda kışı Şam'da geçirmek ve Muhyiddin İbn Arabi'nin türbe, cami ve müştemilatını yaptırmayı düşündüğünü açıkladı. Sultan Selim, Şam'a girdikten sonra, 14 Ramazan 923 (1517) tarihinde mahallenin ileri gelenlerinden birkaç seçkin kişinin bir araya gelmesini istedi. İbn Tulun'un aktardığına göre, Ümeyye Camii Hatibi İbn Farfur ve Sultan'ın Muallimi Şahabeddin İbn Itar, Muhyiddin İbn Arabi'nin türbesinin olduğu yere gelerek kabrin yerini sorguladılar. Kabrin yeri tespit edildikten sonra, Hünkar-Sultan için cami, türbe ve müştemilat yapımı için uygun bulunarak ölçümler yapıldı. Pazar günü, Yavuz Sultan Selim'in arzusuyla, Şahabeddin, Ümeyye Camii Hatibi al-Melvi, İbn Farfur, Kadıasker Rükneddin ibn Zeyrek ve diğer ileri gelenlerden oluşan seçkin bir heyet Salihiyye'ye geldi. Burada Muhyiddin İbn Arabi'nin kabri üzerine bir türbe, yanına bir cami, imaret ve fakirler için bir yer yapılmasına karar ve emir verildi. Bu amaçla, mezkûr yerde bulunan bitişikteki Cabiiye Medresesi Katibi Hayrı Bey'in evi 6000 dirheme satın alındı. İnşaat hemen başladı ve bina masrafları için bir yetkiliye 10.000 dinar teslim edildi. Yapılan vakıf eserleri, cami, imaret (mutfak), zaviye, türbe ve bazı yan binalardan meydana gelen küçük bir külliye idi. Bu inşaat, Osmanlı'nın bölgedeki kalıcı varlığının ve hayır faaliyetlerinin önemli bir nişanesi olarak tarihe geçti.
Vakıf Yapıları ve İçeriği
Yavuz Sultan Selim'in Şam'daki hayır eserleri, büyük mutasavvıf Muhyiddin İbn Arabi'nin kabri üzerine inşa edilen kapsamlı bir külliyeden oluşmaktadır. Bu külliye, cami, türbe ve imaret (aşevi) gibi temel yapıları içermekteydi. Celâl-zâde Mustafa'nın Selim-nâmesi'nde belirtildiğine göre, padişah bu müesseseyi "hakikat denizi dalgıcının velîlik dairesi merkezi, yüksek makam ve yüce kerâmet sahibi, âriflerin kutlu, erenlerin öncüsü Şeyh Muhyiddin Arabî'nin nurlu mezarı üstüne" bir türbe ve "hidâyet alameti bir imaret" olarak yaptırmayı emretmiştir.
Yapılan bu vakıf eserleri, cami, imaret (mutfak), zaviye, türbe ve bazı yan binalardan meydana gelen küçük bir külliye niteliğindedir. Vakfiyede, vakfın cinsini belirten dördüncü ana bölümde cami, türbe, zaviye, fırın ve aşevi (mutfak) gibi unsurlardan oluşan imaret ve müştemilat detaylı olarak gösterilmektedir. Bu yapıların temel amacı, fakir ve kimsesizlere yemek dağıtmak ve genel olarak hayır hizmetleri sunmaktı. Böylece, Yavuz Sultan Selim, Şam'daki bu külliye ile sadece bir anıt yapı değil, aynı zamanda bölge halkına hizmet eden işlevsel bir sosyal kurum da tesis etmiştir.
Vakfın Mali Yapısı ve Gelir Kaynakları
Yavuz Sultan Selim'in Şam'da kurduğu Muhyiddin İbn Arabi Külliyesi vakfının sürdürülebilirliği, kendisine tahsis edilen zengin gelir kaynaklarıyla sağlanmıştır. Vakfiyelerin dördüncü ana bölümü, vakfın geliri olan köyleri, dükkanları ve diğer mülkleri ayrıntılı olarak listelemektedir.
