Bir taşa ancak ne kadar şekil verebilirsiniz? Veya cansız bir nesneye ne kadar anlam yükleyebilirsiniz? Cansız nesneye anlam yükleyen eğer işinin ehli bir insan ise bu mümkün olabilir. Bu kişi kim mi? Divriği Ulu Camii’nin sınır tanımayan mimarı, Ahlatlı Hürrem Şah… Divriği Ulu Camii’yi 15 yılda nakış nakış, inceliklerle işlemiş, taşı konuşturmuş. Camii adeta bir ince düşünce, estetik zekâ abidesi.
Taşa Nakşedilen Dua ve İncelik
Her işine “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlayıp, işine dualarla devam eden ecdad, taşa da dualar nakşetmiş. İstemiş ki, ancak gönlünde incelik barındıranlar onların sırrını anlamaya nail olsun. Ahlatlı Hürrem Şah, Divriği Ulu Camii adı verilecek bu şaheseri meydana getirmiş bir mimar olarak adını camiinin kapısına değil; deprem olduğunda yıkılacak ilk yere yazmış. Eğer bu camii ve darüşşifa bir gün yıkılmaya muktedir olacak ise ilk yıkılan kendi adı olsun istemiştir. Bu isteğiyle bir tevazu sergilemiştir.
800 Yılı Aşan Bir Miras
800 yılı aşkın süredir ayakta duran bu muazzam yapı, yalnızca bir ibadethane değil; taş ustalığının, sanatın ve kültürel mirasın doruk noktasıdır. Zamanın yıpratıcı etkisine meydan okuyan Divriği Ulu Camii, her bir taşında ayrı bir hikâye, her bir kabartmasında ayrı bir sır barındırmaktadır.
Divriği Ulu Camii'ni bu denli özel kılan en önemli unsur, olağanüstü taş işçiliğidir. Caminin üç ana kapısı – kuzey, batı ve doğu – birbirinden farklı geometrik motifler, bitkisel desenler ve sembollerle bezeli. Her biri farklı üslupta işlenmiş bu kapılar, sanat tarihçileri tarafından “taşa nakış işlemek” olarak tanımlanır.
Bu kapılardan en dikkat çekici olanı, Taç Kapı'dır. Kapıya derinlik hissi veren üç boyutlu motifler, gölge ve ışıkla oynayarak her bakışta yeni bir detay sunar. Üstelik bu motiflerin hiçbirinin birbirinin aynısı olmaması, yapının eşsizliğini daha da artırır. Bir diğer dikkat çekici detay ise, batı kapısına yansıyan “namaz kılan adam” siluetidir. Güneşin belli bir açıyla vurduğu saatlerde, kapıdaki motifler yere bir insan silueti yansıtır. Bu durum, yapıdaki mühendislik ve sanat ustalığının birleşiminden doğan bir başka mucizedir.
Divriği Ulu Camii, sadece süslemeleriyle değil, mimari insicâmıyla da göz kamaştırır. Kubbesiz bir yapı olmasına rağmen, içerideki dev sütunlar ve kemerler sayesinde büyük bir iç hacim elde edilmiştir. Taş işçiliği o kadar ince düşünülmüştür ki, yapının hiçbir yerinde çimento ya da bağlayıcı malzeme kullanılmadan, taşların mükemmel oturmasıyla sağlamlık sağlanmıştır.
Divriği Ulu Camii (Fotoğraf: Esra Ebrar Taşkın)
Taşı Konuşturan Mimar: Ahlatlı Hürrem Şah
Ahlatlı Hürrem Şah, 13. yüzyılda yaşamış, Mengücekli Beyliği döneminde faaliyet göstermiş, Divriği Ulu Camii’nin mimarı olarak tanınır. Adından da anlaşılacağı gibi, bugünkü Bitlis ili sınırlarında yer alan Ahlat kökenlidir. Ahlat, o dönemde taş işçiliği ve mimaride oldukça ileri bir merkezdi ve bu bölgeden çıkan ustalar Anadolu’nun dört bir yanına yayılmışlardı.