Vakfiyenin mali yapısını incelediğimizde, vakfa gelir sağlamak üzere tahsis edilen yerler arasında Beyrut'a bağlı Debbiye Köyü, Sur'a bağlı Ayn-ı Hayn Köyü, Akka'ya bağlı Ayn-ı Gazal Köyü ve Nablus'a bağlı Cariye Köyü gibi yerleşim birimleri bulunmaktadır. Bu köylerden elde edilen vergiler ve diğer gelirler, vakfın giderlerinin karşılanmasında temel rol oynamıştır.
İbrahim Ceylan'ın incelediği vakfiyede, vakfa tahsis edilen köylerin ve diğer mülklerin yıllık toplam geliri 270.000 dirhem olarak belirtilmiştir. Ayrıca, vakfın Şam'da bulunan çarşıdaki 38 dükkanının ve bir ipek imalathanesinin de geliri vakfa aitti. Bu dükkanlardan günlük 1'er dirhem, ipek imalathanesinden ise günlük 20'şer dirhem olmak üzere toplam 58 dirhem gelir elde edilmekteydi. Bu da yıllık 21.170 dirhem ek bir gelir anlamına geliyordu. Dolayısıyla vakfın toplam yıllık geliri, köy gelirleri ve Şam'daki dükkanlardan elde edilen gelirle birlikte oldukça yüksek bir meblağa ulaşmaktaydı.
Vakfın gelirleri, külliyedeki cami, türbe ve imaretin (aşevi) işletme giderlerini, personel maaşlarını ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılan yiyecek ve diğer yardımların karşılanmasını finanse etmiştir. Özellikle imaretin günlük yemek üretimi ve dağıtımı için gerekli olan un, et, zeytinyağı, nohut, pirinç ve diğer erzakların temini, bu mali yapının en önemli harcama kalemlerinden biriydi. Ayrıca, özel günlerde yapılan ek ikramlar (tereyağı, bal, pirinç helvası, tatlılar vb.) da vakfın gelirleriyle karşılanmaktaydı.
Vakfın Yönetimi ve Personel Yapısı
Yavuz Sultan Selim'in Şam'daki Muhyiddin İbn Arabi Vakfı, düzenli işleyişini sağlamak üzere belirli bir yönetim ve personel yapısıyla teşkilatlanmıştı. Vakfiyelerin beşinci ana bölümü, vakfın tevliyet (yönetim) ve nezaret (denetim) makamlarını, ayrıca vakfın günlük faaliyetlerini yürüten müstahdemlerin (görevlilerin) kadrosunu ve görev tanımlarını detaylı olarak açıklamaktadır. Vakfiyede belirtildiğine göre, vakfın tevliyeti ve nezareti, şeref sahibi ve güvenilir kişilere verilirdi. Özellikle vakfın gelirleri, ihtiyaç sahiplerine dağıtılacak yiyecek ve diğer hizmetlerin doğru bir şekilde yerine getirilmesi için tecrübeli ve dürüst yöneticilere ihtiyaç vardı. Bu durum, vakfiyelerde "sadakat ve iman sahibi, vakfın işlerinde mahir ve yetkili" kişilerin tevliyet ve nezaret görevlerine getirilmesinin vurgulanmasıyla da anlaşılmaktadır.
Vakfın personel yapısı oldukça çeşitliydi ve külliyenin farklı birimlerinin işleyişini kapsıyordu. Bu personel arasında cami, türbe ve imaretin (aşevi) hizmetlerini yürüten kişiler bulunmaktaydı:
İmam ve Hatip: Caminin ibadet hizmetlerini yürüten, cemaate namaz kıldıran ve hutbe okuyan görevlilerdi. Vakfın dini vecibelerinin yerine getirilmesinde merkezi bir role sahiptiler.
Müezzin: Namaz vakitlerini ilan eden ve ezan okuyan görevliydi. Cemaatin ibadet düzeninin sağlanmasında önemli bir işlev üstlenirdi.
Mütevelli: Vakfın en üst düzey yöneticisi olup, vakfın mallarını yönetmek, gelirlerini toplamak ve giderlerini yapmakla sorumluydu. Vakfiyelerde, mütevellinin dürüst ve ehil olması özellikle vurgulanır.
Katip: Vakfın tüm kayıtlarını tutan, gelir-gider defterlerini düzenleyen ve resmi yazışmaları yürüten görevliydi. Vakfın mali şeffaflığı ve düzeni açısından kritik bir rol üstlenirdi.
Hafızlar: Cami ve türbede Kur'an-ı Kerim okuyan, özellikle Muhyiddin İbn Arabi’nin ruhuna ithafen dua eden görevlilerdi. Vakfın manevi atmosferinin korunmasına katkıda bulunurlardı.
Aşçılar: İmarette yemek hazırlayan ve dağıtan personeldi. Fakirlere, misafirlere ve ihtiyaç sahiplerine sunulan günlük yemek hizmetinin temelini oluştururlardı.
Fırıncılar: İmaretin ekmek ihtiyacını karşılayan, fırında çalışan görevlilerdi. Yemek hizmetinin sürdürülebilmesi için hayati bir görev üstlenirlerdi.
Kayyım: Cami ve türbenin temizlik, düzen ve bakımından sorumlu olan görevliydi. İbadet mekânlarının sürekli temiz ve bakımlı kalmasını sağlardı.
Personel maaşları da vakfiye belgelerinde belirtilmiştir. Örneğin, imarette çalışan görevlilerin günlük dirhem cinsinden belirlenmiş ücretleri vardı. İbrahim Ceylan'ın incelediği vakfiyede, vakıf müstahdemleri için ayrılan toplam günlük 149 dirhemden bahsedilir. Bu da vakfın yıllık maaş giderlerinin önemli bir kalemi olduğunu göstermektedir. Personel giderleri, vakfın sürdürülebilirliğinde önemli bir yer tutmuş ve külliyenin aksamadan hizmet vermesini sağlamıştır. Bu düzenli yönetim ve geniş personel kadrosu, Yavuz Sultan Selim Vakfı'nın Şam'da hem dini hem de sosyal bir merkez olarak uzun yıllar boyunca etkin bir şekilde faaliyet göstermesine imkan tanımıştır. Vakfiye kayıtları, Osmanlı Devleti'nin vakıflar aracılığıyla fethettiği bölgelerde kurumsal bir düzeni nasıl tesis ettiğini ve bu kurumların işleyişine ne denli önem verdiğini yansıtmaktadır.
İmaretin İşleyişi ve Günlük Hizmetleri
Yavuz Sultan Selim'in Şam'da inşa ettirdiği külliyenin önemli bir parçası olan imaret (aşevi), vakfiyenin belirlediği kurallar çerçevesinde, özellikle ihtiyaç sahipleri ve yolcular için günlük yemek ve erzak hizmetleri sunmaktaydı. Vakfiyenin yedinci ana bölümü, imaretin günlük işleyişini, aşhanede hazırlanan yemekleri ve bunların hangi miktarlarda ve kimlere dağıtılacağını ayrıntılı olarak kaydetmiştir. Bu bölüm, vakfın sosyal yardım misyonunun en somut örneklerinden birini teşkil etmektedir.
İmaretin başlıca görevi, her gün düzenli olarak belirli miktarlarda yiyecek hazırlayıp dağıtmaktı. Vakfiye kayıtlarına göre, günlük olarak "dört batman un" (yaklaşık 10.256 gram) kullanılarak ekmek pişirilir, "altı rıtl" (yaklaşık 768 dirhem) ağırlığında et ve "yedi rıtl" (yaklaşık 896 dirhem) ağırlığında nohut ile çorba yapılırdı. Bu temel besinler, vakfın amacı doğrultusunda, Muhyiddin İbn Arabi Türbesi'ne gelenlere, zaviyede kalan fakirlere ve yolculara eşit şekilde dağıtılırdı. Yemekler, iki öğün halinde, yani sabah ve akşam olmak üzere sunulurdu. Bu düzenli yemek dağıtımı, özellikle Şam'a gelen misafirlerin ve bölgedeki ihtiyaç sahiplerinin iaşesini sağlamada büyük bir rol oynamıştır.
Vakfiye, sadece günlük hizmetleri değil, aynı zamanda özel günlerde yapılacak ikramları da belirlemiştir. Kandil geceleri ve mübarek günlerde, imaretin hizmetleri daha da zenginleştirilirdi. Bu özel zamanlarda, günlük yemeklere ek olarak "tereyağı, bal, pirinç helvası ve diğer tatlılar" gibi özel yiyecekler de hazırlanır ve dağıtılırdı. Bu uygulamalar, vakfın sadece temel gıda ihtiyacını karşılamakla kalmayıp, aynı zamanda dini ve sosyal hayata da katkıda bulunduğunu göstermektedir. Özellikle kandil gecelerinde yapılan bu ek ikramlar, Muhyiddin İbn Arabi'nin manevi mirasına ve Osmanlı Devleti'nin dini değerlere verdiği öneme de işaret etmektedir.