Ahlatlı Hürrem Şah’ın tek eserinin Divriği Ulu Cami olduğu bilinmektedir. Bu Camii’yi inşa etmek için 15 yılını adamıştır. İnşa ederken de taşı bir hamur gibi yoğurmuş; bir dantel gibi işlemiştir. Bugün, Ahlatlı Hürrem Şah’ın adı, ancak meraklı tarihçiler ve sanat tarihçileri arasında bilinse de, onun Divriği’de bıraktığı izler hâlâ canlılığını korumaktadır.
Divriği Ulu Camii’nin batı kapısındaki olağanüstü süslemeler, mimari insicâmıyla birlikte sanatsal bir deha örneğidir. Her motif, taş üstünde adeta bir oyma değil, bir resim gibidir. Bu kadar detaylı, derinlikli ve teknik olarak zor desenlerin bir ustanın elinden çıkmış olması, Ahlatlı Hürrem Şah’a duyulan hayranlığı artırmıştır. Hürrem Şah, yalnızca bir yapı inşa etmemiştir; o, taşa ruh veren bir sanatkâr olarak anılır.
Divriği Ulu Camii'nin eşi benzeri olmayan taş kabartmaları, üç farklı tarzda işlenmiş anıtsal kapıları, derin anlamlı geometrik ve bitkisel motifleri, mühendislik harikası iç mekân düzenlemesi onun adını tarihe yazdırmıştır. Mimar Hürrem Şah’ın çalışması, mimarlık tarihinde bireysel bir ustalığın öne çıktığı nadir örneklerden biri olarak kabul edilir. Taşın dili varsa, bu dili en iyi konuşanlardan biri hiç kuşkusuz Hürrem Şah’tır.
Şifanın Sanatla Buluştuğu Yer: Darüşşifa
Caminin doğusundaki Darüşşifa, sadece bir hastane değil, aynı zamanda bir tıp okuluydu. Burada hem hastalar tedavi edilir, hem de hekimler yetiştirilirdi. İlginçtir ki, binanın akustiği öyle ustalıkla tasarlanmıştır ki, su sesiyle terapi yapıldığı düşünülmektedir.
Divriği Darüşşifası Kapısı (Fotoğraf: Esra Ebrar Taşkın)
Darüşşifa'nın İçerisindeki Sütunlar (Fotoğraf: Esra Ebrar Taşkın)
Divriği Ulu Camii'ye Bir Mimar Sinan Dokunuşu: Rivayet Mi Yoksa Gerçek Mi?
Bir rivâyete göre Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatı döneminde İstanbul’a bir haber gider, Divriği Ulu Camii Batı’ya doğru meyillenmektedir. Kanunî de Mimar Sinan ve ekibini, Divriği Ulu Camii’nin gerekli bakımlarını yapması için Divriği’ye gönderir. Camii için yapılması gerekenleri yerine getiren Mimar Sinan, Osmanlı Devleti’nden bir hatıra bırakmak amacıyla Kanunî’nin mührünü camiinin duvarına nakşeder. Tarihî belgeler bu hikâyeyi tam olarak doğrulamazken, yapıya duyulan saygı ve Sinan’ın ustalığı göz önüne alındığında, bu rivayet kültürel bir sembol niteliği taşır.
Sonsöz Yerine
Divriği Ulu Camii, sadece bir ibadethane değil; mühendislik, sanat ve inançla yoğrulmuş, zamana karşı dimdik duran bir sanat manifestosudur. Her taşı, her motifi bir anlam taşır. Ona sadece bakmak yetmez; onu hissetmek, anlamak ve gelecek nesillere aktarmak gerekir. Çünkü bazı eserler, yalnızca bir milletin değil, tüm insanlığın ortak mirasıdır.