Ayrıca vakfiyede, imaretin ihtiyaç duyduğu malzemelerin temini de ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Örneğin, "bir kıtar odun" yani bir deve yükü odun, haftada bir veya iki kez imarete taşınarak yemeklerin pişirilmesi için gerekli yakıt sağlanırdı. Bu detaylar, imaretin lojistik ve tedarik zincirinin de titizlikle planlandığını ve vakfın kesintisiz hizmet verebilmesi için gerekli tüm unsurların düşünüldüğünü ortaya koymaktadır. İmaretin bu detaylı işleyişi, Yavuz Sultan Selim'in bu vakıf eseri aracılığıyla bölgede sürdürülebilir bir sosyal yardım mekanizması kurma arzusunu net bir şekilde yansıtmaktadır.
Suriye'deki İlk Osmanlı Tahrir ve Evkaf Tespitleri
Osmanlı Devleti, yeni fethedilen topraklarda düzen ve istikrarı sağlamak amacıyla kapsamlı tahrir (arazi ve nüfus sayımı) çalışmaları yürütmüştür. Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi dönüşünde Şam'da geçirdiği ikinci ikamet dönemi (Ekim 1517 - Mayıs 1518), Suriye'deki ilk Osmanlı tahrir ve evkaf (vakıf) tespitlerinin yapıldığı önemli bir süreç olmuştur. Bu dönemde padişah, bölgede askeri ve idari düzenlemelerle birlikte tahrir yapılmasını emrederek, yeni yönetimin temelini atmıştır.
Osmanlı Devleti'nin fethettiği bölgelerde yaptığı tahrirler, arazinin mülkiyet durumunu, gelir kaynaklarını ve nüfusu belirleyerek, vergi sisteminin ve vakıfların düzenlenmesi için kritik bir öneme sahipti. Özellikle Suriye gibi önemli bir bölgede yapılan bu ilk tahrirler, eyaletin ekonomik ve sosyal yapısını anlamak ve Osmanlı idari sistemine entegre etmek açısından elzemdi. Tahrirler sonucunda elde edilen bilgiler, vakıfların yasal statüsünün belirlenmesi ve kayıt altına alınmasında kullanılmıştır.
Vakfiyeler, Osmanlı Devleti'nin vakıfları resmen tanıdığını ve koruma altına aldığını göstermektedir. Yavuz Sultan Selim'in Muhyiddin İbn Arabi Vakfiyesi, bu tescil sürecinin bir parçasıdır. Vakfiyenin içeriğinde, vakfın sınırları, gelir kaynakları ve yönetim biçimi gibi detayların yanı sıra, vakıf mallarının ve gelirlerinin tahrir defterlerine işlendiğine dair de işaretler bulunabilir. Bu kayıtlar, vakıfların mülkiyet ve gelirlerinin hukuki geçerliliğini sağlarken, aynı zamanda suiistimallerin önüne geçmeyi ve vakıf gelirlerinin belirlenen amaca uygun kullanılmasını denetlemeyi hedeflemiştir.
Osmanlı'nın Suriye'deki fethi ve sonrasındaki tahrir çalışmaları, bölgedeki bazı mülk ve vakıfların eski sahiplerine iade edilmesini de gündeme getirmiştir. Memluk döneminden kalan bazı vakıflar veya şahıs mülkleri, tahrirler sırasında incelenerek hak sahiplerine geri verilmiş veya hukuki statüleri netleştirilmiştir. Bu durum, Osmanlı yönetiminin, fethettiği topraklarda mevcut hukuki yapıyı ve mülkiyet haklarını tamamen yok saymadığını, aksine belirli bir düzen içinde ele aldığını göstermektedir. Örneğin, İbn Tulun'un aktardıklarına göre, Yavuz Sultan Selim'in Şam'da bulunduğu sırada çeşitli davaların görüldüğü ve kadıların önceki Memluk döneminden kalan pek çok mülkü eski sahiplerine geri verdiği belirtilmiştir.

